2 Ağustos 2008 Cumartesi

David Silva

Euro 2008'de artık adını duymayanın kalmadığı bu çok yetenekli oyuncu büyük ihtimalle ya Atletico Madrid'e ya da Barcelona'ya transfer olacak. Madrid ekibi 25 M Euro teklif etmiş haberlere göre ama bizce rotanın Barcelona olması daha mümkün görünüyor. Valencia alt yapısından yetişen ve ilk yıllarında Eibar ile Celta'da kiralık oynayan solak, 2 yıl önce Stamford Bridge'te Chelsea'ye attığı muhteşem golle dikkatimizi çekmiş ve shortlist'imize girmişti. O zamandan beri yukarı doğru müthiş eğri ile İspanya millî takımının banko oyuncusu konumuna geldi. Her ne kadar Valencia'nın yeni başkanı borç batağından çıkmak için oyuncu satmayacaklarını ve mümkün mertebe yıldızları elde tutacaklarını söylese de sanırız bu pek mümkün olmayacak. Silva Barcelona'nın Ronaldinho'dan boşalan yer için en büyük adayı zira. Önümüzdeki yıllarda dünyanın sayılı futbolcularından biri olacağı ise muhakkak.

Arsenal yarışmacı bir kulüp mü?

Arsenal, İngiltere futbol tarihinin en büyük 3 kulübünden biri. Elde ettiği başarılar Man Utd gibi son 20 yıla sıkışmış da değil, onlarca yıl öncesinde bile kupalar kazanmış ve finaller oynamış bir takım. Her ne kadar yurt dışı başarısı yok denecek kadar az olsa da, son yirmi yılda onların durgunluk içinde olduğu bile söylenebilir hatta. Görev süresince takıma 3 lig şampiyonluğu yaşatan Fransız teknik adam Arsene Wenger'in, kulüp tarihinin en önemli menajeri olduğu su götürmez bir gerçek. Ama Fransız'ın son 2-3 yılda yaptığı uygulamalara bakınca görünen manzara şu: Ya ne yaptığını bilmiyor ya da Arsenal'i yarışmacı olmaktan çıkarıp salt ekonomik parametrelerle idare ettiği bir şirket gibi görmeye başladı kendisi. Zira geçen yılki tabloya ve daha da kötü geçeceğine kanaat getirdiğimiz bu sezonun başındaki görüntüye bakınca, Arsenal'in önümüzdeki 10 yılda şampiyonluk görmesinin hayal olduğuna hükmetmemek imkânsız.

Daha bugün Emirates Kupası ilk maçında Juve karşısına çıkan kadroya bakınca takımın çocuk yaştaki yedek oyuncularının ne büyük cevher olduğunu görmek zor değil. Ama sorun şu: Arsenal ve Wenger bu oyuncular "piştiği zaman" onları elinde tutmuyor ya da tutamıyor. Eğer uzun yıllar kadroda muhafaza edip yetiştirdikten sonra "ekmeğini yiyemeyecekseniz" bunca genç yeteneği alıp filizlendirmenin ne anlamı var ki? Ayrıca bir insan bu kadar genç ve tecrübesiz oyuncuyla Man Utd ya da Chelsea'yi geçmeyi nasıl düşünebilir?

Bu sezon başında Silva, Hleb, Lehmann ve Flamini gibi tecrübeli oyuncular gönderildikten sonra Nasri, Ramsey ve Bischoff gibi 3 "çocuk" daha transfer edildi. Şimdi defansta Sagna, Toure, Gallas, Clichy gibi oturmuş bir dörtlü var ama yedeklere baktığımızda Hoyte, Djourou, Traore ve Gibbs gibi veletlerle Senderos'u görüyoruz. As takımdan 2 oyuncu cezalı ya da sakat olsa Chelsea deplasmanına bunlarla çıkınca sonucun ne olacağını düşünüyor acaba Wenger?

Orta sahada ise ilk 11 oyuncuları bile çok genç artık. Eğer alınırsa Gökhan İnler ve Fabregas göbekte, Walcott sağda ve Nasri solda. Bunların yaş ortalaması 20-21 civarı. Yedekler de aynı şekilde. Ve hatta uzatmayalım, forvette de öyle. Sonuçta görünen o ki, bu kadronun diğer üç büyük takımla baş etmesi hiç ama hiç mümkün değil. Eğer Şampiyonlar Ligi'ne kalırlarsa başarı sayılmalı.

Bu durumda başa dönersek, Arsenal'in kulüp olarak amacı ve hedefi nedir? Gencecik çocukları alıp yetiştirip satarak para kazanmak mı, yoksa zirveye oynamak mı? Cevabın, ikinci seçenek olmadığı sanırız ki çok açık...

Not: Emirates Cup'ın bu seneki en müthiş ödülü genç sol açık Wilshere'i seyretme fırsatını yakalamak oldu sanırım. Bu çocuk gelecek yıllarda Arsenal ve İngiliz millî takımının en önemli yıldızı olabilir. Takipte olalım derim ben...

Sezon başı yorumu: Beşiktaş

Beşiktaş, iki kaptanının tekme tokat kavga ederek başladığı bir hazırlık döneminin yavaş yavaş sonuna geliyor. Kuşkusuz ilk 11'de yıllardır oynayan iki oyuncunun birden kadro dışı kalmasıyla sonuçlanan bu hadise takımın huzurunu oldukça kaçırdı. Ancak Beşiktaş'ın yanar-döner yönetiminden ziyade dirayetli teknik direktörünün kararı olduğunu düşündüğümüz kadro dışı bırakılma uygulaması takımın geri kalanının halet-i ruhiyesi için çok önemli. Bakalım aynı dirayet söz konusu oyuncuların geri dönme çabalarına karşı da gösterilebilecek mi...

Takımın durumuna baktığımız zaman ilginç transferlerle karşılaşıyoruz. Udinese takımına toplam 9.2 M Euro bonservis ödenerek alınan Zapotocny ve Sivok ile PAO'dan transfer edilen sol kanat Seric tam bir kapalı kutu. Hiçbirisi millî takımlarında oynamayan (bir tek Sivok, o da yedeğin yedeği) ve az-çok tanıdığımız bu üç futbolcunun Beşiktaş gibi bir takımın seviyesine yakışıp yakışmadığı tartışmalı bir konu. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın kadrolarına baktığımız zaman Beşiktaş'ın son derece vasat yabancılara sahip olduğunu görüyoruz. Alınan üç futbolcu da bu görüşle orantılı bir görünüm arz ediyor. Ama kim bilir, belki de yıllardır yapamadıkları o müthiş patlamayı siyah-beyaz formayla yaparlar. Ya da gerçekten patlarlar.

Takımın defansı Serdar Kurtuluş, Zapotocny, Sivok ve Seric şeklinde görünüyor. Hazırlık maçlarında tandemdeki isimler yaptıkları pozisyon hatalarıyla pek güven vermezken, Seric, Üzülmez'i bile aratacakmış gibi bir imaj koydu ortaya. Ama Ertuğrul Sağlam uyum sağladığı takdirde bu defanstan ziyadesiyle ümitli belli ki. Sağ bek için Tandoğan, stoper için Tuna ve Gökhan Zan alternatif olarak görülüyor. Sol bekte ise Üzülmez'in gitmesiyle bir boşluk doğdu, belki oraya bir transfer gerekebilir.

Orta saha biraz çetrefilli. Öncelikle Sağlam'ın kafasındaki şablona göre orta sahadaki oyuncular da şekillenecek. Son Schalke maçında Holosko sağ açık oynadı, ki bu durum oyuncunun performansını inanılmaz düşürüyor. Holosko eğer ligde de o bölgede oynayacaksa taraftar ondan çok büyük bir performans beklemesin. Oradaki yedek de Ekrem olarak görünüyor, niye alındığı meçhul bir oyuncu.

Ortanın ortasında Uğur ve Cisse var. Sivok da gerekirse o bölgede oynayabilir. Solda ise Telllo ve genç Aydın görev yapacak. Tello sol bek oynadığında Aydın sol açık oynuyor, bu sezon da sık sık görebiliriz bu uygulamayı. Ama normalde sol kanat Tello'nun.

Ortanın önünde Delgado ve yedeği Serdar Özkan var. Delgado bizce asla Alex ve Lincoln kalitesinde değil ve Beşiktaş onu satıp, 4 orta saha ve Holosko-Nobre forvetiyle oynasa çok çok daha iyi ederdi. Ama onlar Arjantinli'yi göndermediği gibi bir de takım kaptanı yaptı. Delgado'nun takım üzerindeki etkisi nedir, kime ilham veriyor bunu bilmiyoruz. Ama onun kadroda tutulmasından çok daha büyük hata kaptan yapılmasıdır, bu kişisel görüşümüz.

Forvette ise ya Bobo ya Nobre oynayacak. Bobo'nun da aslında derhal gönderilmesi gerekirdi ama o da istenen bonservis çok uçuk olduğu için elde kaldı. Şimdi geçen sezondan da kötü bir sezon geçireceğine inandığımız bu oyuncunun değeri daha da düşecek, bakalım o zaman ne yapacaklar. Nobre ise oyun tarzı ve Delgado'nun varlığından ötürü bizce alternatifsiz. Burada bir de onun yedeği olabilecek olan genç Batuhan var.

Neticede pek parlak bir görüntü yok Kara Kartal'da. Bu sezon Trabzon'un bile gerisinde bitirirlerse yarışı, bizce sürpriz olmayacak. Daha takımın oyun şablonu bile belli değil. Herhalde zor maçlarda 4-4-1-1, nispeten kolay ve kazanılması gereken maçlarda da 4-3-1-2 oynayacaklar. Ama kadronun total kalitesi Fener ve Galatasaray'ın çok çok gerisinde. Sezon başlasın, görüntü zaten kendiliğinden ortaya çıkacak.

Kadri bilinmeyenler #1: Coloccini

Şimdi diyeceksiniz ki, kim bilmiyormuş kıymetini perma saçlının? Elbette biliniyor ve zaten 12 M Euro bedelle Newcastle'a transfer olmak üzere. Ki bu, kendisini kulüp tarihinin en pahalı defans oyuncusu yapacakmış. Ancak bizim kast ettiğimiz şey kıymetinin "gerektiği ölçüde" bilinmediğidir. Birkaç ay önce söylentilerde çıktığı gibi Barcelona alsaydı kendisini tamam. Ama Newcastle, bu büyük oyuncunun çapını karşılamaktan son derece uzak bir takım. Zira Coloccini bizce şu an dünyanın en iyi on stoperi arasına rahatlıkla girer, hatta neredeyse 5. Cannavaro ve Nesta'nın artık yaşlandığını, Thuram'ın emekli olduğunu düşünürsek zaten top class konusunda seçenekler oldukça daralıyor. Ama zaten geriye kalan oyunculardan da hiçbir eksiği yok Arjantinli'nin. Hatta dünyanın önde gelen stoperlerinden çok önemli bir fazlası var, o da topu oyuna sokarken ortaya koyduğu müthiş yetkinlik. Şu an dünyada hemen hemen hiçbir stoperde olmayan bir özellik bu. Zaten Coloccini'nin Deportivo'da pek çok maçta ön libero oynadığına, orada da yüksek yüzdeli pas alışverişleri ile son derece başarılı olduğuna defalarca şahit olduk. Hatta abartarak söylemekte bir beis görmüyoruz: Rio Ferdinand'dan daha iyi bir oyuncudur kendisi. Eğer Newcastle'a transfer olursa (ki oldu gibi), hafta sonları sadece Coloccini için saksağanların maçlarını kaçırmamanızı salık veriyoruz. O maçlarda Ferdinand'ın "riske girmiyor" diyerek övüldüğü ve topu dağa-taşa savurduğu (her maç en az 8-10 kere yapıyor bunu) topları Fabrizio'nun nasıl incelik ve ustalıkla arkadaşlarına geçirdiğini ve atakları başlattığını görüp bize hak vereceksiniz.

Coloccini, Gabi Milito'nun 20 M, Ferdinand'ın 35-40 M vs. ettiği bir piyasada 20-25 M'dan aşağı transfer yapmaması gereken bir oyuncu. Ama biz gerçekleşmek üzere olan hamlenin oyuncunun son transferi olmadığından, kısa süre içinde daha büyük bir kulübe gideceğinden zaten eminiz. Bekleyip görelim.

Wenger sonunda isyan etti

Arsenal menajeri Arsene Wenger, Avrupa'nın dev kulüplerinin Arsenal'de oynayan genç oyuncuları medya kanallarını kullanarak transfer etmeye çalışmasından artık usandığını, bunun etik bir şey olmadığı gibi sözleşmelerin önemini de azalttığını söylemiş. Aslında ona bu konuda hak vermemek elde değil. Siz istediğiniz kadar 4-5 yıllık kontratlar yapın oyuncularla, dev bir takım basın yoluyla o futbolcuyu istediğini söyler, bir de muhtemel maaşından dem vurursa, tut tutabilirsen o oyuncuyu artık. Muntari'nin dediği gibi: "Inter sizi istediğinde hayır diyemezsiniz". Şimdi Muntarinin en az 3 yıllık kontratı daha var. Ama manzara ortada. Göndermek istemiyorsunuz, buna mecbur da değilsiniz, çünkü kapı gibi sözleşme var. Ama işte futbolcunun aklı bir kere çelindi mi, o oyuncuyu zorla tutsanız bile ne fayda sağlar?

Aynı şey Appiah konusunda Fenerbahçe'nin de başına gelmişti, hatırlanacağı üzere. Ama Fenerbahçe'nin karşısındaki kulüp, Wenger'in bahsettiklerinden farklı, resmen "ahlâksız" bir oyun oynamıştı o dönem. Wenger diyor ki: "Oyuncularımızı büyük paralar vererek transfer edebileceklerini düşünüyorlar". Yani oyuncularının çok büyük bedellerle alınmasından bile rahatsız olacak bir konuma geldiğini belirtiyor. Oysa Schalke'nin ahlâk yoksunu yöneticileri önce Appiah'ın aklını çelmiş, ondan sonra da Fener'in karşısına dikilip 4 M Euro teklif etmişlerdi, hiç utanmadan sıkılmadan. 8'e aldığınız bir oyuncu, formundan bir şey kaybetmemiş, sakatlığı falan yok, herhangi bir sorunu yok ama yarı fiyatına almak isteyen bir zihniyet (aynı zihniyet Fener talip olduğunda Kuranyi için de 28 M istiyordu hatırlanacağı gibi). Sanırız Fenerbahçe FIFA'ya şikayet etmişti Alman kulübünü ama sonrası ne oldu, meçhul.

Sonuçta futbolcuların haklarından fazlasıyla dem vuruluyor, köle olmadıkları vs. söyleniyor ama onların hiç mi suçu yok? Madem iki yıl sonra bozacaksın o kontratı, niye 4-5 yıllık imza atıyorsun? Seni zorlayan yok ki! Ama işte futbolcuların ikiyüzlülüğü de burada ortaya çıkıyor: Sözleşmeyi yaparken ne olur ne olmaz diyerek kendilerini sağlama almak için uzun süreli kontrat istiyor, ama şartlar değişip biraz iyi oynadılar mı ve bir taliplileri çıktı mı hemen gitmek ya da zam almak istiyorlar. Bu gerçekten de iki ucu pis değnek durumu. Ne futbolcular tam olarak masum, ne de kulüpleri. Ama kesin olan bir şey var ki o da kontratı devam eden bir oyuncuyu türlü etik dışı oyunlarla transfer etmek isteyen üçüncü şahısların en suçlu kişiler olduğudur. Futbolu yönetenlerin bu konuya da hassasiyetle yaklaşıp sert tedbirler alması gerekiyor galiba...

1 Ağustos 2008 Cuma

Keane transferi ve Liverpool

Robbie Keane çok sevdiğimiz bir oyuncu. Yine çok sevdiğimiz, "ruh"un simgeleşmiş hâli olan İrlanda millî takımının da kaptanı. O takımın tüm mental özelliklerini bünyesinde toplamış, ayrıca onlarda olmayan teknik birtakım yetenekleri de üzerine koymuş büyük bir isim. Yine de 28 yaşında 24 M Euro verilerek transfer edilmesi Ada'da büyük bir yankı uyandırdı. Crouch gibi İngiltere millî takım santrforunu 13.5 M, Riise gibi bir sol beki de 5 M bedelle göndermek bizce daha büyük birer hata, o ayrı konu. Ama aşağı yukarı 3-5 fazlasına Keane'den daha genç ve aslında daha iyi bir oyuncu olan David Villa niye alınmaz, alınması düşünülez, işte bunu anlamak gerçekten zor.

Keane transferi Benitez'in oynadığı ne ilk, ne de son kumar. Madem 2 yıl sonra satacaksan niye habire adam transfer ediyorsun diye sormak gerek kendisine, zira bizzat onun döneminde transfer edilen pek çok oyuncu sonraları takımdan gönderildi. Geçen yıl durduk yerde 4-2-3-1 sistemine dönüp Kuyt'ı sağ açık oynatmaya başladı. Babel de solda oynuyordu. Çok uzun haftalar böyle oynattı takımı ve bu sezona da bu felsefeyle gireceğini düşünüyorduk. Aslında Gerrard'ı koyacak yer bulamadığı için dönmüştü bu sisteme ve Gerrard ikinci forvet pozisyonunda gayet de iyi işler yaptı. Onu ortadaki iki ön liberodan biri yapsa, etkinliği azalıp harcadığı efor artıyor. Sağ açık oynatsa etkinliği tamamen siliniyor. Yıllardan beri bunları denedi ve en sonunda kaptanı en verimli şekilde oynatacağı bir şablon oluşturdu. Ama şimdi Keane transfer ediliyor. Keane bu 4-2-3-1'in neresinde oynayacak, sorarım size. Oynayacağı tek yer Gerrard'ın yeridir, ne sağ açık, ne de sol açık oynayabilir Robbie. Bu durumda Gerrard'a yeniden mevki aramakla uğraşacak Benitez. Ve sonuçta kaptan her nerede oynarsa oynasın verimliliği azalacak. Ayrıca Keane onun kadar defansif bir oyuncu olmadığı için takım savunması da arızaya uğrayacak. Gerçi taraftarlar defansif futboldan ikrah geldiğini söylüyor forumlarda ama açıkları Kuyt ve Babel olan takımın atak orta sahası da Keane olursa evlere şenlik bir görüntü ortaya çıkabilir. Bunu bekleyip göreceğiz.

Her hâl-i kârda Benitez'in kafasında bir planı olsa gerek. Yoksa da bir tane yaratsa iyi olur, çünkü 24 M az para değil.

Futbol filmleri #1: Fever Pitch (1997)

Elbette bu filmi seyretmemiş, en azından duymamış bir futbolsever bulmak zordur. Ama böyle bir blogda adını geçirmek de blog sahibinin boyun borcudur.

Muhteşem yazar Nick Hornby'nin (bkz: About a Boy, High Fidelity, How to Be Good) aynı adlı güzelim romanından uyarlanmış sıcacık bir filmdir kendileri. Senaryosu yine Hornby'ye ait, yönetmen ise David Evans. Başrollerde Colin Firth ve Ruth Gemmell var. Kitap da film de, başrol kahramanının 14 Eylül 1968 - 11 Ocak 1992 tarihlerinde arasında Arsenal'in oynadığı maçlar doğrultusunda gerçekleşen anılarından oluşuyor. Futbol tutkusunun ne mene bir şey olduğunu çok güzel bir dille anlatan, finaliyle Liverpool taraftarı bünyelerde bile bir sıcaklık yaratabilmiş nadide bir çiçek adeta. Görmeyen her futbol kişisinin ne yapıp edip seyretmesi gerekir.

Filmin uyarlandığı kitap ülkemizde Sel Yayıncılık tarafından Bağış Erten çevirisiyle yayımlanmış bulunmaktadır.

Kuralar çekildi

Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme ve Uefa Kupası 2. ön eleme kuraları nihayet çekildi. Şampiyonlar Ligi'nde Türk takımlarından (MTK'yı geçeceğini düşündüğümüz) Fenerbahçe, Sırbistan'ın (Bakü'yü geçeceğini düşündüğümüz) Partizan takımıyla eşleşti ve ilk maçı deplasmanda oynayacak. Galatasaray ise Romanya'nın Steaua Bükreş takımıyla eşleşti, ilk maçı Ali Sami Yen'de oynayacak.

Kısaca değerlendirilecek olursa, her ikisi de Balkan takımı olan bu ekipler için kötü kuralar demek mümkün değil. Özellikle Galatasaray onca dev takımın arasından eski günlerinde olmayan, 3-5 yıl önceki çıkışı da artık sona ermiş görünen Steaua ile eşleşerek son derece şanslı bir kura çekti. İlk maçın Sami Yen'de olması da bizce bir avantajdır. Gol yemeden alınacak bir galibiyet, turu geitirir kanaatindeyiz. Ama Bükreş deplasmanının zorluğu da unutulmamalı.

Fenerbahçe ise daha kolay ekipler arasından (çok olmasa da nispeten) şanssız bir kura çekti. Partizan her ne kadar eski günlerinin mumla arasa da, kökleri olan ekol olmuş bir kulüp. Ayrıca Yugoslavya deplasmanlarının on yıllardır ne kadar zor olduğu da herkesin malumu. Bu eşleşmede ilk maçın dışarıda olması çok da fark etmez kanaatindeyiz. Asıl önemlisi, ilk maç nerede olursa olsun Alex'in de kısa süre önce dediği gibi avantajlı bir skor elde etmek. Ki bu, Fener'in orada gol atması demek bizce. 0-0'lık bir sonuç bile tehlikeli. Gollü beraberlik kaymaklı kadayıf olur.

Uefa Kupasında ise Beşiktaş Bosna Hersek'in Siroki takımıyla eşleşti, ilk maç deplasmanda. Bunun üzerinde konuşmaya gerek bile yok. Kartal her iki maçı da kazanıp tur atlayacaktır.

Hayırlı olsun diyoruz. Her üç takımımızın da tur atlaması uzak ihtimal değil.

Şampiyonlar Ligi'nde 3. ön eleme kura sonuçları şöyle:

S.Donetsk - (Domzale-D.Zagreb)
(Anorthosis-Rapid Wien) - Olympiakos
Vitoria - (Göteborg-Basel)
Schalke 04 - A.Madrid
(Alborg-Modrica) - (Rangers-Kaunas)
Barcelona - (B.Jarusalem-W.Krakow)
Levski - (Anderlecht-Bate Borisov)
Standart Liege - Liverpool
(Inter Bakü-Partizan) - Fenerbahçe
Twente - Arsenal
S.Moskova - (Drogheda-D.Kiev)
Juventus - (Tampere United-Artmedia)
(Brann-Ventpills) - Marsilya
Fiorentina - Slavia Prag
Galatasaray - Steaua Bükreş
(Panathinaikos-D.Tiflis) - (Sheriff-Sparta Prag)

Sezon başı yorumu: Trabzonspor

Trabzonspor tarihinde hiç yapmadığı kadar transfer yaparak giriyor bu sezona. Bir nevi Fener'in Güven Sazaklı dönemini hatırlatan bir durum söz konusu. Yapılan transferler o kadar tutuldu, taraftarı öylesine coşturdu ki 15 bin adet kombine satıldığı söyleniyor. Kuşkusuz 20 küsur yıldır şampiyonluğa hasret olsa da Trabzon'un bu yarış içinde olması ligimiz için çok sevindirici bir hadise.

Ersun Yanal'ın takımda tutulması bizce en büyük transferdir. Onunla koordine şekilde son derece ucuz maliyetlerle alınan oyunculardan ise beklentiler büyük. O beklentileri karşılayacaksa, bu oyuncular neden bu kadar ucuz, o da ayrı bir konu.

Kalede Lille'den transfer edilen Tony Sylva var. Özellikle yan toplarda boşa çıkarak yediği gollerle kendisine olumsuz bir şöhret edinen bu tecrübeli Senegalli'nin Tolga'dan (ya da Jefferson'dan) fazlası nedir, takıma ne verecek göreceğiz. Ama ilk 11'deki yeri garanti, bu kesin.

Defans blokunun Tayfun (Serkan, Ferhat), Song, Egemen (Giray), Cale şeklinde olması kesin. Ve bu blok, eğer kısa sürede uyum sağlayabilirse son derece güven veriyor doğrusu. Ogün, Osman, Cengizli dönemden beri 13 yıl sonra en temiz defans kurgusu (en azından ismen) bulunmuş görünüyor.

Ortanın ortasında Türkiye'nin (bizce, şimdi Emre'den sonra) en yetenekli orta saha oyuncusu olan playmaker Selçuk ve yanında Germinal takımından gelen ön libero Coleman var. Coleman'ın ayağına hakim, durması gerektiği yeri bilen sade bir oyuncu olduğu söyleniyor. Böyleyse çok iyi. Selçuk ise yetenekleri henüz yeterince değer görmemiş bir cevher. Fener (hele de Marco'nun gittiğini düşünürsek) onu almadığı için fazlasıyla pişman olacak bizce. Sağda Yattara zaten banko. Ama işte sol açık mevkii hâlâ tam bir muamma. Samet Aybaba dönemindeki Romaschenko'dan beri doğru düzgün bir sol açığı olmadı bordo-mavililerin. Barış Memiş iyi bir çıkış yaptı geçen sezon ama daha hazır değil. Ayrıca daha ziyade bir forvet gibi görünüyor, mecburiyetten solda oynuyormuş gibi. Sanırız burada Adnan'ı deneyecek Yanal. Orta sahanın her yerinde oynayabilen bir oyuncu Adnan, seri ve çabuk bir oyuncu. Sağ ayaklı olması bizce avantaj. Zaten solda Barış ve ondan başka alternatif de görünmüyor şimdilik.

Forvette ise bu sezon çift personel kullanılacak gibi duruyor: Gökhan ve Umut. Son derece umut veren bir ikili, her ne kadar Gökhan çok pahalıya alınmış olsa da. Her ikisinin de 15 gole yaklaşacağını söylemek sanırız abartı olmaz.

Sonuçta onca transfer yapılıp İbrahim Akın gibi bir oyuncu alınmamış olmak tek eksik gibi duruyor. Bir de tabii takımın birbirine alışması var. Ersun Yanal takımlarında genelde çabuk aşılan bu sürecin ardından Trabzon'un ilk 2 için sezon sonuna kadar iddiasını sürdüreceğini düşünüyoruz.

Futbolcu maaşları

Son haberlere göre Roma'nın gözbebeklerinden Aquilani takımıyla olan sözleşmesini uzatıyor. Inter ve Juve'nin markajında olan genç yıldız, altyapısından yetiştiği ve (De Rossi ile birlikte , Totti benzeri birer) sembol olması kesin olan kulübüne olan bağlılığını da göstermiş oluyor böylece. Bu olayın bizi ilgilendiren asıl kısmı ise aldığı maaş. Aquilani'nin kendisini son derece tatmin eden anlaşmasının karşılığı yıllık 2.5 M Euro.

Aquilani Roma'nın orta sahadaki banko bir oyuncusu. Daha 24 yaşında, İtalyan millî takımında da ilk 11 oyuncusu oldu şu an itibarıyla. Takımının da, taraftarının da adeta taptığı bir oyuncu. Kontratının artık kendi seviyesini karşılamadığını düşünüp iyileştirme istedi, arada taliplileri çıktı, allem-kullem derken kendisini tatmin eden rakamı elde edip imzayı attı. Ve o rakam 2.5 M Euro! Üstelik bizdeki gibi vergiyi kulübün ödemesi gibi bir komiklik de mevcut değil o diyarlarda. Futbolcular ne kadar vergi ödüyor bilmiyorum ama %20'den az olmasa gerek. Bu durumda oyuncunun net kazancı yıllık 2 M olmuş oluyor.

Bir de bize bakalım: Roberto Carlos'un Fenerbahçe'den aldığı yıllık net ücret 4.2 M, %40 vergiyi de kulübün ödediğini düşünürsek maliyeti yıllık 7 M! Emre 3.5 M net maaş alacak, bu da kulübe yıllık maliyetinin 6 M civarında olduğunu gösteriyor. Keza Lincoln, Kezman ve Alex'te de durum benzer şekilde. Şimdi denebilir ki, bu paraları vermesen o zaman da adamlar gelmez. Gelmezse gelmesin kardeşim! Dünyada böyle enayi bir transfer ülkesi var mıdır yahu? Carlos gibi bir oyuncu tamam, reklamı, imajı, şusu-busu falan; ama Lincoln, Kezman ve Alex'e 5 M maaş verilir mi? Emre'ye de belki verilir, çünkü o da çok fazla şeyi göze aldı gelirken. Ona olan maliyeti de oldukça yüksek bu transferin. Ama şöyle düşünün, Aquilani Roma'nın yıldızı, İtalya millî takım oyuncusu, maaşı 2.5 M. Emre'nin ise (yılda ortalama 20 maç oynuyor) 6 M! Emre'nin (biz dahil) Aquilani'den daha iyi oyuncu olduğunu düşünenler için bile fazla büyük bir fark bu. Yabancı oyuncular (Emre yerli tabii, o ayrı) için bu kadar cennet bir ülke daha yok dünyada, Rusya dahil. Sanırız öncelikle de şu vergiyi kulüplerin ödemesi saçmalığını ortadan kaldırmak gerekiyor.

Yine o heyecan...

Avrupa Kupalarında kuralar bugün itibarıyla çekiliyor. Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı (kısmen) kolay rakiplerin beklediği serüvende Galatasaray Avrupa'nın devlerinden birine toslayabilir. Türkiye'nin Avrupa Kupalarındaki en başarılı temsilcisi, 2002 yazında Lucescu'nun gidip Terim'in geldiği talihsiz dönemden beri o kadar sefil bir tablo çizdi ki yurt dışında, şimdi kuraya seri başı olarak girememek gibi hiç alışık olmadığı bir durumla karşı karşıya. Umarız takımlarımız için hayırlısı olur diyerek bir klişeye imza atıyor ve 3 saat sonraki heyecanı beklemeye koyuluyoruz...

Selam

Merhaba. Bundan böyle kendimize ait zevklerimizi paylaşabileceğimiz bir ortam daha yaratılmış bulunuyor. Başta ve en fazla futbol, arada çeşni olsun diye filmler ve albümlerden hasbıhal edeceğimiz, okuyanların eğleneceğini umduğumuz güzel bir mekân. Umarız herkesin hoşuna gider...