15 Ekim 2013 Salı

#Teriming tam gaz


Türk medyasındaki Fatih Terim dalkavukluğunun, tarihteki en yüksek seviyelerden birine ulaştığı günler yaşıyoruz. Eskiden "illegal derin devlet" ve onun heybetli temsilcisi Mehmet Ağar'a olan (adeta kardeş kadar) yakınlığı sebebiyle yapılırdı bu, şimdiyse "legal derin devlet"e ve başbakana olan yakınlığı sebebiyle tam gaz devam ediyor. Hani ROK "Terim belki bir Adanalıdır ama Bizans oyunlarını en iyi o bilir" diyor ya, ağız ishali süne zararlısı arkadaşımıza (sadece bu konuda!) hak vermemek mümkün değil. Terim'in kariyerini, kapasitesini, bilgisini başka Türk teknik direktörlerle karşılaştırabiliriz belki ama çakallığı, "güç"e tapınma ve onu yanına çekme konusundaki zekâsı ve işbilirliği tek kelimeyle rakipsiz. Başarısının birinci anahtarı bu.

Ümit Özat'ın da Terim için mütemadiyen "ipek donla doğmuş anasını satayım" dediğini biliyoruz. Bence de millî takımın 3 maç önce içinde bulunduğu "sunî" kriz durumu, Terim'in ne kadar şanslı bir insan olduğunu apaçık gösteriyor, başarısındaki ikinci temel kriter de bu. Tabiî bu kriz durumundan faydalanmak, kendini "kurtarıcı bir süper kahraman" gibi pazarlayabilmek, genç bir meslektaşının (bugün Abdullah Avcı, geçmişte Ersun Yanal) ekmek parası ve kariyeriyle oynama pahasına ne yapıp edip millî takımın başına geçebilmek vs. bunların hepsi birinci paragraftaki maharetin kapsamına giriyor, orası ayrı. Ama Terim ne kadar akıllı olursa olsun, sonuçta Abdullah Avcı'nın takımı ilk Romanya ve Macaristan maçlarından (kazanması gerekmiyor) sadece 1'er puan alarak çıkabilmiş olsaydı, Terim millî takımı hayal ettiğiyle kalacaktı. Gel gelelim kader adeta ağlarını onun bir kahraman olarak ortaya çıkması için ördü, o da fırsatını bulduğu anda Abdullah Avcı'nın ayağını kaydırıp millî takımın başına geçti. Üstelik zamanlama o kadar kusursuz ki, play-off'a gidilirse Terim'in başarısı, gidilemezse Avcı'nın başarısızlığı söz konusu olacak. Şeytanın bile aklına gelmez :/

Hatta bu "gidilirse Terim'den, gidilmezse Avcı'dan" ve "imkânsız görev" goygoylarını beslemek istermişcesine, Hollanda da tuttu Macaristan'a bir maçta 8 gol atıverdi! Artık Mehmet Demirkol gibileri için arapası atılmış oldu: "Abi Estonya'yı ve Romanya'yı deplasmanda yenmek kolay iş değil.. Abi hiçbir teknik direktöre, göreve gelmesinden itibaren üst üste 4 maç kazanamadı diye suç bulamazsın.. Hollanda öyle bir takım ki, onlara 1'den fazla gol atmak için sahaya çıkamazsın." vs. vs.

Oysa gerçekler hiç öyle değil. Türkiye, Terim göreve geldiğinden beri "kazanması gereken" maçları kazandı; Andorra karşısında %99, Romanya deplasmanında %65, Estonya deplasmanında da %85 favoriydi zaten. Abdullah Avcı abuk-sabuk arayışlar, Sercan Sararer ve Tunay Torun gibi fiyaskolar, Selçuk İnan'ı oynatmamak gibi acayiplikler yüzünden bunu yapamamıştı. Yapamamak onun kabahitiydi, bu kesin. Ama yapmak Terim'in becerisi değil, normal şartlarda "olması gereken" bir durumdur.

Terim bunu "imkânsız görev" şeklinde pompalatarak memleketteki herkese (en iğrenç hâliyle) akıl oyunları ve siyaset dersi veriyor.

Terim'in çalışkanlığına, azmine, onu daha azimli biri yapan egosuna vs. bir şey demiyorum. Ama karakteri, dünya görüşü, olayları algılayışı, ilişki kurduğu insanlar vs. o kadar tiksindirici ki, onun çalıştırdığı bir takımı benim desteklemem mümkün değil. Hatta bu takım Fenerbahçe bile olsa, Fenerbahçe'yi yönetenler akıllarını yitirip onun gibi birini bu takımın başına getirseler, 30 yıllık Fenerbahçeliliğimi dondururdum. Bu yüzden millî takımla ilgili görüşlerim de aynı. Bence Terim'in millî takıma getirdiği yegâne şey "hava". Bu da onun becerisi değil, Türk futbolcusunun "hem döven, hem seven otorite"lere adeta tapınan bir coğrafyanın evlatları olmasından kaynaklanıyor. Abdullah Avcı, Ersun Yanal, Aykut Kocaman gibi karakterlerin Türk millî takımında başarılı olabilmeleri bu yüzden çok zor. Yahu adam 1997 yılındaki Parma deplasmanında Tugay uygun bir pozisyonda topu tribünlere gönderdi diye ana-avrat küfretmiş, geçen yıl Emre Çolak'a "a.. k.. p.çi" demiş bir adam, daha ötesi var mı? Anasına avradına küfreden adamın dilinden anlıyorsa Türk futbolcusu, onun tarafından güdülmeye lâyık demektir. Mutlu mutlu yaşasınlar.

---

Hollanda maçına gelince.. Türkiye, bu maçta da bence en az %51 favoridir. Hollanda'nın finallerde seri başı olma isteği, Türkiye'nin finallere gitme isteğinin yanında 'devede kulak'tır. Bu yüzden Türk futbolcular sahada çok daha özverili ve azimli oynayacaktır, zira Metin Tekin'in çok güzel ifadesiyle "biz ekmek istiyoruz, onlar pasta istiyor."

Peki istemek yeter mi? İspanya, Almanya, Brezilya ve Arjantin'e yetmeyebilir ama Hollanda'ya yeter. Yani Türkiye bu gece daha azimli, coşkulu, istekli ve özverili oynarsa Hollanda'yı büyük ihtimalle yenecektir. Çünkü Türkiye'nin kadrosu, Hollanda'dan daha iyi.

Okuyanların "ne diyor bu yahu!" dediğini duyar gibiyim. Hiç uzatmadan kadroları yazarak karşılaştıralım.

Türkiye:


Hollanda:



Oyuncu karşılaştırmaları:

Volkan / Vorm 

Vorm, İngiltere'nin Swansea takımında oynuyor ve şüphesiz ki Vokan'dan daha iyi bir kaleci. Yaz transfer döneminde adı Arsenal ve Liverpool ile anılmıştı ama bir şekilde kulübünde kaldı. Önümüzdeki yıllarda daha büyük bir takıma gideceği neredeyse kesin. Form durumu da Volkan'dan daha üst seviyede. Özetle bu mevkide Hollanda üstün ama sonuçta Volkan da gününde olduğu zaman zor gol yiyen çok iyi bir kaleci. Dolayısıyla üstünlüğün skora yansıma olasığı düşük.

Gökhan / Janmaat 

Bu kıyaslamayı yapmak bile Gökhan'a haksızlık olur. Janmaat hücuma çıkmayı seven, savunma disiplinini ihmal etmeyen, çabukluğu da fena olmayan genç bir oyuncu. Belki 4 yıl sonra Gökhan'ı geçmesi de muhtemeldir ama bugün için Gökhan çok daha önde diyebiliriz. Ve kaleciler için söylediğim şey burada geçerli değil, yani bu iki oyuncu arasındaki fark sonuca etki edebilir; zira Gökhan Türkiye'nin en önemli hücum silahlarının başında geliyor.

Ömer / Vlaar

Vlaar çok güçlü, uzun boylu, hava toplarına mutlak hâkim ve akıllı bir oyuncu. Eksiği var mı? Çok büyük bir eksiği var, o da hız ve çabukluk. Zaten bu yüzden Feyenoord'dan 27 yaşında gide gide Aston Villa'ya gitti. Daha büyük bir takımda oynaması da bu yaştan sonra zor, çünkü giderek daha da ağırlaşıyor. Ömer'de Vlaar'a nazaran güç biraz eksik, hava toplarına hâkimiyet biraz eksik ama hızı ve çabukluğu çok daha iyi, oyunu okuması da biraz daha üst seviyede. Dolayısıyla Ömer, Vlaar'dan daha iyi bir oyuncu, burada da Türkiye üstün.

Semih / Indi

Indi, geleceğin yıldızı. Feyenoord altyapısından yetişmiş, 1992 doğumlu ve bence 3-4 yıl içinde Avrupa'nın dev kulüplerinden birinde oynayacak. Ama bugün için çok tecrübesiz ve kalitesi de düşük seviyede. En büyük özelliği gücü. Onun dışında sol bek bile oynayabilecek kadar hızlı ve çabuk bir oyuncu. Benzetmek gerekirse, eski Ajax ve Barcelona oyuncusu Winston Bogarde'ı anımsatıyor diyebilirim. Tabiî Bogarde daha ağır ama çok çok daha akıllı bir oyuncuydu.

Semih ise bence Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi stoperi. İddialı bir cümle olduğunu biliyorum ama itiraz edenlere "2 yıl sonra tekrar konuşalım" diyorum. Kendi taraftarları başta olmak üzere Türkiye'de değeri hiç bilinmiyor ama İtalya ya da İngiltere'ye giderse, 10 yıl üst düzeyde futbol oynar bence.

Dolayısıyla burada da Türkiye fazlasıyla üstün.

Hasan Ali (Olcan) / Blind

Burada eşitlik söz konusu. Daley Blind, tıpkı Fenerbahçeli Michal Kadlec gibi "babasının oğlu" bir oyuncu. Babası Danny Blind, Ajax kaptanı olarak CL kupasını kaldırmıştı. Tıpkı baba Kadlec gibi 3'lü savunmada libero oynardı ve yine onun oğlu da sonradan sol bek oldu. Ve oğul Kadlec ile oğul Blind'in oyun yapıları da neredeyse birbiriyle aynı: Oyun disiplini yüksek, kolay yorulmayan, önce savunmayı düşünen, özverili, hızı ve oyun aklı da ortalamanın üzerinde oyuncular. Aynı cümleleri Hasan Ali için de kullanabiliriz. Blog'da yazdığım her yazıda belirttiğim gibi Hasan Ali bence Fenerbahçe seviyesinde bir takım için eşi benzeri bulunmaz bir oyuncu. Velhasıl, sol bek mevkiinde eşitlik var.

Topal / Clasie

Clasie de Feyenoord altyapısından yetişmiş, 1991 doğumlu, uluslararası tecrübesi sınırlı bir oyuncu. O da 2-3 yıl içinde çok büyük bir futbolcu olacak ama şimdilik Topal ile aralarında (Topal lehine) ciddi bir fark var. Burada da Türkiye üstün.

Selçuk / Fer

Aynı cümleleri burada da kuracağım. Fer, geçen sezonun başından beri izlediğim, 1991 doğumlu müthiş bir yetenek. Twente ile kontratı bu sezon bitiyordu ve sözleşme uzatmaya yanaşmadığı için kulübü onu satmak istedi. Şaşırtıcı bir şekilde onun için 6.5m € veren tek takım Norwich oldu. Birkaç yıl içinde 15 milyona bir transfer yapmasını bekliyorum. Ama bugün itibarıyla çok tecrübesiz.

Selçuk İnan ise şu an için uluslararası bir yıldız, Fer ile arasında klas olarak uçurum var. Özelliklerini saymaya gerek yok, bu gece orta sahada Selçuk'un bir maestro gibi parlayacağını düşünüyorum. Maçı da Türkiye'ye (asist yaparak) Selçuk aldıracak bence.

Töre / Robben

Konuşmaya gerek yok, Robben kalite ve kapasite anlamında bu gece sahadaki en iyi futbolcu olacak. Türkiye'nin muhtemelen tarihinde hiç görmediği, bundan sonra da göremeyeceği bir oyuncu. Burada Hollanda lehine akıl almaz bir avantaj var.

Arda / Sneijder

Sadece form durumları itibarıyla söylemiyorum, bence Arda daha iyi bir oyuncu. Form durumlarını da hesap edersek, burada Türkiye üstün.

Burak / Lens

Lens bu sezon başında PSV'den Dinamo Kiev'e transfer oldu. İnanılmaz hızlı ve çabuk bir oyuncu, en önemli özelliği bu. Bu gece solda başlayacak ama normal şartlarda 3'lü forvetin her yerinde oynayabiliyor ve bitiriciliği fena değil. Eksikleri ne? Savunma iştahı hemen hemen hiç yok (Gökhan Gönül!) ve oyun aklı biraz eksik, yani tercih hataları yapabiliyor.

Burak ise form olarak düşük seviyede olsa da Estonya maçında attığı gol ile moral buldu. Eğer geçen yılki seviyesine yaklaşırsa Lens'ten çok daha iyi bir oyuncu. Devre arasında G.Saray'dan gideceği söyleniyor, olursa bu yaştan sonra Avrupa'da dünya çapında bir yıldıza dönüşecek bence. G.Saray'da kalması durumunda ise 2 yıl sonra kaybolup gidebilir.

Velhasıl, burada da Türkiye üstün.

Umut / van Persie

Robben'de olduğu gibi burada da cümleler kifayetsiz, van Persie dünyanın gelmiş geçmiş en büyük golcülerinden biri. Bitiriciliği, pozisyon alışı, oyun zekâsı, uzaktan şutları vs. muazzam. Ama eksikleri yok mu? Her futbolcunun olduğu gibi onun da eksikleri var. Umut'un ondan daha iyi olan iki özelliği: 1. Savunmada van Persie'den çok daha istekli ve faydalı. 2. Hava toplarında çok daha etkili.

Ama buna karşılık van Persie'nin artıları o kadar inanılmaz bir seviyede ki, Umut ile kıyaslamak ayıp olur. Ha, ben Umut'un (kendi cürmü anlamında) çok özel bir futbolcu olduğunu düşünüyorum, ayrı.

SONUÇ:

Türkiye bu geceki maçta favori olan takımdır. Hollanda'nın avantajları: Efsane bir teknik direktöre sahip olması ve 40 yıllık bir futbol ekolü olması. Türkiye'nin avantajları: Çok daha tecrübeli olması, maçı kazanmayı daha çok istemesi, evinde oynaması ve KADROSUNUN DAHA KALİTELİ OLMASI. Bu durumda favori olması normal değil mi? Denebilir ki, "daha kaliteli olduğunu sen söylüyorsun da, öyle olduğunu nereden biliyoruz?" Benim cevabım ise şu: Bu konuda benim/senin/onun/bunun analizine itibar edilmiyorsa, neye itibar edilecek? Bu konuda uluslararası saygınlığı olan bir merci mi bulacağız? Böyle bir merci yok ama Transfermarkt internet sitesi ile FM ve PES/Fifa oyunlarını baz alabiliriz mesela. Bu konuda en ciddi personel sayısıyla en detaylı analizleri onlar yapıyor neticede. Genelde yazılı ve görsel medyada Transfermarkt değerleri kullanılıyor, "saha çıkan takımların değeri şu kadar Euro" vs. diye.. Ben de Fifa14 üzerinden bakayım, değişik olsun.

Fifa14'ün daha 3 gün önce güncellenen oyuncu verilerine bakarak iki takımı kıyaslayalım. Bilindiği gibi bu tarz programlarda yüzlerce analist tarafından oyuncuların 40-50 farklı konudaki özelliğine 100 üzerinden puan veriliyor, bunların hepsinin bir takım formüllerle harmanlanması sonucu oyuncunun 100 üzerinden bir "rating"i ortaya çıkıyor. Bu geceki 11'lerin rating'leri, Fifa14'te şöyle:

Türkiye: Volkan 78 - Gökhan 77, Ömer 78, Semih 80, Hasan Ali 72 - Töre 75, Topal 78, Selçuk 81, Arda 84 - Burak 81, Umut 76.

Hollanda: Vorm 81 - Janmaat 75, Vlaar 77, Indi 72, Blind 74 - Clasie 76, Fer 76 - Robben 88, Sneijder 84, Lens 79 - van Persie 89.

Türkiye 860, Hollanda 871. Aradaki fark tamamen Robben ve van Perise'den kaynaklanıyor, ki zaten ben bu ikisini kategori dışı bırakarak konuşuyorum. Bunları iyi durdurur, özelliklerini ortaya çıkarmalarına izin vermezsen, sen de kapasiteni zorlarsan Hollanda'yı yenebilirsin. Çünkü yukarıdakiler en nihayetinde oyuncuların fiziksel ve mental değerleri. Ama 30 yıldır futbol seyredenler olarak biz biliyoruz ki futbolda fiziksel ve mental özellikler dışında "emosyonel/duygusal" değerler de dominant bir parametredir. Ve ne mutlu ki, bunlar maçtan maça değişiklik gösterebiliyor; oyuncular açısından söz konusu maçın ne ifade ettiğine göre, her birisi yukarıdaki rating'ine az ya da çok yaklaşıyor. Bu sayede futbol, çok daha "sonucu kestirilemez" bir oyuna dönüşüyor ve daha fazla keyif veriyor.

İşte kendi sahasında ve seyircisi önünde oynadığı, maçı kazanmaya daha çok ihtiyaç duyduğu ve daha azimli/istekli/coşkulu oynayacağı için Türkiye (Terim'e dalkavukluk için adeta birbiriyle yarışan medya mensuplarının pompaladığının aksine) bu geceki maçın favorisidir. Kazanır, kazanamaz, onu bilmiyorum.