Evet, bu blog bir Fenerbahçeli tarafından hazırlanıyor ama bir Fenerbahçelinin, bu hayatta G.Saray kadar ilgilendiği başka ne olabilir? Birinci sırada Fener gelir bizim için, ikinci sırada G.Saray.. Ama "bu G.Saray" değil tabii ki; Ali Sami Yen'in, Baba Gündüz'ün, Metin Oktay'ın G.Saray'ı.. Şimdi bu isimlerin hepsinin kemiklerini sızlatacak bir çürümüşlük ve kokuşmuşluk var koskoca G.Saray camiasında ve uzun süre de temizleneceğe benzemiyor.
Bu blogda müteattit defalar yazdım, G.Saray'ın genel taraftar kitlesi yıllardan beri başarının kölesi olmuş, sportif başarıyı G.Saraylılığın önüne koymuş, inanılmaz derecede makyavelist bir topluluk. 96-2000 arası Türk futbol tarihinin en kirli, en ahlâksız başarılarını elde ederken bunların hepsi diğer takımları küçümsüyor, dalga geçiyordu ama şu an içinde bulundukları ahval ve şerait, insana "ilâhî adaletin var olduğuna" ilişkin sarsılmaz bir inanç aşılıyor. Zira bugün yaşananlar, o günlerde oturtulan dejenere kültürün bir yansımasıdır; bu kültür bugün o kadar derinlere nüfuz etmiştir ki camia içinde, bir kangren gibi her tarafı sardığı için aklı selim kaybolmuş, bir kısırdöngü içinde debelenen koskoca bir kulüp görüntüsüne bürünülmüştür. Dolayısıyla içinde bulunulan durumdan çıkılması için doğru fikirler de, böyle kokuşmuş bir ortamda üretilememektedir.
3 büyüklerin hepsinin belirli karakteristik özellikleri var. Mesela Fenerliler için snob, kendini en üstün gören ve diğerlerini küçümseyen bir taraftar olduğu söylenir. Bunlar fazlasıyla olumsuz bir psikolojiye işaret etse de, hangi Fenerlinin buna itiraz ettiğini görürsünüz? Veya Beşiktaş için hem Fenerli hem G.Saraylılar "üçüncü" büyük derler. Bu hor görülmenin etkisiyle olduğu kuşku götürmez bir şekilde takımına en bağlı, en cefakâr taraftar da onlardadır ama aklı selim her Beşiktaşlı, taraftar sayısı ve popülarite olarak diğer ikisini geçemeyeceklerini bilir, bunu kabul eder; başka şeylerle övünmeye çalışır. G.Saray taraftarı ise bence içlerinde en kötüsü. Hem kendini en büyük olarak görme derdinde, hem de ne yaparsa yapsın içinden Fener kompleksini atamıyor; bütün varlığını Fenerbahçe ile anlamlandırıyor. Ayrıca 90'lı yılların ikinci yarısından itibaren daha kötü bir özellik kazandı bu taraftar, sportif başarının kölesi oldu. Daha büyük başarılar elde ettikçe, daha küçük olanları sıradan görmeye başladı. Arsızlık diz boyunu aştı, nankörlük tavan yaptı. G.Saray'ın 17 Mayıs 2000 tarihinde UEFA Kupasını almasından 1 ay önce oynanan Denizli maçında stadyumunda 8000 seyirci vardı. "Bizi Türkiye'deki başarılar kesmiyor mirim, biz Avrupa'ya bakıyoruz" demek iyi bir şey de, böyle bir nankörlük, böyle bir kadir bilmezlik, böyle bir şımarıklık olabilir mi? En büyük olduklarını, en fazla olduklarını iddia edenlerin tribününde, derbileri çıkarsan son 10 yılda 7-8 bin seyirci var ortalama olarak. Fenerbahçe, Pendik faciasını yaşadığında, kendi kaptanı tesislerde saldırıya uğradığında, kulüp batağın içine saplandığında bile 20 binin altını görmemiştir. Hiçbir zaman.
Peki G.Saray taraftarı nasıl bu hâle getirildi? Ben bu süreci bizzat yaşadığım için, G.Saraylı blog sahibi veletlerin hepsinden fazla bilgim var kendi kulüpleri hakkında. Şimdi 25 senedir yaşadığım, gözlemlediğim, okuduğum, dinlediğim, seyrettiğim onca şeyden kaynaklanan bir takım analizler yapacağım. Bunların hepsi isabetlidir ve onlar bu yazdıklarımı göremediği sürece camia olarak bu bataktan çıkamayacaktır. Arada şampiyonluklar görse de çıkamayacaktır. Anlık sevinç, başarı ya da çözümlerin iyileştirmeyeceği kadar büyük bir kangren söz konusu çünkü...
Neden mi? Bakın şu söylediğime: 1980'lerin ikinci yarısı geçilirken 86 yılında Fenerbahçe'nin 11 şampiyonluğu vardı bu ligde, G.Saray'ın kaçtı biliyor musunuz? Sadece 6. Bugün durum ne? 17-17! Yani ilk 27 senede Fenerbahçe 11-6 öndeyken, son 24 seneyi bu kez G.Saray 11-6 önde geçmiş. Bunun yanında Cumhurbaşkanlığı Kupalarını, Türkiye kupalarını saymıyorum bile. Avrupa'daki başarılar ona keza. Yani Fenerbahçe'ye göre son çeyrek yüzyılda açık ara bir şekilde daha başarılı bir kulüp söz konusu. Buna rağmen içinde bulundukları huzursuzluk, Fener'e karşı eziklik, içinden çıkılamayan sorunlar yumağı vs. nasıl açıklanabilir? Bunun tek açıklaması vardır, o da "G.Saray'ın camia ve taraftar kültürü".
'84 yılında 14 senelik şampiyonsuzluk yıllarından sonra Derwall'i getirerek müthiş bir hamleye imza atan, bunun semeresini ilerleyen yıllarda 2 şampiyonlukla toplayan G.Saray, onun emekli olmasını müteakip Mustafa Denizli döneminde Avrupa'da yarı final görmesine rağmen seviye olarak ve zihniyet anlamında geriye gitti. Onu sportif başarısızlıklar yüzünden gönderip Sigi Held gibileriyle zaman kaybettikten sonra bir başka müthiş hamle daha yapıldı ve Kalli göreve getirildi. Onunla ve referans olduğu Hollman ile gelen üst üste 2 şampiyonluktan sonra, son 25 yıldaki ilk facia karar gündeme geldi ve Hollman, şampiyon olmasına rağmen gönderildi. Yerine ise Kocaelispor ile başarılı bir sezon geçiren Saftig getirildi. Sigi Held'den bir farkı olmayan bu Alman, sezon içerisinde Samsun-Antep-Antalya skandalını takiben kovuldu. Sonraki sezon Alman ekolü (nedense) terk edilerek Graeme Souness transfer edildi. O da takımı şampiyon yapamayınca Fatih Terim göreve getirildi ve her şey ondan sonra başladı zaten.
Tüm G.Saray camiasında adı uğursuza çıkmış olan ve millî takımdaki başarısına rağmen hiçbir şekilde benimsenmeyen Terim'in, ilk sezonunda 3 defa istifa etmesine karşın Faruk Süren tarafından görevde tutulması önemliydi. Ayrıca o sezon Fenerbahçe'nin Vahap Beyaz ve İbrahim Aksoy gibi hakemler (bu ikisi G.Saray tribününde maç seyrederken bizzat görülmüştür) tarafından adeta doğranmasına Ali Şen ses çıkarmazken, İstanbulspor maçında 99. dakikada orta sahadan ve (önünde Suat olduğu için) pozisyonu görmeden penaltı çalan Vahap Beyaz, şampiyonluğun en önemli emekçilerinden biriydi. Terim'in derin devletle ve Mehmet Ağar ile olan bağlantıları tüm gücüyle devredeydi ve 4 yılın sonunda kayıkçı kavgası başlamadan hemen önce kazanılan Uefa Kupası, Ağar'ın çocuğunun mezarına götürülüp bırakılacaktı.
1998 yazında Aziz Yıldırım paraları saçarken, Baliç'i , Moldovan'ı, Murat Yakın'ı transfer etmişken ve Hasan Şaş'ı da tam almak üzereyken (Hasan Yeni Yüzyıl gazetesine "beni daha çok isteyen Fenerbahçe oldu, artık Fenerliyim" demişti) Fatih Terim ve Mehmet Ağar A.Gücü kulübünü basmış, Hasan'ı transfer etmiş ve çıkışta da olayı görüntüleyen atv kameramanına saldırmışlardı. Olayın üstü hemen kapatıldı, G.Saray çiftliğinde "yönetimde olmayan" Ağar'ın ve alt tarafı hoca olan Terim'in transfer görüşmesi yapmasının tüyler ürperticiliği hemen unutuldu.
97 yılında Sami Yen'deki bir Antalya maçında Kona'nın 47. dakikadaki golüyle yenik duruma düşen takım, 52'de olmayan bir frikik sonucu Bülent ile beraberliği sağlamıştı. Hemen akabinde Tugay, sağ taraftan gelen ortada penaltı noktası üzerinde topu net bir şekilde koluyla alıp golü attı. Hakem Metin Tokat golü vermesine karşın yardımcı hakem 30 metreden pozisyonu süzüp golü iptal ettirdi. 30. dakikadan sarı kartı olan Tugay'ın ikinci sarıdan atılması gerekiyordu ama Tokat'ın g.tü yemedi. Bunun yanında, pozisyon sonrasında tüm takım olarak yardımcı hakemin üzerine çullanan G.Saray takımında Hagi isimli aşağılık insan müsveddesi, Tokat'ın gözünün önünde yardımcı hakemin yakasına yapışmış (resmen ve alenen böyle, formasının yaka kısmını sol eline almış) onu tartaklarken Metin Tokat tüm kamuoyunun kabul ettiği kırmızı kartı çıkar(a)madı. Hemen sonrasında ise Cafer Aydın'ı oyundan atarak galibiyetin yolunu açtı.
Bunun gibi sayısız örnek sayabilirim ama bunlar, G.Saray dışındaki kamuoyunun en fazla gözüne sokulan ve artık gemin azıya alındığı, namussuzluğun tavan yaptığı örnekler olduğu için bunları saydım. Sonuçta G.Saray kulübü bu dönemde Terim ve Ağar'ın oyuncağı hâline getirilmiş, bu sayede gelen başarılarla tüm camia inanılmaz bir pişkinlikle olanlara sesini çıkarmamış ve "gelen kirli başarıların tadını çıkarmıştır". Türkiye'nin (sözüm ona) batıya açılan penceresi, bir Adanalının hegomonyasına girmiş ve onun, kendi işverenleri (yöneticileri) için "daha dün önünü iliklemeden, kapımı vurmadan odamdan giremezlerdi" deyişine ses çıkarmamıştır. Bu hâliyle de batının değerlerinden tamamen uzaklaştığını, Türkiye'nin en şark zihniyetli kulübü hâline geldiğini net bir şekilde göstermiştir. Kendi yöneticisine bunları diyerek İtalya'ya giden adamı, daha sonra tezahüratlarla geri getirmiş; akabinde yine aynı adamı "s.ktir ol git Terim!" diyerek kulüpten kovmuştur.
Neyse, 2000 yılında İtalya'ya giden Terim'in yerine Lucescu'nun getirilmesi, G.Saray'ın son 25 yılında, Derwall ve Kalli'den sonra üçüncü doğru hamledir. Gönderilmesi de 100 yıllık kulüp tarihinin en vahim, en isabetsiz kararıdır. Ve bu gönderiliş, G.Saray camiasının ve taraftarının nasıl zıvanadan çıktığını, nasıl şımardığını, nasıl züppeleştiğini gösteren en kusursuz örnektir. Zira ilk yılında Hakan Şükür'süz bir şekilde Süper Kupa'yı kazanan, Şampiyonlar Ligi'nde iki gruptan birden çıkıp (bence) Türk futbol tarihinin en büyük başarısını elde ederek çeyrek final oynayan, şampiyonluğu (75 milyon dolar harcayan) Fener'e kaptıran Luce, ikinci yılında bebelerle lig şampiyonu olurken Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finali tek golle kaçırmıştır. Barcelona'ya Sami Yen'de yenildikleri o maçı kazansa, takım yine çeyrek finale çıkacaktır. Ve Barça, Luis Enrique'nin ofsayt golüyle maçı kazanıp gruptan çıkan takım olmuştur. Görüntü o dönemde net bir şekilde şudur: Eğer böyle giderse, G.Saray 3-4 sene içinde Şampiyonlar Ligi'nde final oynayacaktır. Bunun için futbolcular, yıldızlar vs. önemli değildir çünkü kim gidip kim gelse, 7-8 futbolcu birden değişse vs. sonuç değişmemekte, bir şekilde takım başarılı olmaktadır. Ama öte yandan takımın oynadığı futbol fazlasıyla defansif bir futboldur ve izleyenlere zevk vermemektedir. Ve tam da bu yüzden o günlerde ne olur biliyor musunuz? Şımarık, g.tü kalkmış, başarıların sarhoşu olmuş, kadir-kıymet bilmez, vefasız G.Saray camiası, tüm o başarılara rağmen "oynanan futbol zevk vermiyor" diye Lucescu'yu gönderip Terim'i yeniden göreve getirir. G.Saray Spor Kulübü tarihinin gelmiş geçmiş en facia kararı da budur. Sadece Lucescu söz konusu olduğu için değil. Giderken yöneticileri için "hepsi benim köpeğimdi" mealinde şeyler söyleyerek giden, İtalya'da tokadı yiyip ülkeye dönen ve televizyon yorumculuğu yapan bir adamı yeniden kapıdan içeri soktuğu için.. Onun 50 milyon dolar harcayıp kulübü batağa sokmasına seyirci kalındığı için.. Ve tabii ki Luce gibi başarılı ve mütevazı bir hocayı gönderdiği için.. İşin tüyler ürpertici yanı, tekrar belirtiyorum, gönderilme sebebinin "takım başarılı ama bizi kesmiyor, biz keyif veren futbol da istiyoruz" gibi bir zihniyet olması.. Hayatınızda bundan daha züppe bir taraftar grubu görebilir misiniz?
Sonrası mâlum. Terim "s.ktir ol git" tezahüratlarıyla kovuldu, Hagi geldi. Hagi "hırsız Hagi" tezahüratlarıyla kovuldu, Gerets geldi. O gitti Skibbe geldi, son olarak da total futbol duayeni Rijkaard.. Sonra o da kovuldu ve tekrar pislik bir insan müsveddesine dönüş.. G.Saray, Fenerbahçe'nin 80 ve 90'lardaki hâlinden bile daha beter durumda şu anda. Bu açık bir şekilde görülebiliyor.
Herhangi bir kurumda böylesi bir kaos varsa, bundan kurtuluş imkânsız değildir. Ama kurtuluşun birinci aşaması, "teşhisin doğru konması" ve gelinen noktada "özeleştirinin" yapılmasıdır. G.Saray camiası ise özeleştiri kavramından o kadar uzakta ki, günü kurtarmaktan başka hiçbir çözüm yoluna başvuramıyorlar. Şımarıklık, züppelik, vefasızlık, adam harcama, "giden ağam gelen paşam" zihniyeti, günlük düşünme vs. en üstünden en alta kadar her yeri kangren gibi sarmış durumda. Büyük resmi hiçbirisi göremiyor, hele de blog âlemindeki reislerinin eteğine tutunmuş sidikli bir takım veletler, kendilerini takip eden azınlığı adeta zehirliyor. Ama sadece onlar ve takipçileri değil, genel olarak G.Saray taraftarının neredeyse tamamı aynı kafada ve çürümüşlük seviyesinde şu anda. Gerçekleri göremedikleri sürece, âkil bir takım adamlar çıkıp idareyi ele almadığı sürece de burunları b.ktan çıkmayacak. Biz dostane bir şekilde eleştirdiğimiz zaman da o şımarıklığın, o züppeliğin yansımalarını gösterip saldırmaya devam edecekler. Ama biz düşüncelerimizi yazmayı sürdüreceğiz. Merhum Ali Sami Yen'in, Fenerbahçe ile aynı otelde kamp yaptıkları bir maç arefesinde, kendi futbolcuları odalarına çekilmişken geç saatte arkadaşlarıyla sohbet eden Can Bartu'yu görüp "Can, yarın önemli bir rakibinizle (G.Saray ile!!!) maçınız var, bu saatte burada ne yapıyorsun? Git odana dinlen!" diye azarladığı dönemleri özlüyor, bir ezelî rakip olarak o G.Saray'ın hasretini çekiyoruz. Bugünün, Yen başta olmak üzere tüm efsanelerin kemiklerini sızlatan başarı kölesi, vefasız, kadir bilmez, Fener kompleksi ile polise saldırıp kendi stadını yakan, sahaya 19 bin bardak su atan, tüm değerlerini bozuk para gibi harcayan taraftarıdan da ölümüne iğreniyoruz.