9 Mayıs 2009 Cumartesi

Ligde 31. haftanın görünümü

Haftaya lider giren Sivas, kendi sahasında Belediye'ye yenilerek şampiyonluk şansını büyük ölçüde kaybetti. 6 maçın aynı anda verilmesi nedeniyle ara ara baktığım maçta Sivaslı oyuncuların yüzünde, geçen sezonun sonlarındaki o büyük maçları kaybettiklerinde gördüğüm ifade vardı. Demek ki bu stresi ne kadar kaldırır görünseler de, iş son raddeye geldiğinde hepsinin psikolojisi ve özgüveni iflas ediyor. Eğer yeterince inansalar 1 yıldır kaybetmedikleri kendi sahalarında Belediye'ye kaybederler mi? Sivas'ın artık şampiyon olması çok zor. Hatta şu anda bu psikoloji ile ikincilik bile tehlikede diyebiliriz.

Beşiktaş ise tam bir büyük takım gibi gidip yapması gerekeni yaptı ve döndü. Birkaç hafta önce komplo teorileri içeren bir yazı yazmıştım ve bazı Beşiktaşlı arkadaşlar bana sitem etmişti. Şimdi o teorilerin işaret ettiği şey gerçekleşti belki ama üzerinde tek bir leke bile yok. Beşiktaş şu anda bulunduğu yeri sonuna kadar hak etmiş durumda. Büyük takım olma farkı bu anlarda net bir şekilde ortaya çıkıyor çünkü, ben bu haftada ve bu maçta bunu gördüm. 2001-2002 sezonunda (yani Lucescu'nun G.Saray'daki ikinci sezonunda) Fenerbahçe devre arasında Denizli'yi kovup Lorant'ı getirmişti. Lorant ikinci yarıda hiç beklenmedik bir şekilde 14 galibiyet, 3 beraberlik almasına rağmen Fener şampiyon olamadı. Neden biliyor musunuz? Lucescu'nun talebeleri son 6 haftada "gol bile yemeden" 6 galibiyet aldı da ondan. İşte Beşiktaş'ın bu akşamki galibiyeti de öyle bir şey bana göre. Bundan sonra ne olur, A.gücü deplasmanı nasıl geçer, merakla bekliyoruz.

Trabzon ise çaktırmadan, adeta çimenlerdeki bir yılan gibi sesszice süzülüp zirveye iyice yaklaştı. Düşmemek için son şansını kullanan Kocaeli'ni deplasmanda yenmek önemli bir olaydır. Onların da üzerinden stres kalkıp zirveden uzaklaşınca nasıl rahat top oynamaya başladılar! Takımın yeni kurulmuş olması ve daha ziyade genç oyunculardan oluşması, bunda önemli bir etken tabii. Ama Ersun Yanal'ı göndermek büyük bir hataydı, bunu tekrar etmek istiyorum. Gelecek yıl Trabzon'un, bu zihniyetteki yönetimiyle ilk 3'e bile giremeyeceğini düşünüyorum.

G.Saray, cezası nedeniyle Kayseri'de oynadığı maçta A.Gücü'nü haksız bir penaltıyla yendi. Lincoln yine iki sarı karttan atılması gerekirken hakemi aldatıp penaltıyı almayı başardı. Ha, o gol olmasa G.Saray yine maçı kazanabilirdi, o ayrı. Ben sadece pozisyonu söylüyorum. Sakatları yavaş yavaş iyileşen takımın da, İnönü'de Beşiktaş için ciddi bir problem olacağını düşünüyorum.

Fenerbahçe, Aragones'in inanılmaz bir şekilde 57'de Semih'i oyundan aldığı maçta bir şans golüyle Denizli'yi yendi. 3 yıl önce şampiyonluğuna engel olan Denizli'yi kümeye doğru itmek, taraftar için bu maçın en önemli yanıydı. Bu gerçekleşmiş oldu. Onun dışında fena oynamadı takım, yine iyi pas yapıp rakibe pozisyon vermediler. Alex ise hiç hazır gözükmedi fizik olarak. Lugano ve Önder'in dönüşüyle kupa maçına daha iyi bir kadroyla çıkacak Fenerbahçe. O maçta Gökhan sağ bekte, Önder ve Lugano ortada, Alex kenarda, Semih ve Guiza da forvette olursa Beşiktaş karşısında favori Fener olur.

Bursaspor haftanın en net galibiyetini Konya karşısında ikinci yarıda attığı gollerle elde etti. Ligde ikinci yarının flaş takımı kesinlikle onlar. Seneye akıllı 2-3 takviye ile zirveyi zorlayan bir ekip yaratabilirler. Bence yılın teknik direktörü de (hem Beşiktaş, hem de Bursa'daki işleriyle) Ertuğrul Sağlam'dır, bunu da belirtmek isterim.

En iyi 5 Alfred Hitchcock filmi

Alfred Hitchcock, sinema tarihinin en iyi yönetmenleri dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biri. Ama iş sinemada "seyirciyi avcunun içine alma" diye bir başka başlığa gelirse işte orada Spielberg ile birlikte neredeyse rakipsiz. Genelde korku filmleriyle hatırlanır kendisi ama dozunda bir macera ve gerilim ile komediyi harmanlayan o kadar çok yüksek kalibreli filmi var ki, onu bu şekilde sınırlar içine hapsetmek imkânsız. Hatta bence en iyi filmlerini de onlar arasından vermiştir. Truffaut'nun onunla yaptığı uzun söyleşinin kitabı da, ayrıca hayatımda okuduğum en güzel kitaplardan biridir. Sinema okullarında ders olarak okutulacak kadar çok sinema bilgisi içerir. Onu ayrıca tavsiye ediyorum. Ama yeniden filmlerine dönersek, herkesin yere-göğe koyamadığı "Psycho" ve "Vertigo" filmlerinin zannımca başyapıt olmayıp "çok iyi" birer film olması hasebiyle listeye giremediğini belirtmem gerekir. Benim kişisel listem şu şekilde:

1. Notorious (10)
1946

2. North by Northwest (10)
1959

3. Rear Window (10)
1954

4. Strangers on a Train (9)
1951

5. The 39 Steps (9)
1935

8 Mayıs 2009 Cuma

Adriano imzaladı

Adriano, Inter'in kendisini serbest bırakmasını bekledi ve bu olunca hemen Flamengo'ya imza attı. Futboldan soğuduğunu söyleyen bir adamın serbest kalır kalmaz hemen yeniden ısınıvermesi enteresan ve etik dışı. Gerçi kendisi eski kulübünü aldatmadığını söylemiş ama hikâye tabii. Bu adamın sporcu ahlâkı anlamında bozuk birisi olduğu çok açık. Tıpkı Fred gibi. Ayrıca ikisi birden Torinolu Şaban sendromundan mustarip. Kuru fasulye ve ezan sesini özleyen bizimki gibi onlar da memleketlerinde bir şey buluyor demek ki. Fred sezon ortası Fluminense'ye gittiğinde bir rehabilitasyon döneminin ardından Avrupa'ya döner zanettiydim ama 2014'e kadar imza atmış gâvur. Adriano kaç yıllık imza attı bilmiyorum ama Avrupa futbolundan uzak olsun böyle adamlar, daha iyi.

7 Mayıs 2009 Perşembe

Onursuz bir takım

Bir gece önce oynanan maçta takımlar arasındaki dengesizlikten dem vurmuştum alttaki postta ama dünkü maç çok daha vahim bir görüntü arz etti. Transfermarkt başta olmak üzere dünyada hangi "değer biçme" sitesine sorsanız Chelsea'nin oyuncularının değeri 350-400 milyon avro olarak gösteriliyor. Dün akşam Barça karşısında 42 bin seyircisi önünde Malouda ve Anelka'yı bek oynatan haysiyetsiz zihniyete ve onun uzantısı olan bu takıma bu değeri biçmek reva mıdır? Hadi deplasmanda aynı haltı yedin, ona bir şey demeyelim. Ama kendi sahanda bu kadar onursuz bir oyun oynanır mı kardeşim? "Fair" nedir; "play" ise eğer bunun adı, "kazanma" denen şeyin bu kadar kölesi olan bir futbol oynanır mı? Sonuçta sen Sivasspor değilsin, ya da Fulham, ya da Espanol. Sen Chelsea'sin yahu, Lampard'sın, Ballack'sın, Drogba'sın, hiç mi onurun, gururun, haysiyetin yok? Karşında (kimisi senden 5-10 yaş küçük ama neticede) senin gibi meslektaşlarından oluşmuş ve "insan"lardan müteşekkil bir topluluk var. Sana da en az onlar kadar değer biçiliyor kamuoyunda. Çık, delikanlı gibi oyna, yenilirsen de erkek gibi yenil. Hem kancık gibi defans yapıp vakit geçirmek için yerlerde yuvarlanacaksın, hem de adaletine kurban olduğumun oyunu olabilecek adil sonuçların en hafifi ile bitince de hakeme yükleneceksin! Bu durum, söz konusu oyuncuların sadece gurursuz değil yüzsüz de olduğunu gösteriyor. Her şeyden önce "futbolu" seven biri, bu adamlara bundan sonra onları seyrederken nasıl saygı duyar? Ben duymam. Yazıklar olsun derim. Diyorum.

Yaptıkları işi çok iyi yaptıkları bir gerçek. Barça'nın kaleyi bulan ilk şutunun gol olan şut olması da bunun bir göstergesi zaten. Ama Liverpool'u yıllarca defans oynamakla eleştirenler ellerini biraz vicdanına koysun şimdi. Liverpool'un oynadığı futbolla bunun ne alâkası var? Kaldı ki o takım, yani 3-5 sene öncesinin Liverpool'u en fazla Barça'nın yarısı ederindeydi. Bugünkü Chelsea gibi (sözüm ona) "denk" bir takım değildi. Yine de Liverpool pasını yapar, topu ayağına aldığında kaybetmemeye ve sahip olmaya çalışır, fırsatını bulursa da pozisyonunu kovalar. Asla bu kadar haysiyetsiz bir top oynamaz.

Şimdi United-Barça finalini seyredeceğiz. Kazanma denen şeyin bir başka kölesi olan Ferguson isimli ... (siz doldurunuz) bakalım nasıl oynatacak takımını o maçta. Dört değil, onlarca gözle bekliyoruz bu büyük maçı.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Sıklet farkı

Dün gece Ş.Liginde bir yarı final maçı vardı ama takımlar arasındaki kalite farkı, bu seviyedeki bir eşleşme için düşünelemeyecek kadar fazlaydı. İlk maçta, United'ın dün yaptığını yaparak geride gömülen ve kontralarla gol arayan Arsenal, o oyunun nasıl oynanacağını da ikinci maçta öğrenmiş oldu. Kurt Alex Ferguson, sezon başından beri maçların yüzde doksanında uyguladığı 4-2-4 taktiğinden ilk maçta vazgeçerek 4-3-3'e dönmüştü. Dün ise bir adım daha ileri giderek bu sistemin en ileri ucunda Ronaldo'yu oynattı. Messi'den sonra (bence Iniesta ile birlikte) dünyanın en iyi futbolcusu olan Ronaldo, rakip savunmanın arasında resmen fink attı. İnanılmaz depar özelliği, sürati, tekniği ve oyun zekâsıyla bir kontraatak forveti nasıl oynaması gerekiyorsa öyle oynadı ve 2 gol, 1 asistle maça damgasını vurdu. Sadece o mu? Sol açık oynayan Rooney, o seviyedeki bir oyuncu için inanılmayacak kadar disiplinli bir şekilde Evra'ya yardımcı olarak defansif bir kanat oyuncusu profili çizdi. Park da aynı şeyi sağ kanat için yaptı. Zaten göbekte Fletcher, Carrick ve Anderson şahane alan savunması yapıp oyunu dar alana sıkıştıran çok akıllı oyuncular. Defansın uyumu da buna eklenince Arsenal'in hiç şansı olmadığını anlamak zor değil.

Wenger ise sezon başından beri eleştirdiğim bir teknik direktör, bilindiği gibi. 4 seneden beri tek bir kupa alamayan Arsenal onun sayesinde Everton, Aston Villa seviyesinde bir kulüp hâline geldi. Çoluk-çocuğu takıma dolduruyorsun, tamam. Bunlar pişene kadar her kupada darbe yiyip eleniyorsun, ona da eyvallah. Ama kardeşim, piştikten sonra niye elden çıkarırsın o adamları? Eğer ekmeğini yiyemeyeceksen oyuncuları yetiştirme pahasına yarışmacı bir kulüp olmaktan feragat etmenin ne mânâsı var? Arsenal tarihi şanlı bir tarih ve müzesi de kupalarla dolu ama Wenger sağolsun, bu kulübü Ş.Ligi'ne katılmak için mücadele eden sünepe bir ekip hâline getirmeyi başardı. Öte yanda Arsenal demek, o demek; bunu da inkâr etmek mümkün değil. Bu yüzden yönetici olarak ona bir laf söylemek de zor. Ama Arsenal board'unun bu işe bir çözüm bulması lâzım.

Neyse, biz kendimize bakalım. Rüya final için ilk gereklilik tamamlandı, şimdi sıra Barça'da. Bu gece onların da Chelsea'yi (zor da olsa) geçeceğini düşünüyorum. O zaman hayatımızda seyrettiğimiz en güzel maçlardan birine hazır olalım finalde.

5 Mayıs 2009 Salı

Ligde 30. haftanın görünümü

Lider Sivas, Antep deplasmanında beklemediği bir yenilgi aldı ama şans eseri Fener'in Beşiktaş'ı yenmesiyle bir kez daha liderliğini sürdürmeyi başardı. Aslında ilk yarıda fena oynamadılar, rakibe fazla pozisyon vermeden bir gol bularak öne de geçtiler. Ama oyunculardaki hırs, iştah ve mücadele azmi en alt seviyedeydi. İkinci yarıda ise G.Antep takımı oyuna hükmetmeye başladı. Önce beraberlik golü geldi, akabinde Bülent Uygun'un orta sahayı tamamen rakibe bırakması sonucu ev sahibi takım üstünlüğü yakaladı. Son haftalarda olduğu gibi Uygun yine formsuzdu. Maç sonrası açıklamaları ise skandaldı. Yine de ben en başından beri olduğu gibi şampiyonluğa onların ulaşacağını düşünüyorum.

Beşiktaş ise Ernst'in gelmesinden sonra ortaya koyduğu o aşırı istekli ve hırslı futbolunun yarısını bile ortaya koyamadı Fenerbahçe karşısında. Bunun için futbolcuları suçlamak kolay ama teknik direktör ne iş yapar? Özellikle bu tip maçlarda yaptığı cinliklerle nam salmış bir hocanın, Bursa karşısında madara olan ve maç içinde derhal değiştirdiği takımı aynen sahaya sürmesine ne demeli?

Trabzon takımı Ersun hocaya o kadar büyük bir haksızlık yaptı ki, inanılmaz derecede antipatik bir kulüp oldular yeniden. Hiçbir başarıya ulaşmalarını istemiyor gönül ama şu tablo ile Ş.Ligi hayal değil. Buna mukabil bu sezon ne yaparlarsa yapsınlar, takımın geleceği karanlık. Yanal'dan daha iyi bir hoca bulmaları imkânsız gibi bir şey.

G.Saray, Hacettepe deplasmanında 2-0 mağlûp olduktan sonra futbolcuların yarısından fazlasının yurt dışına tatile gitmesi her şeyi anlatmıyor mu? Bu kulüp nasıl bu hâle geldi, anlamak mümkün değil. Ama Adnanlar'a bakmak, bu sorunun cevabı için yardımcı olabilir.

Fenerbahçe ise deplasmanda Beşiktaş'ı nakış gibi pas yaparak ve inanılmaz bir özgüven göstererek yenmeyi başardı. Şimdi yapılması gereken şey, maç seçen bu ruhsuz oyuncuların yarısından birden kurtulmak olmalı. Başta Deivid, Edu ve Carlos olmak üzere. Yoksa korkarım, gelecek sene bundan beter olur.

Bir paragraf da Bursa'ya açalım. Beşiktaş'tan gönderilmesinin hata olduğunu söylediğimiz Ertuğrul Sağlam, Bursa takımına inanılmaz bir hava verdi. Bu takımın camia ve seyirci olarak sahip olduğu potansiyel bir yana, kadrosu da hiç fena değil. Sağlam oraya giderek ne kadar iyi bir iş yaptığını şimdi net bir şekilde gösteriyor. Ligi ilk 5'te bitirmeleri işten bile değil. Bu hafta kazanacaklarını düşünüyorum. Ve bu kadroya 1-2 takviye yapılırsa, Bursa'yı asıl gelecek sezon seyredin diyorum.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

En iyi 5 avangard film

1. La Jeteé (1962)
Chris Marker

2. Zerkalo (1974)
Andrey Tarkovski

3. Eraserhead (1977)
David Lynch

4. L'année Dernière à Marienbad (1961)
Alain Resnais

5. Un Chien Andalou (1929)
Luis Bunuel

3 Mayıs 2009 Pazar

Rüya gibi

Fenerbahçe'nin İnönü deplasmanında aldığı galibiyet, ülkemizde en sık kullanılan (ve benim hiç sevmediğim, inanmadığım) "derbilerde favori olmaz" düsturunu haklı çıkarır nitelikteydi. Tüm eksikler bir yana Gökhan Gönül'ün stoperde oynamasıyla maç öncesi iyiden iyiye umutsuzluğa kapılan tüm Fenerbahçe taraftarları için hiç beklenmedik müthiş bir sürpriz aynı zamanda.

Fenerbahçe'nin futbolu iyiydi ve son derece akıllıcaydı ama önce bu maçın senaryosunu yazması beklenen (ve gereken) Beşiktaş'a bakalım. Bir futbolcu olarak herkesin farklı görüşü olabilir ama bir ön libero olarak kesinlikle Sivok'tan daha iyi bir futbolcu olan Cisse'nin yedek oturtulması şaşırtıcıydı. Çünkü Sivok ön libero oynadığında takımın defansının içine girip kaybolan, hiç dribling yapmayan ve kilit bir pas vermeyen vasatın altı bir görüntü çiziyor. Cisse belki bir Pirlo değil ama en azından boşluklara sızmaya çalışan, mevkiinin gereklerini daha iyi özümsemiş, topla mesafe kat eden vs. bir futbol oynuyor. Bu yüzden Cisse'nin oynaması çok daha olumlu olurdu. Bu bir.

Ayrıca bireysel olarak futbolcuların hem oyunları hem de psikolojileri bir derbi için asla yeterli değildi, bu da iki. İlk yarıda Fenerbahçe adeta Barcelona gibi top çevirirken Beşiktaş'ın hiç pres yapmaması gerçekten de çok ilginç. Burada tüm suçlu elbette Mustafa Denizli'dir. Hem oyuncuları psikolojik olarak maça hazırlayamamış, hem de Bursa'ya karşı bile oyuna hükmedemeyen ve yaratıcı olamayan bir kadroyu sahaya sürerek maçın ilk yarısını heba etti. İkinci yarıda yaptığı değişiklikler ise beyhude ve panik sonucu şuursuz hamlelerdi.

Fenerbahçe ise sezon başından beri tüm yazılarımda belirttiğim ideal orta sahası Selçuk-Emre ikilisi adeta nakış gibi pas yaptı ve rakibini yordu. Guiza'nın her zamanki vasat oyununa rağmen attığı gol muhteşemdi. Deivid ise sakatlıktan döndüğünden beri ortaya koyduğu ruhsuz ve etkisiz görüntüsüne devam etti. İkinci yarıda inanılmaz bir organizasyonla atılan ikinci gol sonrası Emre ve Semih'in çıkışıyla tüm kontrol ev sahibine geçti. Çıkması gereken adamlar Deivid ve Guiza idi çünkü. Bu ikisine Deniz'in kötü futbolu da eklenince hiç gününde olmayan Beşiktaş bile tek kaleye çevirdi işi. Buna rağmen Gökhan'ın muhteşem, Selçuk, Yasin, Carlos, Ali Bilgin ve Volkan'ın iyi oyunları galibiyeti korumaya yetti.

Fenerbahçe için bu galibiyetin hiçbir anlamı yok. Sadece Beşiktaş'a karşı 25 senedir süren ezikliğin son 5 senede gittiğinin, hatta psikolojik üstünlüğün uzun bir aradan sonra tekrar ele geçirildiğinin kanıtı oldu. Beşiktaş ise şampiyonluğu bu maçta kaybetmiş oldu bence. Kupa finalinde Önder, Lugano ve Alex de olacak. Ne olacağını göreceğiz.

Beşiktaş (4-2-1-3): Rüştü 6 - Ekrem 7, Toraman 7, Gökhan Zan 5 (46' Cisse 6), Üzülmez 7 - Sivok 6, Ernst 6 (70' Serdar Özkan 5) - Delgado 5 (46' Yusuf 5) - Holosko 7, Bobo 4, Tello 6

Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan 8 - Ali Bilgin 8, Gökhan Gönül 9, Yasin 8, Carlos 8 - Deivid 4 (86' Gökhan Emreciksin), Selçuk 8, Emre 8 (58' Deniz 3), Uğur 7 - Semih 8 (62' Kâzım 5) - Güiza 7

Goller (1-2): Holosko 64' - Güiza 32', Semih 54'

Bu dünyanın dışından

Real Madrid ile Barcelona arasında inanılmaz bir kadro kalitesi var, bu kesin. Barcelona ile, dünya futbol tarihinde hangi takım maç yapsa orada da kalite farkı olur, bu da kesin. Liverpool ile birlikte (daha doğrusu ondan sonra) 20 senedir tuttuğum bu takım, hayatımda hiç görmediğim kadar büyük ve domine edici bir makine hâline geldi şu anda. Vakti zamanında Van Basten ve Gullitli Milan Avrupa'nın tozunu atarken, karşılarına dikilebilecek belki de tek rakip olan PSV'ye 5 attıkları bir maç vardı. O maçı anlatan Ümit Aktan'ın "kim durduracak bu Milan'ı?" sözü hâlâ kulaklarımdadır. Ve o soruyu şimdi Barça için sormanın da tam zamanıdır. 30 seneye yakındır bu oyunu seyrediyorum, bu kadar iyi bir takım ve kadro görmedim. Gelecek sene Ribery'yi falan da alırlarsa... Allah muhafaza.

Real Madrid ise Los Galacticos kadrosu madara olduktan ve dağıldıktan sonra çoluk-çocuk diyebileceğimiz genç oyunculara yönelmişti, biliyorsunuz. Ama takımı koşan, mücadele eden yürekli genç oyuncularla doldurayım derken sıradanlaştırdılar. Bir tarafta Iniesta, Xavi ve Toure'den oluşan, belki de tarihin gördüğü en iyi orta saha göbeği var. Öbür tarafta ise 40 milyon avroya kurulmuş Gago ve Lassana Diarra ikilisi! Madem bu kadar para harcıyorsun, git en iyi zamanında Pirlo'yu falan al bari. Neyse, özetle Real Madrid, (bir dev takım için) sıradan bir kadro hâline getirilişinin faturasını ağır bir şekilde ödedi dün gece. Tarihinin (kendi sahasında) en ağır yenilgisini aldı, hem de en büyük rakibinden. Perez herhalde bir yandan da sevinmiştir bu sonuca, gelecek yıl Barça'yı yendiklerinde (öyle bir şey olursa) sadece Barça'yı yenmiş olmayacak, kendilerine 6 atıp aşağılayan takımı yenmiş olacaklar. Bu da Perez sayesinde olacak; tabii olursa.

Barcelona karşısında Chelsea gayet iyi bir sınav verdi 3 gün önce, kendi ismini ve büyüklüğünü aşağılama pahasına. Ama Real Madrid kendi seyircisi önünde öyle ölümüne bir defans yapamazdı elbette. Şimdi ilk maçtan gaza gelip Barça'nın eleneceğini söyleyenler bence bunu düşünsün. Chelsea formülü bulduğuna inansa ve bunu uygulamayı "düşünse" bile kendi sahanda öyle oynamak zordur. Yine de oynarlarsa helal olsun. Ama ben oynayabileceklerini düşünmüyorum. Dakika dakika seyirci onları itecektir rakip sahaya. Sonra ne olacağını da göreceğiz.

Real ise Barça gibi bir takıma asla yapılmaması gerekeni yapıp savunmasını öne çıkardı. Bunu Liverpool gibi yapsan neyse, resmen Türk takımlarının defansı gibiydi dün geceki halleri. Mesela ilk gol, tam evlere şenlik. Göstere göstere defansın arkasına atılan bir top ve ofsayta düşmemeyi becerdiğin anda kaleciyle burun burunasın. Sadece o gol değil, iki verkaç yapan her Barçalı şut attı ilk yarıda. Bir ara Casillas için 5 kurtarış yazıyordu.

Barça artık şampiyon, artık 100 golü de aştı hatta. Bizim için önemli olan ise Chelsea'yi geçip United ile final oynaması olacak bundan sonra. Kendisinden nefret etsem de dünyanın açık ara en iyi hocası olduğunu düşündüğüm Ferguson'ın o maçta ne yapacağını, ne tilkilikler düşüneceğini merakla bekliyorum. Barça'yı tutmaya başladığım sene oynanan Kupa Galipleri Kupası finalinin de rövanşı olmasını istiyorum. O maçı seyredelim, bir daha hayatımızda maç seyretmesek bile olur.

Real Madrid (4-4-2): Casillas - Ramos, Cannavaro, Metzelder, Heinze - Robben, Lass, Gago, Marcelo - Higuain, Raul

Barcelona (4-1-2-3): Valdes - Alves, Pique, Puyol, Abidal - Toure - Xavi, Iniesta - Eto'o, Messi, Henry

Goller (2-6): Higuain 13', Ramos 55' - Henry 17', 57', Puyol 20', Messi 35', 74', Pique 83'

Topa hâkimiyet: %33 - %67
Şut: 5 - 17
İsabetli şut: 4 - 13
Korner: 3 - 2
İkili mücadele: 17 - 27
İsabetli pas: 266 - 499