süper lig etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
süper lig etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2011 Perşembe

Tiyatro mu, Süper Lig mi?

Olağanüstü gelişmelerle biten yazın ardından beklenen oldu ve Süper Lig başladı. Fenerbahçe taraftarı olarak zerre kadar umursamasak da, Digiturk sahibi değilsek ve asla olmayacak olsak da, Fener maç yapıyorsa bir şekilde yolunu bulup seyrediyoruz. Ordu maçını da seyrettik; rakibin daha etkili olduğu, bizim takımın tutuk göründüğü vs. bir ortam vardı ama söz konusu koşullarda "bundan iyisi, Şam'da kayısı" demekten başka çare yok. Futbolcuların, neyin ne olduğunun ve olacağının bu kadar muğlak göründüğü bir durumda ortaya koyduğu performansı öpüp başımıza götürmemiz gerekiyor bence; bu, işin bir boyutu..

İşin asıl önemli boyutu ise içinde bulunduğumuz tiyatro.. 3 Temmuz'dan beri geçen süreçte sadece Altaylı'nın programında TFF başkanına verdiği ayar ile takdirimizi kazanan, onun dışında "darağacında olsak bile, son sözümüz Fenerbahçe" cümlesini bile doğru biçimde söyleyemeyen ve sünepe görüntüsüyle giderek artan bir şekilde nefretimizi kazanan Nihat Özdemir, Ordu maçının ardından tüm taraftarlara "yönetim adına" Ligtv'ye abone olmalarını salık verdi. Hatta bunu bizzat "rica etti, istedi." Eğer bu istek gerçekten de yönetim adına yapıldıysa Fenerbahçe Spor Kulübü'nün, hâl-i hazırda taraftarın sahip olduğu psikolojiden zerre kadar anlamayan bir yönetimi var demektir. Ve eğer durum böyleyse, ayrıca Ligtv aboneliği için dilencilik yapacak bir pozisyona gelindiyse, o kerli ferli adamların hepsinin bir an önce istifa edip o şerefli görevi, gerçekten şerefli bir şekilde yapacak başkalarına bırakmaları da kaçınılmazdır.

Şu anda açık bir şekilde görülüyor ki, iş Türk futbolunu kurtarma operasyonundan, Ligtv'yi kurtarma operasyonuna döndü. Zaten Fener taraftarının iptalleri ile 150 milyon dolar kaybı olduğu söylenen yayıncı kuruluş, öncelikle %100 bir şekilde kendisinin projekte edip dayattığı ve yürürlüğe sokturduğu play-off sistemiyle zararının bir kısmını kurtarma peşine düştü. Ama bu yetmedi, zira Fenerbahçe taraftarlarına yeniden decoder aldırmak gerekiyordu. Bunun için önce "1 yıl taahhütlü" kampanyayı getirdiler, şimdi de normal yayın fiyatına HD yayın satıyorlar. Bunlar da yetmedi, TFF'ye "yargı kararı sezon ortasında çıksa bile cezasının sezon sonunda uygulanacağı" açıklamasını yaptırdı. Yani Fenerbahçelilere şöyle diyorlardı: "Decoder alın, sezon sonuna kadar 35-40 maç oynayacağınızı biz garanti ediyoruz." Tüm bu kepazeliklerin Fenerbahçe camiasına göstermesi gereken şey ise, verilmesi gereken tepkinin sadece bir kısmı verildiğinde bile Fenerbahçe'nin, bu ülke futbolunun eksenini tamamen kaydıracak bir potansiyele sahip olduğunun ortaya çıkmasıdır. Ligdeki diğer tüm kulüpler ve yayıncı kuruluş, bu kadarcık bir tepki ile bile Fenerbahçe'yi kurtarmak için böyle "el pençe divan" duruma geldiyse, yapılması gereken şey mezkur tepkinin dozajının artarak devam ettirilmesidir. Zira Fenerbahçe, hakkı olan ve devlet eliyle gasp edilip kedi-köpeğe peşkeş çekilen şeyleri ancak bu şekilde geri alabilir. "Restine rest ulan" demekten başka bir çare ve bir duruş kalmamıştır. Oysa bizim yönetim ne yapıyor? "Bend over" bir şekilde kendisine hangi rol biçilirse onu ifa ediyor. Biz de onlar için beddua edip o koltuklarda oldukları için utanmaktan başka bir şey yapamıyoruz.

Ama yapabiliriz. Fenerbahçe taraftarı, asla ve asla hiçbir şekilde yayıncı kuruluşa para kazandırmamalı, illâ para verecekse gidip Fenerium vasıtasıyla bizzat kendi kulübüne vermelidir. Taraftar kart daha 275 bin oldu, başkanın koyduğu hedefin çok uzağındayız. Kendisine taraftar diyen, kulübünü sevdiğini iddia eden, cemaatin bu kulübün içine girmesini istemeyen ve nihayet 35 TL verebilecek durumda olan herkes gidip kartını almalı. Bu işin lamı cimi yok. Yönetim artık taraftarın niyetini, saikini ve isteklerini temsil etmekten saptı, bu durumda onları dinlememize gerek de yok. Ayrıca Fenerbahçe taraftarının hangi davranışı gösterdiğinde "gerçek taraftar" olacağını belirlemek ve bunun fermanını vermek Nihat Özdemir gibi bir sünepenin haddine değildir. Bunu özellikle belirtiyorum.

Fenerbahçe bu yıl 80 puan toplayıp play-off hakkı kazandı, orada da şampiyon oldu diyelim.. Sezon sonunda TFF'nin "15 puanın silinmesi cezasına karar verdim" deyip, hem geçen yılki hem de bu yılki şampiyonluğu gasp etmeyeceği ne malum? Ki olacak olan budur, ben size söyleyeyim. TFF'nin tek derdi şu anda yayıncı kuruluşu kurtarmak, Fenerbahçe'nin açtığı davada da mahkûm olmamaktır. TFF'nin, Türk futbolunun, diğer bütün kulüplerin ve yayıncı kuruluşun "varlık sebebi" olan Fenerbahçe, TFF'nin umrunda bile değil. O zaman biz de bu "Süper Lig" isimli tiyatroyu umursamayalım.

Maçları bir şekilde seyredelim, tamam. Neticede sahada "çubuklu" oynuyor ve seyretmekten başka çaremiz yok. Ama Ligtv'ye para kazandırmadan, mevcut abonelikleri de iptal ederek TFF ve diğer kulüpler üzerindeki baskıyı arttırmak lâzım. Yoksa koskoca kulübe göz göre göre istediklerini yapacaklar. Bunu yazın bir yere..

5 Aralık 2010 Pazar

M.Paşa'da gündüz maçı

Beşiktaş-Bursa maçının çok zor geçmesini hepimiz bekliyor zaten. Bursa taraftarının stada alınması maçla ilgili en önemli ve olumlu dipnot sayılabilir. Ama benim açımdan Türkiye'nin en yakışıklı stadında belki 20 yıl sonra bir öğle maçı yaşayacak olmanın heyecanı, maçla ilgili en önemli ayrıntı. 80'li yılların ikinci yarısı ile 90'ların başında bu stadyumda hatırladığım bütün gündüz maçları Beşiktaş-Fener arasındaydı ve Fener'in puan aldığı tek bir tanesini bile hatırlamıyorum :) Bu stad, sözümü dinleyin, gündüz bir başka güzel görünüyor. Çekişmeli geçmesini beklediğim karşılaşmanın tadını çıkarmaya çalışacağım. Beşiktaş'ın kazanmasını bekliyorum, Bursa'nın da kazanamamasını. Ama Ömer Üründül'ün, tahmin yapmaktan ölümüne korkan Ömer Üründül'ün, maçtan önce hiç konuşmayan Ömer Üründül'ün, nadiren yapmak zorunda kaldığı maç öncesi tahminleri esnasında hep söylediği gibi: "Ama futbol bu, her şey olabilir tabii..."

31 Ağustos 2010 Salı

Lig 2010/11, hafta 3

Fenerbahçe'nin Manisa karşısındaki futbolunu beğenmek mümkün değil. Özellikle ikinci yarının ilk 20 dakikasında rakibe verilen pozisyonlar tüyler ürpertici. Cristian, Emre ve Topuz'un aynı anda sahada olduğu bir maçta takım savunmasının bu kadar arıza göstermemesi gerekir. Aykut Kocaman'ın takım savunması denen şey üzerine nasıl antrenmanlar yaptırdığını ya da yaptırıp yaptırmadığını ciddi şekilde merak etmeye başladım.

Okan'ı zaten maçtan önce yazmıştım. Onu gören ve futbolcudan anlayan bir insanın hemen hakkını vermesi gerekir. Daha 1992 doğumlu olduğu için ilk 11 şimdilik fazla ama bu sezonun değil, gelecek sezonun sonunda Gökhan'ı rüya gibi bir bonservisle okutup bu çocuğu ilk 11'e koymanın, ondan 3-5 sene sonra da takım kaptanı yapmanın planlarını şimdiden kurmak lâzım. Maçtan sonra Aceto isimli futbol cahili blog reisi vatandaşın ona özel başlık açıp "Carlos onu Cafu'ya benzetmişti, hatırlıyorum" diyerek her zamanki gibi "popüler olan bir şeyden nemalanmaya çalışma" çabasını ise ibretle izledik.

Niang, hedef santrfor olmadığını ama muhteşem bir futbolcu olduğunu her maçla birlikte kanıtlamaya devam ederken, Stoch yaşı gereği normal sayılması gereken inişli çıkışlı grafiğini sürdürüyor.

Aykut'un Fenerbahçesi, Fenerbahçe'de 20 senedir pek çok sezonda gördüğümüz ve hiç sevmediğim "bir iyi, bir kötü" şeklindeki istikrarsızlığın bir temsilcisi olacak gibi görünüyor bana. İnşallah yanılırım.

---

G.Saray Eskişehir deplasmanında, karşısında kimsenin beklemediği rezil bir rakip bulunca hiçbir şey oynamadan 3-1 kazanıp döndü. Misimovic gibi muhteşem bir atak-orta saha ve Insua gibi gelecek vaat eden bir hücumcu bekin alınması ile eli-ayağı çok düzgün bir 11'e kavuştu takım. Ama başlarındaki teknik direktörün kifayetsizliği ile onlardan bu sene de hiçbir şey olacağına inanmıyorum. Her yazımda belirttiğim gibi Rijkaard'ın bu takıma 1.5 yılda "kazandırdığı" tek bir şey bile olduğunu görmüyorum. Gören de yoktur bence. Bir Hollandalı'dan, hele de Barcelona tedrisatından geçmiş bir Hollandalı'dan, her sene pas olarak Fener'in (açık ara) gerisinde kalan bir takım yaratması yeterli görülüyorsa, o başka..

---

Beşiktaş'ın maçını seyretmedim ama Marco alınmadan önce onların ligde ilk 2'ye bile giremeyeceğini düşünüyordum. O alındıktan sonra eğer Fener'deki performasının yüzde yetmişini bile gösterse Beşiktaş'ın en büyük şampiyonluk adayı olduğunu düşünüyorum. Quaresma asla ve asla bu seviyede devam edemeyecektir, Guti ve onun savunma yapmaması pek çok zor maçta göze batacaktır ama düşüncem böyle.

---

Bursa, deplasmanda Sivas'ı da yenerek 3'te 3 yaptı ve gol yemeden yoluna devam ediyor. Takım savunması muazzam ama bir büyük takım olarak oyuna hükmetme konusunda ciddi sıkıntıları var. Asla bir büyük gibi oynamıyorlar ama bundan gocundukları da yok. Yine de özellikle evlerindeki maçlarda kapanan takımları açmakta zorlanmaya devam edecekler. Sezon başlamadan evvel ilk 3'e giremeyeceklerini düşünüyordum ama her şeyi yapabilecek bir takım hüviyetinde görünüyor Bursa.

---

Trabzon'un maçını da dün seyretmediğim için yorum yapamıyorum. Bu maçtan bağımsız genel yorumum ise ilk 3'ü zorlayacakları yönünde. Kadronun toplam kalitesi hiç fena olmadığı gibi belirgin bir istikrar da arz ediyor. Keza teknik direktörleri de hem güven veren hem de geçen sezondan devam eden bir isim. Oyuncuların ona bakışı ve saygısı da büyük bir avantaj.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Nefis bir akşam

Fenerbahçe'nin en zor maçının gelecek haftaki A.Gücü müsabakası olacağını hemen hemen herkes söylüyor. Ben ise, hangisinde olur bilmiyorum ama Fener'in son 3 maçta puan kaybedeceğinden neredeyse eminim. Ama hangisinde olur bilmiyorum, bu akşamki maçta bile olabilir ama bu en düşük olasılık. Bir şekilde gol yemeden 1 ya da 2 farklı kazanmasını bekliyorum Fener'in bu akşam. Yine de kolay olmayacaktır.

Öte yandan bence ligin en kritik maçı bu akşamki Bursa-Kayseri maçı. Ben bu maçı (Kayseri, Kayseri gibi oynarsa) Bursa'nın kazanacağını hiç sanmıyorum. Ki kazanamazsa Fener'in şampiyonluğu da bir nevi garanti olmuş olacak. Bursa takımının son haftalarda "kazanması gerektiğinde" nasıl strese girdiğini, yaratıcılık anlamında nasıl sıkıntı çektiğini net bir şekilde görüyoruz. Kayseri de son birkaç yıldır ligin en iyi takım savunmalarından birine sahip. Aynı zamanda iyi kontraya çıkan bir takım. Onların derdi kendi sahasında forse etmesi gereken maçlarda ortaya çıkıyor. Kaybetmemeye oynadıklarında daha güçlü oluyorlar. Neyse, eğer Bursa bugün kazanamazsa gelecek hafta A.Gücü karşısında beraberlik lüksü olan Fener'in, o maçı alma şansı da ciddi biçimde artacaktır. Yani A.Gücü-Fener maçının gidişatını bile bu akşamki Bursa-Kayseri randevusu belirleyecektir.

G.Saray'a gelince.. G.Saraylı arkadaşların, blog reisi olan vatandaşın vakti zamanında böbürlene böbürlene (çok biliyormuş edasıyla) yazdığı gibi "300 bilmem kaç maç" tek santrfor oynatan Rijkaard'ın "kafasını kessen" çift forvete dönmeyeceğini söyledikleri yüzlerce yazı okuduk bu yıl. Ama sonuçta benim dediğim gibi Rijkaard rüzgâr nereden eserse o yöne eğilen bir ağaç gibi. Bugün de G.Saraylılara göre "ilkelerinden" ödün verip Baros-Jo ikilisiyle çıkmış sahaya. İBB'nin tam istediği yumuşaklıkta bir takım var sahada. G.Saray da kazanabilir elbette ama ben zor görüyorum.

Güzel bir akşam, atmosferler müthiş. İnşallah hiç kimsenin tadı kaçmadan maçlar oynanıp biter.

Edit: Ne Eskişehir, Eskişehir gibi oynadı; ne Kayseri, Kayseri gibi; ne de Belediye, Belediye gibi.. Sürprizsiz, renksiz bir akşamdı. Haftaya Bursa, 3 puanı oynamadan alırken, A.Gücü-Fenerbahçe maçı inanılmaz zor geçecek. Bitmek bilmeyecek bir haftanın ardından o maçı iple çekiyoruz artık...

19 Nisan 2010 Pazartesi

Trabzon 2 - Kasımpaşa 0

Maçtan önce Trabzon'a bakıp nelerin negatif olduğunu değerlendirdik aşağıda, nitekim Trabzon takımı belirttiğim dezavantajları bire bir şekilde yaşadı maç boyunca. Kendisi çok daha fazla pozisyona girdi ama hem kalesinde birçok tehlike yaşadı hem de hakemin maç 1-0 iken vermediği çok ama çok net bir penaltı var. Dolayısıyla kadronun riskli yapısı, doğal sonuçlarını da beraberinde getirdi diyebiliriz.

Ama öte yandan bu maç açık bir şekilde gösterdi ki, maç öncesinde tahmin yaparken bir de karşıdaki takıma bakmak gerekiyormuş. Sezon başından beri Kasımpaşa'nın 4 büyükler ve Bursa ile oynadığı maçları dikkatli bir şekilde seyrettik ama onları hiç bu kadar ruhsuz, mücadeleden uzak ve gamsız görmemiştim. Hele sezonun en iyi oyuncularından biri olan Yekta o kadar burnu havada, o kadar züppe bir oyun oynadı ki, tanıdığımız Yılmaz Vural soyunma odasında tekme-tokat dalmıştır herhalde kendisine. Sadece o mu? Takımın (tabir caiz ise) "kaşarları" Murat Erdoğan ve Cenk, onları ben marke etsem bile hiçbir şey yapamayacakmış gibi ruhsuzdu sahada. Örneğin Kadıköy'de Fener'e karşı oynayan Kasımpaşa gibi bir takım olsa bu akşam, Trabzon'un kadro yapısındaki defansif zaafları değerlendirir, skor avantajını ele geçirir ve sonra da farka gidebilirdi. Olmayacak bir şey değil.

Ama Trabzon'un ve Şenol Güneş'in hakkını da yemeyelim. An itibarıyla şampiyonluğa oynayan takımlarda bile olmayan bir hırs, iştah ve dinamizmle, maçın hiçbir dakikasında oyundan düşmediler. Selçuk'un liderliğinde ve katalizörlüğünde, takım hâlinde mütemadiyen pres yapıp rakibe baskı uyguladılar. Geride boşluk vermekten, eksik yakalanmaktan ya da rakibin "pas" canavarı bir takım olmasından hiç korkmadılar. Onların uyuşukluğundan yararlanmaları bir yana, yaptıkları baskıyla o pas trafiğinin işlemesini olabildiğince engelleyen de kendileriydi.

Şenol Güneş'in takım tertibinin hatalı olduğunda ısrarım devam ediyor. Skor avantajını elde ettikten sonra Ceyhun'u oyuna alıp Teo'yu çıkararak bunu kendisi de teyit etti zaten. Trabzon takımının ideal dizilişi (geçen seneden beri yazıyorum) Umut'un en uçta olduğu bir 4-3-3 ve orta sahada Selçuk'un yanında bir presçi daha olmak zorunda çünkü. Örneğin Fener karşısına da bu şekilde çıkarlarsa başları çok ağrır. Oynadıkları göze hoş gelen oyunun yanı sıra, son iki maçta kalelerinde oluşan tehlikeler de bunu anlatıyor.

Trabzon (4-1-3-2): Onur (**) - Engin (**), Song (***), Egemen (***), Cale (**) - Selçuk (***) - Gabric (***) (79' Sezer), Alanzinho (***) (86' Barış), Colman (*) - Umut (***), Teo (**) (63' Ceyhun (**)

Kasımpaşa (4-4-2): Murat (***) - Keller (*), Merthan (*), Barış (**), Ergün (*) - Yekta (0) (77' Ali Güneş), Koray (0), Murat Erdoğan (*), Sancak (*) (46' Emre (*) - Cenk (0), Şahin (**) (77' Özgür)

Goller (2-0): Egemen 57', Umut 90+3'

Şenol Güneş ne yapıyor?

Trabzon'un, hocası Şenol Güneş'e son haftalarda bir haller oldu. Yönetimden baskı mı görüyor nedir, hiç hazır bir görüntü vermeyen Teo'yu ilk 11'de oynatmak konusunda anlamsız bir ısrar içinde. Orta sahada zaten pres yapmayan Colman, Alanzinho (oynarsa Gabric, Burak, Engin) gibi oyunculara sahipken (ve de koşan yegâne iki oyuncu Umut ve Selçuk iken) orta sahadan bir adam eksiltip 4-2-4'e dönmenin mantığı nedir? Anlayamıyorum.

Beşiktaş deplasmanında bu minvaldeki ciddi tercih hatasına rağmen, rakip tarafından beceriksizce ceza kesil(e)memişti. Ama gördüğüm kadarıyla bu akşamki Kasımpaşa maçında Şenol hocanın fantezisi artık iyiden iyiye zıvanadan çıkmış durumda. Açıklanan kadrolara göre takımın dinamosu Serkan'ın yokluğunda sağ bekte Engin Baytar'ı görevlendirmiş Şenol Güneş; defansın diğer isimleri Song, Egemen ve Cale. Orta sahada yine sadece Selçuk ve Colman var. İleride ise Gabric, Umut, Teo ve Alanzinho oynayacak. Eğer bin liram olsa şu kadrolarla 2.31'lik "Kasımpaşa yenilmez" seçeneğine hiç düşünmeden basardım. Engin'den sağ bek olur mu yahu? Fizik güç yok, oyun disiplini yok, ikili mücadele yok, sorumsuzluk hat safhada, daha ne olsun? Yine takımın bütün pres yükünü, yorulmak nedir bilmeyen Umut ile garibim Selçuk çekecek.

Eğer bireysel ve fahiş bir hata, bir karambol golü vs. olmazsa, "maçın normal gidişatıyla" Trabzon'un kazanması mümkün görünmüyor bana. Bekleyip görelim.

2 Nisan 2010 Cuma

A.Gücü 0 - Beşiktaş 0

Bu geceki A.Gücü-Beşiktaş maçını yurtdışından bir vatandaşa seyrettirsek asla ve asla siyah formalı takımın büyük olduğuna inandıramayız. Büyük olan kesinlikle beyazlılardır zira dört forvetle oynayan, kendi taktiğini uygulayan, rakibi kafasına takmamış ve özel tedbir almamış olan onlar. Türk futbol tarihinin en korkak (ve en iğrenç şekilde savunma yaptıran) hocası Mustafa Denizli ise Çakır, Vittek, Vassel ve Rothen ile 4 hücumcu oynatan rakibini 5 savunmacı ve bir ön libero ile durdurmaya (!) çalıştı sadece. Hakem rakibin penaltısını verse evine de eli boş dönecekti ama geçen hafta 2 puanı ofsayt golle alan Beşiktaş bu gece de karaktersiz bir hakemin görmediği penaltı sayesinde 1 puan alarak rakiplerinin maçlarını beklemeye başladı.

Rüştü'nün önünde Ekrem, Kaş, Toraman, Sivok ve Üzülmez ile beşli bir blok; onların önünde Necip, İnceman ve Fink ile 3'lü bir orta saha; Holosko ile Bobo'dan müteşekkil forvet... Beşiktaş'ın bu kadro yapısıyla top yapması, oyun kurması, rakibine üstünlük kurması, kolektif bir oyun oynaması mümkün değil. Maçı sadece ve sadece bir şans golüne bırakmış mide bulandırıcı bir futbol zihniyeti bu. Nitekim o şans golü, rakibin bireysel bir hatası veya duran toptan bir pozisyon gelmeyince, hakem de siyah-beyaz formayı sırtına geçirince maç berabere bitti. İki takım arasında belki fazla kalite farkı yoktu ama iki teknik direktör arasında dağlar kadar, fersah fersah fark vardı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, an itibarıyla sadece "iyi oyunculardan oluşan bir topluluğu" yöneten, bir "takım"ın hocası olmayan Lemerre, gelecek yıl bu kaliteli oyunculardan bir ekip yarattığında çok daha iyi işler yapacaktır.

Son olarak, Beşiktaş haftaya Trabzon'u da (şans yardım etmezse) yenemeyecek, buraya yazıyorum.

27 Mart 2010 Cumartesi

Bursa strese erken girdi

Bursa takımı hemen hemen bütün medya tarafından şampiyon ilan edildi geçen hafta. Öyle ya, geçen hafta sonu oynanan maçlardan sonra 5 puana çıkan fark, şayet Bursa İBB maçını da kazanır ve derbi berabere biterse 7 olacaktı. Ama işte öyle olmadı, olamazdı.

Geçen haftadan beri yakın çevremdeki herkese Bursa'nın İBB maçını kazanamayacağını, bu yolda tek çekincemin Ertuğrul Sağlam'ın bağlı olduğu cemaatin Türk futbolu üzerinde son yıllardaki etkisi olabileceğini söyledim. Abdullah Avcı'nın da o taraklarda bezi olduğu söylenir çünkü ama böyle iğrenç bir bağlantı gündeme gelmeyince 8-10 tane eksiği olmasına rağmen İBB stres altındaki Bursa'yı yenmeyi başardı. Çünkü kaç oyuncusu eksik olursa olsun, kendisine karşı açık oynayan, baskı altında olan takımlara çok ama çok ters gelen bir oyun şablonları var. Hocaları çok iyi, tam anlamıyla bir "takım" olarak hareket ediyorlar ve oyuncu yapıları da oturtulan sitemle çok uyumlu.

Bursa'nın, örneğin geçen seneki Sivas'tan avantajı Ömer, Ali Tandoğan, Hüseyin, Mustafa gibi dört büyükler deneyimi yaşamış, o stresle baş etme durumuyla daha önce karşı karşıya gelmiş oyunculara sahip olması. Herkes de bunu söylüyor zaten ama unutulan şey, bu saydığımız oyuncuların hepsinin savunmada oynaması, buna mukabil maçı alacak olan hücumcuların ise Bursa takımında tamamen çaylaklardan oluşması. Volkan, Sercan, Ozan ve Turgay'ın yüzlerinden bile, dün gece karşı karşıya oldukları "şey"le baş etmekte ne denli zorlandıkları okunabiliyordu. Nitekim tüm ikinci yarıyı rakip sahada oynamalarına ve teknik direktörün risk alan hamlelerine rağmen pozisyon üretmekte başarısız olmaları da bunun kanıtı bana göre.

İyi takım olmak başka bir şeydir, kompakt takım olmak başka, hatta "takım" olmak başka ama "winner" olmak bambaşka bir şeydir. Neticede maç 0-0 başlıyor ve kazanmak için gol atılması lâzım. Bursa takımında gol atması beklenen isimlere baktığınızda hiçbirinin "winner" olmadığı rahatlıkla görülebilir. Belki ileride olacaklar ama şimdi olmadıkları kesin. Bu yüzden şampiyonluğa oynayan büyük bir takımın normalde geçmesini beklediğimiz herhangi bir engele takılmaları da gayet olası. Örneğin evinde bir Antalya maçı oynayacak gelecek hafta, o maçı bile kazanması çok zor Bursa takımının. Şampiyon olup dört büyükler hegemonyasını kırmaları elbette güzel bir rüya ama gerçekleştirilmesi de bir o kadar zor.

Bursa takımı ne zaman şampiyon olur biliyor musunuz? Bütün maçlarını sadece berabere bitirmesi kendine yetecek olsa, o mentaliteyle oynasa, rakipleri de ona göre strateji belirlese o zaman. Hatta o şekilde oynanan maçları alma ihtimalleri de, hızlı ve dinamik genç forvetleriyle çok yüksektir. Ama şimdiki durumda çıktığı her müsabakayı "kazanmak zorunda" olan bir Bursa takımı var ve Sercan, Turgay, Ozan, Batalla, Volkan gibi oyuncularla her maçı kazanamazsınız. Zaten bu oyuncular tam olarak "olmamış" ve sürüyle eksiği olan cevherler. Bu baskıyla baş etmeyi öğrenip sporcu karakterlerini geliştirir, mevcut yeteneklerini arttırmak için de sabırla çalışırlarsa o zaman büyük oyuncu olabilirler. Bursa takımı da o zaman kazanan bir takım hâline gelebilir.

İBB 2 - Bursa 1
(8' Marcin, 30' Hasan Ali - 79' Volkan)

15 Mart 2010 Pazartesi

Süper Lig sirki

İki hafta önce Fırat Aydınus denen cibiliyetsizin Belediye maçında göz göre göre yaptığı katliam nedeniyle artık bu rezil senaryoyla ilgili yazı yazmayacağımı belirtmiştim. Hakikaten de yazılıp konuşulacak gibi değil. O haftanın üzerine baktığımızda Eskişehir deplasmanında resmen hakemle beraber 12 kişi oynayan, bedavadan penaltı verilerek itilmeye çalışılan G.Saray için, neredeyse hakem yüzünden yenildi gibi bir hava yaratıldı tüm medyada. Sonra bu haftaya baktığımızda Keita'nın elle aldığı topla 2. golü atıp maçı bitirdiğini gördük ve Lig TV denen rezil kurum başta olmak üzere bu maç üzerine söylenenlere hayret ettik. Bu arada G.Birliği maçında yine Fener'in 2 penaltısı verilmedi. Aslında her Fenerli için meydanı bu o.ç.larına elinden geldiğince bırakmamaya çalışmak bir ödev olmalı ama artık kişisel olarak sıtkım sıyrılmış durumda. Ligin sezon sonundaki tablosu apaçık belli çünkü. Herkese bu tiyatro için iyi seyirler dilerim.

28 Şubat 2010 Pazar

Şirazesi kaymış çakma süper lig

Fırat Aydınus denen bir kukla, yardımcısıyla birlikte bugün önce Fener'in (kitaba göre nizami) beraberlik golünü iptal etti. Aynı yardımcı, maçın sonlarında Belediye'nin ofsayt olan golüne bayrak kaldırmadı. Orta hakem Fener'in lehine olarak sadece Baroni'nin net kırmızısını göstermedi. Onun dışında Güiza'nın bariz gol şansı varken indirilmesine sarı kart gösterdi. Alex'in pasıyla başlayan Fener atağını "kendi ayaklarıyla" kesti ve son olarak bunun siniriyle biraz sert müdahale yapan Alex'e, hiçbir kasıt olmadığı halde kırmızı kart çıkararak görevini tamamladı. Geçen yıl da Fener bu statta 2 ofsayt golüyle 2-0 yenilmişti. Bu Aydınus denen mahlukat, sezon sonuna kadar dinlendirilme cezası almazsa bu blogun Türk futbolu bölümünü bir daha yazmamak üzere kapatıyorum. Bir daha bu planlı-programlı tiyatroyla ilgili yazı yazmayacağım. Hatta yapabilirsem, bu komediyi seyretmeyeceğim. Bu komediyi kaleme alan ve sergileyen bütün unsurların da a. s.

Not: Bu hakemin geçen hafta yönettiği Beşiktaş-G.Saray maçındaki yönetimi ile ilgili yorumu o maçın yazısında yapmıştık. Daha 30. dakikada Barış'ı ve son 10 dakikada Keita'yı atamayışını vs. hatırlayınca; İnönü'deki Beşiktaş-Fener maçında 18. dakikada Gökhan'ın düşürülüşüne pişkin bir şekilde devam deyişini göz önüne getirince resim tamamlanıyor.

24 Aralık 2009 Perşembe

Ligde ilk yarı değerlendirmesi

İlk yarının takımı: Kasımpaşa
İlk yarının teknik direktörü: Yılmaz Vural
İlk yarının oyuncusu: Ariza Makukula
İlk yarının hakemi: Yok

İlk yarının altın 11'i:

Souleymanou Hamidou

Sabri Sarıoğlu - Aydın Tosçalı - Matteo Ferrari - İbrahim Üzülmez

Gustavo Colman - Fabian Ernst - Ivan Ergic

Andre Moritz

Ariza Makukula - Harry Kewell

İlk yarının gümüş 11'i:

Ömer Çatkıç

Ali Turan - Tomas Zapotocny - Koray Avcı - Olcan Adın

Mile Jedinak

Kader Keita - Alex De Souza - Volkan Şen

Mustafa Pektemek - Julio Cesar

Altın 11'in değerlendirmesi:

Suleymanou Hamidou: Ligin en az gol yiyen kalecisi, yan toplardaki becerisi ile parmak ısırtan bir isim. Fener maçında Cristian'dan yediği gol tam anlamıyla komediydi ama onun dışında ligin en istikrarlı ve en tecrübeli kalecilerinden biri olarak, Kayseri'nin ilk yarıdaki başarısında büyük pay sahibi olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Sabri Sarıoğlu: Adeta motor takmış gibi bir ileri, bir geri hiç usanmadan gidip gelen ve sanki art arda iki maç çıkartacakmış gibi kuvvetli görünen Sabri, nihayet bu yıl G.Saray taraftarının gözüne girebildi. Buradan bana atıp tutan sürüyle taraftar, vakti zamanında (tahminimce) bu adamdan yaka silkmişken ben (her ne kadar karakterinden iğrensem de) biraz Avrupa terbiyesi görse Juventus'ta bile oynayabileceğini savunup komik durumlara düştüm yıllarca. Türkiye'nin de (herkesin düşündüğünün aksine) en iyi orta yapan oyuncusu olduğu kanaatindeyim. Fener maçıyla başlayan suskun, daha az antipatik ve hakeme itirazını makul seviyeye çekmiş bir Sabri, izlenmesi zevk veren bir futbolcu.

Aydın Tosçalı: Millî takım için ciddi olarak düşünülmesi gereken Aydın, ayağı çok düzgün olmasa da sert, gerektiği kadar çabuk, güçlü ve savaşçı bir oyuncu. Geçen yıl yanında gencecik Eren oynuyordu, bu yıl Serdar geldi ve Aydın bu ikisinin takıma adaptasyonunu hızlandıran bir isim oldu. Bana göre şu anda Servet'ten de, Zan'dan da, Toraman'dan da daha iyi bir stoper. Hatta ülkenin en iyisi diyeceğim. Eren döndüğünde ligin en kaliteli tandemi olacaklar.

Matteo Ferrari: Zamanında Radikal Futbol'da Xavi için "Katalan olmak dışında hiçbir özelliği olmayan oyuncu" deyip Kemal ve Selçuk'tan daha iyi olmadığını iddia eden Mehmet Demirkol'un "Zan'dan daha iyi olmadığını" öne sürüp fena halde (bir kez daha) rezil olduğu bu oyuncu, Türkiye'ye Uche, Högh, Zago gibi isimlerden beri gelmiş en iyi savunmacı. Sezon başında ne kadar önemli bir isim olduğunu zaten yazmıştım, Beşiktaş defansında özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında gösterdiği olağanüstü performansla beni haklı çıkardı. Ligin ikinci yarısında da bu performansını sürdürürse yılın kare asındaki yeri garanti gibi.

İbrahim Üzülmez: Türk futbol tarihinin en özel futbolcularından biri olmayı artık garantilemiş olan bu oyuncu, ahlâk olarak zayıflıkları olsa da bir profesyonellik abidesi adeta. Yaşı 35 olmasına rağmen kendine (muhtemelen) o kadar iyi bakıyor ki, hemen her maçta sahada en çok koşan isimlerin başında geliyor. 10 yıldan beri hangi teknik direktör gelse (zamanın Müjdat Yetkiner'i gibi) ondan vazgeçemiyor çünkü geçilecek gibi değil. Şirazeden çıkmış görünen genç Türk futbolcuları için de mükemmel bir örnek aynı zamanda.

Gustavo Colman: Trabzon'un ilk yarıdaki en iyi oyuncusu olan Colman, pek fazla pres yapmasa ve fiziği yeterli olmasa da takımın oyun kurucusu, beyni, en golcü ismi ve en iyi asistçisiydi. Selçuk ile beraber orta sahada oynadığında ligin en teknik ve ayağı en düzgün orta sahalarından birini oluşturuyor. İstanbul'un üç büyüklerinde de oynayabilir bence ama özellikle temposunu biraz daha arttırması lâzım.

Fabian Ernst: İlk yarının en çok koşan oyuncularının başında gelen bu müthiş profesyonel, Ferrari ile birlikte takımın omurgasıydı. "İki yönlü orta saha" tabirinin sahadaki tam karşılığı olan, mücadele ruhuyla takım arkadaşlarına da ilham veren, hangi koşulda olursa olsun belli bir performansın altına düşmeyen Ernst, yine son yıllarda ülkemize gelmiş en iyi yabancılardan biri. Ha, kazma ve oyun zekâsı düşük, tamam; ama onlar da olsa bu ülkede ne işi var ki?

Ivan Ergic: Kariyerinde 6 aylık Juventus macerası da bulunan bu merkez orta saha oyuncusu, 7.5 yıl oynadığı Basel'den Bursa'ya geldiğinde şaşırmıştık. Nitekim ilk haftalarda adaptasyon sorunu nedeniyle sıradan bir görüntü veren Ergic, ilk yarının ortalarından itibaren müthiş bir form düzeyi yakalayarak takımın yaptığı çıkıştaki en önemli isimlerden biri oldu. İnönü'de Beşiktaş'a attığı müthiş gol de, son haftada bu performansını taçlandırdı.

Andre Moritz: İlk yarıda Fener'den başka diğer üç büyük takıma gol atmayı başaran, takımın oyun kuruculuğunu yapan ama aynı zamanda hiç beklenmeyen şekilde maç başına en az 10 km koşan yetenekli bir oyuncu Moritz. Daha 23 yaşında olmasına rağmen takımın en olgun, en akıllı ve en güvenilen elemanı gibi görünüyor sahada. Yaptığı 7 gol, 3 asist ile skora direkt etki eden Moritz, Alex'in çok kötü oynadığı ve sahada hiç görünmediği birkaç maç nedeniyle onu geride bırakıyor bence.

Ariza Makukula: Yıllardan beri gezmediği ülke kalmayan, sayısız takımda forma giyip hepsinden şutlanan bu ilginç futbolcu, Kayseri'de adeta küllerinden doğdu diyebiliriz. Attığı 13 gol bile buraya girmesine yeter ama onun dışında takım üzerindeki etkisi, mücadelesi ve istikrarı ile ligde ilk yarının en iyi oyuncusuydu. Gol krallığını neredeyse ilk devreden garantileyen bu oyuncunun, Dünya Kupası kadrosunda yer alabilmek için gösterdiği mücadeleyi izlemek, ikinci yarıda da futbolseverere zevk verecektir.

Harry Kewell: İlk yarının en başarılı oyuncularından biri de, takımın formu düşerken kendisininkini yükselten ve özellikle son 5-6 haftada zirveye taşıyan Kewell idi. Savunma yapmaması nedeniyle takım için dezavantaj da teşkil ediyor ama hücumdaki etkinliği, kanatta oynamasına rağmen attığı golleri ve lider özellikleri ile seyreden herkesin takdirini kazandı. Çoğu maçta 90 dakika sahada kalması ise hem şaşırtıcı, hem hayranlık uyandırıcıydı.

20 Aralık 2009 Pazar

İlk yarı puan durumu

Şampiyonluk yarışı 5 takım arasında geçecekmiş gibi görünüyor ama Kayseri'nin kısa sürede oradan kopacağını düşünüyorum. Bursa ise ligin sonuna kadar ilk 4'te kalır bence. Ligden düşen (Ankara'dan sonra) ikinci takımın Denizli olması neredeyse garanti. Üçüncü olmamak için yapılan mücadele ise nefesleri kesecek muhtemelen...

14 Aralık 2009 Pazartesi

Ligde 16. hafta sonunda görünüm

Süper (!) Ligimizde ilk devrenin son haftasına geldik. Şöyle bir baktığımızda, ilk 6 haftanın sonunda herkes (hepimiz) 2 takımlı bir şampiyonluk yarışı izleyeceğimizi düşünüyordu ama sağ olsunlar, Fener ve G.Saray tıpkı geçen yıl olduğu gibi diğer takımları bu yarışa ortak etme konusunda oldukça ısrarcı davrandı. 1993 yılında evinde Trabzon, (İzmir'de) Bursa ve yine evinde G.Saray'a (hem de 4-1) yenilerek üst üste 3 mağlubiyet alan Fenerbahçe, 16 yıl sonra bir kez daha bu rekorunu egale etmiş oldu. G.Saray ise, Hollandalı teknik direktörünün kafasındaki oyunu oturtmaya çalışırken yaşanması gayet normal olan (bizim de sezon başından beri geleceğini bağırdığımız) o sıkıntılı dönemi yaşıyor. Bu arada Beşiktaş, yanardöner ve rüzgâr nereden eserse oraya doğru bükülen teknik direktörü ile nerelerden gelip bu yarışa ortak oldu. Camianın da teknik direktörden bir farkı yok; birkaç maç kazanılınca yine her şeyi unuttu onlar da... Takımlara tek tek bakarsak şunları söyleyebiliriz:

Fenerbahçe'de, Alex geldiğinden beri takımın üzerine çöken o iğrenç hava, 5.5 senedir bir türlü kaybolmuyor. Bana göre Alex gitmeden de bu havadan, bu vurdumduymazlıktan kurtulmak mümkün değil. Gerçi denebilir ki, zamanında kazma ama inanılmaz savaşçı olan Nobre ve Tuncay ile Türk futbol tarihinin gördüğü en iyi orta saha ikilisi Appiah ve Aurelio varken de Alex takımdaydı ve o takım köpek gibi koşuyordu. Ama ben de diyorum ki, o oyuncular artık yok. Eğer yine öyle bir takım kurulacaksa Alex kalabilir; ama onun dışında takımdaki sünepelik bence ondan yayılıyor herkese.

Devre arasında Carlos gidiyor. Deivid ve Güiza ise mutlaka gönderilmeli. Hatta para ediyorken Andre Santos da gönderilmeli. Ayrıca inanılmaz derecede disiplinsiz olan Bilica ve Kâzım da... Hiç işe yaramayan Bekir ve Ali Bilgin de... Mızmızlanmasından bıktığım, oynamadığında sorun çıkaran, oynadığında ise hiçbir halta yaramayan Semih de... Bu oyuncular bedava gönderilmeyeceği için belli bir bütçe buradan gelecektir. Takıma yabancı ve Avrupalı bir stoper; yine Avrupalı bir sol bek; sağ açığa Hamit, sol açığa Tuncay ve forvete de dağıtıcı bir 9 numara alınmalı. Devre arasında 5 transfer yapılır mı? Eğer sezonu yine 4. bitirme olasılığı bu kadar yüksekse, takımdaki hava bu kadar bozuksa, disiplin diye bir şey kalmamışsa vs. yapılır. Hatta 5 değil, 10 transfer yapılmalı zira takımın yedek kulübesi de bu kadar adam gittikten sonra zayıflayacak. Türkiye'de alınabilecek sürüyle genç ve yetenekli oyuncu var ama alınırken önce yeteneğine ya da fiziğine değil karakterine bakılmalı. Mesela Mehmet Batdal da imzayı attıktan 1 hafta sonra soluğu gece kulüplerinde alacaksa hiç transfer edilmesin daha iyi. Özetle Fener için mevcut oyuncularla devam edildiği sürece taraftarın içi her daim buruk olacak.

G.Saray'da Rijkaard'ın ne yaptığını artık anlamaya çalışmıyor, sadece seyrediyorum. Neeskens gibi bir adam bile "Fener maçından önce de 4-3-3 oynuyorduk, şimdi de öyle oynuyoruz" diyorsa zaten adamların şirazesi kaymış demektir. Dörtlü defansın önünde Topal-Sarp, onların önünde Keita-Arda-Kewell, ileride Baros'un olduğu bir düzene eğer 4-3-3 diyorsa, Neeskens'in bunadığını düşünürüm ben. Onun bu söylediğine koşulsuz inananlara da acırım sadece. Resmen 4-2-3-1 olan bu sistemle Barış-Topal-Sarp'ın bir arada olduğu bir takım aynı olur mu? Neyse, artık at gözlüğü olan zavallılara laf anlatmaktan bıktım.

Rijkaard'ın bu sistem karmaşasını geçersek, takıma oturtmaya çalıştığı bir oyun modelini de ben göremiyorum. Mesela geçen yıl bütün Fenerliler olarak nefret ettiğimiz Argones'in takımı bile mevcut G.Saray'dan çok daha fazla pas yapan, ne yapmaya çalıştığı daha belli olan bir takımdı. Rijkaard mutlaka bir şeyler istiyor ve bir şablon oturtmaya çalışıyordur ama 16. haftada bunun hâlâ emaresini bile görememek, günü yaşayan bir takım görmek hüzün verici. İkinci yarıda neler olacağını hep birlikte yaşayacağız. Ama şunu söylememiz lâzım: G.Saraylılar sezon başında "şampiyon bile olmasak olur, yeter ki geleceğin futbolunun temelleri atılsın" diyordu ama şu anda o futbolun f'si bile ortada yok, ve fakat şampiyon olma ihtimalleri (hücumcularının kalitesi bu kadar fazlayken) gayet yüksek. Hakikaten traji-komik bir durum bu.

Beşiktaş hakkındaki görüşlerimi sürekli yazıyorum zaten. Türkiye'nin en kötü teknik direktörlerinden biri tarafından yönetiliyor bu takım. Bir futbol ekolünün, sürekliliği olan bir oyun anlayışının milyonlarca ışık yılı uzağında, günü yaşayan, bir gün dediğini ertesi gün kendisi inkâr eden ama pişkin bir şekilde kulağının üzerine yatan snob bir hoca bu. Ama Fener ve G.Saray'ın aptallık kelimesiyle dahi açıklanamayacak hataları yüzünden geçen yıl rüyasında bile göremeyeceği iki kupayı aldı. Bu yıl da 12 puan geriden gelerek ve rezil ötesi bir futbol oynayarak yeniden potaya girdi. Herkes (camia) bir anda havalandı ama teknik direktörün kalitesizliği ile takımın hücum organizasyonları konusundaki kabızlığı yüzünden iki maçtır yine kazanamıyorlar. Fener ve G.Saray "iyi " olsun demiyorum, "normal" performans göstersin, Beşiktaş'ın ikinciliği bile imkânsız bu ligde.

Şenol Güneş'in Trabzon'u ise gayet umut veren bir başlangıç yaptı. Güneş, futboldan anlamayan zavallıların "futbolcu değil" dediği Alanzinho isimli müthiş oyuncusunu nasıl kullanacağını çok iyi biliyor; birinci artısı bu. Gökhan gibi tek forvet oynayamayacak rezil bir forvetin yerine (sezon başında da yazdığım gibi) yeteneksiz olsa da çalışkan olan Umut'u kullanması ikinci artısı. Türkiye'nin Gattuso'su diyebileceğim Serkan Balcı'yı orta sahanın sağında kullanması ise en büyük ve üçüncü artısı. Bunun yanında öne geçtiğinde soldaki Gabric'i sağa, sağdaki Serkan'ı ortaya, Alanzinho'yu da sola alıp 4-5-1'e dönerek baskılı dönemleri atlatması da, dersine ne kadar iyi çalıştığını gösteriyor. İki haftadır öne geçer geçmez bu hamleyi yaparak oyunu tutmaya çalıştı ve başarılı oldu Şenol hoca. Serkan'ın dinamizmi ve pres gücüyle rakibi bozmayı düşünüyor bu anlarda ve bu hamlenin tuttuğunu görüyoruz. Yalnız bu haftaki Denizli maçında Gabric'in yerine Ceyhun'u alarak ikinci yarının hemen başında 4-5-1'e dönmesi normal ama, daha sonra Umut ve Alanzinho sahadayken Gökhan'ı oyuna almasını yadırgadım. Yine de Güneş Seul'de bir takım değişimler yaşamış, bunu açık bir şekilde görebiliyoruz. Türkiye'nin en iyi hocası olabilecek bir karakter, olgunluk, centilmenlik ve işbilirlik görüyorum kendisinde. Sadece 2 hafta için söylüyorum bunu, maçları kazanması da önemli değil. İlk zorlu sınav olan (ve geçmişten yaralı olduğu) Fener karşısında bakalım neler olacak..

Kayseri'de Tolunay Kafkas gibi pek beğenmediğim bir hocanın damgasını vurduğu bir yükseliş var. Damgasını vurduğu diyorum çünkü takımın savunma organizasyonu, oyun disiplini ve fizik gücü iyi. Yalnız en baştan beri Tolunay'ın en büyük eksiği hücum organizasyonlarındaki fukaralık. Bu konuda bir ilerleme de görmüyorum. Makukula ve Cangele'nin (ayrıca Mehmet Eren'in) kişisel becerileriyle gidiyor şimdilik takım. Bu konu öyle "şak" diye çözülemeyeceğine göre onlardan ikinci yarıda bir düşüş bekliyorum. Hatta bu hafta Antalya maçını da zor geçerler.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Fenerbahçe 3 - A.Gücü 2

Seyircisiz oynanan, bu yüzden onca temposuna ve atılan 5 gole rağmen keçi boynuzu tadı veren lig müsabakasında Fenerbahçe "çakma A.Gücü'nü" 3-2 yenmeyi başardı. Ama takımla ilgili olarak "güzel" diyebileceğimiz (Özer dışında) ne var derseniz, mumla arasak bulamayız herhalde. İnsanları akıl hastası edebilecek kadar kabiliyetsiz ve karizma yoksunu Güiza; devre arasında takımdan ayrılacağı şimdiden belli olan, Trabzon deplasmanına gitmek istemediğini söyleyen ve Daum'dan ret yanıtı aldığı için bugün kasıtlı şekilde sarı kart görüp cezalı duruma düşecek kadar alçalan bir Carlos; artık iyiden iyiye bir "açık" gibi oynamaya başlayıp savunmada kulvarını yol geçen hanına çeviren bir Gökhan; iki gol yiyen bir savunma vs. vs.

Ama Özer diye bir oyuncu var ki, sezon başından beri dört gözle beklemekte ne kadar haklı olduğumuzu gösteren inanılmaz güzellikte bir futbol oynadı. Defalarca yazdığım gibi kendisini bir "8 numara" olarak tanımlayan bu oyuncu, gerçekten de kanatta verimsiz bir ilk yarı oynadıktan sonra gerçek mevkiine geçip ikinci yarıda adeta şov yaptı. Hele attırdığı bir ikinci gol var ki, bu memleket topraklarında görebileceğimiz (Arda ile birlikte) en klas iki oyuncudan biri olduğunu bağırdı adeta. Bu durumda Emre döndüğünde Özer nerede oynayacak sorusu da ciddi bir problem olarak önümüze çıkıyor. Özer-Emre hiç olmayacağına göre, Cristian-Emre göbekte, Özer (mecburen) yine kanatta oynayacaktır. Ama geçen yıllardaki Deivid gibi içeri gelerek ve bekine alan açarak ama savunmada o bekine mütemadiyen yardım ederek faydalı olabilir, göreceğiz.

Bu arada sezon başında büyük tantanalarla A.Gücü'ne transfer edilen Vassell de eski günlerinden bir demet sunarak muhteşem bir futbol oynadı, onu da söylemeden geçmek istemem. Hem güçlü, hem disiplinli, hem özverili, hem de efektif bir performans gösteren bu oyuncu, bu hâliyle Trabzon başta olmak üzere bütün büyük takımlarımızda oynayabilir. Gökhan Ünal, Umut, Nobre, Bobo, Nihat, Güiza ve Nonda'dan daha iyi bir oyuncu olduğunu açık bir şekilde söyleyebilirim. Ama köpek gibi koşup pres yapan, defansına da yardım eden, özverili ve iyi yaşadığını gösteren mevcut görüntüsü için söylüyorum bunları...

Fenerbahçe için defansta yapılan büyük hatalar dışında hücumda üretkenlik sorunu olmayan bir maçtı. Bu yüzden önümüzdeki günlerde takım savunmasına dikkat edip ona göre çalışılmalı. Tabii ilk olarak 2 yıldır yazıp söylediğimiz gibi takımdaki karaktersizlerin tek tek ayıklanıp devre arasında onlara yol verilmesi gerekiyor.

Not: Fener'in yediği ikinci gol bariz şekilde hakem hatası zira Metin'in Bilica'ya yaptığı açık bir faul var. Son dakikadaki pozisyonda ise topun çizgiyi geçtiğini düşünüyorum. Ama net bir şekilde görebilmek mümkün değil. Bu verilmeyen golü Aziz Yıldırım'ın açıklamalarına bağlayacak olan geri zekâlılar şunu bilmeli ki, o açıklamalardan etkilenen hakemler Fener'in yediği ikinci goldeki faulün üçte birine bile zırt diye çalardı düdüğü ve A.gücü atağını keserdi. Ya da Fener'e kıyak yapmak için 90+3'ü beklemezdi. Bunu söyleyenler hakikaten aptal olmalı.

Fenerbahçe (4-2-3-1): Volkan (**) - Gökhan (*), Lugano (**), Bilica (**), Roberto Carlos (**) - Cristian (**), Selçuk (**) (75' Semih (**) - Mehmet (**) (87' Uğur ), Alex (****), Özer (****) - Güiza (**) (90' Deniz)

A.Gücü (4-4-1-1): Senecky (**) - El Yasa (*), Brabec (**), Baki (**), Broggi (*) - Cihan (*) (90+3' Volkan), Hürriyet (**), Adem (*), Aydın (*) - Metin (**) (61' Meye (**) - Vassell (****) (77' Konate (**)

Goller (3-2): Alex 27', 60', Güiza 87' - Vassell 38', Aydın 49'

29 Ekim 2009 Perşembe

Derby'nin faturası

PFDK, her zamanki gibi rüzgârın estiği yön ve şiddetine göre, son oynanan derby maçın faturasını kesmiş. Cristian ve Arda'nın nasıl yırttığını, neden kurula sevk edilmediklerini bir türlü anlamadığımız bu cezalardan Fenerbahçe 2 maç seyircisiz, Keita ve Bilica da 3'er maç men ile nasiplenmiş. İtirazlardan sonra Fener 1 maça düşer, yumruk ve tokat atan oyuncuların ise cezalarının indireleceğini sanmıyorum.

13 Eylül 2009 Pazar

Derbinin ardından

G.Saray-Beşiktaş maçı aynen beklediğim gibi inanılmaz temposuz, kalitesiz ve tat vermeyen bir havada geçti. Dünkü yazılarıma cevap yetiştiren arkadaşlar tuttukları bir takımın maçını seyrederken kendilerinden geçip, sahada oynanan futbolun kalitesini "akıl" yoluyla değerlendiremedikleri için yine de zevk almışlardır, eminim. Ayrıca o zihniyetteki insanlar "galip gelinen" her maçı baş tacı ettiği için, sorun yok. Ama takım tutmaktan ziyade önce güzel futbol isteyen kişiler için sahada heyecan ve 3 gol dışında "güzel" olan bir şey yoktu.

Takımlara baktığımız zaman, G.Saray'ın sezonun en kötü futbolunu oynadığını görüyoruz. Aslında bugüne kadarki maçların hiçbirinde "şahane" futbol oynamadılar ama şu anda (yine hiç tat vermeyen) Fener ile birlikte kayıpsız gitmeleri, ligimizin ne kadar zavallı olduğunun bir göstergesi. Sarp ve Topal'ın orta sahada birlikte oynaması, G.Saray'ın iyi olmayan futbolunun en büyük sebebi bana göre. Ha, Arda da çok kötüydü, Kewell ve Keita vasattı vs. ama orta sahanın ortasındaki oyuncular iyi top dağıtsa, zaten her maç forvetlerinizin "çok iyi" oynamasına gerek kalmaz, onlara bel bağlamazsınız. Ama G.Saray şu anda tam olarak öyle: Rakibin bireysel hataları, duran toplar ya da becerikli ayakların yaratıcılığına mahkûm bir futbol oynuyor. Bu durumda ön alandaki onca yıldızına rağmen G.Saray'ın en vazgeçilmez oyuncusunun Ayhan olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Sarp, Topal ya da Barış, ona alternatif olacak kadar teknik ya da zekâya sahip değil. Hele Sarp, G.Saray taraftarlarını (gördüğüme göre) büyülese de, asla G.Saray seviyesinin futbolcusu değil. Onun pozisyonundaki oyuncudan birazcık teknik katkı gereken maçlarda, herkes bunu görecek.

G.Saray'ın kaleyi bulan 4 şutu var, 3'ü gol olmuş, birisi de ikinci golde Rüştü'nün sektirdiği şut. Bunun dışında kaleyi bulan şut yok. Genelde kaleci ya da hakem hataları için "o olmasaydı da maçın sonucu değişmezdi" gibi şeyler söylenir. Ama dünkü maç için bunu söylemek mümkün değil. Eğer Rüştü ilk iki golü ikram etmeseydi bence G.Saray bu maçı kazanamazdı.

Ayrıca durum 1-0 iken Leo Franco'ya gösterilmeyen kırmızı kart da maçın neticesini direkt olarak etkiledi (şimdi buna "top içeride" diyenler de çıkacaktır ama topla içeride temas edip dışarıya kadar bu temasını kesmiyor Franco; sonuçta çizginin dışında da elle oynuyor).

Beşiktaş ise, ülkenin en kötü teknik direktörlerinden birinin elinde, adeta oyuncağa dönmüş durumda. Böyle bir maçta Yusuf'u sol açık, tam bir zavallı olan Nihat'ı tek forvet oynamak, tam anlamıyla iş bilmezlik. Sonra ilk yarı takımın topa sahip olmasını sağlayan Tabata'yı çıkarıp kazma Fink'i oyuna almak, daha büyük bir skandal. Sezon öncesi yazdığımı tekrar ediyorum, Denizli ilk yarının sonunu göremeyecek bu takımda.

G.Saray 3 - Beşiktaş 0

G.Saray (4-2-3-1): Franco 8 - Sabri 8, Emre Aşık 6, Servet 6, Hakan 8 (80' Caner) - Mehmet 5, Mustafa 6 - Keita 7 (70' Barış 6), Arda 3 (59' Elano 6), Kewell 6 - Baros 8

Beşiktaş (4-2-3-1): Rüştü 1 - Kaş 5 (68' Holosko 5), Sivok 5, Ferrari 7, İsmail 4 - Ernst 7, Ekrem 5 - Serdar 7, Tabata 7 (46' Fink 4), Yusuf 5 - Nihat 1 (46' Bobo 5)

Goller (3-0): Mustafa Sarp 4', Baros 65', 82'

1 Eylül 2009 Salı

Ligde 4. hafta (09/10)

Lider G.Saray, aslında ilk 70 dakikasında zorlandığı Ankara maçının son 20 dakikalık bölümünde fizik gücünün yüksekliği ve rakibinin acz içinde geriye gömülerek hata yapmanın kaçınılmaz olduğu zavallı bir oyuna dönmesi nedeniyle rahat bir galibiyet aldı. Son 20 dakikaya kadar Ankara çok iyi pas yaptı, alan savunmasında çok başarlıydı ve özgüvenleri de yüksek görünüyordu. 62. dakika geçilirken G.Saray 2/6, Ankara ise 4/10 şut atmıştı. Ama G.Saray, bu yıl zorlandığı pek çok maçı bu kadar çok sayıdaki usta ayağı sayesinde almayı becerecektir. Ama Ayhan, bence G.Saray için vazgeçilmez bir oyuncu. Çift ön libero Sarp ve Topal olduğunda, o kadar düz savunma oyuncularını da eklersek, son derece "kazma" bir tablo çıkıyor ortaya. Bütün iş ilerideki süper teknik 4 oyuncuya kalıyor. Zorluk derecesi yüksek maçlarda Ayhan, düşük maçlarda ise "Elano" ikinci ön libero gibi oynamalı diye düşünüyorum.

Gelecek haftaki Beşiktaş maçının ise, hiç kimse kolay geçmesini beklemesin. Beşiktaş, küçük takımlara karşı iş yapmayan ama G.Saray gibi bir rakibe karşı fazlasıyla efektif olabilecek bir oyun tarzına sahip. Bu yüzden o maçın çok zor geçmesini bekliyorum. Ama genel olarak G.Saray ligin en büyük şampiyonluk adayı konumunda; ne olursa olsun bu gerçek değişmez.

Fenerbahçe ise, geçen haftaki D.Bakır ve Sion maçlarında "az bile söylemişiz" denebilecek bir oyun ortaya koydu. Alex'in böyle silik futbollarına artık alıştık ve maçı çeviren 2 golde de onun payının olması hüzün verici. Bekir'den büyük takım sağ beki olmayacağı çok açık. Ali Bilgin bile daha iyi olurdu ama oradaki yedek oyuncu bence Önder, Ali, Bekir, Deniz falan değil, Topuz olmalıdır.

Stoperde Önder çok hata yapıyor, savunmanın ortasında Bilica ve Lugano mutlaka oynamalı. Sol bekte ise Carlos yerine Santos'un kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Carlos artık miadını doldurmuş durumda ve bir an önce ülkesine dönmeli. Böylece savunma tamam. Orta sahada ise Kâzım bir iyi, bir kötü. Tüm sezonun umutlarının bağlanacağı bir oyuncu asla değil. Orası için mutlaka bir formül bulunmalı. Zira orada oynayacak çok sayıda oyuncu var. Solda ise Santos skandal bir futbol sergiledi. Ama yedeğinin Uğur olması işleri içinden çıkılmaz bir hâle getiriyor. Ortada Emre alternatifsiz, Cristian ise ilk golde çaldığı topla skora etki etse de son derece etkisiz ve düz bir futbol oynadı.

Neyse, Fener'e başka bir postta döneriz ama bir an önce toparlanmaları gerektiği aşikar. Yoksa devre arasında bir bakmış, G.Saray'ın 6-7 puan gerisinde bulabilir kendini.

Beşiktaş için artık bir şey yazmak istemiyorum. United, Wolfsburg ve CSKA maçlarını kaybeder ve ligde de bu şekilde devam ederse Denizli (başından beri yazdığım gibi) devre arasını göremez. Hep söyledim, sezonu bitirebileceğini zannetmiyorum. Çünkü bu işi bilmiyor. Ben biliyorum demiyorum, ama onun bilmediğini bilecek kadar futbol seyrettim. Demirören ve Denizli gitmeden, bu takımın taraftarına huzur olmayacak.

Trabzon ise geçen seneki kadrosundan daha iyi bir kadroya sahip olmasına rağmen, Yattara gibi yaratıcı bir oyuncuyu çok arıyor. Ne yapıp edip umut'u tek forvet, Yattara ve Alanzinho'yu da iki kanatta oynatmalılar bence. Colman, Tjikuzu (Ceyhun) ve Selçuk şeklinde bir orta saha ile bu üçlü iş yapabilir. Alan ve Yattara savunma yapmıyor ama 4-3 şeklinde bir savunma, zor olmayan maçlarda fazlasıyla yeterli.

25 Ağustos 2009 Salı

Ligde 3. hafta (09/10)

Liderliğe averajla oturan G.Saray, Ali Sami Yen tarihinin en "kek" takımı olan Kayseri'yi güle oynaya geçti. Hakem kim olursa olsun, hatta hakem olsun veya olmasın maçın skoru asla değişmezdi. Ama Halis Özkahya denen cibiliyetsiz önce faulden golü verdi. Sonra Baros'un penaltısını çalmadı. Ardından da avut olan topu korner göstererek Kayseri'yi bitiren golün erken gelmesini sağladı. Şimdi bazı geri zekâlılar bunların galibiyete gölge düşürmek için yazıldığını zannedip laf yetiştirebilir. Onlar için berrak bir şekilde yazayım: Fenerli de olsam Rijkaard'a tapıyorum. Kewell, 20 yıldır tuttuğum Liverpool'un en sevdiğim oyuncularından biri. Bu senenin de mutlak şampiyonluk adayı G.Saray bana göre. Fener'in de en çok G.Saray ile kapışmasını isterim bu ligde, mümkünse sezonun son maçına kadar. Dolayısıyla G.Saray'ın kazanması beni rahatsız etmiyor. "Rahatsız"lar anlasın diye yazdım, aklı başında G.Saray taraftarı arkadaşlar kusura bakmasın. Ama bana burada "bir Fenerliden G.Saray maçı yorumu istemiyoruz" diyen züppeler bile var. Onlar için böyle bir açıklama gerekliydi.

G.Saray inanılmaz bir kadroya sahip, daha inanılmaz bir teknik direktörü olan ve sezon başında da yazdığım gibi Avrupa Liginin yarı final veya final adayı bir takım. O yüzden haftalar ilerledikçe daha da oturacağını düşünürsek bazı şeylerin, bu kanaatimizin güçlenerek devam etmesi normal. Arada maç veya puan da kaybedebilir ama sezon sonuna kadar her kulvarda mücadeleyi sürdüreceğini hepimiz görebiliyoruz.

Fener ise, alttaki postta yazdım, Hanoi'den çıktı sanki. Aziz Yıldırım'ın dediği gibi, ağzından salyalar saçarak oynayan bu futbolcu müsveddeleri, hatta adına "taraftar" denen ve daha da köpekleşmiş ve işi ambulans taşlamaya kadar götüren aşağılık mahluklar, sezon sonunda küme düşmeyi fazlasıyla hak ediyor. Denizli ile birlikte en tiksinerek seyredeceğim takım Diyar olacak bu sene.

Beşiktaş, teknik direktörünün saçmalamalarıyla kör-topal ilerliyor. Böyle defansif 11'ler, pek çok kişi tarafından söylendiği üzere Ş.Ligi'ne hazırlıksa ve ligdeki puanlar bu uğurda kaybediliyorsa ne âlâ. Ama öyle olsa bile işe yarayacağı ne mâlum? Ki ben yaramayacağını düşünüyorum, çünkü Denizli'nin futbol anlayışı tam anlamıyla çağ dışı ve günümüz futbolunu hiç takip etmeyen bir zihniyetin ürünü. Benitez'in bir sözünü hatırlattı Güntekin Onay programında, hayran olmamak mümkün değil: "İlk 6 haftada şampiyon olamazsınız ama şampiyonluğu kaybedebilirsiniz." İşte Beşiktaş erken bir şekilde bu yola girdi bence. Bunca Beşiktaşlı arkadaşım varken, umarım yanılırım diyorum.

Trabzon ise nedenini hiçbirimizin anlamadığı bir şekilde tepetakla gidiyor. Kadro bu kadar istikrarlı bir şekilde korunup 1-2 takviye ile güçlendirilmişken neden bu kadar etkisiz oynuyor, bilmiyorum. Bu haftaki maçlarını seyredemediğimiz için yorum yapmıyorum ama genel anlamda gidişat iyi değil.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

G.Birliği 0 - Beşiktaş 0

Beşiktaş, bu blogda yazmaya başladığım ilk günlerden beri söylediğim gibi ülkenin en kötü teknik direktörlerinden biri tarafından yönetiliyor. Bu akşam mesela, G.Birliği takımından öylesine korkmuş ki Denizli, 3 tane ön libero ve önlerinde Tello ile başladı maça. Michael Fink'in asla ve asla büyük takım oyuncusu olmadığını söyleyip duruyoruz ve Denizli de her maç onu oyundan çıkarmaya başladı. Bu kadar tek yönlü, bu kadar defans ağırlıklı, hücuma hiç katkı yapmayan, oyun zekâsı düşük, tekniği zayıf bir orta saha oyuncusu olur mu? Fenerlilerin senelerdir yuhladığı Selçuk ve Deniz bile 1 gömlek daha iyi oyuncular Fink'ten. Neyse, yabancı hakkı böyle bir adama kullanılmaz neticede.

Öte yandan Ernst de yanında tekniği ve zekâsı biraz iyi bir ön libero olmayınca ne kadar düz bir adam olduğunu adeta haykırıyor. Sezon başındaki yorumda Beşiktaş'ın bir atak orta saha oyuncusuna değil, "orta sahada iki yönlü oynayan" teknik ve akıllı bir oyuncuya ihtiyacı olduğunu yazmıştım. Böyle bir futbolcu alınmadığı sürece bu kabız futbol, bu yaratıcılık sıkıntısı her maç devam edecek. Bu işi biraz olsun yapmaya çalışan adam ve Ferrari ile birlikte takımın en iyi oyuncusu Tello ama o da Denizli geldiğinden beri sağ açık, sol açık, forvet, ön libero, forvet arkası oynamaktan adeta sapıttı. Tek başına her şeyi yapmaya çalışınca da hâliyle erken yoruluyor.

Sonuç olarak Beşiktaş'ın en büyük sorunu orta sahasındaki, oyunun iki yönünü düşündüğümüzde "dengesi bozuk" diyebileceğimiz oyuncu grubu. Buraya transfer yapılmadıkça Beşiktaş sadece duran toplar ve rakibin bireysel hatalarına bel bağlayan bir takım olmaya devam edecek.

Defansta Ferrari'nin ilk haftalardaki sıradan görüntüsü için "beklemek lâzım" demiştim ve gün geçtikçe ne kadar kaliteli bir adam olduğunu daha fazla ortaya koyuyor. Soğukkanlı, pozisyon almayı bilen, sezgileri kuvvetli ve en önemlisi "kritik müdahale" konusunda takımın en iyisi. Sivok ile gayet iyi bir ikili diyebiliriz. Sol bek ve sağ bek ise sorunlu; bence solda İsmail'in tercih edilmesi ve ısrarla ona şans verilmesi gerekir. Sağ bekte ise Rıdvan kumaşını belli etse de, daha zamanı var. Toraman dönünce orası da hallolur.

Forvette Nihat zaten bitik bir futbolcu; Holosko-Bobo ideal ikili bu takımda. Bobo olmazsa Nobre, Holosko olmazsa Nihat olur. Ama Holosko-Nihat asla olmaz. Defalarca dediğim gibi Denizli bu gidişle insanlarla inatlaşarak takımın Ş.Ligi'nden elenmesine, ligden de erken bir şekilde kopmasına neden olacak. G.Birliği'ne karşı bile tek bir organize atak, tek bir hazırlanmış gol pozisyonu yok ve bu takımın başında 1 yıldır aynı hoca var. Yanılırsak yanıldık deriz ama yanılan, havaya girip de Denizli gibi bir adamı buradan bana savunmaya kalkan arkadaşlar olacak. Bunu göreceğiz.