"Perez'in Jose Mourinho'ya kulüpte bu denli insiyatif vermesi Real Madrid'e yakışmıyor ve bu durum kulübü bir felakete sürükleyebilir."
"Jose Mourinho'nun Barcelona maçı sonrası yaptığı açıklamalar, Real gibi büyük bir kulübe asla yakışmıyor. Başkan tüm yetkiyi Mourinho'ya vermiş. Bu hiç de Real Madrid'e göre değil. Kulübün CEO'su bile Mourinho'nun odasına giremiyor. Benim zamanında en ufak bir olay bile skandal olarak lanse edilirdi. Mourinho'nun yaptıklarının bedelini ise taraftar ödüyor."
"Görüldüğü kadarıyla Real Madrid hakemlerden şikayet edecek kadar küçüldü ve bunun tek sorumlusu Jose Mourinho'dur. Real Madrid, hakemlerden yana dert yanmayacak kadar büyük bir kulüptür. Barcelona maçı sonrasında düzenlenen basın toplantısı utanç verici. Her şeyin üstüne işin içine Unicef'i katmak daha da uygunsuz bir durum."
Dünyanın en onursuz, en ahlâk yoksunu ve en çok ağlayan teknik direktörü hakkında, Real Madrid kulübü eski başkanlarından Ramon Calderon'un söyledikleri...
real madrid etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
real madrid etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
29 Nisan 2011 Cuma
27 Nisan 2011 Çarşamba
Kötüler kaybeder
Üç yıldır bu blogda müteattit defalar Mourinho'dan insan olarak ne kadar tiksindiğimi, yüzüne baktıkça midemin nasıl bulandığını anlattım durdum. Dünyanın en iyi hocalarından biri olması gerçeği bir yana, ahlâk denen erdemden zerre kadar nasibini almamış, zafere giden her yolu mübah sayan iğrenç bir adam olarak görüyorum kendisini. '96-2000 arası dönemde Terim için denir ya; futbolcularına "hakemin üzerine toplu halde çullanmalarını, o anda kararını değiştirmeyecek olsa bile sonraki pozisyonlar için onu bu şekilde etkilemelerini" söylermiş.. Mourinho da bu anlamda gittiği her takıma damgasını vuran bir adam. Onun (Porto hariç) çalıştırdığı bütün takımlarda maç içindeki çirkeflikleriyle, kasıtlı faulleriyle, rakibi yaralayıcı hareketleriyle ön plana çıkan birkaç futbolcu mutlaka oluyor. Arbeloa gibi, Liverpool'daki sünepe görüntüsüyle doğru düzgün faul bile yaptığını hatırlamadığımız bir oyuncu, Jose'nin ellerinde bu sezonki 4 Barça maçında en az 7-8 tane kasıtlı ve topzsuz alanda faul yapan iğrenç bir sporcu müsveddesi hâline geldi. Pepe'yi saymıyorum, o zaten anadan doğma pislik. Di Maria mesela, bu geceki maçta üç kez kendini yere atarak faul kazandı; hatta bir tanesinde Alves'e sarı kart bile göstertti. Adebayor rakiplerinin yüzlerine tokatlar savurdu, Marcelo topsuz alanda kramponundaki vidalarla rakibinin dizini delmeye kalkıştı vs.
Ha, denebilir ki, Barcelonalı oyuncular da bu gece bir takım utanç tabloları çizdiler. Bu görüşe katılıyorum ama Barcelona'da, bu sezonki Real maçları dışında böyle bir görüntüyü 25 senedir herhangi bir maçta gören var mı? "Dinsizin hakkından imansız gelir" demişler, Barçalı oyunculara fazla kızamıyorum bu yüzden. Oysa Jose'nin talebeleri 10 yıldır hep bu şekilde, yani çirkef ve ahlâksızca oynuyor bu oyunu. Bu yüzden kendisinden ölümüne iğreniyorum. Fener'e gelse, Fenerbahçe'yi bile o gidene kadar tutmam. O derece..
Öte yandan bu gece Twitter'da maçın 0-2 biteceğini tahmin etmiştim, yanılmadığıma çok seviniyorum. Hatta gün içinde konuştuğum herkese ilk yarının 0-0 biteceğini de belirttim. Artık bu maçlar biraz otomatiğe bağladı gibi çünkü. Marcelo, Adebayor ve Lass'ın görmediği kırmızı kartlar skorun artmasını önlemiş olabilir ama gerisi Nou Camp'da gelecektir diye düşünüyorum. O maçta Jose'yi bir kez daha rezil etmek için full motivasyonla oynayacak Katalanlar. Edeceklerini de sanıyorum. En az 3-0 olur o maç.
Real Madrid kulübü, futbolda tartışmasız bir şekilde hâlâ dünyanın en büyüğü ama kendi sahasında bu kadar şahsiyetsiz, bu kadar kişiliksiz, bu kadar korkak ve bu kadar güdük futbol oynatan bir hocayı gelecek sezon görevde tutmamalı. Son sözüm budur.
Real Madrid 0 - Barcelona 2
1 Aralık 2010 Çarşamba
Barça, Real, Mourinho...
Barcelona, Real Madrid'i sadece yenmedi geçen gece. Zaten bu takımlar birbirini onlarca defa yenmiş ve yenmeye de devam edecek. Maçın asıl önemi, Barça'nın ezelî rakibini bütün dünyanın gözü önünde rezil rüsva etmesi, rakip futbolcuları birkaç gün boyunca insan içine çıkamayacak bir hâle getirmesiydi. İki takım arasında futbolcular bazında kalite farkı (hepimizin bildiği üzere) o kadar azken, sahadaki farkın bu kadar devasa olması nasıl açıklanabilir peki? Bence bunun tek açıklaması, Barça'nın alt yapıdan yetiştirdiği oyuncular ve bu oyuncularla kurduğu, dünyanın başka hiçbir kulübünde görülemeyecek, nevi şahsına münhasır modeldir. Onların oynadığı futbol sonuçta 3-4 yıldır tüm dünyanın imrenerek izlediği ve diğer bütün takımların öykündüğü bir futbol. Peki taklit etmek mümkün mü? Gayet tabii, zaten bu yapılıyor da.. Peki ona ulaşmak, bırakın ulaşmayı, yaklaşmak mümkün mü? İşte o imkânsız. 20 yıllık bir plan dâhilinde olabilir elbette ama bu da çok realist bir hedef değil, takdir edersiniz..
Evet, benim çocukluğumdan beri Barcelona aynı futbolu oynuyor, en azından oynamaya çalışıyor. O zamanlar Guardiola ve Bakero vardı, şimdi Xavi ve Iniesta var. O zamanlar Laudrup ve Stoichkov vardı, şimdi Villa ve Messi var. O zamanlar Nadal, Abelardo, Sergi ve Ferrer vardı; şimdi Puyol, Pique, Abidal ve Alves var. Ve elbette o zamanlar Zubizaretta vardı, şimdi Valdes var. Sistem, 1994 finalinde Milan'a 4-0 yenilen Barça'da da 4-1-2-3 idi, Real'i beşleyen Barça'da da 4-1-2-3. Bu ekol, Cruyff kulübün kapısından girdiğinden beri 23 senedir dişle, tırnakla, binbir zahmet ve emekle oluşturuldu. Realiteden uzak, dünya futboluna yabancı ve romantik bir oyun oynamakla suçlandılar kimi zaman (doğrusu çoğu zaman). Hatta o oyundan ödün vermemek adına yeri geldi, Şampiyonlar Ligi finalinde pozisyona giremeden dörtlük oldular. Ama hiçbir zaman bu "güzel oyun" sevdasından, güzel oyunla kazanma aşkından vazgeçmediler. 2000 yılında Beşiktaş maçı için İstanbul'a geldiklerinde basın mensupları, teknik direktör Lorenzo Serra Ferrer'e "deplasmanda oynadığınız için önce 1 puanı mı hedefleyeceksiniz?" diye sorduğunda, daha kulübe geleli 2 ay olmuş olan hoca "biz Barcelona'yız, her koşulda kazanmak için oynarız" diye cevap vermişti. Ertesi gün maça çıktılar, Beşiktaş'a karşı üçlük olup gittiler.
Ama bu ulvî amacın, bu kutsal alın terinin meyvelerini toplayacakları zaman, bir gün gelecekti. En azından gelmeliydi. Ve 2000'lerin ilk yarısı kapanırken Rijkaard döneminde söz konusu süreç yavaş yavaş başladı. Bugünkü başarılı takımın meyvelerinin atıldığı yıllar olarak bahsedebiliriz söz konusu dönemden ama o zamanlar Şampiyonlar Ligi kazanılmış olmasına rağmen yine de modelin en mükemmel, en pür hâline ulaşılmamıştı. Çok sayıda yabancı futbolcu ile istikrarsız iniş-çıkışlar yaşanabiliyordu. Belletti, Ronaldinho, Deco, Eto'o, Van Bommel, Giuly gibi "fabrika ürünü" olmayan birçok dişli vardı. Sahadaki oyundan, performanstan, yetenekten ziyade işin "manevi" yönüne bu oyuncuların Xavi, Iniesta, Messi, Valdes ya da Puyol kadar adapte olması mümkün değildi. Nitekim Guardiola geldikten sonra o isimler teker teker takımdan temizlendi ve tamamen altyapı fetişizmi üzerine özgün bir yapı inşa edildi. Şu anda bakıyoruz, ilk 18'inde neredeyse 12 tane altyapıdan gelme oyuncu var Barça'nın. Bu oyuncular hem kulüp terbiyesini, hem mevcut mentaliteyi, hem sporcu etiğini hem de "birlik olma" duygusunu en küçük yaşlardan itibaren öğrendiği için, saha içinde genci-yaşlısı ile adeta tek bir bütünmüş gibi hareket edebiliyor. Ve ortaya öylesine muazzam, öylesine ulaşılmaz, öylesine kusursuz bir yapı çıkıyor ki, Rıdvan Dilmen'in dediği gibi "Barcelona ve diğerleri" şeklinde bir ayrım da kaçınılmaz bir hâle geliyor. Çünkü sahada oynanan oyun, sadece "somut" çalışmalara değil, böylesi "metafizik" bir takım unsurlara da doğrudan bağlantılı bir görünüm arz ediyor. Ve tam da bu yüzden, yukarıda belirttiğim üzere Barça'nın, taklit edilse de ulaşılması "neredeyse imkânsız" bir model olarak dünya futbolundaki elit ve benzersiz konumunu uzun bir süre muhafaza etmesi neredeyse kesin gibi görünüyor...
Mourinho'ya gelelim. Hazret, maçtan sonra diyor ki: "Onlar tamamlanmış bir proje, biz ise daha yolun başındayız." Kısmen doğru ama kısmen de yanlış bir saptama. Çünkü Barcelona'nın "tamamlanmışlığı" anlamında bir tamamlanma, kendisininki dâhil hiçbir takıma hiçbir zaman nasip olmayacak belki de.. Bu yüzden o, geçen senenin Inter'i gibi hırslı, performansının yüzde yüzünü sahaya yansıtan, takım için terinin son damlasına kadar savaşan, kazanmak için her yolu mübah gören, bu uğurda çirkeflik yapmaktan çekinmeyen, hatta gururu-onuru bir tarafa bırakıp rakibini tamamen "durdurma" üzerine sinsi bir oyun oynamaktan da imtina etmeyen sevimsiz bir yapının tamamlanmasından bahsediyor olmalı. Nitekim bunun emarelerini de, sporcu demeye bin şahit isteyecek Arbeloa'nın, oyuna giriş amacını demonstratif bir şekilde açık eden performansından anlamak çok mümkün. O Arbeloa ki, Liverpool'da şu antipatikliğinin yüzde birine bile sahip değildi, hatta sert bir oyuncu bile sayılmazdı ama Mourinho'nun elinde bir yok etme makinesi, kasıtlı fauller yapan bir kasap hâline dönüştü. Aynı şekilde Ronaldo, Ramos, Pepe, Alonso gibilerinin tavır ve davranışlarına bakınca, dünyanın en özel ama en itici teknik direktörünün oyuncularına ne yönde motivasyonlar verdiğini net bir şekilde görebiliyoruz.
Bendeniz, 1990 yılından beri dünya futbolunu izleyen, Fenerbahçe ve Liverpool ile birlikte Barcelona'yı (tam da yukarıda yazdıklarım nedeniyle) tutan bir futbol romantiği olarak, blogda hep belirttiğim üzere futbolun kendi içindeki adaletine (uzun vadede) fazlasıyla inanan biriyim. Mourinho gibi ahlâk yoksunu kişilerin aldığı yenilgiler de bu yüzden kendi tuttuğum takımlarınki kadar zevk veriyor bana. İşlerin, onun için hep Pazartesi akşamındaki gibi gitmesini diliyorum.
Evet, benim çocukluğumdan beri Barcelona aynı futbolu oynuyor, en azından oynamaya çalışıyor. O zamanlar Guardiola ve Bakero vardı, şimdi Xavi ve Iniesta var. O zamanlar Laudrup ve Stoichkov vardı, şimdi Villa ve Messi var. O zamanlar Nadal, Abelardo, Sergi ve Ferrer vardı; şimdi Puyol, Pique, Abidal ve Alves var. Ve elbette o zamanlar Zubizaretta vardı, şimdi Valdes var. Sistem, 1994 finalinde Milan'a 4-0 yenilen Barça'da da 4-1-2-3 idi, Real'i beşleyen Barça'da da 4-1-2-3. Bu ekol, Cruyff kulübün kapısından girdiğinden beri 23 senedir dişle, tırnakla, binbir zahmet ve emekle oluşturuldu. Realiteden uzak, dünya futboluna yabancı ve romantik bir oyun oynamakla suçlandılar kimi zaman (doğrusu çoğu zaman). Hatta o oyundan ödün vermemek adına yeri geldi, Şampiyonlar Ligi finalinde pozisyona giremeden dörtlük oldular. Ama hiçbir zaman bu "güzel oyun" sevdasından, güzel oyunla kazanma aşkından vazgeçmediler. 2000 yılında Beşiktaş maçı için İstanbul'a geldiklerinde basın mensupları, teknik direktör Lorenzo Serra Ferrer'e "deplasmanda oynadığınız için önce 1 puanı mı hedefleyeceksiniz?" diye sorduğunda, daha kulübe geleli 2 ay olmuş olan hoca "biz Barcelona'yız, her koşulda kazanmak için oynarız" diye cevap vermişti. Ertesi gün maça çıktılar, Beşiktaş'a karşı üçlük olup gittiler.
Ama bu ulvî amacın, bu kutsal alın terinin meyvelerini toplayacakları zaman, bir gün gelecekti. En azından gelmeliydi. Ve 2000'lerin ilk yarısı kapanırken Rijkaard döneminde söz konusu süreç yavaş yavaş başladı. Bugünkü başarılı takımın meyvelerinin atıldığı yıllar olarak bahsedebiliriz söz konusu dönemden ama o zamanlar Şampiyonlar Ligi kazanılmış olmasına rağmen yine de modelin en mükemmel, en pür hâline ulaşılmamıştı. Çok sayıda yabancı futbolcu ile istikrarsız iniş-çıkışlar yaşanabiliyordu. Belletti, Ronaldinho, Deco, Eto'o, Van Bommel, Giuly gibi "fabrika ürünü" olmayan birçok dişli vardı. Sahadaki oyundan, performanstan, yetenekten ziyade işin "manevi" yönüne bu oyuncuların Xavi, Iniesta, Messi, Valdes ya da Puyol kadar adapte olması mümkün değildi. Nitekim Guardiola geldikten sonra o isimler teker teker takımdan temizlendi ve tamamen altyapı fetişizmi üzerine özgün bir yapı inşa edildi. Şu anda bakıyoruz, ilk 18'inde neredeyse 12 tane altyapıdan gelme oyuncu var Barça'nın. Bu oyuncular hem kulüp terbiyesini, hem mevcut mentaliteyi, hem sporcu etiğini hem de "birlik olma" duygusunu en küçük yaşlardan itibaren öğrendiği için, saha içinde genci-yaşlısı ile adeta tek bir bütünmüş gibi hareket edebiliyor. Ve ortaya öylesine muazzam, öylesine ulaşılmaz, öylesine kusursuz bir yapı çıkıyor ki, Rıdvan Dilmen'in dediği gibi "Barcelona ve diğerleri" şeklinde bir ayrım da kaçınılmaz bir hâle geliyor. Çünkü sahada oynanan oyun, sadece "somut" çalışmalara değil, böylesi "metafizik" bir takım unsurlara da doğrudan bağlantılı bir görünüm arz ediyor. Ve tam da bu yüzden, yukarıda belirttiğim üzere Barça'nın, taklit edilse de ulaşılması "neredeyse imkânsız" bir model olarak dünya futbolundaki elit ve benzersiz konumunu uzun bir süre muhafaza etmesi neredeyse kesin gibi görünüyor...
Mourinho'ya gelelim. Hazret, maçtan sonra diyor ki: "Onlar tamamlanmış bir proje, biz ise daha yolun başındayız." Kısmen doğru ama kısmen de yanlış bir saptama. Çünkü Barcelona'nın "tamamlanmışlığı" anlamında bir tamamlanma, kendisininki dâhil hiçbir takıma hiçbir zaman nasip olmayacak belki de.. Bu yüzden o, geçen senenin Inter'i gibi hırslı, performansının yüzde yüzünü sahaya yansıtan, takım için terinin son damlasına kadar savaşan, kazanmak için her yolu mübah gören, bu uğurda çirkeflik yapmaktan çekinmeyen, hatta gururu-onuru bir tarafa bırakıp rakibini tamamen "durdurma" üzerine sinsi bir oyun oynamaktan da imtina etmeyen sevimsiz bir yapının tamamlanmasından bahsediyor olmalı. Nitekim bunun emarelerini de, sporcu demeye bin şahit isteyecek Arbeloa'nın, oyuna giriş amacını demonstratif bir şekilde açık eden performansından anlamak çok mümkün. O Arbeloa ki, Liverpool'da şu antipatikliğinin yüzde birine bile sahip değildi, hatta sert bir oyuncu bile sayılmazdı ama Mourinho'nun elinde bir yok etme makinesi, kasıtlı fauller yapan bir kasap hâline dönüştü. Aynı şekilde Ronaldo, Ramos, Pepe, Alonso gibilerinin tavır ve davranışlarına bakınca, dünyanın en özel ama en itici teknik direktörünün oyuncularına ne yönde motivasyonlar verdiğini net bir şekilde görebiliyoruz.
Bendeniz, 1990 yılından beri dünya futbolunu izleyen, Fenerbahçe ve Liverpool ile birlikte Barcelona'yı (tam da yukarıda yazdıklarım nedeniyle) tutan bir futbol romantiği olarak, blogda hep belirttiğim üzere futbolun kendi içindeki adaletine (uzun vadede) fazlasıyla inanan biriyim. Mourinho gibi ahlâk yoksunu kişilerin aldığı yenilgiler de bu yüzden kendi tuttuğum takımlarınki kadar zevk veriyor bana. İşlerin, onun için hep Pazartesi akşamındaki gibi gitmesini diliyorum.
29 Kasım 2010 Pazartesi
Ahlâksız(lığ)ın ölümü
Barcelona - Real Madrid maçı, futbolu futbol olduğu için seven ve seyreden, "dürüst oyun"u kazanmanın bile önüne koyan, herhangi bir şekilde kural dışı kazanmaktansa kaybetmeyi yeğleyen, futbolda ilâhî bir adaletin olduğuna inanan, efendiliği çirkefliğe tercih eden vs. vs. herkes için adeta bir resitaldi bu gece. Dünya futbol tarihinin gördüğü en şerefsiz, en ahlâksız, en çirkef figür olan Jose Mourinho'nun maç boyunca düştüğü durum, yaşadığı travma ve üzüntü, yeryüzünde erdem sahibi olarak yaşamaya gayret eden her ademoğlunu mest edecek kadar güzeldi. Cristiano Ronaldo, Pepe, Carvalho, Ramos, Arbeloa gibi "tencere-kapak" misali layık oldukları hocayı bulmuş olan it sürüsünün; 14 tane delikanlı tarafından insan içine çıkamayacak kadar rezil edilmesi ise duyulan zevki ikiye, üçe katladı. Gerçek futbolseverler, etik sahibi futbolseverler ne kadar sevinse az bu gece. Şahsen ben Fener şampiyon olduğu zaman en fazla bu kadar mutlu oluyorum. Mourinho'nun ve dünya üzerinde, onun zihniyetini hiç utanmadan destekleyen on milyonlarca insanın yaşadığı hayal kırıklığı ve utanma duygusu, tarifi imkânsız bir zevk veriyor bana. Maç ile ilgili yazıyı yarın yazacağım; bu gece sadece duygularımı bu sayfalara dökmek istedim.
"Bana sevdiğin sporcuyu, spor adamını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim."
Barcelona 5 - Real Madrid 0
"Bana sevdiğin sporcuyu, spor adamını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim."
Barcelona 5 - Real Madrid 0
16 Nisan 2010 Cuma
Vargas Real'e doğru..

Vargas transferinin ilginç yanı ise Real'in bu youncuyu sol bek olarak alıyor olması. Sezon başından beri Marcelo orada güçsüz kaldığı, Arbeloa da hücumda etkisiz olduğu için yana yana sol bek arayan Madrid ekibi, aslında bir sol açık olan Vargas'ı orada oynatırsa bakalım nasıl bir verim alacak, ben de merak ediyorum.
11 Nisan 2010 Pazar
Real'in gücü yetmedi

Yani Arbeloa hücum etmek, top yapmak isteyen bir takımın beki olamayacağı gibi, sol beki hiç olamazdı. Marcelo gibi hızlı, teknik ve "oranın adamı" olan bir kişiyi oynatsa çok daha iyi sonuç alabilirdi.
İkinci mevzu ve en büyük skandal ise Alonso gibi dünyanın en iyi ön liberosu olan bir adamın bu maçta "sağ iç" olarak görevlendirilip ön liberoya Gago'nun konması. Bir kere Gago zaten bu seviyelerin topçusu olmadığını çoktan kanıtladı da, sen Alonso'nun yerini niye değiştiriyorsun kardeşim? Düşünün bir, rakip Sergio Ramos kanadından gelirken o beke yardım etmesi gereken kişi Alonso! Tabii bunu çoğu zaman içeriye, kendi yerine kaydığı için hakkıyla yapamadığı gibi aklı orada kaldığı için kendi yerinde de faydalı olamadı. Gago ise maçta birkaç faul dışında hiçbir şey yapmadı.
Üçüncü önemli konu, böylesi bir maçta savunmaya fazla yardım etmeyen van der Vaart'ın forvet arkası olarak oynatılmasıydı. Madem orada hücumcu oyuncu kullanacaksın, Guti ne güne duruyor? Üstelik Higuain ve Ronaldo gibi iki pırpır forvet varken bunların koşu yoluna lokum gibi pasları atabilecek kadrodaki en iyi oyuncu Guti. Nitekim oyuna girer girmez Hollandalı'ya attığı pas da bunun göstergesi.
Dördüncü ve son konu ise Real'in tandemi. Tek tek iyi oyuncular olsa da Garay ve Albiol'un, Samuel ile Lucio'nun bile durduramadığı Barça forvetlerini durdurabilmesi açıkçası imkânsızdı. Nitekim ilk gol savunma yerleşimi ve hamleleri açısından tam bir facia diyebiliriz. Neticede Real'in teknik direktörü ilk maçın aksine son derece başarısız bir taktisyenlik göstererek maçı kaybetmeyi hak etti.
Diğer tarafta ise çok büyük bir menajer olmaya doğru giden, kafa yoran, araştıran müthiş Guardiola var. Haftalardan beri takımını 4-4-1-1 şablonu ile adeta uçuran Pep, bu sefer kadronun yetersizliğini de düşünerek Messi'yi tek forvet, Daniel Alves'i sağ açık yaptığı bir 4-1-2-3'e dönmüştü. Son maçlarda sol açık oynayan Keita ortaya, sağ açık oynayan Pedro da sola gelmiş, ortanın ortası üç kişiyle yine sağlam bir görüntüye bürünmüştü. Buradaki asıl amaç olan, "Pedro tehdidi nedeniyle Ramos'u çıkışlarında tedirgin etmek" taktiği de kusursuz bir şekilde gerçekleşti. Tamamen dünyanın en iyi iki oyuncusunun üretimi olan müthiş golden sonra, ikinci yarıya başlarken Guardiola bu kez Puyol'u sol beke koyup, Maxwell'i öne çıkardı ve Pedro'yu sağ açığa gönderdi. Dani Alves'i de sağ beke çekti. Böyle bir şeyi, ilk yarıyı önde kapamış bir hoca niye yapar? Muhtemelen dünyanın en çok bindiren beklerinden biri olan Ramos'un kanadını Puyol ve Maxwell gibi iki savunmacıyla kapatmak için yapar. Zira diğer tarafta tek ayaklı (ve o ayağını bile ne kadar iyi kullandığı tartışılabilecek) Arbeloa vardı ve Barça için bir tehlike olmaktan çok uzaktı. Guardiola'nın bu hamlesi de çok başarılı olarak onun hanesine bir artı puan olarak geçti.
Çizgi hâlinde öne çıkan Real savunmasının arasına Xavi'nin attığı akıl almaz bir pas sonrası, Pedro'nun muhteşem gol vuruşuyla fark ikiye çıkınca maç zaten orada bitti. Real'in bu golden sonraki yüklenmeleri, dışarıdan "aklınız neredeydi?" dedirtecek bir iştah içeriyor gibi göründü ama Guti'nin, en az Xavi'ninkiler kadar iyi olan pası dışında bir pozisyon üretemediler. Üretmeleri de çok zordu çünkü Barça sadece hücum edip savunmayı boşlayan bir takım değil. Parreira'nın taa 15 yıl önce bu ülkeye (ve Fatih Terim'e) öğrettiği gibi "en iyi savunma topa sahip olmaktır" ve Barça da bunu futbol tarihinde en iyi uygulayan takım. Savunma güvencesini önce topu rakibe vermeyerek sağlıyor, top bir şekilde onlara geçtiğinde ise inanılması güç bir presle baskı yapıp çalmaya çalışıyor, yine de çalamazlarsa bu kez yerleşik takım savunmasını gayet iyi uyguluyorlar. Dünya futbol tarihinde, Rıdvan'ın da dediği gibi bu Barcelona'dan daha iyi bir takım olduğunu gerçekten sanmıyorum.
Ligde şampiyonluğu neredeyse garantileyen bu müthiş galibiyetin moraliyle önüne bakan Barça'nın, Inter eşleşmesini merakla bekliyorum şimdi. Mourinho'nun o maçlardaki çaresizliğini görmek için de sabırsızlanıyorum.
Real Madrid (4-3-1-2): Casillas (**) - Ramos (*), Albiol (*), Garay (*), Arbeloa (*) - Alonso (**), Gago (*), Marcelo (**) (58' Guti (***) - van der Vaart (*) (69' Raul (*) - Higuain (*) (80' Benzema (*), Ronaldo (*)
Barcelona (4-1-2-3): Valdes (**) - Puyol (***), Pique (***), Milito (**) (81' Marquez (**), Maxwell (**) (63' Iniesta (***) - Sergio (***) - Xavi (*****), Keita (**) - Dani Alves (**), Messi (****), Pedro (****)
Goller (0-2): Messi 33', Pedro 56'
11 Mart 2010 Perşembe
7 Mart 2010 Pazar
Real'den mucizevî diriliş



Efsaevî bir geri dönüştü Real'inki. Sevilla ilk yarıda bence pek bir şey oynamadan öne geçti, ikinci yarıda ise allahın Drago'su hayatının en balık golüyle farkı ikiye çıkardı. Ama bu blogda ilk günden beri yazdığım ve Fenerbahçe'de eksikliğinden dem vurduğum o azim, o kazanma arzusu, o profesyonellik, o iş ahlâkı, o taraftara saygı vs. her şey vardı Madrid ekibinde. Ellerinden ne geliyorsa sahaya koydular, yeteneklerinin de yardımıyla ve en çok da Cristiano'nun baş döndüren performansıyla geriden gelip maçı kazanamayı başardılar. Zaragoza, Mallorca, Real Madrid, Espanyol, Villareal ve Sevilla deplasmanlarına gidecek olan Barça'nın işi iyice zorlaştı şimdi. Real'de ise bence en büyük alkışı, bunca yıldızlarla dolu kadroyu bu kadar kısa sürede rayına oturtan Pellegrini almalıdır.
27 Şubat 2010 Cumartesi
Biri Real'i durdursun
Geçen hafta Villareal'e 6 gol atan Real Madrid, bu hafta da Tenerife'yi deplasmanda 5-1 yenerek şampiyonluk yolundaki rakibi Barça'ya adeta göz dağı verdi. Ronaldo'yu forvette serbest oynatıp, Raul'u kenara çektiği; Higuain'i santrfor, Kaka'yı forvet arkası oynattığı günden beri Pellegrini'nin takımı önünde durulmaz bir makineyi andırıyor. Oyuncular birbirine alıştıkça, birbirinin stiline uyum sağladıkça daha iyiye gidiyorlar. Dünyanın en iyi ön liberosu Alonso ile müthiş teknik Lass'ın yanı sıra, muhteşem bir oyuncu olduğunu düşündüğüm Granero'nun görev aldığı orta sahaları neredeyse kusursuz. Defansta ise diğer hatlar kadar iyi olmadıklarını düşünüyorum. Tabii Ramos-Pepe-Albiol-Marcelo şeklindeki ideal defansları fena sayılmaz ama Pepe'nin sakatlanmasından sonra Ramos ortaya geçince Arbeloa sağ bek oldu (bugün Garay oynadı gerçi). Barça'nın defansının neredeyse yarı kalitesinde olan bu hat, en zayıf tarafları bence.
Barcelona eğer hata yaparsa, Real bunu değerlendirebilecek kapasitede şu anda. Seyri son derece hoş bir mücadele ve haftalar bizi bekliyor La Liga'da.


Barcelona eğer hata yaparsa, Real bunu değerlendirebilecek kapasitede şu anda. Seyri son derece hoş bir mücadele ve haftalar bizi bekliyor La Liga'da.



30 Kasım 2009 Pazartesi
Barcelona 1 - R.Madrid 0

Real Madrid, adına ve tarihine yakışır biçimde (tamam, geride kalabalık şekilde alan savunması yapmak birinci amaçta ama) kendi oyununu oynayıp, üzerine gelen rakibinin bıraktığı boşluklara 3 çabuk forvetiyle sızmayı amaçlayan bir stratejiyle çıktı maça. Özel bir önlem, geçen sene Chelsea'nin yaptığı gibi 10 kişi kapanmalar falan yoktu; bu açıdan Pellegrini'yi takdir ettiğimi belirtmek isterim. Ceza sahası önünde dörtlü bir defans; onun önünde Lass, Alonso ve Marcelo üçlüsü ile 7 kişilik bir alan savunması yaptılar. Zaman zaman Ronaldo da onlara (Abidal kanadından) yardım etti ama hem bunun için fizik olarak yeterli değildi hem de Abidal öyle güldür güldür bindiren bir bek olmadığı için çok da gerek kalmadı.
Arbeloa'nın Messi'ye yaptığı yakın ve agresif markajın yanı sıra Messi her topla buluştuğunda Marcelo bekine yardım etti. Hatta kimi zaman Alonso bile yanaştı oraya ve üçlü sıkıştırmalar gördük. Burada maç başında Messi'nin birkaç kez kaçırdığı Daniel Alves'in saçma sapan 3 orta yapıp o atakları öldürmesi ilginçti. Bu yakın markajdan sıkılan Messi, takribî 20. dakikadan sonra ortaya geçti. Ortadaki Henry ise sola. Soldaki Iniesta da ortaya. Burada şöyle bir tespit yapacağım: Barcelona'nın dün sahadaki görüntüsü tam bir çorbayı andırıyordu. Tamam, bu takımın stabil oynamamasına ve oyuncularının sürekli gezmesine alışığız ama kâğıt üzerinde 4-1-2-3 olan diziliş, ilk 20 dakikadan sonra darmadağın oldu ve Zlatan girene kadar da o şekilde devam etti. Bu karmaşık görüntü yüzünden ev sahibinin gole kadar net bir pozisyona girememesi de oldukça manidar zaten.
Neredeyse Henry için "uç forvet oynamayı unutmuş" diyeceğim. Maç öncesi kadroda ileri uçta görünen bu oyuncu da yakın markajdan bunalıp bir yerden sonra kendini sola attı. Solda oynayan Iniesta ise Keita ve Xavi'nin olduğu ortaya gelip gereksiz yere alanı daha da daralttı. Mesela 1-2 pozisyonda soldan Henry'yi kaçırdılar; hatta bir tanesinde sıfıra indi ama o an Real ceza sahasında tek bir Barcelona oyuncusu yoktu! Böyle birçok pozisyon yaşadık. Real'in başarıyla uyguladığı alan savunmasına, Barcelona'nın bu karmaşık oyun şablonu da yağ sürdü ve dediğim gibi, gol pozisyonu üretemediler.
Karşıda ise Real, sağlam tandemi ve önünde dünyanın en iyi ön liberosu Alonso ile mükemmel bir alan savunması yaptı. Onca yıldızın ortaya koyduğu mücadele ve oyun disiplini takdire şayandı. Onlar da ileride Higuain, Kaka ve Ronaldo'nun yaratıcılığı ve çabuk driblinglerine umut bağlamıştı. Nitekim 20. dakikada Kaka'nın 3 kişi arasından çıkıp Ronaldo'ya "al da at" diye verdiği pas ile stratejileri amacına ulaştı. Ama Ronaldo özgüvensiz ve kötü bir vuruş yaparak maçın en net pozisyonunu harcadı. Daha sonra yine hızlı geldikleri bir anda Marcelo'yu kaleciyle karşı karşıya bırakmayı başardılar. Aslında topu fena da yumuşatmadı genç oyuncu ama şunu gördük ki, bu seviyedeki bir maçta bir hareketi (burada yumuşatmayı) "iyi" ya da "daha iyi" yapmanız yetmiyor; "kusursuz" yapmak zorundasınız. Nitekim Marcelo'nun önünden 1 metre bile açılmayan topa Puyol saniyeden bile kısa bir zamanda yetişip, cansiparane bir şekilde önüne atlayarak net pozisyonu önlemeyi başardı.
İkinci yarının başında Zlatan'ın girmesiyle Barcelona'nın şablonu biraz olsun düzeldi. Yine sol açıkları yoktu, Iniesta mütemadiyen içeri geliyordu ve ortanın ortasında da personel fazlalığı vardı ama gol pozisyonu olmayan bir anda Daniel Alves'in mükemmel ortasına Zlatan'ın vurduğu şahane vole ile skor avantajını ele geçirdiler. O dakikadan sonra da oyunu daha az riske etmeyi ve savunmasını gevşetecek olan rakibin bıraktığı alanları değerlendirmeyi düşündüler ama Sergio'nun kırmızı kart görmesi ile bu planları alt-üst oldu. Bu kez maç başındaki görüntü tersine döndü; geride 7 (kimi zaman 8) kişiyle kapanan Barcelona, yüklenen Real idi. Ama kadrodaki hücumcuların ve teknik oyuncuların sayısını arttırmasına karşın, Real de tıpkı Barça gibi pozisyon bulmakta zorlandı. Yarım pozisyon diyeceğimiz ikisinde yine (maçın kesin yıldızı) Puyol, rakiplerinin şut atmasına izin vermeyerek muhteşem işler yaptı. Bir kornerde Benzema'nın önüne düşen topu ise, rahatsız edilen genç oyuncu üstten avuta gönderdi. 90. dakikada Lass da atılınca maçın uzatmaları formaliteye döndü.
Barcelona net bir şekilde hak etmediği, beklentilerin aksine iyi oynamadığı bir dev maçı kazanarak liderliği yeniden ele geçirdi. Real ise ortaya koyduğu oyun disiplini ve mücadele ile bence ilerisi için ümitli olmalı.
Barcelona - Real Madrid
Şut: 7-10
İsabetli şut: 4-2
Korner: 6-6
Ofsayt: 7-2
Sarı kart: 0-4
Kırmızı kart: 1-1
Faul: 17-25
Pas isabeti: %87-%75.22
Topa hâkimiyet: %62.1-%37.9
Barcelona (4-1-2-3): Valdes (**) - Daniel Alves (***), Puyol (****), Pique (***), Abidal (**) - Sergio (*) - Xavi (***), Keita (**) (66' Toure (**) - Messi (**), Henry (*) (51' Zlatan (**), Iniesta (**)Şut: 7-10
İsabetli şut: 4-2
Korner: 6-6
Ofsayt: 7-2
Sarı kart: 0-4
Kırmızı kart: 1-1
Faul: 17-25
Pas isabeti: %87-%75.22
Topa hâkimiyet: %62.1-%37.9
Real Madrid (4-3-2-1): Casillas (**) - Ramos (***), Pepe (***), Albiol (**), Arbeloa (**) (74' Raul (*) - Lass (**), Alonso (***), Marcelo (**) - Ronaldo (**) (66' Benzema (**), Kaka (**) - Higuain (*)
Goller (1-0): Zlatan 55'
28 Ekim 2009 Çarşamba
Bu utanç silinmez

Not: Alcorcon Madrid'in 13 km. güneybatısında 150 bin nüfuslu bir şehirmiş. Yani bu maç bir derby! Olacak şey değil hakikaten...
5 Ağustos 2009 Çarşamba
Alonso da gitti

29 Temmuz 2009 Çarşamba
Arbeloa Real'de

Savunmanın hem sağında hem solunda, hem de sıkışırsanız ortasında oynayabilen çok yönlü bir oyuncu Arbeloa. Dediğim gibi defansta yer tutmayı bilen, zor çalım yiyen, çabuk ve sezgileri güçlü bir isim. Real'in sağ kanat savunması için Ramos ve Salgado'ya sahip olduğunu düşünürsek, onu sol bek için transfer ettiklerini düşünüyorum. Oradaki Heinze gönderiliyor (tam bir kazmadır zaten), Marcelo ise hâlâ deneyimsiz. Velhasıl Arbeloa için de, Pool için de, Real için de olumlu bir transfer diyebiliriz.
7 Temmuz 2009 Salı
9 numara

"Hiçbir zaman forvet olarak oynamak istemediğimi söylemedim. Kanatta oynamayı tercih ederim ama eğer forvette oynamam gerekiyorsa, buna alışmaya çalışırım."
"Çok güzel bir duyguydu. Stadın böylesine dolu olmasını beklemiyordum. Bu benim için bir rüya. Annemin ve babamın hissettiklerini düşündüm. Mükemmel bir akşamdı."
"İnsanlar burada beni gerçekten çok seviyor. Onlara bu sevginin karşılığını vereceğim. Manchester United'dakinden daha büyük baskı hissediyorum. Elimden gelenin en iyisini yapacağım."
"Herkese teşekkür ederim. Taraftarlara, başkanıma, arkadaşlarıma ve eski takım arkadaşlarıma. İngiltere'de çok güzel dostluklar kurdum. Ama hayat böyle. Artık Real Madrid'in futbolcusuyum ve bu takımın başarısı için ter dökeceğim."
"Kulübün kahramanlarıyla tanışmak çok özel bir andı ve kendimi ayrıcalıklı hissettim. Bana şans dileyen Eusebio gibi insanlarla tanışmak, Bobby Charlton ile tanışmak gibiydi. Hayatımdaki en güzel anlardan biriydi."
"Her zaman bir takımın iyi oynaması için iyi oyunculardan kurulu olması gerektiğine inandım. Bu açıdan Madrid doğru bir iş yapıyor. Tarihteki en pahalı futbolcu olduğum için gururluyum. Bunu hak ettiğimi herkese göstereceğim."
"Her zaman burada oynamak istemişimdir. Manchester'da yaptıklarımdan sonra bir değişikliğe gitmek istiyordum ve Madrid'in doğru adres olduğuna inanıyorum. Tanıtım ve ilk kez formayı giyişim çok güzeldi."
"Tek oyuncu ben değilim. Şampiyonlar Ligini kazanabilmemiz için üstüme düşeni yapmaya hazırım. Çok iyi bir takımımız ve çok iyi bir antrenörümüz var. Adım adım düşüneceğiz ve sonunda Şampiyonlar Ligi'ni kazanmaya çalışacağız. Çok çalışmamız lâzım."
"Tek isteğim en kısa sürede adapte olmak. Goller kendiliğinden gelecektir. Belli bir hedefim yok, atabileceğim kadar çok gol atmak istiyorum."
"Pellegrini'yle ilgili hep olumlu şeyler duydum. Villarreal'de iyi işler başardı. Umarım birlikte başarılı olacağız."
"Ribery çok iyi bir futbolcu, ancak onunla ilgili soruları ben değil, başkanımız cevaplamalı."
"7 numarayı istemiştim. Ancak 9 da benim için özel bir numara. Futbolu numaralar oynamıyor. Ama ben numaramın değerine uygun bir performans sergileyeceğim."
22 Aralık 2008 Pazartesi
Paralar saçılıyor

Neticede iyi transfer ama (sanki babamın parası harcanıyor anasını satayım) verilen bu paralara acıyorum ben.
20 Aralık 2008 Cumartesi
Real korkak ve kişiliksiz

Ramos sadece yeni bir teknik direktör olduğu için bir hava vermiş takıma, onun dışında Raul'u bile kendi sahasındaki bir maçta yedek bırakacak kadar korkak ve kişiliksiz bir takım çıkardı. Eğer skor avantajı elde edilemeseydi Ramos'un planı neydi, doğrusu bunu çok merak ediyorum. Bırakın Valencia'yı, çok daha zayıf rakipler karşısında önümüzdeki maçlarda görürüz.
Valencia ise geçen yılın Sivas ya da Kayseri takımları gibi kendi ayarındaki ya da daha güçlü olan takımlara karşı sürekli çuvallamaya devam ediyor. Ama yıllardır olduğu gibi kadroları Avrupa'nın en iyileri arasında. Yine de bir sebepten olmuyor.
Real Madrid (4-2-3-1): Casillas 8 - Salgado 7, Cannavaro 8, Meztelder 8, Marcelo 6 (72' Torres 6) - Gago 8, Guti 6 - Robben 10, Van Der Vaart 5 (56' Palanca 5), Drenthe 5 (47' Raul 6) - Higuain 8
Valencia (4-1-4-1): Renan 8 - Miguel 6, Albiol 7, Marchena 6, Del Horno 5 (63' Maduro 6) - Albelda 6 - Joaquin 7, Fernandes 7, Baraja 7 (63' Silva 7), Mata 6 (75' Vicente 6) - Villa 7
Gol: Higuain 3'
14 Aralık 2008 Pazar
Beklendiği gibi

Real ise kadrosundaki (sakatlıklardan mütevellit) inanılmaz erozyonun etkisiyle topal bir şekilde çıktı sahaya. Buna rağmen ve bununla birlikte, formsuz da olsa, rakibi daha güçlü bile olsa, formasına yakışır bir duruş ve mentalitenin çok uzağındaydı Madrid ekibi, bunu söylemek isterim. Cannavaro gibi cengaver bir oyuncu ve dünyanın en iyi kalecisi diyebileceğim Casillas ile defansta onurlu bir direniş sergiledi ama Barca'nın, hiç çalışmadığı çok belli olan ve sallapati şekilde bulduğu duran top golüne teslim oldular. Schuster "bu yıl onların yılı" derken haklıydı, bunu görebilmek lâzım. Real gelecek sezonun planlarına geçerse çok iyi eder.
Barcelona (4-1-4-1): Valdes 8 - Alves 7, Marquez 7, Puyol 9, Abidal 6 - Toure 8 - Messi 9, Xavi 7 (90' Keita), Gudjohnsen 6 (64' Busquets 7), Henry 6 - Eto'o 7 (88' Hleb)
Real Madrid (4-4-2): Casillas 8 - Salgado 6, Metzelder 7, Cannavaro 8, Ramos 7 - Sneijder 6 (36' Palanca 6), Gago 6, Guti 5 (73' Garcia 6), Drenthe 5 - Higuain 6 (77' Van Der Vaart 6), Raul 6
Goller: Eto'o 83', Messi 90+1'
Şut: 19 - 6
İsabetli şut: 8 - 3
Topa hakimiyet: %65 - %35
Kurtarış: 2 - 4
Korner: 11 - 4
İsabetli pas: 442 - 171
İsabetli şut: 8 - 3
Topa hakimiyet: %65 - %35
Kurtarış: 2 - 4
Korner: 11 - 4
İsabetli pas: 442 - 171
12 Aralık 2008 Cuma
Barca'nın yükü ağır

Real tarafında ise ezelî rakibi ve her açıdan (kupa sayısı, gelirler, taraftarlar vs.) önde olduğu bir takıma karşı bu denli ezik durumda bulunmanın ekstra bir motivasyonu olacak. Bu onların lehine işleyip bir kaplana da çevirebilir, aleyhlerine olup kediye de döndürebilir. Ben Real'in kontrollü bir defans futbolu oynayacağını düşünüyorum. Barca, Getafe'den bile kaza golleri yiyebilecek kadar defansı boşverebiliyor. Bireysel bir hata sonucu Real bir gol bulursa işler çığrından çıkabilir. Derbi olduğu için ben bu olasılığı Getafe maçından bile daha düşük bir ihtimal olarak görüyorum. Bence de Barca en az 2 farklı kazanır.
9 Aralık 2008 Salı
Schuster gitti, Ramos geldi

8 Aralık 2008 Pazartesi
Bu nasıl demeç?

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)