15 Mayıs 2010 Cumartesi

Chelsea duble yaptı

Carlo Ancelotti, bu sezon dünyada yılın antrenörü, buna hiç şüphe yok. Hayatında ilk kez İtalya dışına çıkan ve İngiltere gibi, Mourinho'nun bile kovulduğu bir ülkede zor bir göreve getirilen genç İtalyan hoca, sezon başında çok az takviye yapılan takımıyla hem ligi hem de FA Cup'ı kazanmayı başardı. Ha, denebilir ki Mourinho da hem Serie A'yı hem de Şampiyonlar Ligi'ni kazanacak.. Ama nasıl kazanacak? Dünya futbolunun gördüğü gelmiş geçmiş en kansız futbolcular ve en kancık futbolla.. Ancelotti ise o Mourinho'nun sadece defans yapan itici bir takım hâline getirdiği Chelsea'yi Ada'nın en seyredeğer takımlarından biri hâline getirmesiyle bile büyük bir övgüyü hak ederken, bu başarısını duble yaparak taçlandırdı ve şimdiden adını Chelsea tarihine altın harflerle yazdırdı. Ne kadar övünse, ne kadar övülse, ne kadar gurur duysa azdır..

Chelsea 1 - 0 Portsmouth
(Drogba 59')

Jose'den inciler

"Ranieri'nin sıkıntısı mı? Ranieri'nin sıkıntısı nedir ki? Ben eğitimli bir adamım ve Nobel Ödülü sahibi bir filozof olmasına rağmen aynı zamanda bir futbolsever olan Jean-Paul Sartre'nin 'La Nausee' (Bunaltı) adlı eserini biliyorum sadece."

Jose Mourinho, "Onun benimle ilgili konuşmalarından artık sıkıldım" diyen Ranieri hakkında...

13 Mayıs 2010 Perşembe

Avrupa'ya ihraç 11

Süper Lig'de oynayan oyuncular (özellikle genç olanlar) arasında, şu anda Avrupa'ya gitmesi söz konusu olan, gitmeye kapasitesi olan, gitmesi gereken vs. bir 11 yapayım dedim. Buraya Batuhan, Sabri, Ozan İpek, Necip gibilerini de ekleyebiliriz. Ama ilk etapta aklıma bunlar geldi. Bu kadar çok Türk futbolcusunu Avrupa'da izlemek ne güzel olurdu..

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Başarılar Topal

G.Saray'ın çirkef futbolcularla dolu kadrosunda senelerden beri en efendi, en işini yapan, en sakin oyuncuların başında Topal geliyor. Aynı zamanda futbolculuğu da, bu ülkenin en iyi yerli ön liberolarının ilk sırasında olmasını sağlayacak kadar üst seviyede. Ama öte yandan bardağın diğer tarafına bakarsak G.Saray'a geldiğinden beri futbolunun üzerine hiçbir şey koymamış gibi görünüyor bana. Hatta bundan iki sene öncesine göre, geriye gittiğini bile söyleyebiliriz. Neden oluyor, nasıl oluyor, bilmiyorum. Öyle çok gezip tozan, profesyonelce yaşamayan bir adam da değil, gayet çalışkan görünüyor. Ama nasıl oluyor da 20'li yaşlarının başında ülkenin en büyük takımlarından birine gelen bir oyuncunun futbolu bu kadar yerinde sayıyor? Hiç bilmiyorum.

Topal'ın Valencia'da Albelda'nın yerini alabilecek kapasitesi var, buna hiç şüphe yok. Ama orada kalıcı bir şekilde ilk 11 oyuncusu olmak istiyorsa öncelikle ön liberonun alan parsellemeyi nasıl yapması gerektiğini Albelda'yı seyrederek çok iyi öğrenmesi lâzım. Çünkü "takımın merkezi olma, takımı çıkarma ve geri çekme" gibi hususlarda çoğu zaman çuvallayabiliyor; hiç gereği yokken savunmanın ta içine kadar giriyor mesela. Bunları yaparsa bulduğu şansı kısa zamanda yitirecektir.

İkincisi "zamanlamalı pres" denen hadiseyi kusursuza yakın bir şekilde uygulaması lâzım. Avrupa takımlarının hemen hepsi, hele Valencia gibileri topu kaybettiği anda takımca pres yapıp, eğer topu kapamazsa geriye gidip ondan sonra topun arkasına geçen takımlar. Topal'ın da ikinci toplara basma konusunda mahir bir oyuncuya doğru evrilmesi gerekiyor bu yüzden. Bu konuda belli bir yeteneği var ama geliştirmeli.

Bunların yanında aynı zamanda topla beraber çıkan, fırsat bulduğunda rakip kaleyi yoklayan, pas trafiğinde hızlı düşünüp hızlı karar veren bir oyuncu da olması gerekiyor. Ön libero günümüz futbolunun en önemli mevkîlerinden biri ama aynı zamanda oynaması da çok zor olan bir bölge. Topal'da bu işi kotaracak kapasite var; yeter ki çok çalışsın, hiç kimsenin beklemediği yerlere gelebilir birkaç sene içinde. Kendisine başarılar diliyorum.

11 Mayıs 2010 Salı

Balázs Dzsudzsák

Alın bu da videosu...

Bir rüya: Dzsudzsak

Aylar önce PSV-Ajax maçını seyrettikten sonra, o gün aklımda kalan önemli şey PSV'nin sol açığı Balazs Dzsudzsak olmuştu ve gelecekte ne kadar önemli bir futbolcu olacağını burada yazmıştım. Şu anda bile dünyanın sayılı kanat oyuncularından biri olan Macar oyuncu akıl almaz bir tekniğe ve oyun zekâsına sahip. Her pozisyonda adam geçebildiği için sıfıra iniyor, her iki ayağıyla da orta yapabiliyor, uzaktan şut atıyor, ara pasları veriyor, muhteşem frikik kullanıyor ve bek oynayan oyuncuya da gerektiği kadar yardım ediyor. O maçtan beri yakaladığım her fırsatta seyrettiğim bu oyuncuyu artık çok iyi tanıyorum ve benim adıma Fenerbahçe'ye transferi bir rüya olduğu için burada bu mevzuya girmedim bile. Real Madrid, Arsenal, Liverpool gibi takımlara gideceğini düşünüyordum çünkü.

Ama bugün Macaristan'ın günlük tek spor gazetesi olan Nemzetisport, manşetten verdiği haberde Fenerbahçe kulübünün Balazs Dzsudzsak ile anlaştığını iddia etti. Habere göre oyuncunun menajeri teklifi doğrulamış ama kontrattaki 12 milyon avroluk serbest kalma bedelinin transferin önündeki önemli bir pürüz olduğunu belirtmiş. Eğer gerçekten böyle bir şey varsa, buradan Fenerbahçeli yöneticilere şunu demek istiyorum: Siz aklınızı mı kaçırdınız yahu? Dzsudzsak gibi bir adamı 12 milyon serbest kalma bedeliyle yakalmışsınız, Avrupa'nın diğer dev takımları her nedense uyuyor, bir dakika bile düşünülür mü? Fenerbahçe forması ile 2 sene üst üste Şampiyonlar Liginde oynasın, değeri hemen 25 milyona çıkar bu oyuncunun. Ama Güiza'ya 14 milyonu bir çırpıda veren yöneticiler bu şekilde vakit kaybederken Dzsudzsak başka bir takıma giderse, hepimiz yıllarca onu seyredip kafamızı döveceğiz; bundan emin olunuz.

Bu sene oynadığı 47 resmî maçta 17 gol, 19 asist yapmış bir adamdan söz ediyoruz. Tamam, orası Hollanda ligi ve orada bu istatistikleri yapmak bize göre daha kolay. Ama Dzsudzsak tam bir büyük takım oyuncusu. Kapanan rakiplere karşı da etkili olabilecek, adam eksiltebildiği için özellikle içerideki maçlarda 17 maçta 17 asist yapabilecek bir isim. Andre Santos geldiğinde ne demiştim? Her ne kadar teknik gözükse de, "karşısında duran" bir oyuncuyu geçemiyor. Dolayısıyla rakibin kapandığı (ki Fener 25 maçını bu şekilde rakiplere karşı oynuyor) set oyunlarında etkili bir açık değil demiştim. Ama Dzsudzsak öyle değil. İnisiyatif alan, gitti denilen pozisyonları geri döndüren, sol kanatta adeta yağ gibi akan bir oyuncu. Türk futbol tarihinin en büyük transferlerinden biri olacak olan bu hamleyi, Fener yönetiminden dört gözle bekliyoruz.

9 Mayıs 2010 Pazar

Chelsea şampiyon!

Sir Alex Ferguson ve Rooney, verdikleri demeçlerle hafta içinden beri Wigan'lı oyuncuları gazlamaya çalıştı ama son 12 maçını kazanamamış bir takımdan medet umarken muhtemelen kendileri de gerçekçi değildi. Nitekim daha maçın 6. dakikasında ofsayt kokan (ama bence olmayan) bir pozisyonda Anelka'nın önünde kalan topta usta oyuncunun şahane vuruşuyla öne geçti ve rahatladı Maviler. Anelka'nın bu golü atarken topu nasıl (bilerek) yere çarptırdığını ve kaleciyi nasıl çaresiz bıraktığını görünce, bu adamı ülkemizde seyrettiğimiz için hepimizin kendini şanslı hissetmesi gerektiğini bir kez daha anladım.

Neyse, Drogba'nın hat-trick yaptığı maçı Chelsea tam 8-0 kazandı ve şampiyonluğa ulaştı. Blogu takip edenler, Ancelotti'yi ne kadar sevdiğimi, ne kadar saygı duyduğumu iyi bilir. En çok onun için seviniyorum bu zafere. Mourinho gibi aile terbiyesi almamış, narsisist ve edepsiz bir adam ile Ferguson gibi kaybetmeye tahammülü olmayan ve kaybettiğinde her türlü çirkefliğe başvurabilen bir başka adamın karşısında, kuyruğuna bazsılmazsa sesini yükseltmeyen, efendi, kimsenin tavuğuna kış demeyen ve sakin görüntüsüyle Ancelotti gerçek sporseverlerin yüreğine adeta su serpiyor. Üstelik sadece o da değil; "insan"lığının yanında daha İtalya dışına çıktığı ilk sezonda (hem de EPL'de United, Arsenal gibi takımları geride bırakarak!) şampiyonluğa ulaşması, onun hocalığının da dünya çapında olduğunu kanıtlıyor.

Aşağılık insan Mourinho sezon ortasında Chelsea maçı öncesi, zavallı bir şekilde ne demişti? "Hâlâ benim taktiklerimle oynuyorlar." Ben de kendisine "hoşt!" diyorum buradan. Çünkü Grant ve hatta Hiddink bile Mourinho'nun Chelsea'de kurduğu düzeni devam ettirdi geçtiğimiz sezonlarda ama Ancelotti o sıkıcı takımın yerine seyredenlere inanılmaz zevk veren, devamlı hücumu düşünen ve bir sezonda 3 farklı takıma 7 (ve üstü) gol atabilen bir canavarlar ordusu yarattı adeta. Bu tosun arkadaş söz konusu başarı için ne kadar tebrik edilse azdır.

Yakışır sana!

Bucaspor, zor geçmesi beklenen maçta Kayseri Erciyes'i 4-0 yenerek tarihinde ilk kez Süper Lig'e çıkmayı başardı. Nüfusu 1 milyona dayanan ve son 10 yılda inanılmaz bir hızla büyüyen bu önemli ilçenin mütevazı takımı, son 4 maçta 9 puan kaybederek yüreklerini ağızlarına getirdiği taraftarlara da hayatları boyunca unutamayacakları müthiş bir mutluluk yaşattı böylece. 7 yıldır Süper Lig'de takımı olmayan İzmir futbolu için ne kadar güzel bir olay..

Sezon boyunca Erman Güraçar ve Yılmaz Özlem gibi 36-37 yaşındaki "kaşar"ların liderlik ettiği genç kadro, inanılmaz bir mücadele gösterdi. Zaten Bucaspor bilindiği gibi şu anda Türkiye'nin en iyi altyapılarından birine sahip. Çoğunluğu oradan yetişen oyuncular arasında Batdal ve Sercan bu yıl öne çıkan isimlerdi ama önümüzdeki dönemde bunların gerisi de gelecektir. Ayrıca bu iki oyuncunun Süper Lig'de her takımda oynayabilecek kapasitede olduğunu da eklemek gerekir.

Şimdi bu büyük başarının üzerine imkânları çok daha geniş olan Altay, Karşıyaka ve daha alt liglerde sürünen Göztepe şapkalarını önüne koyup iyi düşünmeli; Buca'yı da kendilerine örnek almalı...