''Futbolcumuz Önder Turacı sakatlığı sebebiyle Eskişehirspor maçı kadrosuna alınmamıştır. Tedavi olması ve dinlenmesi gereken Önder Turacı, gece geç saatlere kadar bir gece kulübünde eğlenmiş ve daha sonra evine gitmiştir.''
''Evde sebebini bilemediğimiz bir hadise sonrası sağ el bileğinde radial atar damarında ve el bileği kirişinde kesik oluşmuştur. Daha sonra ailesi tarafından Ataşehir'deki bir polikliniğe, sonrasında da Kadıköy Acıbadem Hastanesi'ne götürülmüştür. Sabah 10.00'da Doç. Dr. Ufuk Nalbantoğlu tarafından ameliyata alınan Önder Turacı, iki saat süren başarılı bir operasyon geçirdi. Sağ el bilek seviyesindeki kesi ve buna ait damar ve kirişler primel olarak onarıldı.''
Fenerbahçe Spor Kulübü
Not: Önder'in intihar etmiş olabileceği ya da alkollü olarak sevgilisiyle kavga edip cam sehpaya vurmuş olabileceği konuşuluyor. Kulübün düştüğü duruma bakın. Şu görüntüye ve hali pür melale sebep olanların hepsinin allah belasını versin demekten başka elimden bir şey gelmiyor.
5 Aralık 2009 Cumartesi
Hayırlı olsun
2010 Dünya Kupası Finalleri Grup kuralarının çekimi ev sahibi ülke Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Cape Town kentinde, FIFA Genel Sekreteri John Valcke ve Oscar ödüllü Güney Afrikalı Aktris Charlize Theron tarafından yapıldı. Oluşan gruplar şöyle:
A Grubu: Güney Afrika Cumhuriyeti, Meksika, Uruguay, Fransa
B Grubu: Arjantin, Nijerya, Güney Kore, Yunanistan
C Grubu: İngiltere, ABD, Cezayir, Slovenya
D Grubu: Almanya, Avustralya, Sırbistan, Gana
E Grubu: Hollanda, Danimarka, Japonya, Kamerun
F Grubu: İtalya, Paraguay, Yeni Zelanda, Slovakya
G Grubu: Brezilya, Kuzey Kore, Fildişi Sahili, Portekiz
H Grubu: İspanya, İsviçre, Honduras, Şili
A Grubu: Güney Afrika Cumhuriyeti, Meksika, Uruguay, Fransa
B Grubu: Arjantin, Nijerya, Güney Kore, Yunanistan
C Grubu: İngiltere, ABD, Cezayir, Slovenya
D Grubu: Almanya, Avustralya, Sırbistan, Gana
E Grubu: Hollanda, Danimarka, Japonya, Kamerun
F Grubu: İtalya, Paraguay, Yeni Zelanda, Slovakya
G Grubu: Brezilya, Kuzey Kore, Fildişi Sahili, Portekiz
H Grubu: İspanya, İsviçre, Honduras, Şili
3 Aralık 2009 Perşembe
Boyalı alan
NBA tarihinin gelmiş geçmiş en iyi uzunlarından, en iyi savunmacılarından ve en iyi blokçularından biri olan efsane oyuncu Alonzo Mourning, üç saniye koridorunu nasıl öyle istekli ve savaşçı bir şekilde savunduğuna dair sorulara şöyle cevap verirdi: "Üç saniye koridoru benim yatak odam, mahremim, namusum. Oraya giren, sonuçlarına da katlanır."
Fenerbahçe Ülker denen zavallılar ordusu, Barcelona deplasmanında şu aralar ırzına geçilmekle meşgul. Skor an itibarıyla 87-55 ve Barcelona üç saniye koridorundan tam 23 basket (!) buldu. Ben buradan küfredemiyorum, 32 yılda öğrendiğim bütün küfürleri maçı seyrederken ettim zaten. Ama şöyle diyeyim: Euroleague'de hiçbir maçta göremeyeceğiniz bu 23 boyalı alan basketini, yukarıda Mourning'in söyledikleri ile eşleştirin. Demek istediğimi anlarsınız zaten...
Fenerbahçe Ülker denen zavallılar ordusu, Barcelona deplasmanında şu aralar ırzına geçilmekle meşgul. Skor an itibarıyla 87-55 ve Barcelona üç saniye koridorundan tam 23 basket (!) buldu. Ben buradan küfredemiyorum, 32 yılda öğrendiğim bütün küfürleri maçı seyrederken ettim zaten. Ama şöyle diyeyim: Euroleague'de hiçbir maçta göremeyeceğiniz bu 23 boyalı alan basketini, yukarıda Mourning'in söyledikleri ile eşleştirin. Demek istediğimi anlarsınız zaten...
2 Aralık 2009 Çarşamba
Twente 0 - Fenerbahçe 1
Tam da düşündüğüm her şeyi maçtan sonra Rıdvan Dilmen NTVSpor'da söyledi. Fenerbahçe sadece ilk maçı kaybettiği Avrupa Ligi grubunda 4 galibiyetle lider. Son maçı evinde Moldova takımıyla oynayacak, grup liderliğini garantilemiş durumda ve bundan sonraki turda da seri başı olacak. Ligde her şeye rağmen birinci sırada vs. Ama bir taraftar olarak umrumda bile değil. Kulüpte öyle bir başıbozukluk, öyle bir çiftlik havası ve yayılan öyle kötü kokular var ki; alınan hiçbir galibiyet ya da elde edilen hiçbir liderlik (İslam babanın deyimiyle) bu iğrenç kokuları temizleyecek bir dezenfektan olamaz aklı başında taraftarın gözünde.
Carlos zaten (nihayet!) devre arasında kesin gidiyor. Güiza bu gece maçtan çıkarken elini omzuna koyan Koch'u tersleyip direkt soyunma odasına gidiyor ve yedi sülalesinin kulaklarını çınlatıyor bize. Semih bir karış sakalla dünyanın en ruhsuz ve en sümsük futbolcusu görünümünde. 82'de oyuna giriyor ama sahanın en isteksiz ve güçsüz ismi o. Alex'in teknik direktörle birlikte kadro yaptığı söyleniyor. Takımın en muhteşem oyuncusu ve en kişilikli ismi Emre hem takımdaki yabancılarla sürekli kavga ediyor hem de sevimsiz hareketleriyle o kadar itici görünüyor ki, bir insanın onu sevebilmesi çok zor. Andre Santos'u sabaha kadar dövsem usanmam. Kâzım ise ayrı bir âlem. Hakeme küfrettiği için 4 maç ceza alıyor, oynamadığı ilk maçta tribünde değil ve takımın evinde 3-1 kaybettiği söz konusu maçtan sonra sabah 3'e kadar gece kulüplerinde sürtüyor. Sabah 10'daki idmana yetişeyim derken ölümden dönüyor, kulübüne yalan söyleyip dolayısıyla onlara da yalan söyletiyor ve kulübünü rezil ediyor. Bu karanlık tabloyu sabaha kadar uzatabilirim ama bunlar (daha önce de bir kere yazmıştım) Aziz Yıldırım'ın başkan olduğu, Aykut Kocaman'ın da futbol direktörlük yaptığı bir yerde gerçekleşiyor.
Fenerbahçe isterse ligdeki son 3 maçını ve Sheriff karşılaşmasını kazansın. İsterse böyle gidip lig sonunda şampiyon olsun, benim için bir şey fark etmez. Ben böyle bir kulübün taraftarı olamam, hiçbir şekilde içimden gelmez. Bugünkü görkemli deplasman galibiyeti bile zerre kadar sevindirmiyor. Geçen yıldan beri aynı şeyleri yazıp duruyorum ve sıkıldım artık.
Devre arasında Güiza, Roberto Carlos, Deivid ve (para ediyorken) Andre Santos'tan mutlaka kurtulmalı bu kulüp. Benim santrfor olarak çok ümitli olduğum Kâzım'ı tekme tokat göndermeli. Semih'i yurt dışına psotalamalı. Takıma da savaşçı ve ruhuyla oynayan karakterli futbolcular almalı. Türkiye içinde böyle oyuncular var, yurt dışında ise en önemli isim Hamit Altıntop. Tabii karakterli futbolcular almakla bitmiyor iş. Kulüpteki bu çiftlik havasının ortadan kaldırılması, Aziz Yıldırım'ın futbol takımından tamamen elini-ayağını çekmesi ve Aykut'un da "Daum'un işvereni" olarak görev tanımının tam anlamıyla yapılması ve elini taşın altına sokması gerekiyor. Bu işler düzelmeden kimi yenseler, nerede lider olsalar benim için boş.
Twente (4-3-3): Boschker (****) - Carney (**), Wisgerhof (**), Douglas (***), Stam (**) - Brama (**) (81' Parker (*), Perez (**), Tiote (**) (81' De Jong (*) - Stoch (**), Ruiz (**), Nkufo (**)
Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan (**) - Gökhan (**), Lugano (***), Bilica (***), Roberto Carlos (***) (75' Andre Santos (*) - Mehmet Topuz (**) (90' Deniz Barış), Selçuk (***) , Cristian (***), Vederson (***) - Alex (**) - Güiza (**) (81' Semih (*)
Goller (0-1): Lugano 71'
Sarı Kartlar: 69' Douglas, 88' Perez - 29' Roberto Carlos, 39' Volkan Demirel, 63' Alex, '80 Vederson, 87' Lugano
Carlos zaten (nihayet!) devre arasında kesin gidiyor. Güiza bu gece maçtan çıkarken elini omzuna koyan Koch'u tersleyip direkt soyunma odasına gidiyor ve yedi sülalesinin kulaklarını çınlatıyor bize. Semih bir karış sakalla dünyanın en ruhsuz ve en sümsük futbolcusu görünümünde. 82'de oyuna giriyor ama sahanın en isteksiz ve güçsüz ismi o. Alex'in teknik direktörle birlikte kadro yaptığı söyleniyor. Takımın en muhteşem oyuncusu ve en kişilikli ismi Emre hem takımdaki yabancılarla sürekli kavga ediyor hem de sevimsiz hareketleriyle o kadar itici görünüyor ki, bir insanın onu sevebilmesi çok zor. Andre Santos'u sabaha kadar dövsem usanmam. Kâzım ise ayrı bir âlem. Hakeme küfrettiği için 4 maç ceza alıyor, oynamadığı ilk maçta tribünde değil ve takımın evinde 3-1 kaybettiği söz konusu maçtan sonra sabah 3'e kadar gece kulüplerinde sürtüyor. Sabah 10'daki idmana yetişeyim derken ölümden dönüyor, kulübüne yalan söyleyip dolayısıyla onlara da yalan söyletiyor ve kulübünü rezil ediyor. Bu karanlık tabloyu sabaha kadar uzatabilirim ama bunlar (daha önce de bir kere yazmıştım) Aziz Yıldırım'ın başkan olduğu, Aykut Kocaman'ın da futbol direktörlük yaptığı bir yerde gerçekleşiyor.
Fenerbahçe isterse ligdeki son 3 maçını ve Sheriff karşılaşmasını kazansın. İsterse böyle gidip lig sonunda şampiyon olsun, benim için bir şey fark etmez. Ben böyle bir kulübün taraftarı olamam, hiçbir şekilde içimden gelmez. Bugünkü görkemli deplasman galibiyeti bile zerre kadar sevindirmiyor. Geçen yıldan beri aynı şeyleri yazıp duruyorum ve sıkıldım artık.
Devre arasında Güiza, Roberto Carlos, Deivid ve (para ediyorken) Andre Santos'tan mutlaka kurtulmalı bu kulüp. Benim santrfor olarak çok ümitli olduğum Kâzım'ı tekme tokat göndermeli. Semih'i yurt dışına psotalamalı. Takıma da savaşçı ve ruhuyla oynayan karakterli futbolcular almalı. Türkiye içinde böyle oyuncular var, yurt dışında ise en önemli isim Hamit Altıntop. Tabii karakterli futbolcular almakla bitmiyor iş. Kulüpteki bu çiftlik havasının ortadan kaldırılması, Aziz Yıldırım'ın futbol takımından tamamen elini-ayağını çekmesi ve Aykut'un da "Daum'un işvereni" olarak görev tanımının tam anlamıyla yapılması ve elini taşın altına sokması gerekiyor. Bu işler düzelmeden kimi yenseler, nerede lider olsalar benim için boş.
Twente (4-3-3): Boschker (****) - Carney (**), Wisgerhof (**), Douglas (***), Stam (**) - Brama (**) (81' Parker (*), Perez (**), Tiote (**) (81' De Jong (*) - Stoch (**), Ruiz (**), Nkufo (**)
Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan (**) - Gökhan (**), Lugano (***), Bilica (***), Roberto Carlos (***) (75' Andre Santos (*) - Mehmet Topuz (**) (90' Deniz Barış), Selçuk (***) , Cristian (***), Vederson (***) - Alex (**) - Güiza (**) (81' Semih (*)
Goller (0-1): Lugano 71'
Sarı Kartlar: 69' Douglas, 88' Perez - 29' Roberto Carlos, 39' Volkan Demirel, 63' Alex, '80 Vederson, 87' Lugano
Rıdvan Dilmen
Soru: Oğlunuzun adını verdiğiniz Erdi ile görüşüyor musunuz?
Rıdvan: Görüşüyoruz. O yıllarda bebeğin cinsiyeti belli olmuyordu. Antrenmandayım, stat görevlisi 'hanımın doğum yapmak üzereymiş' diye haber verdi. Erdi de bana 'git, oğlunu kucakla' dedi. Ben de 'oğlum olursa adını Erdi koyacağım' dedim. Ama Abdülkerim deseydi koymazdım mesela (kahkaha atıyor). Abdülkerim'i çok severim bu arada.
Zaman gazetesine geçen yıl verdiği röportajdan...
Rıdvan: Görüşüyoruz. O yıllarda bebeğin cinsiyeti belli olmuyordu. Antrenmandayım, stat görevlisi 'hanımın doğum yapmak üzereymiş' diye haber verdi. Erdi de bana 'git, oğlunu kucakla' dedi. Ben de 'oğlum olursa adını Erdi koyacağım' dedim. Ama Abdülkerim deseydi koymazdım mesela (kahkaha atıyor). Abdülkerim'i çok severim bu arada.
Zaman gazetesine geçen yıl verdiği röportajdan...
Ancelotti praised
3 gün önce Chelsea teknik direktörü Ancelotti'yi öven bir post yazmıştım. İtalyan hocaya bir övgü de oyuncusu Drogba'dan geldi. İtalyan Coriera Dello Sport gazetesine şunları şöylemiş Fildişili oyuncu: "Ancelotti, dünyadaki en iyi teknik adam. Hiç tanımadığı bir kulübe gelmesine rağmen uyum sağlamakta hiç zorluk çekmedi. Hem idmanda hem de soyunma odasında mükemmel bir atmosfer oluşturdu. Takımı yönetme tarzına hayranım. Onunla çalışmaktan büyük keyif alıyoruz."
Hani hep deriz ya (ben de dedim zamanında) "takımı ve ülkeyi tanıyan bir hoca olsun" diye... İşte, eğer kişi iyi bir teknik direktörse hiç bilmediği bir kültürde, hiç tanımadığı bir takımda da başarılı olabiliyor. Demek ki neymiş, esas olan "kaliteli"yi bulabilmekmiş. Ama orada da şöyle bir teorim var benim: Dünyada bu anlamda iyi ve kaliteli hoca sayısı bana göre iki elin parmaklarını geçmez. Capello, Lippi, Ferguson, Mourinho, Ancelotti, Wenger, Benitez, Hiddink, Lucescu... Var mı başka?
Hani hep deriz ya (ben de dedim zamanında) "takımı ve ülkeyi tanıyan bir hoca olsun" diye... İşte, eğer kişi iyi bir teknik direktörse hiç bilmediği bir kültürde, hiç tanımadığı bir takımda da başarılı olabiliyor. Demek ki neymiş, esas olan "kaliteli"yi bulabilmekmiş. Ama orada da şöyle bir teorim var benim: Dünyada bu anlamda iyi ve kaliteli hoca sayısı bana göre iki elin parmaklarını geçmez. Capello, Lippi, Ferguson, Mourinho, Ancelotti, Wenger, Benitez, Hiddink, Lucescu... Var mı başka?
1 Aralık 2009 Salı
Broos'tan iç karartıcı Türkiye fotoğrafı
"13. haftada Kasımpaşa'ya karşı deplasmanda aldığımız 3-1'lik yenilginin ardından, bazı şeyler artık kabul edilebilecek seviyeyi aştı. Yönetim, vahşi bir şekilde takımın etrafına saldırdı. Örneğin kaptanın unvanı elinden alındı, 5 oyuncu kadrodan çıkarıldı. Bu oyuncuların her birine 5 ila 50 bin avro para cezası verildi ama beni en rahatsız eden olay, başkanın, oyunculara benim için 'kendi istifa etti' demesiydi. Bu, büyük bir yalan. Bu yalan, geçmişteki yalanların üzerine eklenen bir yalan.''
"Oyuncular 28 Haziran'dan bu yana maaşlarının bir kuruşunu bile alamadı. Yalnızca kadrodan çıkarılan 5 oyuncunun maaşları ödendi. Onların, UEFA'ya gideceklerinden korkuldu. Ben de Ekim ve Kasım maaşlarımı alamadım. Kulüp başkanı bana, 'bazen ekonomik çıkarları, sportif çıkarların üzerinde tutmam gerektiğini' söyledi.''
"Brezilyalı futbolcu Alanzinho ile Gökhan Ünal'a 4 ve 6 milyon avro bonservis parası ödenmiş. Yönetim, benim bu oyuncuları ilk 11'e sokmamı istedi. Her iki oyuncu da hem formunda değildi hem de iyi oynamıyordu. Oynatmazsam, bu oyuncuların değeri düşecekti. Bunun için bazen bazı maçlarda oynattım ama yeterli bulunmadı. Yönetim ayrıca bu iki oyuncunun oynatılması için yardımcı antrenörlere de baskı yapıyordu."
"İbrahim Yattara'nın ise ciddi bir sakatlığı vardı. Ancak kulübün sağlık yetkilileri, bu oyuncunun yüzde 100 formda olduğunu iddia ediyordu. Yattara, bu yüzden idmanlara katılmak mecburiyetinde kaldı. Çocuk tek bacakla idman yapıyordu. İdmandan çıkardığımda kulüp doktoru olayı büyüttü. Yattara'nın formda olduğunu tekrarladı ama yönetime, benimle Yattara arasında bir sorun olduğunu söylemiş. Maçta oynattım; 25 dakika sonra sahadan almak mecburiyetinde kaldım çünkü devam edemedi. Daha sonra doktora, 'bazen kör gözlerin de görmesi gerektiği' tarzında bir cümle söyledim. Yönetim, benim onlara saldırdığımı düşündü ve o andan itibaren her şey kötüden daha da betere gitti. Oyuncular, benim tarafımı seçti. Ayrıca kafalarında sürekli maddi problemler vardı. Bazıları ciddi sorun yaşamaya başladı. Bu, bir takımın motivasyonu için iyi değildir. Bunun üzerine yönetim, 'maaşlarınızı alacaksınız' diye sözler verdi, her hafta bu tekrarlanıyordu.''
''Kontrat imzalamadan önce bu tür problemler bekliyor muydum? Trabzon'un Belçika olmadığını ve bu tür sorunların çıkabileceğini düşünmüştüm. Birkaç ay maaş alamayacağımı da tahmin etmiştim ancak bu kadar kötü olacağını tahmin edemedim. En büyük problem, kulüpte iletişimin olmaması, oyuncuların ikide bir suçlanması ve paralarının ödenmemesiydi."
"Trabzonspor yönetimi, Senegalli kaleci Tony Sylva'ya, çocuklarının gidebilmesi için Trabzon'da uluslararası bir okul olduğunu söylemiş. Halbuki böyle bir okul yoktu.''
"Ayrıca kulüp, son zamanlarda hakkımda çıkan bazı haberleri de bana karşı kullanmak istedi. Çok hayal kırıklığına uğradım ama cadı kazanından kaçtığım için çok mutluyum."
Hugo Broos'un, Belçika'da yayımlanan HLN gazetesine yaptığı açıklamalardan derlendi...
"Oyuncular 28 Haziran'dan bu yana maaşlarının bir kuruşunu bile alamadı. Yalnızca kadrodan çıkarılan 5 oyuncunun maaşları ödendi. Onların, UEFA'ya gideceklerinden korkuldu. Ben de Ekim ve Kasım maaşlarımı alamadım. Kulüp başkanı bana, 'bazen ekonomik çıkarları, sportif çıkarların üzerinde tutmam gerektiğini' söyledi.''
"Brezilyalı futbolcu Alanzinho ile Gökhan Ünal'a 4 ve 6 milyon avro bonservis parası ödenmiş. Yönetim, benim bu oyuncuları ilk 11'e sokmamı istedi. Her iki oyuncu da hem formunda değildi hem de iyi oynamıyordu. Oynatmazsam, bu oyuncuların değeri düşecekti. Bunun için bazen bazı maçlarda oynattım ama yeterli bulunmadı. Yönetim ayrıca bu iki oyuncunun oynatılması için yardımcı antrenörlere de baskı yapıyordu."
"İbrahim Yattara'nın ise ciddi bir sakatlığı vardı. Ancak kulübün sağlık yetkilileri, bu oyuncunun yüzde 100 formda olduğunu iddia ediyordu. Yattara, bu yüzden idmanlara katılmak mecburiyetinde kaldı. Çocuk tek bacakla idman yapıyordu. İdmandan çıkardığımda kulüp doktoru olayı büyüttü. Yattara'nın formda olduğunu tekrarladı ama yönetime, benimle Yattara arasında bir sorun olduğunu söylemiş. Maçta oynattım; 25 dakika sonra sahadan almak mecburiyetinde kaldım çünkü devam edemedi. Daha sonra doktora, 'bazen kör gözlerin de görmesi gerektiği' tarzında bir cümle söyledim. Yönetim, benim onlara saldırdığımı düşündü ve o andan itibaren her şey kötüden daha da betere gitti. Oyuncular, benim tarafımı seçti. Ayrıca kafalarında sürekli maddi problemler vardı. Bazıları ciddi sorun yaşamaya başladı. Bu, bir takımın motivasyonu için iyi değildir. Bunun üzerine yönetim, 'maaşlarınızı alacaksınız' diye sözler verdi, her hafta bu tekrarlanıyordu.''
''Kontrat imzalamadan önce bu tür problemler bekliyor muydum? Trabzon'un Belçika olmadığını ve bu tür sorunların çıkabileceğini düşünmüştüm. Birkaç ay maaş alamayacağımı da tahmin etmiştim ancak bu kadar kötü olacağını tahmin edemedim. En büyük problem, kulüpte iletişimin olmaması, oyuncuların ikide bir suçlanması ve paralarının ödenmemesiydi."
"Trabzonspor yönetimi, Senegalli kaleci Tony Sylva'ya, çocuklarının gidebilmesi için Trabzon'da uluslararası bir okul olduğunu söylemiş. Halbuki böyle bir okul yoktu.''
"Ayrıca kulüp, son zamanlarda hakkımda çıkan bazı haberleri de bana karşı kullanmak istedi. Çok hayal kırıklığına uğradım ama cadı kazanından kaçtığım için çok mutluyum."
Hugo Broos'un, Belçika'da yayımlanan HLN gazetesine yaptığı açıklamalardan derlendi...
Cousins
2000'li yılların en mükemmel pop albümlerinden birini henüz 1.5 yıl önce yapmış bulunan New York'lu genç grup Vampire Weekend, Ocak ayının 11'inde raflarda olacak yeni uzunçaları "Contra"nın ilk single'ını ve videosunu yayınladı 17 Kasım'da. İnanılmaz güzellikteki gitar ve vokal melodisiyle insanı hemen sarıveren enerjik, kıpır kıpır ve yeni albüm için fazlasıyla umutvar olmamızı muştulayan mükemmel bir parça bu. Grubun, daha önce blogda yer verdiğim mükemmel videosu "A-Punk"ı da yöneten, görsellik dehası Garth Jennings'in çektiği klip de olağanüstü bu arada...
You found a sweater on the ocean floor.
They're gonna find it if you didn't close the door.
You and the smart one sit outside to the side,
in a house on a street they wouldn't park on at night.
Dad- was a risk taker
his- was a shoe maker
you- greatest hits 2006 and a list maker
Golds in the melody
You eat it to-go
Oh, you were born with ten fingers
and you're gonna use em all.
Interest in girls as I discovered myself
If your odd-life was greater you'll be toastin' my health
If an interest in goats, you should be linin' the walls
????
Me and my cousins and you and your cousins
its a line thats always running
Me and my cousins and you and your cousins
I can feel it coming,
You can turn your back on the biddlewood
x4
Me and my cousins and you and your cousins
its a line thats always running
me and my cousins and you and your cousins
i can feel it coming
x2
You found a sweater on the ocean floor.
They're gonna find it if you didn't close the door.
You and the smart one sit outside to the side,
in a house on a street they wouldn't park on at night.
Dad- was a risk taker
his- was a shoe maker
you- greatest hits 2006 and a list maker
Golds in the melody
You eat it to-go
Oh, you were born with ten fingers
and you're gonna use em all.
Interest in girls as I discovered myself
If your odd-life was greater you'll be toastin' my health
If an interest in goats, you should be linin' the walls
????
Me and my cousins and you and your cousins
its a line thats always running
Me and my cousins and you and your cousins
I can feel it coming,
You can turn your back on the biddlewood
x4
Me and my cousins and you and your cousins
its a line thats always running
me and my cousins and you and your cousins
i can feel it coming
x2
Altın Top Messi'nin oldu
1956 yılında France Football dergisi editörü Gabriel Hanot'nun tasarladığı ve her yıl dünyanın en iyi futbolcunun lâyık görüldüğü Altın Top (Ballon d'Or) ödülünün bu yılki sahibi, birçoklarının beklediği üzere Barcelona'nın yıldızı Lionel Messi oldu. 2008/2009 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde kulübü ile finalde Manchester United'ı yenerek şampiyonluğa ulaşan Messi, aynı zamanda 9 golle de turnuvanın gol kralı olmuştu. Şu anda dünyanın en iyi futbolcularının başında gelen (bence Iniesta ve Xavi daha önde) büyüleyici oyuncuyu tebrik ederken, bu vesileyle Altın Top'u şimdiye kadar kazanan isimlerin listesini de veriyorum:
1956 - Stanley Matthews
1957 - Alfredo Di Stefano
1958 - Raymond Kopa
1959 - Alfredo Di Stefano
1960 - Luis Suarez
1961 - Omar Sivori
1962 - Josef Masopust
1963 - Lev Yashin
1964 - Denis Law
1965 - Eusebio
1966 - Bobby Charlton
1967 - Florian Albert
1968 - George Best
1969 - Gianni Rivera
1970 - Gerd Muller
1971 - Johan Cruyff
1972 - Franz Beckenbauer
1973 - Johan Cruyff
1974 - Johan Cruyff
1975 - Oleg Blokhin
1976 - Franz Beckenbauer
1977 - Alan Simonsen
1978 - Kevin Keegan
1979 - Kevin Keegan
1980 - Karl-Heinz Rummenigge
1981 - Karl-Heinz Rummenigge
1982 - Paolo Rossi
1983 - Michel Platini
1984 - Michel Platini
1985 - Michel Platini
1986 - Igor Belanov
1987 - Ruud Gullit
1988 - Marco Van Basten
1989 - Marco Van Basten
1990 - Lothar Matthaus
1991 - Jean-Pierre Papin
1992 - Marco Van Basten
1993 - Roberto Baggio
1994 - Hristo Stoichkov
1995 - George Weah
1996 - Matthias Sammer
1997 - Ronaldo
1998 - Zinedine Zidane
1999 - Rivaldo
2000 - Luis Figo
2001 - Michael Owen
2002 - Ronaldo
2003 - Pavel Nedved
2004 - Andrei Shevchenko
2005 - Ronaldinho
2006 - Fabio Cannavaro
2007 - Kaka
2008 - Cristiano Ronaldo
1956 - Stanley Matthews
1957 - Alfredo Di Stefano
1958 - Raymond Kopa
1959 - Alfredo Di Stefano
1960 - Luis Suarez
1961 - Omar Sivori
1962 - Josef Masopust
1963 - Lev Yashin
1964 - Denis Law
1965 - Eusebio
1966 - Bobby Charlton
1967 - Florian Albert
1968 - George Best
1969 - Gianni Rivera
1970 - Gerd Muller
1971 - Johan Cruyff
1972 - Franz Beckenbauer
1973 - Johan Cruyff
1974 - Johan Cruyff
1975 - Oleg Blokhin
1976 - Franz Beckenbauer
1977 - Alan Simonsen
1978 - Kevin Keegan
1979 - Kevin Keegan
1980 - Karl-Heinz Rummenigge
1981 - Karl-Heinz Rummenigge
1982 - Paolo Rossi
1983 - Michel Platini
1984 - Michel Platini
1985 - Michel Platini
1986 - Igor Belanov
1987 - Ruud Gullit
1988 - Marco Van Basten
1989 - Marco Van Basten
1990 - Lothar Matthaus
1991 - Jean-Pierre Papin
1992 - Marco Van Basten
1993 - Roberto Baggio
1994 - Hristo Stoichkov
1995 - George Weah
1996 - Matthias Sammer
1997 - Ronaldo
1998 - Zinedine Zidane
1999 - Rivaldo
2000 - Luis Figo
2001 - Michael Owen
2002 - Ronaldo
2003 - Pavel Nedved
2004 - Andrei Shevchenko
2005 - Ronaldinho
2006 - Fabio Cannavaro
2007 - Kaka
2008 - Cristiano Ronaldo
Acı çekmeyi seviyorum
Manken Ece Gürsel diye biri varmış bu ülkede, hatta son dönemde şarkıcılığa da girişmiş. Okan Bayülgen isimli şovmenin programında, başlığa koyduğum ilginç sözü sarf etmiş. Kendisini bu vesileyle tanıdım ve internetten birkaç fotoğrafına baktım. 1.83 boyunda, bildiğimiz at gibi bir insan. Diyor ki hanımefendi: "Acı çekmeyi sevdiğim için dövme yaptırıyorum. Buna kırbaçla da devam edebilirim. Ama erkeğine göre değişir."
Ya rabbi, neler yaratıyorsun; bizi neyle test ediyorsun böyle...
30 Kasım 2009 Pazartesi
Yavuz Karaozan
Şikenin itirafı gibi
G.Birliği başkanı İlhan Cavcav, eski futbolcu Halil İbrahim Eren'in geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalara bugün bir cevap vermiş. Yazılı açıklama şöyle:
''Bahsi geçen oyuncunun, 1986 yılında oynanan Galatasaray-Gençlerbirliği karşılaşmasının hakemi Yavuz Karaozan'ı töhmet altında bırakan ifadesinin, kulübümüze olan husumetinden ileri geldiği düşüncesindeyim. Söz konusu hakem Karaozan'ı, uzun yıllar futbolun içerisinde olan biri olarak iyi tanırım. Türk hakemlerinin arasında değerli bir kişiliğe sahip olması nedeniyle, yetişmekte olan hakemlerimizin örnek alacağı bir şahsiyettir. Hakemlik icraatında her zaman adil, dürüst bir yönetim gösterdiğine şahit olduğum Yavuz Karaozan hakem hocamıza, eski oyuncumuzun yakıştırmalarda bulunmasını hoş bulmadım."
"Adı geçen futbolcu, kulübümüzle geçmişten kalan bir hesaplaşmanın faturasını bir takım kişilere kesme acizliği içinde olduğunu göstermektedir. Yavuz Karaozan hakem hocamızın, şu anda yine futbol camiasında üstlendiği görevinde başarılı ve örnek kişiliği ile herkese ders vermekte olduğunu bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum.''
Yavuz Karaozan gibi, Türk futbol tarihinin en şaibeli hakemlerinden biri hakkında böylesi Polyanna tarzı açıklamalar, Karaozan'a bir leke gelmesi durumunda kendisi de g.tün altına gidecek birinin çırpınışları gibi görünüyor bana. Karaozan'ın yönettiği tek bir önemli maç yok ki, üzerinde tartışmalar kopmamış olsun. Ve bu adam hâlâ MHK'de görev yapıyor bildiğim kadarıyla. Cavcav adamsa, ölmeden önce şu Türk futbolunda yaşadığı her şeyi bir kitap olarak yazdırır, hiç değilse öldükten sonra piyasaya çıksın bütün pislikler. Ben zerre kadar samimiyet görmüyor ve şu söylediklerine inanmıyorum...
''Bahsi geçen oyuncunun, 1986 yılında oynanan Galatasaray-Gençlerbirliği karşılaşmasının hakemi Yavuz Karaozan'ı töhmet altında bırakan ifadesinin, kulübümüze olan husumetinden ileri geldiği düşüncesindeyim. Söz konusu hakem Karaozan'ı, uzun yıllar futbolun içerisinde olan biri olarak iyi tanırım. Türk hakemlerinin arasında değerli bir kişiliğe sahip olması nedeniyle, yetişmekte olan hakemlerimizin örnek alacağı bir şahsiyettir. Hakemlik icraatında her zaman adil, dürüst bir yönetim gösterdiğine şahit olduğum Yavuz Karaozan hakem hocamıza, eski oyuncumuzun yakıştırmalarda bulunmasını hoş bulmadım."
"Adı geçen futbolcu, kulübümüzle geçmişten kalan bir hesaplaşmanın faturasını bir takım kişilere kesme acizliği içinde olduğunu göstermektedir. Yavuz Karaozan hakem hocamızın, şu anda yine futbol camiasında üstlendiği görevinde başarılı ve örnek kişiliği ile herkese ders vermekte olduğunu bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum.''
Yavuz Karaozan gibi, Türk futbol tarihinin en şaibeli hakemlerinden biri hakkında böylesi Polyanna tarzı açıklamalar, Karaozan'a bir leke gelmesi durumunda kendisi de g.tün altına gidecek birinin çırpınışları gibi görünüyor bana. Karaozan'ın yönettiği tek bir önemli maç yok ki, üzerinde tartışmalar kopmamış olsun. Ve bu adam hâlâ MHK'de görev yapıyor bildiğim kadarıyla. Cavcav adamsa, ölmeden önce şu Türk futbolunda yaşadığı her şeyi bir kitap olarak yazdırır, hiç değilse öldükten sonra piyasaya çıksın bütün pislikler. Ben zerre kadar samimiyet görmüyor ve şu söylediklerine inanmıyorum...
Barcelona 1 - R.Madrid 0
El Clasico'da maç öncesi tüm dünyadaki futbolseverler tarafından ağır bir şekilde Barcelona favori görülüyordu. Hatta bizim iddaa bile 1.70 verecek kadar terbiyesizleşmişti ev sahibine. Ama Barcelona'da Zlatan'ı ilk 11'de göremeyince şahsen ben biraz çekindim bu maçtan. Çünkü Real Madrid'in de, tarihinde kazandığı başarılar ve kupalar açısından adeta tur bindirdiği rakibine karşı bu kadar küçük görülmesi futbolcuları fazlasıyla motive edecekti. Dev maçlar, favorinin genelde kazanamadığı veya kaybettiği maçlardır; bunu da biliriz ayrıca.
Real Madrid, adına ve tarihine yakışır biçimde (tamam, geride kalabalık şekilde alan savunması yapmak birinci amaçta ama) kendi oyununu oynayıp, üzerine gelen rakibinin bıraktığı boşluklara 3 çabuk forvetiyle sızmayı amaçlayan bir stratejiyle çıktı maça. Özel bir önlem, geçen sene Chelsea'nin yaptığı gibi 10 kişi kapanmalar falan yoktu; bu açıdan Pellegrini'yi takdir ettiğimi belirtmek isterim. Ceza sahası önünde dörtlü bir defans; onun önünde Lass, Alonso ve Marcelo üçlüsü ile 7 kişilik bir alan savunması yaptılar. Zaman zaman Ronaldo da onlara (Abidal kanadından) yardım etti ama hem bunun için fizik olarak yeterli değildi hem de Abidal öyle güldür güldür bindiren bir bek olmadığı için çok da gerek kalmadı.
Arbeloa'nın Messi'ye yaptığı yakın ve agresif markajın yanı sıra Messi her topla buluştuğunda Marcelo bekine yardım etti. Hatta kimi zaman Alonso bile yanaştı oraya ve üçlü sıkıştırmalar gördük. Burada maç başında Messi'nin birkaç kez kaçırdığı Daniel Alves'in saçma sapan 3 orta yapıp o atakları öldürmesi ilginçti. Bu yakın markajdan sıkılan Messi, takribî 20. dakikadan sonra ortaya geçti. Ortadaki Henry ise sola. Soldaki Iniesta da ortaya. Burada şöyle bir tespit yapacağım: Barcelona'nın dün sahadaki görüntüsü tam bir çorbayı andırıyordu. Tamam, bu takımın stabil oynamamasına ve oyuncularının sürekli gezmesine alışığız ama kâğıt üzerinde 4-1-2-3 olan diziliş, ilk 20 dakikadan sonra darmadağın oldu ve Zlatan girene kadar da o şekilde devam etti. Bu karmaşık görüntü yüzünden ev sahibinin gole kadar net bir pozisyona girememesi de oldukça manidar zaten.
Neredeyse Henry için "uç forvet oynamayı unutmuş" diyeceğim. Maç öncesi kadroda ileri uçta görünen bu oyuncu da yakın markajdan bunalıp bir yerden sonra kendini sola attı. Solda oynayan Iniesta ise Keita ve Xavi'nin olduğu ortaya gelip gereksiz yere alanı daha da daralttı. Mesela 1-2 pozisyonda soldan Henry'yi kaçırdılar; hatta bir tanesinde sıfıra indi ama o an Real ceza sahasında tek bir Barcelona oyuncusu yoktu! Böyle birçok pozisyon yaşadık. Real'in başarıyla uyguladığı alan savunmasına, Barcelona'nın bu karmaşık oyun şablonu da yağ sürdü ve dediğim gibi, gol pozisyonu üretemediler.
Karşıda ise Real, sağlam tandemi ve önünde dünyanın en iyi ön liberosu Alonso ile mükemmel bir alan savunması yaptı. Onca yıldızın ortaya koyduğu mücadele ve oyun disiplini takdire şayandı. Onlar da ileride Higuain, Kaka ve Ronaldo'nun yaratıcılığı ve çabuk driblinglerine umut bağlamıştı. Nitekim 20. dakikada Kaka'nın 3 kişi arasından çıkıp Ronaldo'ya "al da at" diye verdiği pas ile stratejileri amacına ulaştı. Ama Ronaldo özgüvensiz ve kötü bir vuruş yaparak maçın en net pozisyonunu harcadı. Daha sonra yine hızlı geldikleri bir anda Marcelo'yu kaleciyle karşı karşıya bırakmayı başardılar. Aslında topu fena da yumuşatmadı genç oyuncu ama şunu gördük ki, bu seviyedeki bir maçta bir hareketi (burada yumuşatmayı) "iyi" ya da "daha iyi" yapmanız yetmiyor; "kusursuz" yapmak zorundasınız. Nitekim Marcelo'nun önünden 1 metre bile açılmayan topa Puyol saniyeden bile kısa bir zamanda yetişip, cansiparane bir şekilde önüne atlayarak net pozisyonu önlemeyi başardı.
İkinci yarının başında Zlatan'ın girmesiyle Barcelona'nın şablonu biraz olsun düzeldi. Yine sol açıkları yoktu, Iniesta mütemadiyen içeri geliyordu ve ortanın ortasında da personel fazlalığı vardı ama gol pozisyonu olmayan bir anda Daniel Alves'in mükemmel ortasına Zlatan'ın vurduğu şahane vole ile skor avantajını ele geçirdiler. O dakikadan sonra da oyunu daha az riske etmeyi ve savunmasını gevşetecek olan rakibin bıraktığı alanları değerlendirmeyi düşündüler ama Sergio'nun kırmızı kart görmesi ile bu planları alt-üst oldu. Bu kez maç başındaki görüntü tersine döndü; geride 7 (kimi zaman 8) kişiyle kapanan Barcelona, yüklenen Real idi. Ama kadrodaki hücumcuların ve teknik oyuncuların sayısını arttırmasına karşın, Real de tıpkı Barça gibi pozisyon bulmakta zorlandı. Yarım pozisyon diyeceğimiz ikisinde yine (maçın kesin yıldızı) Puyol, rakiplerinin şut atmasına izin vermeyerek muhteşem işler yaptı. Bir kornerde Benzema'nın önüne düşen topu ise, rahatsız edilen genç oyuncu üstten avuta gönderdi. 90. dakikada Lass da atılınca maçın uzatmaları formaliteye döndü.
Barcelona net bir şekilde hak etmediği, beklentilerin aksine iyi oynamadığı bir dev maçı kazanarak liderliği yeniden ele geçirdi. Real ise ortaya koyduğu oyun disiplini ve mücadele ile bence ilerisi için ümitli olmalı.
Real Madrid (4-3-2-1): Casillas (**) - Ramos (***), Pepe (***), Albiol (**), Arbeloa (**) (74' Raul (*) - Lass (**), Alonso (***), Marcelo (**) - Ronaldo (**) (66' Benzema (**), Kaka (**) - Higuain (*)
Goller (1-0): Zlatan 55'
Real Madrid, adına ve tarihine yakışır biçimde (tamam, geride kalabalık şekilde alan savunması yapmak birinci amaçta ama) kendi oyununu oynayıp, üzerine gelen rakibinin bıraktığı boşluklara 3 çabuk forvetiyle sızmayı amaçlayan bir stratejiyle çıktı maça. Özel bir önlem, geçen sene Chelsea'nin yaptığı gibi 10 kişi kapanmalar falan yoktu; bu açıdan Pellegrini'yi takdir ettiğimi belirtmek isterim. Ceza sahası önünde dörtlü bir defans; onun önünde Lass, Alonso ve Marcelo üçlüsü ile 7 kişilik bir alan savunması yaptılar. Zaman zaman Ronaldo da onlara (Abidal kanadından) yardım etti ama hem bunun için fizik olarak yeterli değildi hem de Abidal öyle güldür güldür bindiren bir bek olmadığı için çok da gerek kalmadı.
Arbeloa'nın Messi'ye yaptığı yakın ve agresif markajın yanı sıra Messi her topla buluştuğunda Marcelo bekine yardım etti. Hatta kimi zaman Alonso bile yanaştı oraya ve üçlü sıkıştırmalar gördük. Burada maç başında Messi'nin birkaç kez kaçırdığı Daniel Alves'in saçma sapan 3 orta yapıp o atakları öldürmesi ilginçti. Bu yakın markajdan sıkılan Messi, takribî 20. dakikadan sonra ortaya geçti. Ortadaki Henry ise sola. Soldaki Iniesta da ortaya. Burada şöyle bir tespit yapacağım: Barcelona'nın dün sahadaki görüntüsü tam bir çorbayı andırıyordu. Tamam, bu takımın stabil oynamamasına ve oyuncularının sürekli gezmesine alışığız ama kâğıt üzerinde 4-1-2-3 olan diziliş, ilk 20 dakikadan sonra darmadağın oldu ve Zlatan girene kadar da o şekilde devam etti. Bu karmaşık görüntü yüzünden ev sahibinin gole kadar net bir pozisyona girememesi de oldukça manidar zaten.
Neredeyse Henry için "uç forvet oynamayı unutmuş" diyeceğim. Maç öncesi kadroda ileri uçta görünen bu oyuncu da yakın markajdan bunalıp bir yerden sonra kendini sola attı. Solda oynayan Iniesta ise Keita ve Xavi'nin olduğu ortaya gelip gereksiz yere alanı daha da daralttı. Mesela 1-2 pozisyonda soldan Henry'yi kaçırdılar; hatta bir tanesinde sıfıra indi ama o an Real ceza sahasında tek bir Barcelona oyuncusu yoktu! Böyle birçok pozisyon yaşadık. Real'in başarıyla uyguladığı alan savunmasına, Barcelona'nın bu karmaşık oyun şablonu da yağ sürdü ve dediğim gibi, gol pozisyonu üretemediler.
Karşıda ise Real, sağlam tandemi ve önünde dünyanın en iyi ön liberosu Alonso ile mükemmel bir alan savunması yaptı. Onca yıldızın ortaya koyduğu mücadele ve oyun disiplini takdire şayandı. Onlar da ileride Higuain, Kaka ve Ronaldo'nun yaratıcılığı ve çabuk driblinglerine umut bağlamıştı. Nitekim 20. dakikada Kaka'nın 3 kişi arasından çıkıp Ronaldo'ya "al da at" diye verdiği pas ile stratejileri amacına ulaştı. Ama Ronaldo özgüvensiz ve kötü bir vuruş yaparak maçın en net pozisyonunu harcadı. Daha sonra yine hızlı geldikleri bir anda Marcelo'yu kaleciyle karşı karşıya bırakmayı başardılar. Aslında topu fena da yumuşatmadı genç oyuncu ama şunu gördük ki, bu seviyedeki bir maçta bir hareketi (burada yumuşatmayı) "iyi" ya da "daha iyi" yapmanız yetmiyor; "kusursuz" yapmak zorundasınız. Nitekim Marcelo'nun önünden 1 metre bile açılmayan topa Puyol saniyeden bile kısa bir zamanda yetişip, cansiparane bir şekilde önüne atlayarak net pozisyonu önlemeyi başardı.
İkinci yarının başında Zlatan'ın girmesiyle Barcelona'nın şablonu biraz olsun düzeldi. Yine sol açıkları yoktu, Iniesta mütemadiyen içeri geliyordu ve ortanın ortasında da personel fazlalığı vardı ama gol pozisyonu olmayan bir anda Daniel Alves'in mükemmel ortasına Zlatan'ın vurduğu şahane vole ile skor avantajını ele geçirdiler. O dakikadan sonra da oyunu daha az riske etmeyi ve savunmasını gevşetecek olan rakibin bıraktığı alanları değerlendirmeyi düşündüler ama Sergio'nun kırmızı kart görmesi ile bu planları alt-üst oldu. Bu kez maç başındaki görüntü tersine döndü; geride 7 (kimi zaman 8) kişiyle kapanan Barcelona, yüklenen Real idi. Ama kadrodaki hücumcuların ve teknik oyuncuların sayısını arttırmasına karşın, Real de tıpkı Barça gibi pozisyon bulmakta zorlandı. Yarım pozisyon diyeceğimiz ikisinde yine (maçın kesin yıldızı) Puyol, rakiplerinin şut atmasına izin vermeyerek muhteşem işler yaptı. Bir kornerde Benzema'nın önüne düşen topu ise, rahatsız edilen genç oyuncu üstten avuta gönderdi. 90. dakikada Lass da atılınca maçın uzatmaları formaliteye döndü.
Barcelona net bir şekilde hak etmediği, beklentilerin aksine iyi oynamadığı bir dev maçı kazanarak liderliği yeniden ele geçirdi. Real ise ortaya koyduğu oyun disiplini ve mücadele ile bence ilerisi için ümitli olmalı.
Barcelona - Real Madrid
Şut: 7-10
İsabetli şut: 4-2
Korner: 6-6
Ofsayt: 7-2
Sarı kart: 0-4
Kırmızı kart: 1-1
Faul: 17-25
Pas isabeti: %87-%75.22
Topa hâkimiyet: %62.1-%37.9
Barcelona (4-1-2-3): Valdes (**) - Daniel Alves (***), Puyol (****), Pique (***), Abidal (**) - Sergio (*) - Xavi (***), Keita (**) (66' Toure (**) - Messi (**), Henry (*) (51' Zlatan (**), Iniesta (**)Şut: 7-10
İsabetli şut: 4-2
Korner: 6-6
Ofsayt: 7-2
Sarı kart: 0-4
Kırmızı kart: 1-1
Faul: 17-25
Pas isabeti: %87-%75.22
Topa hâkimiyet: %62.1-%37.9
Real Madrid (4-3-2-1): Casillas (**) - Ramos (***), Pepe (***), Albiol (**), Arbeloa (**) (74' Raul (*) - Lass (**), Alonso (***), Marcelo (**) - Ronaldo (**) (66' Benzema (**), Kaka (**) - Higuain (*)
Goller (1-0): Zlatan 55'
29 Kasım 2009 Pazar
Büyüksün Carlo, çok büyüksün
Bu blogda mütemadiyen övdüğüm ve hayranlığımı belirttiğim birkaç teknik direktörün başında geliyor Carlo Ancelotti. Yaşı bu kadar genç olmasına rağmen Milan ile 8 yıl boyunca yaşadığı sayısız şampiyonluktan sonra Chelsea'nin başına geçen İtalyan hoca, daha ilk sezonu olmasına rağmen kurduğu tabanca gibi takımla izleyen herkesi kendisine hayran bırakıyor. Her zaman belirttiğim gibi, 98 Dünya Kupası'ndan beri dünyada moda olan tek forvetli sistemler sonucu neredeyse herkesin terk ettiği çift forvetli, atak orta sahalı 4-1-2-1-2 sistemini uygulatmaya ısrarla devam etmesi bile benim için on bin puanlık bir bonustur. Bugün Arsenal deplasmanında 2-0 öndeyken hücumcu orta sahası Joe Cole'u çıkarırken oyuna defansif bir presçi almasını beklersiniz, en azından dünyadaki hocaların %99.9'u böyle yapar. Ama Ancelotti Deco'yu aldı oyuna yahu, Deco'yu! Bir adam bu kadar mı yürekli, bu kadar mı özgüvenli, bu kadar mı rahat olur? Arsene Wenger'in Walcott'ı oyuna almasından sonra artık yorulmaya başlayan Ashley Cole'un yerine sol beke Ferreira'yı sürüp Walcott'ı sahadan sildirmesiyle taktisyenliğini de gösterdi ayrıca (bilindiği gibi Ferreira aslında bir sağ bek). Anelka'yla Drogba'yı da hiç kimsenin yapmadığı şekilde yan yana oynatarak dünyanın en iyi forvet hatlarından birini oluşturdu. Kısa zamanda yaptığı olumlu icraatlar, saymakla bitmiyor anlayacağınız.
Milan'da senelerce yaşlı ve giderek köhneyen bir kadro ile yapabileceğinin en iyisini yapan Carlo, şimdi çok daha kaliteli ve üstün bir oyuncu topluluğuyla Chelsea'nin yakın geleceğine birden fazla kupa sığdıracağının sinyallerini veriyor. Mourinho yüzünden durduk yerde 2000'li yıllarda nefretimizi kazanan Chelsea bile artık onunla daha sempatik, daha insanî görünüyor gözümüze.
Dünyanın, Alex Ferguson'dan sonra en iyi 2-3 teknik direktöründen biri Ancelotti. Artık bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalı.
Milan'da senelerce yaşlı ve giderek köhneyen bir kadro ile yapabileceğinin en iyisini yapan Carlo, şimdi çok daha kaliteli ve üstün bir oyuncu topluluğuyla Chelsea'nin yakın geleceğine birden fazla kupa sığdıracağının sinyallerini veriyor. Mourinho yüzünden durduk yerde 2000'li yıllarda nefretimizi kazanan Chelsea bile artık onunla daha sempatik, daha insanî görünüyor gözümüze.
Dünyanın, Alex Ferguson'dan sonra en iyi 2-3 teknik direktöründen biri Ancelotti. Artık bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalı.
Muhteşem Liverpool
Liverpool, Merseyside derby'sinde sonyıllarda kurduğu büyük üstünlüğü devam ettirerek Everton'ı deplasmanda 2-0 yenmeyi başardı. Maç boyunca doğal olarak kontrollü bir futbol sergileyen Kırmızılar, son 9 maçın 7'sini kazandığı şirin stadyumda biraz da şansının yardımıyla öne geçtikten sonra, maç boyunca geride iyice gömülerek savunma güvenliğini ön planda tuttu. Everton ise skor dengede giderken duran toplar ya da rakibin bir hatasıyla kendisi öne geçmeyi umuyordu. Ama böyle maçlarda atılan ilk gol, her iki takımın stratejisini yerle yeksan edip yepyeni bir oyun çıkarıyor ortaya. Söz konusu golü yiyen Everton olunca, üstelik bu golü kendi kalelerine atınca, bir de üstüne karşılarında (her ne kadar bu sene o görüntüsünden biraz uzaklaşmış olsa da) dünyanın en iyi takım savunması yapan ekibi olunca işler sarpa sardı. Reina'nın da, ona iş düştüğünde görevini muhteşem bir şekilde yapmasıyla (Cahill ve Fellaini'nin pozisyonunu kast ediyorum) bu görkemli zafer taçlanmış oldu.
Dileyelim ki bu müthiş galibiyet, son yıllarda Avrupa'nın en başarılı ekiplerinden biri olan Liverpool'u yeniden canlandırsın; yakalanacak bir yengi serisinin başlangıcı olsun. Yoksa bu yıl şu âna kadar olduğu gibi bir iyi/bir kötü sonuç almaya devam ederlerse, çekilmez bir sezon bizi bekliyor demektir.
Everton (4-4-1-1): Howard - Hibbert, Yobo, Distin, Baines - Pienaar, Heitinga, Fellaini, Bilyaletdinov - Cahill - Jo
Liverpool (4-2-3-1): Reina - Johnson, Carragher, Agger, Insua - Mascherano, Lucas - Kuyt, Gerrard, Fabio Aurelio - N'Gog
Goller (0-2): Yobo (kk) 12', Kuyt 80'
Dileyelim ki bu müthiş galibiyet, son yıllarda Avrupa'nın en başarılı ekiplerinden biri olan Liverpool'u yeniden canlandırsın; yakalanacak bir yengi serisinin başlangıcı olsun. Yoksa bu yıl şu âna kadar olduğu gibi bir iyi/bir kötü sonuç almaya devam ederlerse, çekilmez bir sezon bizi bekliyor demektir.
Everton - Liverpool
Şut: 12-8
İsabetli şut: 6-5
Korner: 6-4
Ofsayt: 6-1
Sarı kart: 1-0
Faul: 15-12
Pas başarısı: %76 - %73.02
Topa hâkimiyet: %45.4 - %54.6
Şut: 12-8
İsabetli şut: 6-5
Korner: 6-4
Ofsayt: 6-1
Sarı kart: 1-0
Faul: 15-12
Pas başarısı: %76 - %73.02
Topa hâkimiyet: %45.4 - %54.6
Everton (4-4-1-1): Howard - Hibbert, Yobo, Distin, Baines - Pienaar, Heitinga, Fellaini, Bilyaletdinov - Cahill - Jo
Liverpool (4-2-3-1): Reina - Johnson, Carragher, Agger, Insua - Mascherano, Lucas - Kuyt, Gerrard, Fabio Aurelio - N'Gog
Goller (0-2): Yobo (kk) 12', Kuyt 80'
İşte o maç!
G.Birliği'nin eski futbolcusu Halil İbrahim'in Hürriyet gazetesine verdiği röportajın satır başlarını aşağıda vermiştik. Orada en tüyler ürpertici ifadelerden biri, G.Saray-G.Birliği maçında İlhan Cavcav'ın soyunma odasına girip kendi oyuncularına "hakemi satın aldığını, kendilerini yere atarsa hakemin penaltıyı çalacağını" söylemesiydi. Halil İbrahim "1985-86 sezonuydu" diyor ama yanılıyor. Zira maç 14 Eylül 1986'da oynanmış, yani 1986-87 sezonunda... Ki o yıl G.Saray bu maça rağmen şampiyon olmuştu Jupp Derwall ile.
Aşağıdaki ilk resimde o maçın Milliyet manşetindeki yansıması var. İkincisinde bir ulusal gazetenin (ki o zaman spor demek Milliyet demekti) bile çileden çıkıp "yanlı" ifadeler kullanmasına sebep olacak bir kepazelik olduğunu anlıyoruz. Üçüncü resimde ise rahmetli, Türk basın tarihinin gelmiş geçmiş en büyük spor yazarı efsane İslam Çupi'nin köşe yazısından ilgili alıntı mevcut.
Benim sormak istediğim ise şu: Allahın İlhan Cavcav'ı bile o zamanın Türkiyesi'nde para verip maç satın alabiliyorsa Ergun Gürsoy'lar, Aziz Yılmaz'lar vs. neler yapmamıştır? O dönemlerde kazanılan tek bir şampiyonlukta bile bu tip unsurların rolü olmaması mümkün müdür? Takdir sizin...
Aşağıdaki ilk resimde o maçın Milliyet manşetindeki yansıması var. İkincisinde bir ulusal gazetenin (ki o zaman spor demek Milliyet demekti) bile çileden çıkıp "yanlı" ifadeler kullanmasına sebep olacak bir kepazelik olduğunu anlıyoruz. Üçüncü resimde ise rahmetli, Türk basın tarihinin gelmiş geçmiş en büyük spor yazarı efsane İslam Çupi'nin köşe yazısından ilgili alıntı mevcut.
Benim sormak istediğim ise şu: Allahın İlhan Cavcav'ı bile o zamanın Türkiyesi'nde para verip maç satın alabiliyorsa Ergun Gürsoy'lar, Aziz Yılmaz'lar vs. neler yapmamıştır? O dönemlerde kazanılan tek bir şampiyonlukta bile bu tip unsurların rolü olmaması mümkün müdür? Takdir sizin...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)