la liga etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
la liga etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2010 Pazartesi

Ahlâksız(lığ)ın ölümü

Barcelona - Real Madrid maçı, futbolu futbol olduğu için seven ve seyreden, "dürüst oyun"u kazanmanın bile önüne koyan, herhangi bir şekilde kural dışı kazanmaktansa kaybetmeyi yeğleyen, futbolda ilâhî bir adaletin olduğuna inanan, efendiliği çirkefliğe tercih eden vs. vs. herkes için adeta bir resitaldi bu gece. Dünya futbol tarihinin gördüğü en şerefsiz, en ahlâksız, en çirkef figür olan Jose Mourinho'nun maç boyunca düştüğü durum, yaşadığı travma ve üzüntü, yeryüzünde erdem sahibi olarak yaşamaya gayret eden her ademoğlunu mest edecek kadar güzeldi. Cristiano Ronaldo, Pepe, Carvalho, Ramos, Arbeloa gibi "tencere-kapak" misali layık oldukları hocayı bulmuş olan it sürüsünün; 14 tane delikanlı tarafından insan içine çıkamayacak kadar rezil edilmesi ise duyulan zevki ikiye, üçe katladı. Gerçek futbolseverler, etik sahibi futbolseverler ne kadar sevinse az bu gece. Şahsen ben Fener şampiyon olduğu zaman en fazla bu kadar mutlu oluyorum. Mourinho'nun ve dünya üzerinde, onun zihniyetini hiç utanmadan destekleyen on milyonlarca insanın yaşadığı hayal kırıklığı ve utanma duygusu, tarifi imkânsız bir zevk veriyor bana. Maç ile ilgili yazıyı yarın yazacağım; bu gece sadece duygularımı bu sayfalara dökmek istedim.

"Bana sevdiğin sporcuyu, spor adamını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim."

Barcelona 5 - Real Madrid 0

10 Eylül 2010 Cuma

Barça bu yıl da rakipsiz

Jose Mourinho ile ilgili olarak bu blogda sayısız yazı yazdım ve kendisinden ne kadar nefret ettiğimi her fırsatta belirttim. Ama bir insanı sevmekle saygı duymak çok farklı şeyler. Mesela Emre Belözoğlu da tiksindiğim ama hat safhada saygı duyduğum bir oyuncu. Neyse bu mevzuyu geçiyorum.

Mourinho'yu da, Inter'de kalıp bilmem nesi bilmem neresine denk bir vaziyette kupalar kazanmak dururken, yeni bir meydan okumaya yelken açıp Barça'ya rakip olması nedeniyle bir kez daha takdir ediyorum. Tabii durumu o kadar da gariban değil, dünyada imkânları en geniş olan kulübün başında yapacak bu mücadeleyi ama ben yine de baltayı bu kez taşa vurduğunu ve önümüzdeki 2-3 yıl boyunca (şayet görevde kalırsa) Barça'yı alt etmeye muvaffak olamayacağını düşünüyorum. Bu görüşüm, kendi takımında kendi yapacaklarından ziyade, Barça'nın giderek mükemmelleşen yapısının bence "yenilmez" oluşundan ileri geliyor.

Barça'nın nasıl bir takım oyununa sahip olduğunu, top hem ayağındayken hem de rakipteyken dünyanın en etkili takımı olduğunu artık biliyoruz. Bu yapı ne zaman bozulur? Inter'in ve Chelsea'nin iki sene üst üste yaptığı gibi dünyanın en iyi savunmacıları ile onursuz bir şekilde 10 kişi defans yapıp "Barcelona'yı bile" durdurmak mümkün. Günümüz futbolunda oyuncular o kadar çok koşuyor, dünya çapındakiler o kadar iyi yardımlaşıyor ve kademe yapmayı o kadar iyi biliyorlar ki, bireysel hata da yapmadıkları için 10 kişi gömülmüş bir takımı aşmak çok çok zor. Ama her takım Barça'ya karşı böyle oynuyor, yine de sadece Inter ve Chelsea onları kilitleyebildi. Hatta Chelsea son dakikada yediği bir şans golüyle elenmekten de kurtulamadı. Geri kalan takımlar ise yılda 50 maçın hepsinde Katalanlara karşı böyle oynamalarına karşın kademe ve yardımlaşmadaki bir anlık dikkatsizlik, yapılan kaçınılmaz bir bireysel hata, Barça'nın şans ile bulduğu ölü top golleri, inanılmaz bireysel performanslar vs. nedeniyle kaybetmekten kurtulamıyor.

Barça'yı durduracak diğer önemli etken ise sakatlıklar sonucu kilit derecede önemli 3-4 oyuncusunun oynamaması. Daha doğrusu bu yıla kadar böyleydi. Ama Barça bu yıl yaptığı transferlerle kadrosunu "kusursuzluğa" bir adım daha yaklaştırdı. Şimdi Krkic yerine biraz daha kaliteli bir yedek forveti olsa, bence kusursuz da olacak.

Neden bahsediyorum? Mesela Dani Alves. Dünyanın en hücumcu sağ beki olan bu oyuncu olmadığı zaman yerine onun muadili olabilecek, onun kadar olmasa bile "hücumcu" nitelikli bir oyuncunun oynaması gerekirken genelde "kazma" Puyol görev yapıyor senelerdir. Hoş, Alves de hemen hemen hiç sakatlanmayan bir oyuncu ama mesela iki yıl evvel United ile oynanan final maçında Puyol görev yapmıştı. Barça o maçı kazansa da Alves'in kanadında yokluğu fazlasıyla hissedilmişti. Şimdi bu sene Adriano gibi muhteşem bir oyuncu transfer edilerek hem sağ, hem de sol bekteki yokluk durumları için gerekli tedbir alınmış oldu.

Toure'nin gidişi ile orta sahada doğan boşluk ise Mascherano gibi dünyanın en iyi "defansif" defansif orta saha oyuncusu ile fazlasıyla giderildi. Şimdi Iniesta ve Xavi'nin arkasını toparlayabilecek, orada tek başına savaşıp alan kapatacak ve öndeki beşlinin "süpürücülüğünü" yapacak muazzam bir isim var takımda. Ayrıca aldığı topları da isabetli kullanan, kilit paslar atmasa bile beklenmeyen anlarda inisiyatif alabilen bir isim Mascherano. Orada bu üçlünün yedeği olarak şimdi Sergio ve Keita var. Hatta Adriano burada da oynayabiliyor.

İleri üçlüde ise Messi, Villa ve Pedro'nun yedeği olarak sadece Krkic ve Jeffren var. Gerçi mesela Pedro'ya bir şey olsa ilk tercih bu ikisi değil, Keita oluyor her zaman. Iniesta sol forvete geçiyor, Keita onun yerini dolduruyor vs. Yine de forvetin her yerinde oynayabilen bir pırpıra ciddi şekilde ihtiyacı var takımın bence. Adriano'yu ise forvetin solunda falan görürsek birkaç maç, ona da şaşırmayalım.

Barça'da öyle bir yapı oluştu ki, Xavi ve Messi en önemli isimlermiş gibi görünmesine karşın, bunların yerine kimi oynatsanız, takımın o yapısında tolere edilebiliyor. Adriano gibi savunmanın, orta sahanın ve forvetin her iki kanadında oynayabilen bir oyuncunun ve Mascherano'nun transferleri, görünenden daha önemli ve daha büyük fayda sağlayacak. Bence dünyanın en iyi forveti olan Villa zaten kusursuz bir oyuncu. Barça'nın, kadrosundaki 1-2 oyunculuk darlığa rağmen, kusursuza en yakın takım olduğu için 38 maçlık bir maratonda hiçbir şekilde geçilemeyeceğini düşünüyorum.

Valdes

Alves - Pique - Puyol - Abidal

Mascherano

Xavi - Iniesta

Messi - Villa - Pedro

---

Pinto

Adriano - Boşluk - Milito - Maxwell

Sergio

Boşluk - Keita

Boşluk - Krkic - Jeffren

6 Mayıs 2010 Perşembe

Müthiş gece

Dün gece, Avrupa'nın en önemli futbol ülkelerinde birbirinden önemli karşılaşmaların olduğu inanılmaz bir futbol şöleni gibiydi. Çoğunun aynı saatlere denk gelmesi hasebiyle belki hiçbirini bihakkın bir şekilde seyredemedik ama kaçırdıklarımızın yanında birinden öbürüne zıplarken gördüğümüz, şahit olduğumuz mücadeleler gerçekten de nefes kesiciydi.

İngiltere'de son iki yıldır 350 milyon avro civarı bir yatırım ile "büyük" kulüp olmanın kendince emin adımlarını birer birer atan Man City, kendi sahasında Tottenham'a yenilerek Şampiyonlar Ligi fırsatını rakibine kaptırdı. Sezon başında hiç kimsenin beklemediği bir şekilde Liverpool'un ilk 4 mücadelesindeki kifayetsizliği üzerine iştahı kabaran 3 takımdan Aston Villa, zaten geçen hafta City'ye yenilerek şansını kaybetmişti ama son ikisinin yapacağı "karar" maçının, sondan ikinci haftaya denk gelmesi tansiyonu iyice yükseltmişti. 1 puan önde ve son haftaki maçını küme düşen Burnley ile oynayacak olmanın avantajı ile sahaya çıkna Tottenham takımında, Peter Crouch'u ilk 11'de görmek, Palacios gibi bir savaşçı dururken Modric'i ön liberolardan biri olarak seyretmek ilginçti. Beraberliğin bile yeteceği bir ortamda Redknapp adeta kazanıp işi bitirmek için bir kadro kurmuştu ama elbette stratejilerinin en önemli ayağı öncelikli olarak rakibi durdurmaktı. Karşı cephede ise haftalardır bozmadığı 11 ile sahaya çıkan Mancini, tıkanıp kalan oyunu açmak için gerekli hamleleri yapamadı. Zaten ben kendisinin antrenörlüğünü hiç ama hiç beğenmem. Bir ara adı millî takım ile anıldığında tüylerim diken diken olmuştu hatta. Man City gibi bir takımı yönetecek klasta olduğunu da düşünmüyorum kendisinin. Nitekim oynanan futbolun o geldiğinden beri herhangi bir ivme kazanmamasının yanı sıra, Şampiyonlar Ligi biletinin kaçması son derece olumsuz puanlar. Bakalım dünkü maçın neticesi onun akıbetini nasıl etkileyecek.

Yıllardır Arsenal ve Chelsea'nin gölgesinde, inanılmaz paralar harcayarak devamlı "kaybetmeyi" başaran Tottenham için ise inanması güç bir başarı söz konusu. En büyük pay sahibinin menajer Redknapp olduğu bir gerçek.

İtalya'da ise dünyanın en ahlâksız spor adamı Mourinho'nun, büyük çoğunluğu kendisi gibi ahlâk yoksunu mahluklardan müteşekkil takımı, Roma'yı deplasmanda yenerek İtalya Kupasını kazanmayı başardı. Zaten skor avantajını bir kere ele geçirdikten sonra Barça deplasmanındaki gibi bir taktikle oynaması hiçbirimizi şaşırtmadı Inter'in. Oyuncularının, başta Motta olmak üzere sergilediği mide bulandıran hareketler de öyle.. Biz bu kadar ahlâksız insanların bu hayatta başarılı olmasına katlanamayaduralım, kişisel olarak benim Lucio, Motta, Maicon, Materazzi gibi oyunculardan birinin saha ortasında futbol hayatının bittiğini seyretmek yolundaki umudum canlılığını koruyor, hatta giderek artıyor.

Real Madrid benim beklemediğim bir rahatlıkla Mallorca'yı deplasmanda 4'leyip dönerken, Lyon kendi sahasında ilk 3 (yani Şampiyonlar Ligi) için çok büyük önem arz eden maçta yenik duruma düşmesine rağmen Auxerre'i devirip umutlarını sürdürdü. Bu maçta konuk takım formasıyla akıl almaz bir oyun oynayan 29 yaşındaki Polonyalı santrfor Jelen ise, Fenerbahçe için hayalini kurduğum transferlerin ilk sıralarına yerleşti diyebilirim.

Bu arada İskoçya'da genelde savunmasının sağlamlığı ile tanıdığımız, kendi sahasında kolay gol yemeyen Motherwell, Hibernian ile oynadığı karşılaşmayı 6-6 bitirerek hepimizi dumura uğrattı. 65. dakikada 2-6 olan maç, ev sahibinin son 20 dakikada bulduğu 4 golle berabere bitti. Bir gol daha atsaydı Motherwell, herhalde kulüp tarihinin en önemli başarılarından birinin hikâyesini yazmış olurdu.

Edit: Marsilya'nın şampiyonluğu neredeyse haftalar öncesinden garanti olduğu için, dün en az ilgilendiğim hadise oydu. Ama Tapie'li dönemden sonra, 18 yılın ardından dün gece garantilenen şampiyonluk, kendileri için çok çok önemli elbette. Son birkaç yıldır istikrarlı bir şekilde doğru adımlarla hedefe ilerleyen kulübü kutlamak gerekir.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Barça çorbası

Barcelona şehrinin haftalardır beklenen derby'sinde Espanyol, rakip on kişi kalmasa puan alabilir miydi bilmiyorum ama sonuçta bütün Real taraftarlarının hayalini gerçekleştirerek dünyanın en iyi takımına çelme takmayı başardı. Barcelona ise, Guardiola'nın anlamsız bir korkaklıkla sahaya sürdüğü 11 yüzünden hiçbir şey yapamadı. 57. dakikada genç hocanın aklının başına gelmesi sonucu yapılan değişiklikler onları galibiyete ulaştırabilirdi ama o değişikliklerden sadece 5 dakika sonra Dani Alves'in atılması bütün planları alt-üst etti. 7 maçtır kazanan kırmızı-lacivertliler maç içinde defalarca diziliş değiştirmek zorunda kalırken, Real Madrid'e puan farkını yeniden 1'e indirmek için gün doğdu.

Barça'nın maç içinde yaptığı 4 temel şablon değişikliğine bakalım. Maç başında:

Valdes

Dani Alves - Pique - Milito - Puyol

Pedro - Toure - Sergio - Maxwell

Xavi

Messi

57. dakikada Milito'nun yerine Henry, Toure'nin yerine Keita girdikten sonra (kırmızı kart olmasa bu dizilişle bence maçı alırlardı):

Valdes

Dani Alves - Puyol - Pique - Maxwell

Pedro - Sergio - Xavi - Keita

Messi

Henry

62. dakikada Dani Alves atıldıktan sonra:

Valdes

Puyol - Pique - Sergio - Maxwell

Xavi - Keita

Pedro - Messi - Henry

82. dakikada Zlatan oyuna girdikten sonra:

Valdes

Puyol - Pique - Sergio - Maxwell

Xavi - Keita

Messi - Zlatan - Henry

Espanyol 0 - 0 Barcelona
...

11 Nisan 2010 Pazar

Real'in gücü yetmedi

Yaklaşık 1 haftadan beri El Clasico için yaptığım bütün konuşmalarda Real'in favori olduğunu düşünüp öyle söylüyordum. Bundaki en büyük güvencem ise daha ilk yılında beklentilerin üzerinde işler yapan Pellegrini idi. Ama maç başladığında, kadro ve dizilişleri görünce maçı beraber seyrettiğim arkadaşlarıma "fikrimi değiştirdim, Barça bu maçı kazanacak" dedim (iyi ki bahis oynamamışım). Çünkü Pellegrini'nin sahaya sürdüğü kadroda bir sürü anlamsızlık ve tutarsızlık vardı. Bir kere sol bekte Arbeloa'nın ne işi var? 1 haftadır basında sürekli Messi'yi bu oyuncunun durduracağı söyleniyordu ama son haftalarda hiç kimse Barça'yı seyretmiyor mu? Messi 5 senedir olduğu gibi sağ kanatta oynamıyor artık. 2 hafta önce yazdığım ve önemle işaret ettiğim gibi Guardiola, Barcelona'nın 20 yıllık tarihini değiştirdi ve 4-4-1-1 gibi bir sisteme döndü. Bunu da Messi'yi çizgide kademeli savunma karşısından kurtarıp her yöne gidebileceği daha özgür bölgelere çekebilmek için yaptı. Neticeyi de genç futbolcunun istatistiklerinden görüyoruz.

Yani Arbeloa hücum etmek, top yapmak isteyen bir takımın beki olamayacağı gibi, sol beki hiç olamazdı. Marcelo gibi hızlı, teknik ve "oranın adamı" olan bir kişiyi oynatsa çok daha iyi sonuç alabilirdi.

İkinci mevzu ve en büyük skandal ise Alonso gibi dünyanın en iyi ön liberosu olan bir adamın bu maçta "sağ iç" olarak görevlendirilip ön liberoya Gago'nun konması. Bir kere Gago zaten bu seviyelerin topçusu olmadığını çoktan kanıtladı da, sen Alonso'nun yerini niye değiştiriyorsun kardeşim? Düşünün bir, rakip Sergio Ramos kanadından gelirken o beke yardım etmesi gereken kişi Alonso! Tabii bunu çoğu zaman içeriye, kendi yerine kaydığı için hakkıyla yapamadığı gibi aklı orada kaldığı için kendi yerinde de faydalı olamadı. Gago ise maçta birkaç faul dışında hiçbir şey yapmadı.

Üçüncü önemli konu, böylesi bir maçta savunmaya fazla yardım etmeyen van der Vaart'ın forvet arkası olarak oynatılmasıydı. Madem orada hücumcu oyuncu kullanacaksın, Guti ne güne duruyor? Üstelik Higuain ve Ronaldo gibi iki pırpır forvet varken bunların koşu yoluna lokum gibi pasları atabilecek kadrodaki en iyi oyuncu Guti. Nitekim oyuna girer girmez Hollandalı'ya attığı pas da bunun göstergesi.

Dördüncü ve son konu ise Real'in tandemi. Tek tek iyi oyuncular olsa da Garay ve Albiol'un, Samuel ile Lucio'nun bile durduramadığı Barça forvetlerini durdurabilmesi açıkçası imkânsızdı. Nitekim ilk gol savunma yerleşimi ve hamleleri açısından tam bir facia diyebiliriz. Neticede Real'in teknik direktörü ilk maçın aksine son derece başarısız bir taktisyenlik göstererek maçı kaybetmeyi hak etti.

Diğer tarafta ise çok büyük bir menajer olmaya doğru giden, kafa yoran, araştıran müthiş Guardiola var. Haftalardan beri takımını 4-4-1-1 şablonu ile adeta uçuran Pep, bu sefer kadronun yetersizliğini de düşünerek Messi'yi tek forvet, Daniel Alves'i sağ açık yaptığı bir 4-1-2-3'e dönmüştü. Son maçlarda sol açık oynayan Keita ortaya, sağ açık oynayan Pedro da sola gelmiş, ortanın ortası üç kişiyle yine sağlam bir görüntüye bürünmüştü. Buradaki asıl amaç olan, "Pedro tehdidi nedeniyle Ramos'u çıkışlarında tedirgin etmek" taktiği de kusursuz bir şekilde gerçekleşti. Tamamen dünyanın en iyi iki oyuncusunun üretimi olan müthiş golden sonra, ikinci yarıya başlarken Guardiola bu kez Puyol'u sol beke koyup, Maxwell'i öne çıkardı ve Pedro'yu sağ açığa gönderdi. Dani Alves'i de sağ beke çekti. Böyle bir şeyi, ilk yarıyı önde kapamış bir hoca niye yapar? Muhtemelen dünyanın en çok bindiren beklerinden biri olan Ramos'un kanadını Puyol ve Maxwell gibi iki savunmacıyla kapatmak için yapar. Zira diğer tarafta tek ayaklı (ve o ayağını bile ne kadar iyi kullandığı tartışılabilecek) Arbeloa vardı ve Barça için bir tehlike olmaktan çok uzaktı. Guardiola'nın bu hamlesi de çok başarılı olarak onun hanesine bir artı puan olarak geçti.

Çizgi hâlinde öne çıkan Real savunmasının arasına Xavi'nin attığı akıl almaz bir pas sonrası, Pedro'nun muhteşem gol vuruşuyla fark ikiye çıkınca maç zaten orada bitti. Real'in bu golden sonraki yüklenmeleri, dışarıdan "aklınız neredeydi?" dedirtecek bir iştah içeriyor gibi göründü ama Guti'nin, en az Xavi'ninkiler kadar iyi olan pası dışında bir pozisyon üretemediler. Üretmeleri de çok zordu çünkü Barça sadece hücum edip savunmayı boşlayan bir takım değil. Parreira'nın taa 15 yıl önce bu ülkeye (ve Fatih Terim'e) öğrettiği gibi "en iyi savunma topa sahip olmaktır" ve Barça da bunu futbol tarihinde en iyi uygulayan takım. Savunma güvencesini önce topu rakibe vermeyerek sağlıyor, top bir şekilde onlara geçtiğinde ise inanılması güç bir presle baskı yapıp çalmaya çalışıyor, yine de çalamazlarsa bu kez yerleşik takım savunmasını gayet iyi uyguluyorlar. Dünya futbol tarihinde, Rıdvan'ın da dediği gibi bu Barcelona'dan daha iyi bir takım olduğunu gerçekten sanmıyorum.

Ligde şampiyonluğu neredeyse garantileyen bu müthiş galibiyetin moraliyle önüne bakan Barça'nın, Inter eşleşmesini merakla bekliyorum şimdi. Mourinho'nun o maçlardaki çaresizliğini görmek için de sabırsızlanıyorum.

Real Madrid (4-3-1-2): Casillas (**) - Ramos (*), Albiol (*), Garay (*), Arbeloa (*) - Alonso (**), Gago (*), Marcelo (**) (58' Guti (***) - van der Vaart (*) (69' Raul (*) - Higuain (*) (80' Benzema (*), Ronaldo (*)

Barcelona (4-1-2-3): Valdes (**) - Puyol (***), Pique (***), Milito (**) (81' Marquez (**), Maxwell (**) (63' Iniesta (***) - Sergio (***) - Xavi (*****), Keita (**) - Dani Alves (**), Messi (****), Pedro (****)

Goller (0-2): Messi 33', Pedro 56'

7 Mart 2010 Pazar

Real'den mucizevî diriliş




Efsaevî bir geri dönüştü Real'inki. Sevilla ilk yarıda bence pek bir şey oynamadan öne geçti, ikinci yarıda ise allahın Drago'su hayatının en balık golüyle farkı ikiye çıkardı. Ama bu blogda ilk günden beri yazdığım ve Fenerbahçe'de eksikliğinden dem vurduğum o azim, o kazanma arzusu, o profesyonellik, o iş ahlâkı, o taraftara saygı vs. her şey vardı Madrid ekibinde. Ellerinden ne geliyorsa sahaya koydular, yeteneklerinin de yardımıyla ve en çok da Cristiano'nun baş döndüren performansıyla geriden gelip maçı kazanamayı başardılar. Zaragoza, Mallorca, Real Madrid, Espanyol, Villareal ve Sevilla deplasmanlarına gidecek olan Barça'nın işi iyice zorlaştı şimdi. Real'de ise bence en büyük alkışı, bunca yıldızlarla dolu kadroyu bu kadar kısa sürede rayına oturtan Pellegrini almalıdır.

28 Şubat 2010 Pazar

Barcelona 2 - Malaga 1

Barcelona, Real'in deplasmanda 5 attığı gecede 8 kişiyle gayet güzel bir alan savunması yapan Malaga karşısında 70 dakika oldukça zorlandı. Pedro'nun uzaktan attığı golle ev sahibinin rahatladığını düşünüyorduk ki, konuk takım maçın bitimine 10 dakika kala beraberliği yakalamayı başardı. Onca zorlukla elde ettiği skor avantajına rağmen kendi yarı sahasını bomboş bırakarak önde basan Barcelona'yı anlamak gerçekten de mümkün değil. Futbolu bu kadar "delikanlı" ve bu kadar "anti-Mourinho" tarzında oynayan bir başka takım yeryüzünde yok. Sanırım hiçbir zaman da olmayacak. Real bile onlarla aynı ayarda (ve başarı konusunda çok daha önde) olmasına rağmen deplasmanlarda tamamen defans yapan bir takım olabiliyor zaman zaman. Ama Barcelona hiçbir ekibe benzemiyor; 70'de güç bela öne geçtiği bir maçta 80. dakikada kontrataktan (!) gol yiyebiliyor. Gel gelelim futbolun adaletine kurban olayım ki, Xavi'nin yine akılları durduran bir ara pası, Dani Alves'in de muazzam topsuz oyunu ve asisti ile yeniden öne geçip maçı kazanmayı bildiler. Liderlik de böylece onlarda kalmış oldu.



27 Şubat 2010 Cumartesi

Biri Real'i durdursun

Geçen hafta Villareal'e 6 gol atan Real Madrid, bu hafta da Tenerife'yi deplasmanda 5-1 yenerek şampiyonluk yolundaki rakibi Barça'ya adeta göz dağı verdi. Ronaldo'yu forvette serbest oynatıp, Raul'u kenara çektiği; Higuain'i santrfor, Kaka'yı forvet arkası oynattığı günden beri Pellegrini'nin takımı önünde durulmaz bir makineyi andırıyor. Oyuncular birbirine alıştıkça, birbirinin stiline uyum sağladıkça daha iyiye gidiyorlar. Dünyanın en iyi ön liberosu Alonso ile müthiş teknik Lass'ın yanı sıra, muhteşem bir oyuncu olduğunu düşündüğüm Granero'nun görev aldığı orta sahaları neredeyse kusursuz. Defansta ise diğer hatlar kadar iyi olmadıklarını düşünüyorum. Tabii Ramos-Pepe-Albiol-Marcelo şeklindeki ideal defansları fena sayılmaz ama Pepe'nin sakatlanmasından sonra Ramos ortaya geçince Arbeloa sağ bek oldu (bugün Garay oynadı gerçi). Barça'nın defansının neredeyse yarı kalitesinde olan bu hat, en zayıf tarafları bence.

Barcelona eğer hata yaparsa, Real bunu değerlendirebilecek kapasitede şu anda. Seyri son derece hoş bir mücadele ve haftalar bizi bekliyor La Liga'da.



17 Ocak 2010 Pazar

Kupanın intikamı

Sevilla, Avrupa'nın en iyi yönetilen kulüplerinden bir tanesi. Şu anda toplam değeri 40 milyonun üzerinde olan Kanouta-Fabiano ikilisini, zamanında 8'e almış olmaları bile bunun için yeterli bir kanıttır. Bu ikisini transfer ettikleri 2005 yazında ayrıca Palop'u bedava, Drago ve Escude'yi de 2 milyon avroya almışlar. Saydığım bu 5 oyuncunun hepsini bugün hâlâ tepe tepe kullanıyorlar. Dani Alves'ten elde ettikleri kâr, onu satınca hemen Konko'yu almaları, Keita'yı parlatıp satmaları, o gidince hemen Romaric'i transfer etmeleri, Poulsen'i Juve'ye (10 milyona) satıp yerine Zokora'yı almaları vs. örnekler çoğaltılabilir.

Öte yandan bu kulübe duyduğumuz saygı, Fenerbahçe eşleşmesinde tanık olduğumuz "etik yoksunu oyuncu topluluğu" ve dünyanın en antipatik teknik diretörlerinden biri olan Jimenez nedeniyle yok olduğu gibi, şahsen o eşleşmeden beri Avrupa'da en nefret ettiğim kulüplerin başında Sevilla geliyor. Hafta içinde seyretmeme rağmen yazma şansı bulamadığım Barcelona kupa rövanşında kendi sahalarında hiç utanmadan 90 dakika korkak bir futbol oynamalarını geçiyorum. Ama orada defans futbolu oynarken bunu efendice yapmamaları, her türlü çirkefliğe başvurmaları, futbolu çirkinleştirmeleri, her fırsatta oyunu durdurmaları vs. nedeniyle Sevilla'dan ikinci kez yoğun bir şekilde iğrendim. Karşında senden güçlü, baş edemediğin bir rakip varsa bile ahlâklı bir şekilde elinden geldiğince mücadele edersin, defans yapmak istiyorsan bunu da adabıyla yaparsın ve ondan sonra sonuca bakarız. Ama Romaric denen Afrika çingenesinin son dakikalarda oyundan çıkarken sergilediği tavırlar, hakemden sarı kart görmesine rağmen hâlâ aheste aheste yürümeye devam etmesi, o sırada (dünyanın en çamur ve itici futbolcularından biri olan) kendi takım arkadaşı Drago'nun bile kendisini yaka paça sahadan atmaya çalışmasına neden olacak bir "kancıklık" sergilemesi, maç boyunca yapılan kasıtlı fauller vs. nedeniyle bu iğrenme duygusu Everest'in zirvesine çıktı diyebilirim.

Kaderin cilvesi işte, bu gece iki takım ligde bir kez daha karşı karşıya geldi. Barcelona rakibini bu kez 4-0'lık skorla resmen sürklase ederken, Sevilla'lı oyuncuların (başta Palop olmak üzere) düştüğü durumlar gerçekten de görülmeye değerdi (kaleye bir şut girişimleri bile yok!!). İlk yarıda rakibin sert ve kapalı savunmasını aşmakta (yine) zorlanan Barça, ikinci yarıda çilingir vazifesi gören golün ardından bulduğu boş alanları değerlendirerek o iğrenç takımı evine ağır bir hezimetle göndermeyi başardı. Son iki golünde sanki bale yapan Messi'ye ayrıca sevgilerimi iletiyorum. Sevilla'nın küme düşeceği günlerin hayalini kurmaya da devam ediyorum.

Barcelona (4-1-2-3): Valdes - Dani Alves, Puyol, Pique, Abidal - Sergio - Xavi, Iniesta - Messi, Zlatan, Henry

Sevilla (4-4-2): Palop - Konko, Escude, Drago, Fernanado Navarro - Jesus Navas, Lolo, Valiente, Stankevicius - Fernanadez, Kone

Goller (4-0): Escude (kk) 50', Pedro 70', Messi 85', 90'

Barcelona - Sevilla
Gol: 4-0
Şut: 21-0
İsabetli şut: 12-0
Korner: 11-2
Ofsayt: 3-2
Sarı kart: 2-4
Faul: 11-13
Pas isabeti: %88-%62
Topa hâkimiyet: %72.2-%27.8

30 Kasım 2009 Pazartesi

Barcelona 1 - R.Madrid 0

El Clasico'da maç öncesi tüm dünyadaki futbolseverler tarafından ağır bir şekilde Barcelona favori görülüyordu. Hatta bizim iddaa bile 1.70 verecek kadar terbiyesizleşmişti ev sahibine. Ama Barcelona'da Zlatan'ı ilk 11'de göremeyince şahsen ben biraz çekindim bu maçtan. Çünkü Real Madrid'in de, tarihinde kazandığı başarılar ve kupalar açısından adeta tur bindirdiği rakibine karşı bu kadar küçük görülmesi futbolcuları fazlasıyla motive edecekti. Dev maçlar, favorinin genelde kazanamadığı veya kaybettiği maçlardır; bunu da biliriz ayrıca.

Real Madrid, adına ve tarihine yakışır biçimde (tamam, geride kalabalık şekilde alan savunması yapmak birinci amaçta ama) kendi oyununu oynayıp, üzerine gelen rakibinin bıraktığı boşluklara 3 çabuk forvetiyle sızmayı amaçlayan bir stratejiyle çıktı maça. Özel bir önlem, geçen sene Chelsea'nin yaptığı gibi 10 kişi kapanmalar falan yoktu; bu açıdan Pellegrini'yi takdir ettiğimi belirtmek isterim. Ceza sahası önünde dörtlü bir defans; onun önünde Lass, Alonso ve Marcelo üçlüsü ile 7 kişilik bir alan savunması yaptılar. Zaman zaman Ronaldo da onlara (Abidal kanadından) yardım etti ama hem bunun için fizik olarak yeterli değildi hem de Abidal öyle güldür güldür bindiren bir bek olmadığı için çok da gerek kalmadı.

Arbeloa'nın Messi'ye yaptığı yakın ve agresif markajın yanı sıra Messi her topla buluştuğunda Marcelo bekine yardım etti. Hatta kimi zaman Alonso bile yanaştı oraya ve üçlü sıkıştırmalar gördük. Burada maç başında Messi'nin birkaç kez kaçırdığı Daniel Alves'in saçma sapan 3 orta yapıp o atakları öldürmesi ilginçti. Bu yakın markajdan sıkılan Messi, takribî 20. dakikadan sonra ortaya geçti. Ortadaki Henry ise sola. Soldaki Iniesta da ortaya. Burada şöyle bir tespit yapacağım: Barcelona'nın dün sahadaki görüntüsü tam bir çorbayı andırıyordu. Tamam, bu takımın stabil oynamamasına ve oyuncularının sürekli gezmesine alışığız ama kâğıt üzerinde 4-1-2-3 olan diziliş, ilk 20 dakikadan sonra darmadağın oldu ve Zlatan girene kadar da o şekilde devam etti. Bu karmaşık görüntü yüzünden ev sahibinin gole kadar net bir pozisyona girememesi de oldukça manidar zaten.

Neredeyse Henry için "uç forvet oynamayı unutmuş" diyeceğim. Maç öncesi kadroda ileri uçta görünen bu oyuncu da yakın markajdan bunalıp bir yerden sonra kendini sola attı. Solda oynayan Iniesta ise Keita ve Xavi'nin olduğu ortaya gelip gereksiz yere alanı daha da daralttı. Mesela 1-2 pozisyonda soldan Henry'yi kaçırdılar; hatta bir tanesinde sıfıra indi ama o an Real ceza sahasında tek bir Barcelona oyuncusu yoktu! Böyle birçok pozisyon yaşadık. Real'in başarıyla uyguladığı alan savunmasına, Barcelona'nın bu karmaşık oyun şablonu da yağ sürdü ve dediğim gibi, gol pozisyonu üretemediler.

Karşıda ise Real, sağlam tandemi ve önünde dünyanın en iyi ön liberosu Alonso ile mükemmel bir alan savunması yaptı. Onca yıldızın ortaya koyduğu mücadele ve oyun disiplini takdire şayandı. Onlar da ileride Higuain, Kaka ve Ronaldo'nun yaratıcılığı ve çabuk driblinglerine umut bağlamıştı. Nitekim 20. dakikada Kaka'nın 3 kişi arasından çıkıp Ronaldo'ya "al da at" diye verdiği pas ile stratejileri amacına ulaştı. Ama Ronaldo özgüvensiz ve kötü bir vuruş yaparak maçın en net pozisyonunu harcadı. Daha sonra yine hızlı geldikleri bir anda Marcelo'yu kaleciyle karşı karşıya bırakmayı başardılar. Aslında topu fena da yumuşatmadı genç oyuncu ama şunu gördük ki, bu seviyedeki bir maçta bir hareketi (burada yumuşatmayı) "iyi" ya da "daha iyi" yapmanız yetmiyor; "kusursuz" yapmak zorundasınız. Nitekim Marcelo'nun önünden 1 metre bile açılmayan topa Puyol saniyeden bile kısa bir zamanda yetişip, cansiparane bir şekilde önüne atlayarak net pozisyonu önlemeyi başardı.

İkinci yarının başında Zlatan'ın girmesiyle Barcelona'nın şablonu biraz olsun düzeldi. Yine sol açıkları yoktu, Iniesta mütemadiyen içeri geliyordu ve ortanın ortasında da personel fazlalığı vardı ama gol pozisyonu olmayan bir anda Daniel Alves'in mükemmel ortasına Zlatan'ın vurduğu şahane vole ile skor avantajını ele geçirdiler. O dakikadan sonra da oyunu daha az riske etmeyi ve savunmasını gevşetecek olan rakibin bıraktığı alanları değerlendirmeyi düşündüler ama Sergio'nun kırmızı kart görmesi ile bu planları alt-üst oldu. Bu kez maç başındaki görüntü tersine döndü; geride 7 (kimi zaman 8) kişiyle kapanan Barcelona, yüklenen Real idi. Ama kadrodaki hücumcuların ve teknik oyuncuların sayısını arttırmasına karşın, Real de tıpkı Barça gibi pozisyon bulmakta zorlandı. Yarım pozisyon diyeceğimiz ikisinde yine (maçın kesin yıldızı) Puyol, rakiplerinin şut atmasına izin vermeyerek muhteşem işler yaptı. Bir kornerde Benzema'nın önüne düşen topu ise, rahatsız edilen genç oyuncu üstten avuta gönderdi. 90. dakikada Lass da atılınca maçın uzatmaları formaliteye döndü.

Barcelona net bir şekilde hak etmediği, beklentilerin aksine iyi oynamadığı bir dev maçı kazanarak liderliği yeniden ele geçirdi. Real ise ortaya koyduğu oyun disiplini ve mücadele ile bence ilerisi için ümitli olmalı.

Barcelona - Real Madrid
Şut: 7-10
İsabetli şut: 4-2
Korner: 6-6
Ofsayt: 7-2
Sarı kart: 0-4
Kırmızı kart: 1-1
Faul: 17-25
Pas isabeti: %87-%75.22
Topa hâkimiyet: %62.1-%37.9

Barcelona (4-1-2-3): Valdes (**) - Daniel Alves (***), Puyol (****), Pique (***), Abidal (**) - Sergio (*) - Xavi (***), Keita (**) (66' Toure (**) - Messi (**), Henry (*) (51' Zlatan (**), Iniesta (**)

Real Madrid (4-3-2-1): Casillas (**) - Ramos (***), Pepe (***), Albiol (**), Arbeloa (**) (74' Raul (*) - Lass (**), Alonso (***), Marcelo (**) - Ronaldo (**) (66' Benzema (**), Kaka (**) - Higuain (*)

Goller (1-0): Zlatan 55'

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Şahane Cumartesi

Yıllar sonra ilk kez Serie A maçları ükemizde yayınlanmıyor ve 2000'li yılların başından beri ilk kez bir Inter-Milan derbisini seyredemeyeceğiz. Uydu kanallarından pek çoğu maçı canlı yayınlıyor ama onların da %90'ı şifreli. Seyredebilecek olanlar için güzel bir karşılaşma olacağı kesin. Milan Kaka'nın kaybına ve kadrosunun 1 yıl daha yaşlanmasına rağmen (kalede Storari; savunmada Zambrotta, Nesta, T.Silva, Jankulowski; önlerinde Gattuso, Pirlo, Flamini; forvet arkasında Pato ve Ronaldinho; forvette Borriello şeklinde) hiç de fena olmayan bir 11 ile çıkacak. Inter'de ise oruç tuttuğu için Mourinho tarafından ipi çekilen Muntari'nin oynayıp oynamayacağı belli değil. Onlarda savunmada Maicon, Lucio, Samuel, Zanetti; ortada Muntari, Chivu, Motta; forvet arkasında Stankovic ve ileride Eto'o ile Milito'nun yer alması bekleniyor. Bu kadrolarla Inter'in gol yemesini zor görüyorum. Alt olur ve Inter kaybetmez diyorum.

Ada'da ise United ile Arsenal Old Trafford'da karşı karşıya gelecek. Bana göre United mutlak favori bu maçta ve kazanacaklarından neredeyse eminim. Vidic bu maçla birlikte büyük ihtimalle dönüyor. Muhtemel kadro (442): Foster; O'Shea, Evans, Vidic, Evra; Valencia, Fletcher, Carrick, Park; Berbatov, Rooney. Arsenal'de ise (4-3-3) Almunia; Sagna, Gallas, Vermaelen, Clichy; Diaby, Fabregas (Song), Denilson; Bendtner, Van Persie, Arshavin şeklinde bir 11 bekleniyor. Arsenal sezona çok iyi başlamış olsa da söz konusu olan United ve dediğim gibi maçın sonucu büyük oranda belli.

Bundesliga'da Bayern, kendi sahasında şampiyon Wolfsburg'u ağırlıyor ama United maçı ile hemen hemen aynı saatte olduğu için ancak iki devrenin son 15 dakikalarını seyredebileceğiz. Muhtemel kadrolar şöyle: Bayern (41212): Rensing; Lahm, Van Buyten, Badstuber, Pranjic; Tymoshchuk; Muller, Schweinsteiger; Ribery; Gomez, Olic. Wolgsburg (41212): Benaglio; Riether, Madlung, Barzagli, Schafer; Dejagah; Santana, Gentner; Misimovic; Dzeko, Grafite. Bayern'in kazanmasını bekliyorum.

Nihayet La Liga da başlıyor bu gece ve Real Madrid evinde deportivo ile karılaşacak. Real'in maça (4231) Casillas; Arbeloa, Albiol, Metzelder, Marcelo; Alonso, Lass; Ronaldo, Kaka, Raul; Benzema şeklinde çıkması bekleniyor ve tüm bu yıldızlar ne yapıp edip Deportivo'yu mağlup edeceklerdir. Gollü bir maç da bekleyebiliriz.

Her hâl-i kârda kim kazanırsa kazansın tüm maçların inanılmaz bir futbol keyfi sunacağı kesin. Tadını çıkarmak lâzım.

9 Ağustos 2009 Pazar

Şok!

Espanyol'un stoper oyuncusu Daniel Jarque, kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Takımla birlikte Floransa'da kampta bulunan ve kız arkadaşıyla telefonda konuşmasının akabinde aniden fenalaşan oyuncu, yemeğe inmemesi nedeniyle yokluğunu fark eden takım arkadaşları tarafından odasında bulundu ve müdahalelere rağmen malesef kurtarılamadı. 2 yıl önce de Sevilla'nın genç defans oyuncusu Puerta yaşamını yitirmiş ve futbol dünyasını yasa boğmuştu. Ne oluyoruz anlamadım hakikaten.

Jarque Espanyol altyapısından yetişmiş, 83 doğumlu bir stoper(di). İlk kez 19 yaşında formasını giydiği takımıyla 2006'da İspanya kupasını kazanmış, 1 yıl sonra da Uefa Kupasında final oynamıştı. Ayrıca İspanya U19 millî takımıyla Avrupa Şampiyonası zaferi de var, 1992'de.

Genç oyuncunun ailesine, kız arkadaşı başta olmak üzere arkadaşlarına ve Espanol başta olmak üzere İspanyol futbol ailesine baş sağlığı dileyelim. Kendisinin de toprağı bol olsun.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Bu yazın önemli transferleri: İspanya

Real Madrid: Kaka (Milan), Ronaldo (Man Utd), Benzema (Lyon), Raul Albiol (Valencia), Garay (Santander, kiradan döndü), Negredo (Almeria)
Sevilla: Zokora (Tottenham)
At. Madrid: Asenjo (Valladolid)
Villareal: Ivan Marcano (Santander)
Valencia: Moya (Mallorca)
Deportivo: Ze Castro (At. Madrid)
Almeria: Vargas (Boca)
Getafe: Mane (Almeria)
Zaragoza: Pennant (Liverpool)
Espanyol: Verdu (Deportivo), Nakamura (Celtic)

En önemli transfer hangisi diyeceğim ama Real'in hangi transferini seçeceğiz? Kaka mı, Ronaldo mu? Benzema mı? En gereksiz transfer sorusunu da, gereksiz bir transfer yokmuş gibi göründüğü için sormuyorum. Bir fikri olan varsa onu da duymak isteriz.

3 Mayıs 2009 Pazar

Bu dünyanın dışından

Real Madrid ile Barcelona arasında inanılmaz bir kadro kalitesi var, bu kesin. Barcelona ile, dünya futbol tarihinde hangi takım maç yapsa orada da kalite farkı olur, bu da kesin. Liverpool ile birlikte (daha doğrusu ondan sonra) 20 senedir tuttuğum bu takım, hayatımda hiç görmediğim kadar büyük ve domine edici bir makine hâline geldi şu anda. Vakti zamanında Van Basten ve Gullitli Milan Avrupa'nın tozunu atarken, karşılarına dikilebilecek belki de tek rakip olan PSV'ye 5 attıkları bir maç vardı. O maçı anlatan Ümit Aktan'ın "kim durduracak bu Milan'ı?" sözü hâlâ kulaklarımdadır. Ve o soruyu şimdi Barça için sormanın da tam zamanıdır. 30 seneye yakındır bu oyunu seyrediyorum, bu kadar iyi bir takım ve kadro görmedim. Gelecek sene Ribery'yi falan da alırlarsa... Allah muhafaza.

Real Madrid ise Los Galacticos kadrosu madara olduktan ve dağıldıktan sonra çoluk-çocuk diyebileceğimiz genç oyunculara yönelmişti, biliyorsunuz. Ama takımı koşan, mücadele eden yürekli genç oyuncularla doldurayım derken sıradanlaştırdılar. Bir tarafta Iniesta, Xavi ve Toure'den oluşan, belki de tarihin gördüğü en iyi orta saha göbeği var. Öbür tarafta ise 40 milyon avroya kurulmuş Gago ve Lassana Diarra ikilisi! Madem bu kadar para harcıyorsun, git en iyi zamanında Pirlo'yu falan al bari. Neyse, özetle Real Madrid, (bir dev takım için) sıradan bir kadro hâline getirilişinin faturasını ağır bir şekilde ödedi dün gece. Tarihinin (kendi sahasında) en ağır yenilgisini aldı, hem de en büyük rakibinden. Perez herhalde bir yandan da sevinmiştir bu sonuca, gelecek yıl Barça'yı yendiklerinde (öyle bir şey olursa) sadece Barça'yı yenmiş olmayacak, kendilerine 6 atıp aşağılayan takımı yenmiş olacaklar. Bu da Perez sayesinde olacak; tabii olursa.

Barcelona karşısında Chelsea gayet iyi bir sınav verdi 3 gün önce, kendi ismini ve büyüklüğünü aşağılama pahasına. Ama Real Madrid kendi seyircisi önünde öyle ölümüne bir defans yapamazdı elbette. Şimdi ilk maçtan gaza gelip Barça'nın eleneceğini söyleyenler bence bunu düşünsün. Chelsea formülü bulduğuna inansa ve bunu uygulamayı "düşünse" bile kendi sahanda öyle oynamak zordur. Yine de oynarlarsa helal olsun. Ama ben oynayabileceklerini düşünmüyorum. Dakika dakika seyirci onları itecektir rakip sahaya. Sonra ne olacağını da göreceğiz.

Real ise Barça gibi bir takıma asla yapılmaması gerekeni yapıp savunmasını öne çıkardı. Bunu Liverpool gibi yapsan neyse, resmen Türk takımlarının defansı gibiydi dün geceki halleri. Mesela ilk gol, tam evlere şenlik. Göstere göstere defansın arkasına atılan bir top ve ofsayta düşmemeyi becerdiğin anda kaleciyle burun burunasın. Sadece o gol değil, iki verkaç yapan her Barçalı şut attı ilk yarıda. Bir ara Casillas için 5 kurtarış yazıyordu.

Barça artık şampiyon, artık 100 golü de aştı hatta. Bizim için önemli olan ise Chelsea'yi geçip United ile final oynaması olacak bundan sonra. Kendisinden nefret etsem de dünyanın açık ara en iyi hocası olduğunu düşündüğüm Ferguson'ın o maçta ne yapacağını, ne tilkilikler düşüneceğini merakla bekliyorum. Barça'yı tutmaya başladığım sene oynanan Kupa Galipleri Kupası finalinin de rövanşı olmasını istiyorum. O maçı seyredelim, bir daha hayatımızda maç seyretmesek bile olur.

Real Madrid (4-4-2): Casillas - Ramos, Cannavaro, Metzelder, Heinze - Robben, Lass, Gago, Marcelo - Higuain, Raul

Barcelona (4-1-2-3): Valdes - Alves, Pique, Puyol, Abidal - Toure - Xavi, Iniesta - Eto'o, Messi, Henry

Goller (2-6): Higuain 13', Ramos 55' - Henry 17', 57', Puyol 20', Messi 35', 74', Pique 83'

Topa hâkimiyet: %33 - %67
Şut: 5 - 17
İsabetli şut: 4 - 13
Korner: 3 - 2
İkili mücadele: 17 - 27
İsabetli pas: 266 - 499

24 Mart 2009 Salı

Avrupa liglerinde vaziyet #1: İspanya

İspanya'da Barcelona'nın 100 gol barajını aşacağını zaten herkes tahmin ediyordu. İlk 2 haftadaki 5 puanlık kayıptan sonra aylar boyu fire vermeyen takımın belli bir süre düşüşe geçmesi kaçınılmazdı. O düşüş geldiğinde asıl şaşırtıcı olan ise Real Madrid'in haftalar boyu hiç puan kaybetmemesiydi. Bunun üzerine bütün Real Madridliler (çevremizdeki kendini bilmezler de dâhil) bir anda havaya girdi ama Real'in de bir yerde mutlaka tökezleyeceğini düşünemediler. Ve şimdi fark yeniden 6'ya çıktı.

Real Madrid'in kadrosu bence Barça ile mücadele edecek kapasiteye sahip değil. Klasına rağmen artık iyice ağırlaşan ve güçten düşen Raul ile Guti'nin miadı yavaş yavaş doluyor. Van Der Vaart ve Sneijder adeta müzmin sakat, zaten fizik olarak yetersiz oyuncular. Huntelaar bence iyi golcü ama iyi bir futbolcu değil, bu kadar büyük bir takımın 9 numarası hiç değil. Higuain ve Gago ikilisi, üzerine takım inşa edecek kadar potansiyel vaat ediyor, Marcelo ile birlikte bence bunlara yatırım yapılmalı. Ama onlar hâlâ yıldız isim peşinde taraftarı uyutuyorlar.

Kalede Casillas, sağ bekte Ramos, defansın ortasında Pepe, sol bekte Marcelo, ön liberoda Gago, forvette Higuain kadroda tutulup geri kalanının "fiziken güçlü" ve "takım oyuncusu olan" isimlerle güçlendirilmesi lâzım.

Barça ise çok daha homojen ve kimyası düzgün bir kadroya sahip. Sezon başında Eto'o'yu göndermenin ne büyük bir hata olacağını ve Guardiola'nın yanlış yaptığını; Kamerunlu'nun Deco ve Ronaldinho'dan farklı olarak futbolunun gerilemediğini vs. yazmıştım. Şimdi Eto'o'yu tutabilene aşk olsun. Dünyanın en iyi orta sahası Xavi, Iniesta ve Toure ile Barça'da bence (çoğu kişiye göre de böyledir). Dani Alves, Puyol ve Marquez'de de bir sorun yok. Bence bu sene şampiyon olacak takıma bir sol bek, bir de sol açık alınırsa tadından yenmez.

Atletico Madrid için, hemen hemen hiç kimsenin katılmayacağı bir görüşüm var. Bence takım kadrosunda kimyayı bozan oyuncu Kun Agüero. Agüero ve Forlan ikilisi yetenekli olabilir ama hem pres özelliği olmayan hem de 9 numara oynamayı bilmeyen oyuncular. Bunlardan Kun tutulup Forlan da gönderilebilir, ki muhtemelen herkes bunu tercih edecektir; ama bence dolaşarak oynayan Agüero yerine bu sezon inanılmaz bir vurucu portresi çizen Forlan ile kaleye sırtı dönük oynayan bir santrfor kusursuz bir hücum hattı oluşturacaktır. Bu kadar müthiş bir kadrosu ve orta sahası olan bir takımın defansına 1-2 takviye, kaleye üst düzey bir kaleci, bir pivot santrfor ve üst düzey bir hoca almadan başarılı olması pek mümkün değil.

Valencia'da ise akılları durduran, bir türlü çözemediğim, inanamadığım bir gudubetlik var. Takımda Villa gibi kusursuz (ve sırtı dönük de oynayabilen) bir golcü var. Mata ve Joaquin gibi inanılmaz açıklar; Albelda gibi düz ama savaşçı bir ön libero; Manuel Fernandes ve Baraja gibi iki yönlü orta saha oyuncuları ve millî takımın gediklisi olan kaliteli defans oyuncuları var. Buna rağmen yıllardır nasıl başarılı olamıyorlar, aklım almıyor. Her şeyden önce çok çok iyi, elindeki malzemeden en üst verimi alabilen kaliteli bir hoca alınmalı. Yoksa her sene kimsenin adını duymadığı hocalarla çalışarak bir arpa boyu ilerleme sağlanamıyor.

Villareal'de de tıpkı Atletico'da olduğu gibi iyi bir 9 numaranın olmaması ciddi bir sorun. Rossi inanılmaz yetenekli bir forvet ama devamlılığı yok. Nihat müzmin sakat. Llorente ve Franco da istikrarsız. Ayrıca orta sahada da Senna ve Cazorla dışında formunu belli seviyede tutabilen, sezon boyu güvenilebilecek oyuncu yok. Buna rağmen Şampiyonlar Ligi'nde ilk 8'e kalmaları bence büyük başarıdır. Oradan ileri gitmeleri de mümkün, çekebilecekleri en iyi kurayı çekip Arsenal ile eşleştiler. Arsenal çoluk-çocukla bir şeyler yapmaya çalışıyor. Yine de tur ortada elbette. Ligde ise ilk 4'e girip yeniden bu kupada yer almaları büyük olasılık gibi görünüyor.

Sevilla, kadrosunun nerdeyse yarısını değiştirdiği bir sezonun sancılarını yaşıyor bu yıl. Büyük paralarla sattıkları oyuncuların yerine inanılmaz bir işbilirlikle hedefi vuran nokta transferler yapan Sevilla yönetimi, bence Avrupa'nın en iyilerinden biri. Alves'in yerine Konko, Keita'nın yerine Romaric, Poulsen'in yerine Duscher gerçekten de çok iyi transferler. Forvetleri neredeyse kusursuz. Defansa alınan Squillachi de savunmanın ortasını oldukça toparladı. Bu yılı ilk 3'te bitirmeleri büyük olasılık, seneye ise daha iyi olurlar.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Real korkak ve kişiliksiz

Daha maçın başında öne geçen Real, Raul'u da yedekte bırakan bir 4-5-1 ile 80 bin seyircisinden hiç utanmadan 1o kişi defans yapmaya başladı. Aslında o futbolu asıl Valencia uygulamak için sahaya çıkmıştı ama bu golün ardından onlar da topa sahip olup gol aramaya başladı mecburen. Her iki takımda da inanılmaz yetenekli oyuncular bulunduğu için ortaya seyir zevki müthiş bir maç çıktı. Ve fakat o yetenekli oyuncuların son pas ve son vuruşlarda acemice denebilecek hataları, birden fazla gol olmasına imkân vermedi.

Ramos sadece yeni bir teknik direktör olduğu için bir hava vermiş takıma, onun dışında Raul'u bile kendi sahasındaki bir maçta yedek bırakacak kadar korkak ve kişiliksiz bir takım çıkardı. Eğer skor avantajı elde edilemeseydi Ramos'un planı neydi, doğrusu bunu çok merak ediyorum. Bırakın Valencia'yı, çok daha zayıf rakipler karşısında önümüzdeki maçlarda görürüz.

Valencia ise geçen yılın Sivas ya da Kayseri takımları gibi kendi ayarındaki ya da daha güçlü olan takımlara karşı sürekli çuvallamaya devam ediyor. Ama yıllardır olduğu gibi kadroları Avrupa'nın en iyileri arasında. Yine de bir sebepten olmuyor.

Real Madrid (4-2-3-1): Casillas 8 - Salgado 7, Cannavaro 8, Meztelder 8, Marcelo 6 (72' Torres 6) - Gago 8, Guti 6 - Robben 10, Van Der Vaart 5 (56' Palanca 5), Drenthe 5 (47' Raul 6) - Higuain 8

Valencia (4-1-4-1): Renan 8 - Miguel 6, Albiol 7, Marchena 6, Del Horno 5 (63' Maduro 6) - Albelda 6 - Joaquin 7, Fernandes 7, Baraja 7 (63' Silva 7), Mata 6 (75' Vicente 6) - Villa 7

Gol: Higuain 3'

14 Aralık 2008 Pazar

Beklendiği gibi

Barcelona, çok büyük favori olarak çıktığı maçta bu unvana yakışır bir şekilde 90 dakika boyunca baskılı, arzulu, coşkulu (ama niteliği sorgulanabilir) bir futbol sergiledi. Her zaman adaletli davranmasa da genel itibarla adaletine inandığım bir oyun olan futbolda, bu çabasının karşılığını da son dakikalarda attığı 2 golle almayı başardı. Aslında kadrosu bu kadar yıldızlarla dolu olmasa, Messi gibi "bu dünyanın dışından" bir oyuncusu olmasa, örneğin bu geceki Real kadrosu Guardiola'nın elinde olsa oynanan futbol nasıl olurdu? Guardiola'nın "taktiksizlik" gibi görünen taktiğinin foyası çıkar mıydı ortaya, bunlar sorulması gereken sorular. Zira Barca sanki sezon başından beri "çıkın oynayın, yaparsınız siz" tarzı bir taktik(!)le sahaya çıkıyormuş bir görüntüye sahip. Ha, öyle bile olsa bu kadar yıldızla uğraşmak, onlarla çalışmak, arıza çıkarmalarına engel olmak vs. takdir edilmesi gereken bir meziyettir, bunu da inkâr edecek değilim.

Real ise kadrosundaki (sakatlıklardan mütevellit) inanılmaz erozyonun etkisiyle topal bir şekilde çıktı sahaya. Buna rağmen ve bununla birlikte, formsuz da olsa, rakibi daha güçlü bile olsa, formasına yakışır bir duruş ve mentalitenin çok uzağındaydı Madrid ekibi, bunu söylemek isterim. Cannavaro gibi cengaver bir oyuncu ve dünyanın en iyi kalecisi diyebileceğim Casillas ile defansta onurlu bir direniş sergiledi ama Barca'nın, hiç çalışmadığı çok belli olan ve sallapati şekilde bulduğu duran top golüne teslim oldular. Schuster "bu yıl onların yılı" derken haklıydı, bunu görebilmek lâzım. Real gelecek sezonun planlarına geçerse çok iyi eder.

Barcelona (4-1-4-1): Valdes 8 - Alves 7, Marquez 7, Puyol 9, Abidal 6 - Toure 8 - Messi 9, Xavi 7 (90' Keita), Gudjohnsen 6 (64' Busquets 7), Henry 6 - Eto'o 7 (88' Hleb)

Real Madrid (4-4-2): Casillas 8 - Salgado 6, Metzelder 7, Cannavaro 8, Ramos 7 - Sneijder 6 (36' Palanca 6), Gago 6, Guti 5 (73' Garcia 6), Drenthe 5 - Higuain 6 (77' Van Der Vaart 6), Raul 6

Goller: Eto'o 83', Messi 90+1'

Şut: 19 - 6
İsabetli şut: 8 - 3
Topa hakimiyet: %65 - %35
Kurtarış: 2 - 4
Korner: 11 - 4
İsabetli pas: 442 - 171

12 Aralık 2008 Cuma

Barca'nın yükü ağır

Bizim iddaa'nın 1.40 oran verdiği Barcelona, Real'in sponsoru olan Bwin'de bile 1.60 oranıyla mutlak favori. Futboldan biraz anlayan bir insan da maçın en az 2-3 farkla bitmesini bekler zaten ama oluşturulan bu hava kesin olarak Real'in avantajına oldu. Eğer Guardiola bu favori olma durumunu tolore edebilir ve futbolcularının rehavete kapılmamasını sağlarsa, büyük hoca olma yolunda önemli bir dönemeci geçmiş olacak.

Real tarafında ise ezelî rakibi ve her açıdan (kupa sayısı, gelirler, taraftarlar vs.) önde olduğu bir takıma karşı bu denli ezik durumda bulunmanın ekstra bir motivasyonu olacak. Bu onların lehine işleyip bir kaplana da çevirebilir, aleyhlerine olup kediye de döndürebilir. Ben Real'in kontrollü bir defans futbolu oynayacağını düşünüyorum. Barca, Getafe'den bile kaza golleri yiyebilecek kadar defansı boşverebiliyor. Bireysel bir hata sonucu Real bir gol bulursa işler çığrından çıkabilir. Derbi olduğu için ben bu olasılığı Getafe maçından bile daha düşük bir ihtimal olarak görüyorum. Bence de Barca en az 2 farklı kazanır.

8 Aralık 2008 Pazartesi

Vah Real Madrid

Real Madrid'in bu sezonki çöküşünün son noktası oldu Sevilla maçı. Aslında yanlış, son nokta gelecek haftaki Nou Camp deplasmanı olacak. Bizde olsa, böyle büyük maçların öncesindeki dibe vurma ânı, hoca değiştirmek için en uygun zaman telakki edilir. O kan değişimi ile futbolcular da kendini kurtarmak için can havliyle saldırır ve sunî bir çıkış sağlanır. Bunun devamının olumlu şekilde geldiği de hiçbir örnekte görülmemiştir. İspanyollar da heyecan, ortak tepkiler vs. açısından bize benzeyen bir millet olduğu için bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini göreceğiz. Ama şimdi, şampiyon olmuş bir Capello'yu gönderen başkana hesap sorulma zamanıdır.

Sevilla ise, gündüz bir arkadaşımla "kaybettiğini" konuştuğumuz o "büyük takım" havasını bir nebze olsun tekrar kazandı bu maçla birlikte. Takımın kadrosuna baktığımızda gerçekten de çok dengeli ve homojen bir oluşum görüyoruz. Kenarda oturanlar ve sakatlar arasında da büyüleyici futbolcular var. Bu sezon Valencia, Real, At. Madrid, Villareal, Sevilla beşlisinden hangi üçü Ş.Ligi'ne gidecek, bu mücadeleye tanıklık etmek olağanüstü zevkli olacak. Özellikle bu takımların birbirleriyle yaptığı maçları hiçbir futbolsever kaçırmamalı.

Real Madrid (4-4-2): Casillas 8 - Salgado 6, Ramos 7, Cannavaro 6, Marcelo 6 (89' Vieira?) - Van Der Vaart 6 (Drenthe 5), Gago 7, Guti 6, Robben 7 - Higuain 8, Raul 8

Sevilla (4-4-1-1): Palop 9 - Konko 7, Squillaci 7, Escude 7, Navarro 6 - Navas 8, Duscher 7, Romaric 8, Adriano 7 - Renato 7 - Kanoute 9

Goller: Raul 18', Higuain 68', Gago 69' - Adriano 3', Romaric 22', Kanoute 38', Renato 85'

Şut: 25 - 16
İsabetli şut: 13 - 8
Topa hakimiyet: %53 - %47
Kurtarış: 2 - 5
Korner: 9 - 1
İsabetli pas: 338 - 289

7 Aralık 2008 Pazar

Barcelona rüya gibi

Valencia gibi son derece güçlü bir takımı, hem de Eto'o ve Iniesta gibi 2 majör eksiğine rağmen resmen sürklase etti Barca. Sinsi bir dar alan futbolu oynayan rakibini adeta sahadan sildi, 4 gol attı ve sanki antrenmandaymışcasına rahat bir oyun oynadı. Henry, Eto'o'nun yokluğuna rağmen yine de mutsuz olduğu sol açık mevkiinde oynadı ama attığı 3 golle moral buldu. Messi ve Hleb beklentilerin altındaydı. Öyle ya da böyle bu sene şampiyon Barca olacak bence. Hatta Ş.Ligi'nde de en büyük favori olma konumunu muhafaza ediyor. Futbolu sevdiğini söyleyen her insan evladı bu takımın maçlarını seyretmeli.

Barcelona (4-3-3): Valdes 7 - Daniel Alves 8, Marquez 8, Puyol 8, Abidal 8 - Xavi 8 (84' Keita 6), Toure 8, Gudjohnsen 8 - Messi 7 (81' Pedro 6), Hleb 7 (73' Bojan 7), Henry 10

Valencia (4-1-4-1): Renan 5 - Miguel 6, Albiol 6, Maduro 6, Del Horno 5 - Albelda 6 - Joaquin 5 (80' Pablo 6), Fernandes 6, Baraja 6 (70' Michel 6), Mata 5 (80' Vicente 6) - Villa 6

Goller: Henry 20', 28', 79', Daniel Alves 46'

Şut: 17 - 5
İsabetli şut: 7 -2
Topa hakimiyet: %56 - %44
Kurtarış: 1 - 2
Korner: 3 - 3
İsabetli pas: 444 - 336