12 Eylül 2009 Cumartesi

ManCity ciddi

Sezon başından beri Arsenal ile ilgili hiç iyi şeyler yazmadım ama takım sezona şahane başladı. Hemen havaya girdiklerini van Persie'nin bir demecinden görebilirdiniz: "Bizi eleştirmek için erken konuştular." Oysa bana göre erken konuşan van Persie'nin kendisiydi zira 3 galibiyet aldın diye bunca dev takımın yer aldığı bir ligde, bu kadar genç ve çaylak bir kadro ile şampiyonluk türküleri söylemeye başlamak tam anlamıyla kendini bilmezliktir.

Öte yandan Man City için ise hep iyi şeyler söyledim ve buna da "öyle iyi oyuncular almakla iyi takım olunmuyor" diye hemen karşı çıkanlar oldu. Bugünkü neticeye bakıyoruz: City, Arsenal'i 4-2 yenmiş. İnsanlar bugüne kadar parayı basıp yıldız oyuncuları bir takıma doldurma yoluna giden onlarca takıma bakıp, bundan "genel" bir sonuç çıkarmakla çok büyük bir hata yapıyor; bence bugünkü hüsrandan bunu anlamaları lâzım. Çünkü toplama takım yapmak başarının garantisi olmasa da, "iyi futbol, iyi futbolcularla oynanır" tezini bir kenara koymak gerekiyor. Ayrıca önemli olan şey, topladığınız oyunculardan müteşekkil kadronun (dikkat buyurunuz) "kimyasının" ne durumda olduğudur. Ona bakarsak, Chelsea de toplama takım kurmuş ama 48 yıl sonra ligde şampiyonluğa ulaşmayı başarmıştır. Futbol analizi ile ilgili her yazımda vurgu yaptığım "takım kimyası" burada anahtar kavram. City'nin kurduğu kadronun kimyası da o kadar düzgün ve homojen ki, o takım için benim söylediklerimden daha karamsar düşünmek çok zor. Bir takım yıldız forvetlerinin yanı sıra, Barry, De Jong, Ireland, Kompany, Johnson gibi oyuncuları takımına katıyor ve bunların arkasına Toure, Richards, Lescott, Bridge gibi savunmacıları koyuyorsa, ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar demektir. Bu, bu sene ligi kazanacakları anlamına gelmez (amaç ilk 4 zaten) ama kurdukları takımın Arsenal'den daha kaliteli olduğu da kesindir. Arsenal'i tutuyor diye bir insanın çıkıp bu konuda (sezon başında bazılarının yaptığı gibi) peşinen naralar atmak beyhudedir. Sezon sonunu bekleyelim, o herkese göre "dehalar dehası", oysa bana göre asla büyük takım hocası olamayacak olan Wenger'in stratejisinin ne sonuç vereceğini hep birlikte göreceğiz. Ben Arsenal'ın ilk 4 için bile şansının minimum olduğunu düşünüyorum; başından beri olduğu gibi.

Bu arada Chelsea'nin bu sezon ikinci kez geriden gelerek son dakika golüyle maç kazanması, onların da bu seneki şampiyonluk için ne kadar istekli ve kararlı olduğunu gösteriyor. Golden sonra o kadar müthiş kariyere sahip oyuncuların yaşadığı sevinç de pek çok şeyi anlatıyor zaten. Şimdi Tottenham-United maçında sıra. Ben ev sahibinin yenilmeyeceğini düşünüyorum ama her durumda şahane bir maç olacağı kesin.

Blackburn - Wolves 3-1
Liverpool - Burnley 4-0
City - Arsenal 4-2
Portsmouth - Bolton 2-3
Stoke - Chelsea 1-2
Sunderland - Hull 4-1
Wigan - West Ham 1-0

Liverpool'da büyük değişim

Çocukluğumdan beri tuttuğum Liverpool'un herhalde bir 15 senedir göğüs reklamı Carlsberg isimli bira markasıydı. Kulüple o kadar özdeşleşti ki, formanın doğal bir parçasıymış gibi görmemek çok zor. Ama işte her şeyin bir sonu var ve şimdi kulüp, duyduğuma göre Standard Chartered bankası ile anlaşmış. 4 yıl için yaklaşık 92 milyon avro kazanacağını düşününce, Liverpool için oldukça akıllıca bir iş olduğunu kabul etmemiz lâzım. Yazının fontu, büyüklüğü, rengi nasıl olacak; formayla uyumlu olacak mı, şu anda bunları düşünüyorum. İnşallah bozmaz cânım kırmızıyı.

One fine day

George Clooney ve Michelle Pfieffer'ın oynadığı şahane romantik komedinin ismiydi bu. Onların geçirdiği günle kıyaslanır mı bilmiyorum ama futbolseverler için zamanın 6 saatliğine adeta duracağı müthiş bir gündeyiz. Saat 5'te City-Arsenal, 7.5'da Tottenham-United ve bu maçın son 20 dakikasını kaçırmamıza vesile olacak şekilde saat 9'da G.Saray-Beşiktaş maçları var. İlk ikisi Spormax'te, sonuncusu Lig TV'de yayınlanıyor. Ve ilk ikisinden sonra sonuncusu hiç çekilmeyecek, bunu da hepimiz biliyoruz. Ama elbette içlerinde bizim için en heyecanlısı da o olacak. Hakikaten müthiş bir gün bugün.

11 Eylül 2009 Cuma

Seitaridis PAO'da

İsmi son yıllarda G.Saray ile sıkça anılan ama transferi bir türlü gerçekleşmeyen Yunan sağ bek/stoper Giourkas Seitaridis (28), serbest oyuncu olarak Yunan kulübü Panathinaikos ile anlaştı. Sağ bekte taraftarın bir türlü ısınamadığı Sabri gibi, pimi çekilmiş bomba misali ne yapacağı belli olmayan bir oyuncu ile sakatlığının etkilerinden ne zaman tam olarak kurtulacağı meçhul Uğur Uçar varken neden böyle masrafsız ve kaliteli bir oyuncu düşünülmedi, bilmiyorum. Ama bence Servet'in yanında stoper de oynayabilecek özellikleri olan, Euro 2004'teki inanılmaz performansıyla dünyanın en iyi sağ bekleri arasında anı anılmaya başlayan ve At. Madrid kariyerine sahip bu oyuncu alınsa çok isabetli olurdu. Bonservisi yok ve yıllık 1 milyon avro ya alıyordur, ya almıyordur.

1997'nin en iyi 5 filmi


1. Mononoke Hime (10)
Hayao Miyazaki

2. Blackout (10)
Abel Ferrara

3. Jackie Brown (8)
Quentin Tarantino

4. Chun gwong cha sit (8)
Wong Kar Wai

5. Wag the Dog (8)
Barry Levinson

Diğer: Boogie Nights (8), Masumiyet (8), Lost Highway (7), The Sweet Hereafter (7), The Full Monty (7), Austin Powers: International Man of Mistery (7), Donnie Brasco (7), Funny Games (7), Hana-Bi (7), Abre Los Ojos (7), Face/Off (6), The Ice Storm (6), LA Confidental (6), Good Will Hunting (6), As Good As It Gets (6), Cube (6), The Game (5)

10 Eylül 2009 Perşembe

Zico kovuldu

Fenerbahçe'nin efsane teknik direktörü, taraftarların adeta sevgilisi Zico, büyük umutlarla göreve getirildiği CSKA takımından, son haftalarda alınan can sıkıcı sonuçları takiben gönderildi. Onun kadar (her şeyden önce) "iyi" bir insanın, herhangi bir şekilde bu duruma düştüğünü görmek çok üzücü ama kendisinin kariyerine baktığımızda aslında hiç şaşırtıcı değil. Zira Fenerbahçe'de çeyrek final oynadığı yıl dışında kariyerinde herhangi bir başarı göremediğimiz gibi, bilakis başarısızlık ve hüsranla dolu bir çizgi söz konusu. Ayrıca yaptığı tercihlerle "futboldan çok da anlamadığını" düşündürten pek çok an yaşadık, zamanında. Yerine getirilen isim de hâlâ Sevilla'daki başarılarının kredisini tüketmeye devam eden Juande Ramos bu arada. Onun performansını da merak ediyorum. Zico'nun Avrupa'da kolay kolay iş bulabileceğini de düşünmüyorum.

Dalkavuklar konuşsun şimdi

Geçen yıl bu blogda yazmaya başladığımdan beri, herkesin savunduğu 2 genel yargıyla ilgili 2 marjinal itirazım var. Onlar da şu: Bu ülkede herkesin “en iyi” 2 teknik direktör olarak gördüğü Denizli ve Terim, aslında “kötü” birer teknik direktör. Türk futbolunun “en fazla sayıda başarı” elde etmiş hocaları onlar olabilir ama söz konusu başarıların nerede, nasıl, ne şekilde ve hangi koşullarda elde edildiğinin iyi analiz edilmesi lâzım. Ama nasıl analiz edilirse edilsin, elde ettikleri başarılar yadsınamaz, küçümsenemez, görmezden gelinemez; burası ayrı.

Gel gelelim, iş onların yaptıkları işi ne kadar bildiğine geldiği zaman, biz birer teknik direktör olmasak da, 25 senedir kafa yorarak seyrettiğimiz bu oyun söz konusu olduğunda her hareketini ezberleyecek kadar yakından takip ettiğimiz bu iki insan her bakımdan rezil bir portre çiziyor. Teknik direktörlük denen mesleğin (ve abartırsak “ilmin”) zerresinden nasibini almamış, bu ülkenin zavallıları tarafından egoları şişirildikçe şişirilmiş, “evrensel normlarda” artıları çok az olan ama her ikisi de 60’ına merdiven dayamış iki kişi bunlar. Denizli hakkında geçen seneden beri kaç tane yazı yazdım, şampiyonluk yüzünden gaza gelip bana küfreden ve Denizli’yi savunmaya kalkan Beşiktaşlılar şampiyonluğu falan unuttu; Denizli ve Demirören’den kurtulma hayalleri kuruyor şimdi. Terim ile ilgili yazdığım onca yazıya yine sinkafla cevap yetiştiren, neredeyse ona tapacak kadar gözleri kör olmuş bir başka grup şimdi, bu gece itibarıyla ne düşünüyor, çok merak ediyorum. Ne düşündüklerini muhtemelen öğrenemeyiz çünkü böyle durumlarda susarlar ama içlerinden ne geçirdiklerini tahmin etmek zor değil.

Bu geceki maçla ilgili onca şey yazılabilir. Ama sadece tek bir şey yazacağım, bence olayı özetleyen şey odur. Bir teknik direktör, kader maçı diye nitelendirilebilecek bir maçta daha önce hiç denemediği 3’lü (4’lüye kayan acayip) bir savunma deniyor, 3-5-2 oynattığı takımının orta sahasının ortasında (dikkat edin, beşli orta sahanın ortasında!) Emre, Tuncay ve Arda’yı oynatıyorsa, o adamın lisansının derhal iptal edilmesi gerekir. Bunu mesela Ersun Yanal yapsa, bütün Türkiye o gün onu ipe çeker. Bu ülkede üçlü defansı son kez uygulayan Beşiktaş’ın yüzüncü yılında Luce’nin takımın beşli orta sahasının ortası Pancu, Giunti ve Tayfur idi. İşte futboldan anlamak, teknik direktörlük budur.

Terim için ne desek boş artık.. Belli ki bu adamın kara bulutu, o ölene kadar Türk futbolunun üzerinden hiç çekilmeyecek.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Bu nasıl iş?

"Her yıl, bir öncekinden daha az ayğmur yağıyor" diye yakındığımız yılların ardından İstanbul'a 1 gün içinde boşalan sular, şu âna kadar 30 can almış vaziyette. İnsan görüntüleri, resimleri, videoları görünce ne diyeceğini şaşırıyor; hepimizin boğazına bir şeyler düğümleniyor. Muhtemelen bu geceki maçlara siyah bantla çıkmamıza vesile olacak olan bu olayın verdiği onulmaz hasarın, bu kadarla kalmasını diliyorum. Elden de başka bir şey gelmiyor.





8 Eylül 2009 Salı

Tarihi nasıl kaçırdık? Adana Demir - Livorno

Her şey şehir efsanesi gibi başlamıştı, Adana Demirspor Livorno'yu konuk edecekti ve biz de tarihi bir olaya tanıklık edecektik. Ne yazık ki şanslı olan 15.000 biletli seyirci dışında 70 Milyon nüfuslu ülkede bunu izleyebilen hiç kimse olmadı. Cuma günü bu ülkede tarihi bir maç oynandı ama futbolun her şeyiyle yankılandığı, her alanda konuşulduğu topraklarda bizim gibi futbolun peşinde bıkmadan usanmadan koşanların elinde hiç bir bilgi yok. Konuşacak bir şeye, yapılacak farklı yorumlara sahip değiliz. Dünya çapında ses getirmesi gereken, Türk futbol tarihinde bir ilk olan, modern futbolu rafa kaldırıp 1950'lerin, 1960'ların ruhunu yaşatan bu tarihi maçı kamuoyumuzun, Türk basınının ve medya kuruluşlarının işgüzarlığı ve ilgisizliği sayesinde izleyemedik. Elimizde DHA'nın 4-5 dakikalık görüntüleri ve kendi yayın kuruluşlarındaki birbirinin kopyası haberleri, NTV Spor'un bir kaç haberi ve çekimiyle Anadolu'dan Futbol'un yazarı Hüseyin'in yazıları var bilgi olarak. Cuma gecesi Türk futbolu için nasıl tarihi ve unutulmaz bir gece olduysa Türk spor yayıncılığı için de aynı oranda tarihi ve utanç dolu bir gece oldu bizce.

Öncelikle DHA ve NTV'nin hakkını verelim, canlı yayın yapmamış olsalar bile ileride bahsedeceğimiz gibi siyasi yönü olan böyle bir müsabakadan bizi haberdar etmek için verdikleri çaba da önemliydi. Özellikle NTV'nin canlı bağlantıları ve Bağış Erten'in oraya gitmesi tatmin ediciydi. Yenilsen De Yensen De'yi sunarken konsept olarak bu maçı temel almaları da zaten işi önemsediklerini gösteriyor. DHA da elindeki görüntüleri diğer yayın organlarıyla paylaştı, kendine bağlı olan bir kaç gazetede haber yaptı bunu. Çaba harcayanların emeklerine ve çabalarına saygımız sonsuz elbette ancak futbol tarihimizde bir ilki yaşadığımız bu festival gibi olayla ilgili tüm verileri 10 dakikada izleyip-okuyup bitiriyoruz. Bu kadar kısa sürmemeliydi bir tarihe tanıklık etmek.

Şimdi Livorno'nun Türkiye'ye gelişinin belli olmasından sonra aşama aşama yaşanan olaylara ve bir tarihin gözümüzün önünden nasıl kaçıp gittiğine bakalım.

O olaya tam anlamıyla girmeden önce şuna değinelim : İlk paragrafın sonunca "bizce" diye kişisel bir ifade kullanmış olabiliriz ancak bunu açmak gerekir. Düşüncemiz bu olsa da kişisel olarak değil, ülke genelinde de hayati önemi olan bir olaydı bu sonuçta. Türkiye'nin 3. kademe ligi olan TFF 2. Lig takımı Adana Demirspor, Avrupa'nın 3 dev liginden biri olan İtalya Serie A'dan bir takımı Türkiye'ye getiriyor. Bu olay sadece Adana Demirsporlular'ı değil, en büyük rakipleri Adanasporlular'ı ve stada giremeyen tüm Adanalılar'ı, Anadolu'da futbolun peşinden koşan tüm tribün emekçilerini, karşılaşan iki ekibin ortak noktası olan solcuları ve solcuların da siyasi arenada en büyük rakibi olan sağcıları da ilgilendiriyor. Maça ilginin ne kadar fazla olduğunu anlamak için İzmir'den Yalı'nın, İstanbul'dan Çarşı'nın, Ankara'dan Alkaralar'ın ve çeşitli yerlerden bir çok taraftar grubu üyelerinin tribünde yer aldığını hatırlatalım. Futbolu kıyısından köşesinden tutan herkes kendini bir de siyasete adayanlar için zaten bulunmaz bir nimetti bu maç.

Artık yayın konusuna geçebiliriz tamamen. Bu maçın oynanacağı kesinleştiği zaman ilk olarak Adana Demirspor ve NTV Spor arasında ufak bir görüşme oluyor. Anlaşmaya varılamıyor ilk aşamada. Tabii bu 2 yönü var, Adana Demirspor ve NTV olarak ayrı ayrı bakmak gerekiyor. Aslında ikisi de farklı açılardan aynı yola çıkıyor ama açıklamalardaki ufak farklılıklar ilginç tezatlara da sebep oluyor. Öncelikle NTV'ye sorduğumuzda NTV tarafından canlı yayın konusunda bir niyet olduğu, görüşmenin yapıldığı ancak anlaşmanın sağlanamayıp sonuçsuz kaldığı söyleniyor. Bu gelişmelerin ardından Adana Demirspor başkanı aynı zamanda bir Adanasporlu da olan Güntekin Onay'ı arıyor ve bu maçın yayını konusunda bir ricada bulunuyor. Araya başkaları da sokuluyor ancak NTV ikinci aşamada pek de niyetli olmuyor yayın konusunda. Kısacası "bakarız" deniyor ve geçiştiriliyor olay. Detaylı görüşüp de anlaşılamama gibi bir durum yok ortada ama devamında da konuşulan bir şey yok. Öylece askıda kalıyor kulüp ile NTV arasındaki görüşme. Olumlu sonuç alınamamasındaki sebebin mali konular mı yoksa maçın siyasi durumu mu olduğu konusunda bir kanaate varamıyoruz yani. NTV'nin bu maçı kimseye kaptırmayacağını düşünürken yayın konusunda ciddi sayılabilecek bir gelişmenin olmayışı bile düşündürücü. Burada ilginç bir nokta da NTV'nin maçı yayınlamamasına rağmen bu işe en çok özen gösteren kanal olması ve diğer kuruluşların önünde yer alması, garip bir tezat oluşuyor bu açıdan bakınca.

TRT cephesinde ise olaylar başka bir boyut alıyor. NTV cephesindeki gibi basit bir ilgisizlik hikayesi değil olay. İlk başta ücretsiz yayınlayalım diyor TRT. Bu işin en tepesindeki kurum olduklarını söyleyip kulüple ücretsiz yayınlanması için anlaşmak istiyorlar, bir nevi ültimatom yolluyorlar kulübe. Ya parasız yayınlarız ya da yayın yapmayız diye. En azından sembolik bir ücret ödenmesi ve az da olsa bu güzel girişim için destek olunması isteniyor kulüp tarafından, TRT para vermemekte direniyor. Kulüp devreye AKP Adana Milletvekillerinden birini sokmak istiyor. Telefon görüşmesi yapılıyor ve TRT'den yayının yapılıp kulübe makul bir ücret ödenmesi yolundaki istekler iletiliyor. Bilin bakalım bir vekil bu tarihi maç için seçildiği ilin takımına nasıl destek oluyor ?.. Herhangi bir girişimde bulunmayıp kendisini vekil seçen ili böyle mükafatlandırıyor. Devletin elindeki kanala bir milletvekili olarak açıp rica etse ve bu maç TRT3'ten yayınlansa herkes tatmin olurdu. Ancak milletvekili bunu yapmadı, TRT yönetimi de bu güzel girişime finansal olarak destek sağlamayınca canlı yayın konusundaki son umut da uçup gidiyor. Tüm bu olumsuz görüşmelerin ve sonuçsuz çabaların ardından TRT maçın siyasi yönünü sebep gösterip yayınlanmama gerekçesini böyle açıklıyor kulübe. Mali konuların önüne perde çekilip ana sebep buymuş gibi gösteriliyor bir bakıma. Gerçi ana sebep olduysa o daha da vahim ya neyse, siyaset olayına girmeyelim, bizim tek derdimiz futbol. Her fırsatta Anadolu takımlarının gelişmesini savunanların, kendi normal reytinglerini fazlasıyla aşacağı neredeyse garanti olan böyle bir tarihi organizasyonu bedavaya getirme çabalarını da Türk futbolundaki kısır döngünün cevabını arayanlar için verilmiş en güzel cevap olarak addediyoruz.

Kaçırdığımız tarihi fırsatın verdiği üzüntü ve buna bağlı hayal kırıklığının etkisiyle elimizin uzandığı her yere uzanmaya çalıştık bize göre medya ayıbı olan bu olayın detaylarını öğrenebilmek için. Bunca bilgiye ulaştıktan sonra üzerine daha fazla yorum yapmak, işin siyasal boyutlarına karışmak pek bizim işimiz değil. Yukarıdaki olaylar çerçevesinde kaçan fırsat konusunda herkes gibi bizim de düşüncelerimiz var fakat bizim aklımız fikrimiz futbol. Bu yüzden kimseyi yönlendirmeden ulaşabildiğimiz bilgileri sizlerle paylaşmak istedik. Gönül isterdi ki stadın kapasitesi doğrultusunda 15 binle sınırlı kalan bu tarihe tanıklık eden birey sayısı çok daha fazla olsun ama olamadı maalesef. Muhtemelen önümüzdeki sezon bir fırsatımız daha olacak bu şölen için. Bu sefer yer İtalya olacak. Bizim medya kuruluşlarımız akıllanır mı bilmiyoruz ama İtalyan TV kuruluşlarının tutumunu da merakla bekliyoruz. Bu tip olaylara son derece alışık olan ve bir çok takıntıyı aşıp demokratikleşmeyi başarmış olan İtalya'da yayın sıkıntısı olmayacağını düşünüyoruz aslında. Olmadı İtalya yollarına düşebiliriz şu heyecan ve merakla...

TV yayını konusunda canlı yayın olmasa bile izleyiciye maç sunulamaz mıydı diye düşünüyoruz. 90 dakika kaydedilir ve maç sırasındaki tatsız durumlar ve siyasi olaylar kırpılıp 60-70 dakikalık çok geniş bir özet şeklinde yayınlanabilirdi.

NOT : Bu yazı ile ilgili eleştirilerinizi ve itirazlarını violafranchi@gmail.com veya tanjuern@hotmail.com adresine iletmenizi rica ediyoruz. Destek olan ve şu an bu yazıyı okuduğunuz tüm blog sahiplerini destek olmalarına rağmen olası bir tatsız duruma karşı korumak için sorumluluğu fikrin oluşmasını sağlayan bu iki arkadaşımız üstleniyor.

NOT 2 : Yazı konusunda Blog İdman Yurdu ve Futbloglar gibi blogları toplayan oluşumların herhangi bir desteği yoktur. Tamamen kişisel olarak haberleşilerek böyle bir tepki düşünülmüştür.

NOT 3 : Yazı içerisinde de defalarca belirtildiği gibi amaç asla siyasi değildir, herkesin tek tepkisi bu tarihi ve eğlenceli maçı canlı canlı tüm detaylarıyla izleyememiş olmaktır.

Labinot Harbuzi

CM ve FM tutkunlarının yakından tanıdığı '86 doğumlu İsveçli oyuncu, Malmö'den G.Birliği'ne geldiğinde (ismi dolayısıyla) hepimizi şaşırttı ama performansıyla bu şaşkınlıkları giderdi diyebiliriz. Son yıllarda dünya futbolunda önemi giderek artan "iki yönlü merkez orta saha" tipindeki oyunculara güzel bir örnek olan Harbuzi'de, hiçbir şeyden "çok fazla" yok ama her şeyden "biraz" var. Bence onun oynadığı ve canlı yayınlanan maçları kaçırmayalım; zira G.Birliği takımı da Doll yönetiminde umut veren bir oluşum içinde.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Topuz'un maçı

Fenerbahçe'nin sezon başındaki olay transferi Mehmet Topuz, bu haftaki Bursa deplasmanında ilk 11'de görev yapacak. Elano'nun 7 milyon avro olduğu bir yerde 9 milyon artı Emreciksin karşılığında transfer edilen yıldız futbolcunun, millî maçta sakatlanan Kâzım'ın yerine mi, yoksa kart cezalısı olan Emre'nin yerine mi oynayacağı meçhul. Tıpkı onun gibi sakatlığını atlatan ama eksikleri olan Deivid sağda ve Topuz ortada oynarsa, bu sefer yabancı sayısı konusunda sıkıntı olacak. Bu arada sağda Özer, ortada Topuz oynarsa Fener taraftarı için müthiş olur, iki yıldız transferi birden seyretmek adına ama ikisi de daha yeni yeni oynamaya başladı. Bu yüzden maç kondisyonları ne durumdadır, buna Daum karar verecek. Ortada Selçuk-Cristian, sağda Topuz da olabilir, sonuçta kadro geniş. Ama ben Mehmet Topuz'un orta sahanın sağında oynayacak meziyetlere sahip bir futbolcu olmadığını düşünüyorum. Bir kere adam geçemeyen bir oyuncu, bel yumuşaklığı neredeyse sıfır. Sadece adamını geçmeden orta yapabilir ve içe kat edip şut atabilir. Onun dışında Gökhan ile organizasyonlarına da bakmak lâzım tabii ama ben o konuda da yeterli görmüyorum. Ama buna mukabil Rıdvan Dilmen'in söylediğinin (ve zannettiğinin) aksine, Topuz'un aslında bir "iç" oyuncusu olduğuna inanıyorum. Hatta o kadar çok koşan, mücadeleci, devamlılığı olan, dikine oynayan, şut atan vs. bir oyuncu olduğu için de, ön liberonun (Cristian veya Selçuk) yanındaki/önündeki (hücuma destek olan) ikinci ön libero olarak çok iyi oynayacağını düşünüyorum. Kanat oyuncusundan çok, merkez oyuncusu özellikleri çok daha fazla bir isim özetle. Umarım böyle oynar ve biz de görürüz. Hem performansını, hem de Rıdvan hocanın ne diyeceğini...

6 Eylül 2009 Pazar

Resimlerle #7



Arjantin 1 - Brezilya 3

Arjantin, onca seyircisi önünde maça baskılı başlamasına ve sonucu belirleyecek yetenekli oyunculara sahip olmasına rağmen Brezilya'nın sağlam alan savunması karşısında çaresiz kaldı ve ciddi anlamda üretkenlik sıkıntısı yaşadı. Rakibini sağlı-sollu ataklarla bunaltıp erken bir gol bulma gibi bir amaçla oyuna başlayan bir takımın, sol bekte dünyanın en kazma futbolcularından biri olan Heinze'yi oynatmasına ise ne demeli, bilmiyorum. Maradona hepimizin sevgilisi ve tüm zamanların (Zidane ile birlikte) en büyük futbolcusu ama teknik direktörlük söz konusu olduğunda, yeterliliği fazlasıyla tartışılabilecek bir isim. Nitekim onun yönetiminde, dünya üzerindeki hiçbir futbolseverin hafsalasının almayacağı bir şekilde "Arjantinsiz bir Dünya Kupası" ile karşılaşma tehlikesi belirdi şu anda. Ben yine de kıl payı ipi göğüsleyeceklerini düşünüyorum ama oraya Maradona ile giderlerse, ciddi bir hüsran yaşayabilirler.

Brezilya ise, dörtlü savunma ve önünde Gilberto Silva ile Melo ikilisi olduğu sürece tüm büyük maçlarda yenilmesi çok zor bir takım. Bu altılı gerçekten de alanı çok iyi kapatıyor ve gömüldüğü zaman pozisyon vermiyor. Bunların önünde Kaka, Robinho, Fabiano, Elano gibi yıldız oyuncular oynayınca, hücumda bir sıkıntı da olmuyor zira Maicon, Andre Santos ve Melo aynı zamanda hücuma da destek veren oyuncular. Gerçi duran top golleri olmasa neticeye bu kadar rahat ulaşamayabilirlerdi ama ben yine de iki takım 10 maç yapsa, Brezilya'nın bu koşullarda en fazla 1 tane kaybedeceğini düşünüyorum.

Neticede Arjantin bir yana, Messi'siz bir Dünya Kupası herkes için büyük bir kayıp olacağından, bundan sonraki maçları dikkatle takip edip Arjantin'in elenmemesini umalım. Elden başka bir şey gelmiyor.

Arjantin (4-4-2): Andujar - Zanetti, Dominguez, Ottamendi, Heinze - Rodriguez, Veron, Mascherano, Datolo - Tevez, Messi

Brezilya (4-2-3-1): Cesar - Maicon, Lucio, Luisao, Andre Santos - Silva, Melo - Elano, Kaka, Robinho - Fabiano

Goller (1-3): Datolo 66' - Luisao 24', Fabiano 30', 68'

Efsane

"Annem, bana 'orospu çocuğu' dediği zaman oluşan ironiyi hiç anlamadı."
Jack Nicholson

Ne iğrenç adamlar bunlar



A.Gücü'nün, sözde onursal ama onur dâhil hiçbir erdemle uzak-yakın alâkası olmayan eski başkanı ve baş belası Cemal Aydın, TFF'nin Ankaraspor ve A.Gücü'ne verdiği ihtarın ardından bir açıklama yaparak söz konusu uyarıya tepki göstermiş. Daha önce yazmıştım, bu adamın Türk futbolu ya da genel olarak futbol denen mefhumla hiçbir ilgisi yok. Gelmiş oraya, yılda 4 teknik direktör değiştirdiği dönemlerde neler olduğunun, kimin kaç para aldığının, görevden alınan bir hocanın 3 ay sonra tekrar göreve getirilip sonra niye tekrar gönderildiğinin vs. hesabını vermeden, kendisini de onursal başkan ilan ederek bir kulübü oyuncağı hâline getirmeye çalışıyor. Daha doğrusu, zaten oyuncağı yapmış da, elinden kaçırmamaya çalışıyor. Öte yanda, Ahmet Gökçek isimli bir zibidi, son A.Gücü maçında bağrı açık bir şekilde tribünden birilerine (ağzında salyalarla) racon kesiyor ve bu sırada yanı başında İlhan Cavcav oturuyor! Hemen onun yanında da Melih Gökçek denen iğrenç yaratık. Ankara futbolunda neler oluyor, neler kimlere peşkeş çekiliyor, oradaki mide bulandıran ilişkiler yumağının arkasında ne vardır, araştırmak TFF'nin ve basının görevi. Ama burunlara son derece kötü kokular geldiği kesin. Zira o TFF, adeta içi hortumlanan Ankaraspor'un 5 futbolcusunun birden, transferin son gününde A.Gücü'ne imza atmasına onay veriyor! Biz de oturmuş kim en büyük, kim şampiyon olacak vs. diye saf saf tartışıp seyrediyoruz ortadaki (lig denen) tiyatroyu.

Fırtına

Millî takımımızın, aynı gruba düşme talihsizliğine mazhar olduğu son Avrupa Şampiyonu İspanya, müthiş bir oyuncular topluluğu olarak gördüğümüz Belçika'yı adeta dağıttı ve 5-0'lık skorla rezil ederek evine gönderdi. Iniesta ve Ramos gibi iki as oyuncusundan yoksun olmasına karşın, adeta bir makine düzeniyle sayısız pas yaparak rakibinin başını döndüren İspanyollar, yetenekli oyuncularının yarattığı nüanslarla istediği skoru çok kolay bir şekilde elde etmeyi başardı. Sol açık oynayan Villa bence maçın yıldızıydı ama vasat oynayan tek bir oyuncu bile göstermek neredeyse imkânsız. Belçika ise 4231 sistemi ile çıktığı maçta ne herhangi bir sistemin, ne oyun anlayışının ne de futbol realitesinin yakınından bile geçmeyen, sanki daha sahaya çıkmadan kafalarda kaybettiği rezil bir maç oynadı. Onlar son 3 maçlarını kazanıp gruptan çıkmaya bakıyor, bizim de Bosna ile berabere kalmamızı bekliyor. İkincilik mücadelesi hakikaten karışık bu grupta.