1 Ağustos 2009 Cumartesi

Zenit'ten şahane transfer

Zenit St. Petersburg, Tornio'dan Alessandro Rosina'yı kadrosuna katarak önemli bir transfere imza attı. Henüz 25 yaşında olmasına rağmen çok deneyimli olan oyuncu, Parma altyapısında yetişmiş, oradan (kiralık Verona macerasını takiben) Torino'ya transfer olmuştu. Geçen yıl tek-tük izlediğimiz Torino maçlarında göze çarpan yegane oyuncuydu Rosina. Bir sol açık olarak sahip olması gereken özelliklerin pek çoğuna (az-çok) sahip bir isim. 2007'de G.Afrika karşısında millî de olmuşluğu var. Zenit'in çok iyi bir transfer yaptığını düşünüyorum. Ben Uğur Boral'ın yerine alınabilecek oyuncular arasında ilk sıralarda düşünüyordum kendisini. İtalya ligini yakından takip eden arkadaşlar daha sağlıklı bilgiler verebilir onun hakkında. Bonservisi 7.5 milyon avroymuş, piyasa değeri ise bunun çok çok üzerinde...

City'nin yeni hedefi Sercan mı?

NTVSpor'un haberine göre öyle... Önümüzdeki hafta kulüp yöneticileri Bursa yönetimiyle görüşmek üzere Türkiye'ye gelecekmiş. Muhtemelen yüklü bir bonservis kazanır yeşil-beyazlılar bu transfer gerçekleşirse; hatta Fener'den alabileceklerinden çok daha fazlasını alırlar. Sercan da bambaşka bir kültür olan Ada futboluyla daha 19 yaşında tanışmış olmanın avantajlarını kariyeri boyunca görür. Tugay bile 30'undan sonra futbolu orada öğrendiğini söylediğine göre, bu yaşta ve bu yetenekte bir çocuğun kendini oralarda ne kadar geliştirebileceğini tahayyül edemiyorum. Umarız gerçek olur bu hikâye; hem Türk futbolu hem de Sercan adına...

31 Temmuz 2009 Cuma

Martins Wolfsburg'da

Obafemi Martins, Inter'de parladıktan sonra bir servet karşılığı (15 milyon avro) Newcastle'a transfer olmuş ama dünya üzerindeki (tabiri mazur görün) en cenabet kulübünde olmasından dolayı bir türlü o istediği büyük patlamayı yapamamıştı. Kafa kâğıdında '84 doğumlu yazıyor onun için, suratına bakınca insanın inanası gelmiyor. Ama şayet gerçekten öyleyse daha 25 yaşında ve muazzam bir deneyim sahibi şu anda Nijeryalı futbolcu. Dzeko'nun Milan'a gideceğine dalalet midir bu, bilemiyorum. Ama Grafite ve o dururken neden 10.5 milyon avro verip Martins'i alır bir takım, bunu anlamak zor.

1992'nin en iyi 5 filmi

O kadar müthiş filmlerin olduğu bir yıldı ki bu, insan hangisini seçeceğini şaşırıyor. Herkesin kendisine göre bir favorisi vardır mutlaka ama ben yine verdiğim notlara göre objektif şekilde sıralayacağım filmleri. Aslında pek çok kişinin favorisinin Unforgiven olduğunu da biliyorum bu arada...

1. The Player (10)
Robert Altman

2. Reservoir Dogs (10)
Quentin Tarantino

3. Husbands and Wives (10)
Woody Allen

4. Unforgiven (9)
Clint Eastwood

5. Malcolm X (8)
Spike Lee

Diğer: Baraka (8), Glengary Glen Ross (8), Krenai No Buta (8), Howards End (8), Batman Returns (8), Hard-Boiled (7), The LAst of the Mohicans (7), Army of Darkness (7), Braindead (7), The Crying Game (7), Bram Stoker's Dracula (7), Chaplin (7), El Mariachi (6), Aladdin (6), Scent of a Woman (6), A River Runs Through it (6), The Bodyguard (5), Lorenzo's Oil (5), A Few Good Man (5)

Görmediklerim: Man Bites Dog, The Story of Qui Ju, Passion Fish, Un Coeur en Hiver, Den Goda Viljan

Mutu'ya 17 milyon avro ceza!

2004 yılında Cheslea'de oynarken doping testi sırasında kanında kokain tespit edilen Adrian Mutu, bilindiği gibi bu olay üzerine kulübü tarafından kovulmuştu. 26 milyon sterline aldığı bir futbolcuyu bu kadar erdemli bir şekilde bedava gönderen Chelsea'nin aksine, İtalya'nın ve Avrupa futbolunun leş kargalarından biri olan Juventus, sadece 3 ay sonra Rumen oyuncuyu bedava kapıp 1.5 yıl oynatmış ve sonra da utanmadan 10 milyon avroya Fiorentina'ya satmıştı.

Geçen yıl FIFA Uyuşmazlık Kurulu'nun, olayla ilgili olarak Chelsea ile olan sözleşmesini ihlal ettiği gerekçesi ile Mutu'ya 17 milyon avro ceza vermesinin akabinde Rumen oyuncu CAS'a başvurarak neticeyi beklemeye başladı. Ancak CAS da cezayı onayınca olay artık nihayete ermiş oldu. Mutu'nun o kadar parası var mıdır bilmiyoruz ama öyle ya da böyle Chelsea'ye bu parayı ödemek zorunda. Belki taksit yaparlar :) Şaka bir yana onun için çok büyük bir yıkım bu. Belki de sporculuk hayatı boyunca yaptığı tüm yatırım uçup gidecek şimdi. Bu sezon nasıl bir performans gösterir bu olayın üzerine, o da ayrı bir merak konusu.

Bobby Robson vefat etti

İngiltere futbolunun efsane isimlerinden biri, Sir Bobby Robson kanser ile mücadelesine yenik düşerek 76 yaşında hayatını kaybetti. Barcelona, PSV, Porto, Newcastle gibi büyük kulüplerde menajerlik yapan Robson, teknik direktör olarak İngiltere millî takımıyla '90 Dünya Kupasında yarı final oynamıştı. Yarı finalde Lineker'in ünlü sözünü doğrularcasına Almanya'ya penaltılarla elenen İngiliz takımı, pek keyif vermese de maçı hiç bırakmayan inatçı karakteriyle turnuvanın unutulmaz maçlarından bazılarını oynamıştı. Top 16'da Belçika'yı 119. dakikada Platt'in muhteşem volesiyle zar-zor mağlup eden takım, çeyrek finalde de turnuvanın sürprizi Kamerun'u 1-0 öne geçip 2-1 yenik duruma düştüğü (ve 80'li dakikalarda Lineker'in golüyle uzatmaya giden) maçta uydurma bir penaltıyla geçmeyi başardı. Ama Afrikalıların âhı yarı finalde tuttu ve Almanya'ya elendiler işte. Normal süresi Brehme ve Lineker'in golleriyle 1-1 biten, birkaç topun direklerden döndüğü unutulmaz maçta Pearce'ın penaltısını Illgner çıkarmış, sol ayaklı efsane sağ açık Chris Waddle ise yaradana sığınıp (nedense?) abanarak üstten avuta gönderdiği topla takımını finalden etmişti. İngilizler (yarı finaliyle tam bir deja-vu duygusu yaratan kendi evlerindeki Euro '96 hariç) hiçbir turnuvada bir daha o seviyeye ulaşamadılar; hatta bazılarına katılamadılar bile.

Robson aynı zamanda futbolcu olarak Fulhan ve WBA'da oynamış, millî takım formasını da 20 kere giymişti.

Hleb'in yaptığı

Aliaksandr Hleb, Ibra takası sonrası Inter'e gönderilmek istendi bilindiği gibi ama o İtalyan devini reddedip Stuttgart'a gitmeyi tercih ederek herkesi şaşırttı. Inter'de yedek kalmaktan korktuğu için böyle bir karar aldığı söyleniyor. Alacağı ücret değişmeyeceği için ve sonuçta kiralık gittiği için onun adına önemli olan zaten düzenli şekilde oynamak. Benim merak ettiği şey ise maliyeti bu kadar düşük bir oyuncuyu (bonservis yok sadece maaş var) tecrübeli ve kaliteli oyuncu sıkıntısı çeken Arsenal'in neden almaya çalışmadığı. Arsene Wenger'e birisi büyü mü yaptı nedir, adam her sene biraz daha saçmalıyor kadro kurma konusunda.

Fenerbahçe 5 - Honved 1

Fenerbahçe, Honved gibi ligimizde düşmemeye oynayacak acemi ve yetersiz bir takım karşısında olmasına karşın, gayet ciddiye aldığı ve erken kopardığı maçta taraftarlarını resmen büyüledi. Yeni transferlerden Cristian orta sahada adeta bir maestro gibi (Emre ile birlikte) takımı yönetirken, Gökhan başta olmak üzere diğer oyuncuların formu ve Alex'in iştahlı oyunu gerçekten de sevindiriciydi. Geçen sene adeta bir sünepeler ordusu gibi taraftarı çileden çıkararak koca sezonu heba eden oyuncular bu sene çok farklı bir coşku ve istek koyacak ortaya, görünen bu.

Daum'un transfer edilmesi ile ilgili onca eleştiri ve muhalefet gösteren kişiler de şunu bilmeli ki, bu akşamki futbolun ve ilerisi için verilen ışığın yegane sorumlusu Alman hocadır. Fenerbahçe'nin en önemli transferinin (elbette Aykut'tan sonra) o olduğunu bağırıp durmamın nedeni işte buydu. Fenerbahçe gibi bir kulüpte futbol takımına bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir fark yaratacak müdehaleyi, dünyada bir Daum, bir de Lucescu yapabilirdi.

Bunun çok kolay ve zorluk derecesi (kıstas kabul edilemeyecek kadar) düşük bir maç olduğunun farkındayım. Tek maçla havaya girmiş falan da değilim. Beni memnun eden şey, bu akşamki maçtan çok, bu akşamın önümüzdeki dönem için verdiği işaretlerdir. Onları da hep beraber yaşayıp göreceğiz.

Netanya 1 - G.Saray 4

G.saray ilk bölümünde adapte olamadığı için hafif zorlandığı Netanya maçını, kaliteli ayaklarının üstün performansıyla bir antrenman oyununa dönüştürüp güle oynaya kazanmayı başardı. Hepimizin, kör değneğini beller gibi 433 diye bağırdığı ve beklediği bir ortamda Rijkaard, Arda'nın forvet arkası olduğu 4231'ine devam ediyor. Neticelere göre de gayet iyi yapıyor. Zaten Türkiye'de her şeyi (olumlu ya da olumsuz) abarttığımız gibi, bu saha dizilişlerini de ya olduğundan fazla önemsiyor ya da hiç önemli değilmiş gibi davranıyoruz. Halbuki total futbol dediğimiz hadisenin sahadaki dizilişle hiçbir alâkası yok. Mesela Ajax 90'lı yıllarda Avrupa'nın, göze en hoş gelen futbolunu oynarken 343 oynuyordu (!) Total futbol bir "oyun anlayışı". İşte bu oyun anlayışı dediğim şey sistem ve dizilişten çok çok daha önemli. G.Saray son 15 senedir sahaya nasıl dizilirse dizilsin (Lucescu ve Terim döneminde üçlü defans da oynadılar örneğin) oyun anlayışından hiçbir zaman taviz vermemiş bir kulüp. Total futbola da en yatkın takım bu yüzden onlar bu ülkede. Bu tarz (lige ve Avrupa ligine prova niteliğindeki) kolay maçlar, oyun anlayışının oturması adına gayet güzel oluyor ama ligde bir anda G.Antep deplasmanıyla başlanacak olması bir dezavantaj. O biraz sıkıntı yaratabilir. Bunun dışında şu an itibarıyla Arda'nın futbolu ve olgunluğuyla büyülediği, transferlerle coşmuş, havaya girmiş bir kulüp görünümünde sarı-kırmızılılar.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Hamit Altıntop

Şu blogda yazmaya başladığımdan beri değiştirmeden savunduğum net bir görüşüm var, o da Hamit'in şu an dünyadaki en iyi Türk futbolcu olduğu. Bu kadar fazla yeteneği bünyesinde barındıran bir tek Arda var (ki ondaki yetenek daha fazla), ama Hamit'in mental olgunluğu ve profesyonelliği hiçbir futbolcumuzda yok (Arda dâhil). Dün akşam Milan karşısında ilk 11'de başlayan, inanılmaz çalışkan ve yaratıcı bir futbol ortaya koyan millî oyuncu, bence net bir şekilde Van Bommel'den daha iyi ve kaliteli bir futbolcu olduğunu gösterdi. Ama Van Bommel hem bu takımın kaptanı hem de Van Gaal'in vatandaşı. 11 milyona alınan Tymoschuk da banko oynayacağına göre Hamit'in ilk 11 şansı her şeye rağmen az görünüyor. Ama o takımda kalıp formayı hak etmek için başlattığı ve şu âna kadar da gayet iyi götürdüğü bu savaşına devam edecek. Performansını çok yakından takip edelim bu yıl. Sezon sonunda sözleşmesi de bitiyor Hamit'in. Bir gün Fener formasıyla izlemek nasip olursa, futbol konusunda son 10 yıldaki en mutlu anlarımdan biri olacak o.

G.Saray'dan bomba

Birkaç haftadır G.Saray'ın mutlaka Ayhan tipinde bir orta saha oyuncusu alması gerektiğini, şu an için en önemli sorunun o olduğunu yazıp duruyorum. Gerçekten de Ayhan tipinde ama ondan bir gömlek daha kaliteli bir ismi kadrolarına katmayı başardılar. 2 yönlü orta saha oyuncusunun adeta tarifi olan, Brezilya millî takım oyuncusu Elano ile 4 yıllık sözleşme imzalamışlar. Elano hem koşan, mücadele eden, hem oyun zekâsı yüksek, hem teknik, hem uzaktan şut atabilen, gerçekten de müthiş bir oyuncu. Orta saha Elano, Topal, Ayhan; forvet ise Keita, Baros ve Arda şeklinde oldu şimdi. Avrupa Ligi'nde rahatlıkla (evet rahatlıkla) çeyrek ya da yarı final görebilecek bir takım bu. Çok rahat olmasa da kupayı da kazanabilir. Yönetimi tebrik etmek lâzım.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

City'den müthiş transfer

Man City, kadrosunu onca forvetle doldurduğu ama kırılgan defansına takviye yapmadığı için yazı yazdığımızdan beri inanılmaz doğrulara imza atarak önce o forvetlerden Bojinov ve Benjani'yi gönderme kararı aldı, şimdi de dünyanın en iyi stoperlerinden biri olan Kolo Toure'yi renklerine bağladı. Hatta söylentilere göre Lescott'u da almak üzerelermiş. Defansta Richards, Toure, Lescott, Bridge; orta sahada Ireland, Kompany, Barry; forvette Tevez, Adebayor ve Robinho ile şampiyonluğun en önemli adayı hâline gelebilir bu takım. Böyle bir kadroyu çekip çevirme konusunda Mark Hughes çuvallamazsa, gelecek sene inanılmaz bir takım ve kıyasıya bir mücadele bizi bekliyor EPL'de...

Hani Delgado ligin en iyisiydi?

Beşiktaş'ın, konuştuğu zaman mangalda kül bırakmayan ama iş icraata geldiği zaman kendi tükürdüğünü yalama konusunda tam bir üstat olan hocası Mustafa Denizli, ahlâk kavramıyla uzaktan yakından ilgisi olmayacak bir şekilde geçen sene bu aralar Lig TV'de Beşiktaş'ı yorumluyordu hatırlanacağı gibi. "Beşiktaş bu değil, olmamalı; bu ülkenin en büyük takımlarından biri böyle oynamamalı; Delgado bu ligin en iyi ve en değerli oyuncusu, onu mutlaka kullanmak gerekir" gibi inciler döktürdükten sonra, "sezon ortasında asla takım devralmam" şeklindeki kendince ilke(!)sini çiğneyerek Ertuğrul Sağlam'ın kovulmasını takiben Beşiktaş'ın başına geçti. Hiç de sıkıntı duyar bir hâli yok, muhtemelen geceleri de rahat uyuyordur. Bunu yapan bir adam uyur çünkü.

Neyse, bunları niye yazıyorum? Çünkü olduğu gibi görünmeyen ve göründüğü gibi olmayan sinsi adamlardan hayatım boyunca nefret ettim. Kendi ile çelişmek çok kötü bir şey değil, insan o hataya düşebilir ama bunu erkekçe kabullenmeyen, erdemden yoksun adamlardan da... Ve pişkin adamlardan da... Türkiye'nin en iyi futbolcusu diyerek, onu oynatmadığı için Ertuğrul Sağlam'ı Beşiktaş camiasına (bir anlamda) hedef gösteren, bir nevi "ben olsam ondan nasıl verim alırdım ama!" demeye getiren adam, geldikten 2 ay sonra Delgado'yu birden siliverdi. Bir baktı, Delgado meğer ligin en değerli oyuncusu falan değilmiş. Peki bağıra bağıra haftalar boyu söyledikleri ne oldu? Unutalım gitsin. Kendisi belli ki unuttu çünkü. Sonra yangından mal kaçırır gibi (yine ahlâk değerlerini çiğneyerek) Trabzon'un elinden Yusuf'u kaptı ve Delgado yerine sezon sonuna kadar onu oynattı. Şimdi de pişkin pişkin "ligin en değerli oyuncusuna" sözleşmesini dondurması için baskı yapıyor. Ve Deco ile ilgilendiklerini açıklıyor paşam! Deco'yu aldıktan sonra, iyileşse bile "ligin en değerli oyuncusunun" yüzüne bir daha bakar mı? Elbette bakmaz. Ama ne diyorum ben? O "imparator" ile birlikte bu ülkenin en iyi teknik direktörü değil mi? Öyle mi?

Arbeloa Real'de

Real Madrid, öncekilere göre son derece mütevazı bir transfere imza atarak Liverpool'un '83 doğumlu savunma oyuncusu Arbeloa'yı transfer etti. Arbeloa zaten Real'in altyapısından yetişmiş ve Deportivo'ya gönderildikten sonra oradan Liverpool'a transfer olmuştu. Ancak Liverpool'da geçen fena sayılamayacak yıllara karşın, müdafaası çok iyi olan bu oyuncunun hücumdaki eksikleri nedeniyle Benitez onu göndermeyi kabul etti. Sağ bekte Glen Johnson ve Philipp Degen gibi 2 hücumcu beki var artık Liverpool'un.

Savunmanın hem sağında hem solunda, hem de sıkışırsanız ortasında oynayabilen çok yönlü bir oyuncu Arbeloa. Dediğim gibi defansta yer tutmayı bilen, zor çalım yiyen, çabuk ve sezgileri güçlü bir isim. Real'in sağ kanat savunması için Ramos ve Salgado'ya sahip olduğunu düşünürsek, onu sol bek için transfer ettiklerini düşünüyorum. Oradaki Heinze gönderiliyor (tam bir kazmadır zaten), Marcelo ise hâlâ deneyimsiz. Velhasıl Arbeloa için de, Pool için de, Real için de olumlu bir transfer diyebiliriz.

Günün futbol ekranı

19:30
Manchester United - Boca Juniors
NTVSpor

21:30
Beşiktaş - Porto
BJK TV

21:45
Bayern Münich - Milan
NTVSpor

TRT spikerinin eziyeti

Şu sıralar TRT3'te Werder Bremen ile Valencia'nın oynadığı hazırlık maçı yayınlanıyor. Adını bilmediğim genç bir spiker arkadaş anlatıyor maçı ve öylesine cinayetler işliyor ki, sanırım daha fazla dayanamayacağım. Arkadaş öncelikle Valencia'nın efsane sol açığı Vicente'ye Rodriguez deme konusundaki ısrarı ile insanı dumura uğratıyor. Hatta bir pozisyonda Fernandez bile dedi! Akabinde Rodriguez'in (!) ortaladığı bir pozisyonda Naldo'dan "Nonda kafayla uzaklaştırıyor" şeklinde bahsetti. Valencia'nın bu maçtaki eksiklerini sayarken "Albiol yok, tekrar belirtiyorum" dedi. "Matiyö" diye okuması gereken ismi mütemadiyen "Matyu" diye telaffuz etti. Sanogo'nun Hoffenheim'dan transfer edildiğini (!) söyleyerek bu oyuncunun geçen yıl o takımda kiralık oynadığını bilmediğini gösterdi. Cümle âlemin Alexis diye bildiği stopere de (hiç bilinmeyen adıyla) Delgado deme konusunda oldukça ısrarcı. Ayrıca kendisi Almeida ile adam adama oynuyormuş! Hiç mi futbolu takip etmiyor bu insanlar, ekmek kazandıkları bu işten başka ilgilenecek neleri var, merak ediyorum.

28 Temmuz 2009 Salı

Sivas perişan

Sivasspor, Anderlecht karşısında bu sezon ligde kümede kalma mücadelesi verecek bir takım görünümündeydi. O kadar kötü oynadılar ki, sebebini neye bağlamak gerekir, hiç bilemiyorum. Petkovic hayatının en rezil maçlarından birini oynadı. Defans bloku nerede duracağını bilmeyen acemiler mangası gibiydi. Orta saha ve forvette 10 üzerinden 6 ile oynayan bir oyuncu bile bulamıyorum. Hele Musa Aydın, geçen sezonun ikinci yarısından beri devam eden inanılmaz düşüşünün son perdesini sergiledi. Bu hâliyle takımda asla oynamaması gerekir.

Extensor kardeşin dediği gibi 4-1-4-1 ile çıktı sahaya Sivas ve böyle bir maçta inanılmaz deneyimsiz ve yer kaplamasını bilmeyen Mbemba'nın ön liberoda oynaması tam skandal bana göre. Ben alttaki postta yazdığım gibi 5-4-1 çıkacağını sandım ama öyle de çıksa bu oyuncu performansları ile skor çok farklı olmazdı.

Yardımcı hakemler başta olmak üzere hakem üçlüsü de Sivas'ı resmen ezdi.

Anderlecht (4-4-2): Proto 6 - Wasylewski 7, Juhasz 8, Deschacht 9, Van Damme 8 - Chatelle 8, Biglia 8, Polak 7, Boussoufa 9 - Suarez 8, De Sutter 9 (Frutos 9)

Sivasspor (4-1-4-1): Petkovic 1 - Abdurrahman 4, Sedat 4, Yasin 4, Hayrettin 4 - Mbemba 4 (46' Uğur 4) - Musa 1, Onur 5, İbrahim 5, Erman 3 - Ersen 5 (46' Kamanan 4)

Goller (5-0): De Sutter 17' ve 76', Boussoufa 22', Chatelle 33', Frutos 90+1'

Sivas 5-4-1 çıkıyor

Anderlecht maçı öncesinde Sivas'ın kadrosu belli oldu. 3 senedir hiç yapmadığı bir şey yapan Bülent Uygun, sanırım bu maça 5'li defans blokuyla çıkaracak takımını. Savunmada Abdurrahman, Sedat, Mbemba, Yasin, Hayrettin oynayacak görünüşe göre. Bunların önünde İbrahim ve Onur gibi iki müthiş presçi var. Sağ açıkta Musa, sol açıkça Anderlecht'i çok çok zorlayacağını düşündüğüm Erman Kılıç oynayacak. İleride de pivot olarak Ersen Martin'i görüyoruz. Bence mükemmel bir kadro çıkarmış Uygun. Özellikle Erman'dan çok şey bekliyorum. Umutluyum.

"Zapotoçki" Bursa'da

Sergen Yalçın'ın ısrarla 1 yıl boyunca "Zapotoçki" dediği Çek stoper, 1 yıllığına Bursa'ya kiralandı ve imzayı attı. Zapo iyi bir futbolcu olmasına rağmen birinci sınıf değil, ikinci sınıf da değil, üçüncü sınıf bir oyuncu. Yani asla bir büyük takım futbolcusu değil. Olmamasını, Bursa'ya gitmeyi kabul etmesinden de anlıyoruz zaten. Ama umarım orada başarılı olur. Bursaspor da kadrosunu güçlendirmeye devam ediyor bu arada. Hüseyin Çimşir ile birlikte merkez orta saha oyuncusu Ergiç, Zapo ile birlikte imzaları bugün attı. Bursa kadrosu bu yıl ligi ilk 5'te bitirebilecek güce sahip. Ne yapacaklarını gerçekten de merak ediyorum ama bu takımdan ve Ertuğrul Sağlam'dan kesinlikle ümitliyim.

Not: Zapo'ya üçüncü sınıf derken onun sadece vasat üstü bir oyuncu olduğunu belirtmek istedim. Türkiye'de zaten birinci sınıf (yani dünya çapında) futbolcu diyebileceğimiz Arda, Gökhan Gönül ve (ne kadar yaşlanmış olsa da) Roberto Carlos dışında bir isim yok. Geri kalan bütün "iyi" futbolcular bence ikinci sınıf; Alex, Guiza, Santos, Bilica, Deivid, Topuz, Özer, Emre, Semih, Baros, Topal, Ayhan, Kewell, Servet, Keita, Balta, Nihat, Holosko, Nobre, Bobo, Ernst vs. vs. 5 üzerinden kategorilendirerek yazıyorum bunları, o yüzden Zapo hakkındaki yorumum yanlış anlaşılmasın. Fena futbolcu değil yoksa...

Edit: Şimdi duyduğuma göre Zapo'nun alacağı 750 bin avronun 500'ünü Beşiktaş, 250'sini Bursa karşılayacakmış. Beşiktaş'ın nasıl skandal bir yönetimi olduğunu bir kez daha kanıtlarken, Bursaspor'un da yılın transferini yaptığı gösteriyor bu not.

Forma yakıştı

Milan-Inter maçı

Geçenlerde Milan-Inter maçını seyrettim ve sıkıntıdan patladım. İtalya ligi her sene bir öncekinden daha sıkıcı ve boğucu olmaya devam ediyor. Orada yapılan "savunmanın" bile izlenmeye değer olduğunu düşünen spor yorumcularımız var, onlara iyi seyirler diliyorum. Ama bütün vaktini maç seyrederek geçiremeyecek normal birisi olarak, bu sene de bu haklarımı önce Fener maçlarından, sonra Ş.Ligi'nden, sonra EPL'den ve son olarak da La Liga'dan yana kullanacağım. Pazar geceleri 21:30'da başlayan derbiler hariç İtalya'dan maç seyretmeyi düşünmüyorum.

O maçta gördüğümüz önemli şeylerden biri, Inter'in 2 forvetle sahaya çıkmasıydı. Mourinho geçen yıl da pek çok maçta Stankovic'in forvet arkasında olduğu 4312 sistemini uygulatmıştı takımına, hatırlayacağımız gibi. Çünkü 433 için gerekli kanat oyuncuları elinde olmadığı gibi, bunun için milyonları verip transfer ettiği Quaresma ve Mancini'den de beklediği verimi bir türlü alamadı. Bu yıl Milito ve Eto'o forvet, arkalarında Stankovic, onun arkasında da Muntari, Cambiasso ve Motta'dan oluşan bir üçlüyle oynayacağını tahmin ediyorum. Defansında zaten problem yok, Inter savunmasına rahatlıkla dünyanın en iyi defans hattı diyebiliriz: Maicon, Lucio, Samuel, Chivu.

Milan'da ise bir değişiklik yok. Geçen yıllardaki Kaka'nın rolünü bu sene Ronaldinho üstlenecek. Tek forvetin arkasında Ronaldinho ve Pato'yu izleyeceğiz. Onların arkasında bilin bakalım kimler var? Sokaktaki simitçi bile ezbeledi artık: Gattuso, Pirlo, Seedorf! Yedekler de Flamini ve Ambrosini. Kalede de 36'lık Dida olmazsa 37'lik Kalac verelim! Hâlâ bıkmadı mı taraftarlar aynı takımı seyretmekten bilmiyorum ama ben bıktım şahsen.

Bu arada müsabakanın en güzel yanlarından biri muhteşem defans oyuncusu Nesta'nın kısa süre de olsa görev yapmasıydı. Artık 33 yaşında ama Maldini'nin 41'ine kadar oynadığını unutmayalım. Eğer Nesta olabileceği en diri fiziksel hâlini yakalarsa 2-3 sene daha rahatlıkla oynar.

Maçın (Fenerliler için) en ilginç yanı ise Milan defansında görev yapan Onyewu'yu seyretmekti. Genel anlamda sırıtmadı ama ilk golde Milito gibi bir adamdan yediği çalım var ki, onu Fener formasıyla bir G.Saray maçında yese, başına gelecekleri düşünemiyorum.

"Diğer oyuncu"?

Inter kalecisi Julio Cesar, kendilerini gayet yakından ilgilendiren büyük transfer ile ilgili olarak Mediaset'e açıklamalarda bulunmuş. Elbette onun durumundaki bir kişiden, eski takım arkadaşı Ibra hakkında övgü dolu sözlerin ardından yeni takım arkadaşlarına da sıcak bir hoşgeldin konuşması yapmak gayet beklenen bir şey. Ama çok enteresan bi ayrıntı var; Cesar, Eto'o ve Hleb'in iyi transferler olduğunu belirtmeye çalışırken "Eto'o ve diğer oyuncu ile takımımızın daha da güçleneceğini düşünüyorum" diyerek Hleb'in adını hatırlayamamış. Gerçekten de hem komik, hem düşündürücü. Futbol dünyasında uzun zamandır bu kadar büyük bir çam devrildiğine şahit olmamıştım doğrusu.

Sivas başarabilir mi?

Sivasspor, Ş.Ligi 3. ön eleme turunda bu gece Belçika'da Anderlecht karşısına çıkıyor. Benim her zaman savunduğum bir şey var: Türkiye'deki orta kalite ve küçük takımlar, (sözüm ona) büyük takımlarımıza göre Avrupa kupalarında her zaman daha avantajlı. Çünkü onlar Avrupa'da ortaya koyacakları defans ağırlıklı futbolun provasını, antrenmanlarını yıllardan beri ligimizde büyükler karşısında yapıyor zaten. Oysa büyük takımlarımız ligde 30 maçı neredeyse tek kale oynayıp, Avrupa'ya çıktığında maçların %70'inde savunma yapmak durumunda kalıyor. Dolayısıyla ligimiz, büyük takımları Avrupa için yeterince ve bihakkın şekilde "antrene" edemiyor.

Mesela Sivas için bugün Anderlecht maçının, strateji ve atmosfer olarak Kadıköy'de Fener'e karşı oynamaktan daha zor ya da farklı olduğunu söylemek mümkün mü? Bence değil. Dolayısıyla Sami Yen'de, İnönü'de, Kadıköy'de yıllardır ne yapıyorsa bu gece de onu yapması lâzım Yiğidoların.

Peki ne olur? Son 2-3 sezondur oturmuş olan Sivas kadrosu olsa gözüm kapalı 0-2 bahis oynardım bu maça. Ama kadro yıllar sonra ilk kez bu kadar revize oldu ve şu anda ciddi bir adaptasyon sıkıntısı var. Hollanda'daki hazırlık maçlarında oynanan futbol ve alınan farklı mağlubiyetler, bu geceki sınav için endişe verici bir görünüm arz ediyor. Her zaman savunduğum şeyi yinelemek isterim: İlk maçı deplasmanda oynuyorsan mutlaka gol atman gerekir. 0-0 da fena sonuç değil ama tehlikeli. Ama Sivas berabere kalamıyorsa bile en azından 1 gol atıp öyle yenilmeli. Ondan sonra Sivas'ta işlerin bu gece olacağından çok farklı şekilde cereyan edeceğini düşünüyorum.

Sahaya Petkovic - Abdurrahman, Mbemba, Yasin, Hayrettin - Uğur, Musa, Dağaşan, Murat - Agbetu - Ersen Martin şeklinde çıkması beklenen Sivas'ta en önemli eksik bence Sezer. Aynı zamanda Sylla gibi bir oyuncunun gönderilmesinin ne kadar sıkıntılı olduğunu Sezer'in yokluğunda anlıyoruz. Bu sebepten dolayı belki Musa, belki Murat, hatta belki de Uğur ön libero oynamak durumunda kalacak. İkinci büyük problem ise savunmanın ortası. Mbemba çok deneyimsiz ve acemi bir oyuncu; keza Yasin de fazla güven vermiyor. Bu ikili oturana kadar Sivas pek çok şeyi kaybetmiş olabilir.

Neticede tarihinin en önemli maçlarından birine çıkıyor Sivas takımı ve buralara kadar gelip bu maçı oynama hakkını kazanmak bile tebrik edilmesi gereken bir şey. Çok da umutsuz olmadan ve desteği esirgemeden hepimiz ekran başında olacağız. 21:45'te TRT'den naklen yayınlanacak olan bu maçtan, inşallah iyi bir sonuç alarak dönmeyi başarırlar.

G.Saray'ın yeni formaları

Bir Fenerli olarak yorumlamak bize düşer mi bilmiyorum ama o kadar çok G.Saraylı arkadaş beğenmemiş ki kreasyonları, yazmak kaçınılmaz oldu bir bakıma. Öncelikle klasik parçalı konusunda yapılacak fazla bir şey yok. Bence çok fena olmamış, özellikle bizim çocukluğumuzda bu formanın mesela sarı olan tarafının kolu kırmızı, diğer tarafının ise tersi olurdu. Kaç senedir böyle bilmiyorum (çünkü takip etmiyorum) ama bu sene formanın bir tarafı tümden sarı, diğer tarafı ise kırmızı. Arkasındaki font ise tam anlamıyla nostaljik bir biçimde beyaz seçilmiş ve bence genel olarak güzel olmuş. İçindeki Kewell olduğu için öyle görünmüş de olabilir bana :)

Beyaz ise özensiz olduğu her yerinden belli olan bir tasarım. Düz çarşafın üzerine iki tane sarı-kırmızı çizgi çizmekle olmuyor bu işler. Siyah olan ona göre biraz daha eli-yüzü düzgün.

Asıl bomba ise mor forma. Bence inanılmaz güzel bir renk ve son derece sade bir tasarımla bile hoş görünüyor. Ama... ama ne gerek var? Üstelik mizah yönünden bu kadar fukara bir futbol ortamımız varken rakip takımlara malzeme vermeye bu kadar namzet bir renk niye seçilir? Ayrıca ne alâkası var? Füme rengi formada bile sarı ya da kırmızı bir şeyler olurdu ama bu bildiğiniz mor-beyaz adidas tişörtü gibi. Macera aranmış ve taraftarın da bu maceradan hoşlanacağını sanmıyorum.

Tabiî mühim olan formalardan çok içindekilerin oynadığı toptur, o ayrı konu.

Performansını merakla bekliyoruz



Nihayet günlerdir herkesin dört gözle beklediği çok önemli bir transfere nokta konmuş oldu. Futbol dünyasının en yetenekli 9 numaralarından biri olan Zlatan Ibrahimovic, kendisi için bir "rüya" diye nitelendirdiği takımına kavuştu, takım da ona. Dünyanın en güzel futbolunu oynayan makine düzenindeki bu sempatik ekibe bakalım ne verecek Ibra, performansını merakla bekliyorum. Eto'o da sıkıcı İtalya liginin en önemli renklerinden biri olacak bu sene, orası kesin. Benim düşündüğüm şey ise bu sene İspanya ligini seyrederken aklımıza nasıl mukayyet olacağımız :)

Dünyanın en renksiz liglerinden birinin (Türkiye'nin süper mi süper ligi oluyor) peşine takılmışız; Fener, G.Saray, Beşiktaş vs. aşkına acı çekerek her sene mide bulantılarıyla sezonu bitiriyoruz. Teşvik primi bizde, şike bizde, iki lafı bir araya getiremeyen başkan ve yöneticiler bizde, insanı çildeden çıkaran ve futboldan bile anlamayan televizyon yorumcuları bizde, mafya teknik direktörler bizde, kalitesiz futbol bizde, kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen çıkarcı ve etik yoksunu basın bizde vs. ama biz seyirciler olarak hâlâ bir hülyanın arkasından sürüklenip duruyoruz. Bu sene de her seneki kadar kalitesiz futbol olursa ligde, buraya yazıyorum, gelecek sezon decoder almayacağım. Ahdimdir (Ibra yazısını da böyle kel alâka bir giderle bitirdik ya, helal olsun :)

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Morientes Marsilya'ya gitti

Fener yönetimi bu kadar profesyonel ve tam da takımın oyun sistemine uygun bir forveti alsaydı zaten şaşırırdım. Dün menajerinin yaptığı açıklamayı 2 post aşağıda yazmıştım ama bugün kulüpten yalanlama geldi. Onlara göre fiyat arttırma taktiğiymiş. Zaten Morientes'in de 2 yıllığına Marsilya ile anlaştığı haberi geldi bugün. Ne yapacaklar bilmiyorum, Brandao, Niang ve Kone dururken 4. kaliteli forveti almış oldular. Öte yandan, nasıl olsa bonservisi yok, ona verecekleri 2 milyon da Marsilya'ya koymaz. Dolayısıyla, niye almasınlar ki? Fenerbahçe'nin sezon içinde hangi tandemle ve hangi forvetle mücadele edeceği hâlâ bir muamma. Bakalım neler göreceğiz.

Broos akıllı adammış

Trabzon'un, hepimiz için kapalı kutu olan yeni teknik direktörü Broos, takımıyla geçirdiği belirli bir sürenin ardından "bir sol kanat oyuncusuna ihtiyacım var" diyor. Geçen sezon boyunca Trabzon ile ilgili yazdığım bütün postlarda takımın tek kanatlı uçak gibi olduğunu, Yattara'nın sağda yaptığı işi solda yapacak bir adama ihtiyaçları bulunduğunu yazıp durdum. Enteresandır, onca transfer yapılmasına rağmen buraya bir oyuncu alınmadı (her yerde oynayabilen Engin dışında). Fener'den Uğur Boral'ı istemek ise sadece bir hayal olabilir zira Uğur dışlanmış bir oyuncu falan değil, 3 senedir ilk 11 oynuyor hatta. Santos ile birlikte muhtemelen tamamen yedek bir oyuncu olacak ama rotasyonda daima kendisine yer bulur.

Broos şimdilik hazırlık maçlarında Engin'i orada oynatıyor ve herhalde tatmin olmadı onun performansından. Alanzinho'yu ise muhtemelen ortanın solu bir oyuncu olarak görmüyor, ki haklıdır. Aslında 433 oynansa Yattara ve Alanzinho ideal açık oyuncuları olabilir ama 442'de savunma yönünde çok açık verir bu ikili. Yine de zorluk derecesi düşük maçlarda denenebilir.

Bu arada Tjikuzu'nun performansının yüksekliği onlar için sevindirici bir etken. Orta sahanın ortasında Selçuk ile birlikte oyunun her iki yönünü de oynayabilen ideal bir tandem olabilirler. Hüseyin tamamen defansif oynayan ve hücuma katkısı sıfır denebilecek bir isimdi ama Tjikuzu öyle değil. Orası için Serkan Balcı ve Ceyhun yedekler gibi görünüyor, atak orta saha olarak ise Zafer Yelen var; ki onu da merak ediyoruz açıkçası. Sezonun başlaması ile birlikte daha net görürüz bazı şeyleri.

Morientes rüyası

Bonservisi elinde olan futbolcularla ilgili yazımda, Fener için biçilmiş kaftan diye söz ettiğim Morientes'e de değinmiştim. Bu büyük santrforun menajeri de (sanki içime doğmuş) bugün oyuncusuyla ilgilenen takımlar arasında Fenerbahçe'nin de olduğunu söylemiş. Düşüncesi bile güzel...

Yaklaşık 1 aydır kafamdan şu geçiyor: Fener Lugano ile anlaşacak ve öyle ya da böyle Guiza'yı gönderecek. Özellikle ikincisinden neredeyse eminim zira Daum'u çok iyi tanıdığımı sanıyorum. Eğer Daum "sadece Avrupa'nın değil, dünyanın en iyi golcülerinden biri" diye açıklama yapıyorsa, ya söz konusu oyuncuyu gaza getirmeye çalışıyordur ya da satılıkmış gibi görünüp değeri düşmesin diye ters manyal yapıyordur. Ben başından beri ikinci seçeneği düşünüyorum. Çünkü özellikle Alex'in olduğu bir takımda (kalitesi ne olursa olsun) Guiza "tipinde" bir tek forvetle oynamak intihar gibi bir şey ve Daum'un da bunun farkında olduğunu sanıyorum. Morientes ise şu koşullarda bulunabilecek en ideal ve en kaliteli forvet. Ayrıca inanılmaz tecrübeli, Van Hooijdonk'un buraya geldiğinde olduğu gibi 33 yaşında. Ve Pierre'den çok çok daha kariyerli bir oyuncu. En iyi zamanında futbolculuğunu değerlendirdiğimde, evrensel olarak düşünürsek kalitesine 10 üzerinden 10 verirdim. Şimdi ise sakatlıklar ve yaşının ilerlemesi sebebiyle 8'e düştü diyebiliriz. Ama mesela Guiza kariyerinin en iyi döneminde bile 8'i geçemez. Semih de şu anda ya 7 ya da 8'dir nazarımda. Dolayısıyla bonservisi elinde, müthiş bir profesyonel, 9 numaranın adeta tarifi ve lider bir oyuncu olan Morientes'i alırsa Fenerbahçe, çok büyük bir iş yapmış olur.

26 Temmuz 2009 Pazar

Futbolda yılın fotoğrafı


Tottenham'ı kimler yönetiyor?

Yıllardan beri dünya futbolunu ve Premier League’i seyrederiz, ben hayatımda Tottenham kadar kötü yönetilen bir kulübe rastlamadım. Kadrosunda Keane, Defoe, Pavlyuchenko ve Darren Bent olmasına rağmen bir takım nasıl ve neden Peter Crouch’u almaya çalışır? (Büyük ihtimalle de almış) Bu nasıl bir kulüptür ki, her yıl mutlaka 15-25 milyon avro arası bir forvet transferi yapar? Öyle ki, Tottenham’ın son 10 yılına baktığımızda adeta bir forvetler mezarlığı görüyoruz. Menajerler geliyor, menajerler gidiyor ama kulüpteki bu abuk transfer hastalığı dinmek bilmiyor. Crouch transferi vesilesiyle yıllardır bir nevi “akıl tutulması” hâlinde bulunan bu kulübün, son 10 sezondaki önemli transferlerine ve gelir-gider dengesi(zliği)ne bir bakalım (parantez içindeki rakamlar milyon sterlindir):

1999/2000
Gelenler: Sherwood (5.5), Perry (5.5), Leonhardsen (4)
Denge: -20

2000/2001
Gelenler: Rebrov (16), Thatcher (6.7)
Denge: -22.5

2001/2002
Gelenler: Dean Richards (10.8), Poyet (3), Ziege (5.7), Bunjevcevic (5.3)
Denge: -16.3

2002/2003
Gelenler: Keane (9.3)
Denge: -8.1

2003/2004
Gelenler: Postiga (8.3), Kanoute (4.7), Defoe (9.3)
Denge: -25.2

2004/2005
Gelenler: Andy Reid (7.1), Dawson (6.2), Sean Davis (4.6), Atouba (4), Pedro Mendes (4), Carrick (3.7), Robinson (2.7)
Denge: -34.5

2005/2006
Gelenler: Huddlestone (4.2), Rasiak (kimdir, nedir, necidir?) (3.1), Murphy (2.9), Ghaly (2.7), Routledge (2.7), Jenas (13.4)
Denge: -12.8

2006/2007
Gelenler: Mido (6), Rocha (kimdir, ne iş yapar?) (4.5), Ekotto (4.5), Berbatov (14), Zokora (11), Chimbonda (8.9)
Denge: -19.7

2007/2008
Gelenler: Boateng (7), Bent (22), Bale (13), Hutton (11.6), Kaboul (10.7), Woodgate (9.6)
Denge: -65!!!

2008/2009
Gelenler: Gomes (8), Dos Santos (5.3), Bentley (19.6), Modric (18.7), Pavlyuchenko (15.5), Keane (14.8), Defoe (14.6), Palacios (13.4), Corluka (12.3)
Denge: -52.1!!!

Sonuç olarak bu verilerden şunu anlıyoruz ki, Tottenham'ın kulüp olarak gelir durumu gayet iyi. Ama kulübün kaynaklarını optimum fayda ile kullanacak bir "akıl"dan yoksun durumdalar. Her sene neredeyse Chelsea ve Arsenal kadar para harcayıp şu durumda olan bir kulübün taraftarları için üzülmemek de mümkün değil. Ama resimdeki pankartı "Can't Smile with You" şeklinde değiştirmek mümkün :)

City'nin kadrosu

Man City'nin kadrosuna baktığımızda, yapılan transferlerden sonra (şu an net bir şekilde 4. büyük olarak görünen) Arsenal'i bile gölgede bırakan müthiş bir oyuncu topluluğu görüyoruz. Savunmanın göbeğine, hedefledikleri oyunculardan birini aldıkları zaman neredeyse şampiyonluğa oynayacak 2 tane 11 yaratmış olacaklar. Ama bunun için en önemli şart o stoper transferini mutlaka yapmaları. Daha önce Adebayor transferi ile ilgili olarak yazdığım postta eğer bunu yapmazlarsa, sadece böyle şöhretli forvetleri toparlamakla homojen bir takım yaratılamayacağını, lig başlayınca bunun ceremesini çekeceklerini belirtmiştim ama onlar da olayın farkında zaten. Dolayısıyla hedefledikleri başarıya ulaşmaları için (bu şimdilik ilk 4 gibi görünüyor) savunmaya muhakkak takviye gerekiyor. Hatta ben olsam Bridge'e güvenmez, (gitmek isteyen Garrido'yu gönderip) bir de sol bek alırdım.

Kadroya bir göz atarsak kalede zaten Shay Given var, yedeği Kasper Schmeichel. Savunmanın sağında gelecek 10 yılın bankosu Micah Richards, solunda ise Wayne Bridge. Ortasında şimdilik Richard Dunne ve Onuoha görünüyor, Dunne benim çok beğendiğim sağlam bir oyuncu. Burada genç Onuoha'nın yerine ya John Terry ya da Kolo Toure'yi almak istiyorlar. Görünüşe göre ikisinden birini de mutlaka alacaklar. O zaman taş gibi bir defans bloku yaratılmış olacak.

Orta saha kesinlikle Arsenal'den daha iyi; onlar Denilson, Song gibi bebelerle oynarken City'de Ireland, Kompany, Barry şeklinde muazzam bir üçlü var. Yedekler ise Michael Johnson, De Jong ve Elano! Forvette (433 dizersek) Tevez, Adebayor ve Robinho'yu görüyoruz. Yedekler SWP, Santa Cruz ve Petrov; Bellamy, Bojinov ve Benjani de kenarda duranlar. Gerkesiz gibi görünen bu üçünden kurtulurlarsa, savunmaya gerekli takviyeyi yaparlarsa ve benim hiç güvenmediğim Mark Hughes faktörü de engel olmazsa Arsenal'i geçmeleri gerçekten de çok olası görünüyor. Bu kadronun maçlarını seyretmek için de sabırsızlanmamak mümkün değil.

Young Villa'da kalıyor

Transfer döneminin başından beri adı Liverpool ve Chelsea ile (hatta Real ile) anılan Aston Villa'nın müthiş sol açığı Ashley Young, son gelen haberlere göre kulübünde kalıyormuş. Bu durumda Tuncay'ın oraya gitme olasılığı da neredeyse sıfırlanmış oluyor. Sol açıkta oynayan Young dururken zaten Downing'i almaları, Young'ı satacakları anlamına geliyordu bir bakıma. Liverpool'un da (geçen yıl pek tutmayan Riera hamlesinden sonra) böyle bir oyuncuya ne kadar ihtiyacı olduğu mâlum ama malesef parası yok Kırmızıların. Chelsea ise 41212 oynayacağı için sol çizgide oynayacak bir oyuncuya ihtiyaçları kalmadı. Ayrıca zaten Malouda var kadroda, sözleşmesini yeni uzattılar.

Dolayısıyla Villa hem şu anda kadrosunda bir sol açık enflasyonu yaşıyor, hem de istedikleri parayı kazanamamış oldular. Tuncay'ı forvet olarak alacaklar desek Carew, Heskey, Agbonlahor ve Harewood var, haliyle o da düşük bir olasılık. Sağda zaten Milner banko. Dolayısıyla Türk oyuncunun akıbeti belirsizliğini korumaya devam ediyor.