4 Temmuz 2009 Cumartesi

Bir şaheser: The Night of the Hunter (1955)

Ülkemizde Caniler Avcısı adıyla bilinen ve de festivallerde bir avuç seyirciye bu isimle gösterilen film, sinema tarihinin en iyileri söz konusu olduğunda her daim ismi zikredilen bir başyapıttır. 30'lu ve 40'lı yılların unutulmaz ve büyük oyuncusu Charles Laughton'ın yönettiği ilk ve tek filmdir aynı zamanda. Davis Grubb'ın romanına dayanan filmde beyazperdenin en karizmatik aktörlerinden biri ve "cool" kelimesinin gerçek hayattaki karşılığı olarak kabul edilen Robert Mitchum, sinema tarihinin gördüğü en cani kötü adamlarından biri olan Harry Powell'ı canlandırır. Takım elbisesi ve papyonu ile kendisine vaiz süsü veren bu adam, kendini şehvet düşkünü kadınları öldürmeye adamış gerçek bir psikopattır. Filmin başlarında hapishanede geçirdiği 30 günlük sürede, karısı ve iki çocuğuna bakamadığı için bir banka soyan ve yakalanarak idama mahkûm edilmiş olan Ben Harper ile tanışır. Harper çaldığı 10 bin doları bir yere saklamış, o yeri (karısına bile değil) sadece çocuklarına söylemiştir ve sırrıyla birlikte asılır. Bunun üzerine Powell hapisten çıkar çıkmaz soluğu Harper'ın kasabasında alır ve önce ahâliyi, sonra Harper'ın karısını hitabet yeteneği ile ağına düşürür. Kadını kendisiyle evlenmeye bile ikna eder ama babalarına yemin etmiş olan iki küçük çocuğu kandırmayı bir türlü başaramaz.

Yatmadan önce dinlenebilecek, bir takım tüyler ürpertici anlar da ihtiva eden ama elbette mutlu sonla biten bir masal olarak nitelendirilebilir Caniler Avcısı. Laughton'ın dışavurumcu estetikten fazlasıyla etkilenen (ve örümcek ağının içinden geçen çocukların görüntüsü gibi muhteşem anlar barındıran) rejisi ve Stanley Cortez'in ışık-gölge oyunları ile anlam yaratmayı başaran görüntü yönetimi olağanüstüdür. Çocukların bakış açısından anlatılmakla birlikte büyük insanların sahip olduğu, iyi ile kötü arasındaki iki uç arasında gidip gelen pek çok hasletle ilgili sayısız cümle sarf eder. 1955 yılı için inanılmaz derecede ilerici bir bakış açısı vardır, dönemin toplumu ile ilgili eleştiriler ve acımasız gözlemlerle doludur. Bu açıdan bakıldığında, gişe açısından hiçbir getiri sağlamaması gayet normaldir. Bunun yanında kötü adam karakterini baş role taşıması, hatta o karakteri jön diyebileceğimiz gayet ünlü bir aktöre oynatması ve tamamıyla kötü olmasına rağmen bu adama bir takım ("erdemler" değil ama) tutarlılıklar taşıyan biri gibi yaklaşması (kadınla evlendiği gece dâhil hiç yatmamasından bahsediyorum, bu hadise bugün bile düşünülemeyecek kadar inanılmazdır) onu, olanca basitliğine ve üzerinden geçen 54 yıla rağmen, seyredenleri etkilemek konusundaki hususiyetinden hiçbir şey yitirmeyen eşsiz bir yapıt hâline getirir. Özetle, sinemayı seven herkesin en az bir kere görmesi lâzımdır.

2006'nın en iyi 5 filmi

1. Gwoemul (9)
Bong Joon-ho

2. The Departed (8)
Martin Scorsese

3. Letters from Iwo Jima (8)
Clint Eastwood

4. Kader (8)
Zeki Demirkubuz

5. Das Leben Der Anderen (7)
Florian Henckel von Donnersmarck

Diğer: Inside Man (7), La faute à Fidel! (7), Stranger than Fiction (7), Little Miss Sunshine (7), Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? (7), Hokkabaz (7), The Illusionist (7), The Prestige (6), Children of Men (6), Superman Returns (6), El Labirento Del Fauno (6), Casino Royale (6), Blood Diamond (6), Clerks II (6), Night at the Museum (6), The Pursuit of Happyness (6), Flags of Our Fathers (6), Babel (5)

Not: 07.02.2011 tarihinde liste güncellendi.


3 Temmuz 2009 Cuma

Bunu da mı görecektim?

Tam 19 yıldan beri gönülden Liverpool taraftarı birisi olarak, bu dönemin en iyi 11'ini yapmamı isteseydi biri (niye böyle bir şey istediğini sorduktan sonra) forvete kesinlikle Torres ve Rush ile birlikte Owen'ı yazardım. Owen daha 17 yaşında A takımına yükseldiği bu kulüpte kısa sürede bir efsane hâline geldi ama seneler boyunca herhangi bir kupa kaldıramayınca kulüpten ayrılmaya karar verdi. Şu hayatta en nefret ettiğim 4 takımdan biri olan Real Madrid'e beş kuruşa gitmesi yetmiyormuş gibi, oradan kalkıp Newcastle'a transfer oldu daha sonra. Şimdi ise adeta son 20 yılın Liverpool'una gönül vermiş kişilerin o gönüllerine saplanan bir hançer misali, (o sözünü ettiğim 4 takımın diğeri olan) Man Utd'a transfer olmuş Owen. Alex Ferguson'ın makine düzenindeki takımında 20 maç bile forma giyse en az 15 gol atacağından eminim. Ama öte yandan, dünyada onca takım varken Liverpool taraftarlarının en tiksindiği kulübe giderek, yetiştiği camianın tüm fertleri ile olan gönül bağını da tamamen koparmış oldu bu bücür oyuncu. Kendisine başarısız ve mutsuz bir sezon diliyorum. Sakatlıktan falan da kesinlikle uzak olsun ama onun dışında bu United serüveninin, mutsuz bir süreç olmasını cân-ı gönülden arzuluyorum.

Mevlüt PSG'de

Mevlüt Erdinç, Sochaux takımında geçen yıl gösterdiği muazzam formun ardından Fransa'daki büyük takımların gözdesi hâline gelmişti, bilindiği gibi. Kulübünün, önerilen bonservis bedellerini bir türlü beğenmemesi yüzünden bugüne kadar hiçbir takımla anlaşamayan Erdinç, nihayet PSG ile 4 yıllık anlaşma imzaladı ve basına tanıtıldı. 8 milyon avro gibi bir bonservisten söz ediliyor ki, gerçekten de çok büyük bir meblağ bu. Ayrıca Mevlüt'ün PSG takımında ilk 11'deki yeri de hiç garanti değil. Yeri garanti olan yegane hücum oyuncusu, geçen sezon takımında harika bir ilk yıl geçiren uzun forvet Hoarau olacak. Yanındaki kontenjan için Kezman, Luyindula ve Mevlüt gibi üç aday mevcut ve muhtemelen ilk etapta yeni ve pahalı bir transfer olması hasebiyle Mevlüt forma giyecektir. Ama hazırda bekleyen böyle iki rakibi varken Erdinç'in çok çalışması ve iyi işler yapması lâzım.

Dar alanda pek etkili olmayan, daha ziyade önündeki boş koridorlara top isteyen, gol vuruşları daha oturmamış, hava toplarında etkisiz ama pozisyon almasını iyi beceren bir forvet Mevlüt. Ben bu kadar para edecek kalitede olduğunu hiç düşünmüyorum. Mesela Türkiye'deki ilk yıllarında bir Serhat Akın'ı gözümün önüne getiriyorum, onunla bire bir aynı tipte oyuncu ama Serhat bundan çok daha kaliteli ve etkiliydi mesela. Hatta Kezman'ın ölüsü bile ondan daha kaliteli bir forvettir. İnşallah ben yanılırım ama özellikle millî takımda seyrettiğim hiçbir maçında bana olumlu bir intiba vermedi Mevlüt. Performansını ben de merak ederek bekliyorum.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Benzema da Real'de!

Real Madrid, inanılmaz bir transfere daha imza atarak dünyanın en iyi forvetlerinden biri olan Karim Benzema'yı renklerine bağladı. Transferin 35 milyon avroya mal olduğu söyleniyor ve bence bu Benzema gibi bir yetenek için çok mütevazı bir bedel. Şu anda değilse bile en geç 3 yıl içinde dünyanın en iyi forveti olacağını düşünüyorum bu çocuğun. Bir atak oyuncusunda olması gereken her şeyden kendisinde (az veya çok) mevcut. Bu özelliklerini Real gibi bir takımda daha da geliştirecektir. Bana göre Kaka ve Ronaldo transferlerinden bile daha önemli bir gelişme bu. Barcelona bu oyuncuyu bu bedele nasıl Real'e kaptırır, aklım almıyor. Artık 29 yaşında olan ve sürekli problem çıkaran Eto'o'nun yerine alınabilecek dünyadaki en iyi oyuncu (hem de bu maliyetle) Benzema idi ama Barça, bu kadar genç ve yetenekli bir ismi daha ezelî rakibine kaptırmış oldu. Daha bittiğini zannetmiyorum transferlerin. Zidane'ın baskısıyla Ribery'yi de alacaklardır.

30 Haziran 2009 Salı

28 Haziran 2009 Pazar

Yazık oldu ABD'ye

ABD, grup maçlarının sonuncusuyla başlayarak inanılmaz bir renk kattığı Konfederasyon Kupası'nın finalinde, ilk yarısını 2-0 önde kapattığı maçta Brezilya'ya 3-2 yenilerek tarihinin en büyük başarısını taçlandırma fırsatını kaçırdı. İlk yarıda, İspanya'nın düştüğü tuzaktan hiç ders almamışçasına rakibini küçümseyen Brezilya'ya iki inanılmaz kontratak ile iki tokat vurmayı başardılar oysa. Akabinde devre bitene kadar skoru korumayı da başardılar ama ikinci yarının hemen başında yedikleri gol "yoksa?" gibi bir tedirginlik içine girmelerine vesile oldu. İspanya'ya karşı bile önde basan ve savunmasını çıkaran ABD, böylece tamamen geri yaslanıp kontra bile yapamayan aciz bir takım görüntüsüne büründü. Bu arada Brezilya'nın Kaka ile bulduğu net bir gol, yardımcı hakemin fahiş bir hatası ile geçerli kılınmadı. Ama rakibi üzerindeki baskısını giderek artıran Sambacılar, sol tarafa geçen Kaka'nın yaratıcılığı ile sürüklediği ataklar neticesinde önce beraberlik golünü buldu, sonra da kornerden gelen topta Lucio'nun kaydettiği sayı ile kupayı kazandılar. Şurası bir gerçek ki, ABD turnuvanın (olduğundan, olması gerekenden) daha zevkli olmasını sağlayan takımdı. En iyi oyuncuları olan Bradley'yi de fazlasıyla aradılar bu maçta. Brezilya içinse büyük bir moral ve özgüven kaynağı bu galibiyet. Büyük takım olduklarını yeniden hatırlatacak muazzam bir başarı.

2005'in en iyi 5 filmi

1 Caché (9)
Michael Haneke

2. Batman Begins (8)
Christopher Nolan

3. Match Point (8)
Woody Allen

4. Star Wars Episode III: Revenge of the Sith (8)
George Lucas

5. The Three Burials of Melquiades Estrada (8)
Tommy Lee Jones

Diğer: Sin City (7), The New World (7), The Wheather Man (7), The Hitchhiker's Guide to the Galaxy (7), War of the Worlds (7), Constantine (7), Kingdom of Heaven (7), V for Vendetta (7), Munich (7), Walk the Line (7), Pride and Predujice (7), Brokeback Mountain (7), Lord of War (7), The Descent (7), The 40 Year Old Virgin (7), Transamerica (7), King Kong (7), Madagascar (7), Cindrella Man (7), Good Night and Good Luck (6), Harry Potter and the Goblet of Fire (6), The Skeleton Key (6), The Chronicles of Narnia: The Lion, the Witch and the Wardrobe (6), A Histroy of Violence (6), Land of the Dead (6), Hitch (6), Syriana (6), Elisabethtown (6), Hide and Seek (6), Fever Pitch (6), Mr. and Mrs. Smith (5), Transporter 2 (5), The Interpreter (5), Elektra (4), Saw II (4), Hostel (3)

Görmediklerim: Charlie and the Chocolat Factory, Corpse Bride, Thank You for Smoking, In Her Shoes, The Island, Jarhead, Four Brothers, The Constant Gardener, The Brothers Grimm, Munich, Revolver, Fantastic Four, Broken Flowers, Be Cool, The Squid and the Whale, Capote, Tideland, Red Eye, Casanova, Lady Vengeance, Oliver Twist, Bewitched, The Great Raid, Rumor Has it...

Not: 17.03.2010 tarihinde liste güncellenmiştir.