22 Nisan 2011 Cuma

G.Saray sakin olmalı

G.Saray ile ilgili çok uzun zamandır yazı yazmıyorum. Bu durumun, "zaten düşmüşler düşecekleri kadar" gibi bir duyguyla alâkası yok. Zaten bu takımla ilgili yazacaklarımın hepsini, zamanında yazdım ve haksız çıktığım tek bir tanesi bile olmadı. Blog camiasında (Aceto isimli) reislerinin peşine takılmış, gözleri kör, kafaları çalışmayan onca G.Saraylı zibidi ise eminim büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordur şimdi. Her yazımda bana çemkirip duruyorlardı. Reisleri de "Rijkaard yenik durumda bile olsa forvetleri ikilemez; radikal şeyler yapmaz, sisteminden ödün vermez" diye safsatalarla resmen "yiyordu" bunları. Sonra Rijkaard'ın Servet'i santrfor oynattığı günleri bile gördük. Şimdi o reislerine g.tümüzle gülüyoruz biz ama utanma duygusu olmadığı için o konuşmaya, yazmaya devam ediyor.

Neyse, G.Saray taraftarı mutsuz, umutsuz, ne yapacağını şaşırmış bir durumda. Etrafımda dinliyorum, yazılanları okuyorum, hepsinin derdi (artık yönetim de gittikten sonra) futbolcularla. Zamanında "Fener'in elinden kaptık cengâveri" diye bağırlarına bastıkları Mustafa Sarp'tan şimdi hepsi tiksiniyor. Barış, Ayhan ona keza.. Onlara kalsa takımın yüzde seksenini gönderip, yine sayısız transfer yapıp yepyeni bir takım kuracaklar. Başkan adayları da camianın bu ruh hâlini iğrenç bir şekilde kullanarak suistimal ediyor. Daha önce defalarca yazdığım gibi koskoca kulüp de, her geçen gün biraz daha "80'li yıllardaki Fenerbahçe'ye" benzemeye devam ediyor.

Oysa G.Saray'ın şu andaki futbolcu kadrosuna bakıyorum, gelecek yıl ilk 11'e 3 (en fazla 4) transfer yaparak "lig şampiyonluğunu sonuna kadar kovalayacak bir takım" kurmak gayet mümkün. Hatta yapılması gereken şey de tam olarak bu. Sorarım size, Aykut ve Ufuk Bursa'nın kalecisi Ivankov'dan çok mu kötü kaleciler? Ben en başından beri Aykut'un, 34 maç oynatılırsa ligin en iyi kalecilerinden biri olduğunu düşünüyorum. Kalenin de ona emanet edilmesi gerekir gelecek sezon. Onca yıl yığınla kaleci geldi de ne oldu? De Sanctis'i bile beğenmedi camia, dönüp biraz kendilerine baksınlar ve utansınlar. De Sanctis'i beğenmeyen birinin, Aykut'u beğenmemesini nasıl kaale alabilirsiniz?

Elbette kaleci antrenörünün değiştirilip, Alman ya da İtalyan, yabancı bir profesyonelin teknik ekibe dâhil edilmesi gerekiyor. Nezihi Baloğlu ile gidilirse, Aykut ve Ufuk bildiklerini de unutur, bu ayrı bir konu.

Savunmanın sağında, ortasında ve solunda hiçbir sorun yok. Sabri, Servet, Neill ve Hakan müthiş bir dörtlü. Hem birbirini tanıyor, hem uyumlu, hem de birbirini tamamlayan oyuncular. Ayrıca savunma denince en önemli şey, oyuncuların mümkün olan en uzun süre "birlikte oynamış" olmasıdır. G.Saray takımının geri kalan yerleri düzgün olsa, düzgün işlese, millî takımın en iyi döneminde ilk 11'de oynamış bu oyuncular da ay gibi parlayacaktır, kimsenin kuşkusu olmasın. Yahu, milletin Mustafa Keçeli, Ömer Erdoğan, İbrahim Öztürk, Giray Kaçar, Egemen Korkmaz gibi adamlarla şampiyon olduğu, şampiyonluğu kovaladığı bir ortamda Sabri, Servet, Hakan gibi yerli oyuncuları nereden bulacaksınız? Bulsanız bile kaça alacaksınız? Bugün Fener'e verseler Balta'yı, gözüm kapalı alırım. Yedek oturturum, ayrı.

Hele hele Neill gibi bir oyuncunun asla kaybedilmemesi, hatta gelecek yıl kaptan yapılması lâzım. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Takımın sorunu zaten orta sahada, futboldan anlayan herkes bunu görebilir. Orada Culio'nun yanına iki tane oyuncu lâzım bence. Sağ iç oynayacak iyi bir oyuncu (direkt Emana, ben söyleyeyim), bir de ön libero gerekli. Cana inanılmaz derecede kazma ve yeteneksiz bir oyuncu. Yürekli, savaşçı, lider vs. ama kurtarmaz. Ön libero oynayan bir oyuncunun azıcık topu da bilmesi gerekiyor. Cana, alınan paranın üstüne bir bedelle bile İngiltere ve Fransa'ya satılabilir. Yerine Fener'den Cristian bile alınsa (abartıyorum elbette) şu takıma daha iyi uyar. Topu oyuna sokan, yan top bile yapsa kaybetmeyen, arada da direkt oynayıp kilit pas atabilen bir oyuncudan bahsediyorum. Brezilya'da kaynıyor bunlar, oradan bulunabilir. Onun dışında Culio iyi bir oyuncu, bence çok zor bulunan sol iç mevkii için yeterli ve ilk 11'de oynayabilir. Çok da koşuyor, yürekli bir adam.

Takımın Neill dışında 3 yabancısı da orta sahada olacak yani..

Forvette Niang ile birlikte ülkenin en iyisi olan Baros var. Çirkef ve pislik bir oyuncu ama sonuçta kendi taraftarı onun bu yönünü fazla görmez. Hırsını, ağzından saçtığı iğrenç salyaları da bağrına basar hatta. Neill'dan sonra ikinci kaptan Baros yapılmalı. Soldan Arda gidecek büyük ihtimalle, oraya yabancı bir transfer şart. Sağ için ise Volkan Şen tek alternatif. Kâzım, ipiyle hiçbir şekilde kuyuya inilmeyecek bir oyuncu, herkes bunu görmüştür. Sağ açık oynadığında yılda 2 gol, 2 asisti bile zor görüyor. Ayrıca disiplinsiz. Ben olsam gönderirim.

Bunun dışında takımdan Ayhan, Sarp, Barış gibi oyuncular ivedilikle gönderilmeli. Aydın ve Stancu tutulmalı. Baros olmazsa alternatifi Stancu'dur. 5 milyona aldığın bu oyuncuyu şimdi 1'e bile zor satarsın, oynatman lâzım. Tek forvet oynayacağın için solda bile kullanılabilir. Sola oyuncu alınırsa forvetin ve solun alternatifi olur.

İnanın bu dediklerim Pollyanna'cılık değil. Tamam, Fener'in kadrosu bu ligin çok üzerinde ama görüyorsunuz işte, o inanılmaz kadro da Bursa ve Trabzon gibi vasat takımlarla zar zor baş ediyor ya da edemiyor. G.Saray'ın mevcut kadrosu, şu yukarıda benim saydığım kadro, ligde son haftaya kadar kovalar şampiyonluğu. Ama en önemlisini en sona sakladım, bunların başında iyi bir teknik direktör şart. Lucescu gibi elindeki malzemeden en iyi verimi alan tarzda, oyuncunun maksimum kapasitesini vermesini sağlayan, babacan bir hoca gerekli bu takıma. Kadronuz nasıl olursa olsun, hoca yetersizse neler olduğunu Türk futbolunun son 20 yılına (en çok da Fener'e) bakarak görebilirsiniz çünkü.

G.Saray'ın en büyük sorunu yönetim ve akabinde hocadır. Futbolcu kadrosu, nüve olarak, gelecek yılın temeli anlamında inanılmaz derecede yeterlidir. Aklı başında taraftarların bu zihniyette olup kulübü bu anlamda itmesi lâzım. Yoksa yeni gelen başkan da paraları saçmaya devam ederse, hüsran yine kaçınılmaz bence.

21 Nisan 2011 Perşembe

The Walkmen - Lisbon (2010)


Yılın en iyilerinden biri olduğu su götürmeyen bu albüm, aynı zamanda saygın grup The Walkmen'in kariyerindeki zirve noktası diyebiliriz. Müzikal anlamda önceki işlerinden çok daha olgun bir tarz ortaya koyan New Yorklu beşli, yine hüzünlü, yine üzgün ama bu kez sanki durumdan biraz daha az şikayet eden şarkı sözleriyle, bütünlüklü bir işe imza atıyor. Aynı zamanda düzenlemelerdeki zenginlik ve çeşitliliği nefis melodilerle harmanlayarak, ana akım'daki genel tercihlerden bir nebze olsun sıyrılan, taze bir sound yakalamayı başarıyor. Açılışta yer alan "Juveniles"in insanı sarıp sarmalayan yumuşaklığı, 45 dakika boyunca dinleyecinin yanından bir an olsun ayrılmazken, "Stranded" tek başına ayrı bir paragrafa konu olabilecek kadar güzel bir şarkı. Albümün kendisi ise, ne kadar fazla dinlenirse, dinleyenin içine o kadar çok işliyor. 9/10

18 Nisan 2011 Pazartesi

Paul Simon - So Beautiful or So What (2011)


70 yaşındaki efsane folk rock şarkıcısı Paul Simon, 6 yıllık uzun bir aranın ardından müthiş bir albümle geri döndü. Kariyerinde, niteliksel anlamda '86'daki "Graceland" sonrası ciddi bir düşüş yaşayan ve deyim yerindeyse 20 yıl boyunca "orta sahada top çeviren" şarkıcı/şarkı yazarı, 2006'daki ismiyle müsemma çalışması "Surprise" vasıtasıyla kulakların pasını silerken, hayranlarını da oldukça sevindirmişti. Yeni albümü ise, o güzel sürprizi bile aşarak kolay kolay Paul Simon olunmadığını cümle âleme gösteriyor. Açılıştaki olağanüstü "Getting Ready for a Christmas Day"den başlayarak, (örneğin saz dâhil) binbir türlü enstrümanın at koşturduğu, doğu ezgilerini fazlasıyla ihtiva eden düzenlemelere sahip, olağanüstü besteler ve daha çok ahlâk temalı liriklerle süslenmiş, Simon'ın akranlarının hiçbirinde görülemeyecek kadar taze ve canlı bir albüm bu. 9/10

Fenerbahçe'den açıklama

İNSAN HATASININ ÖTESİNE GEÇEN BİLİNÇLİ YANLIŞLAR

"Spor Toto Süper Lig’in 29.haftasında, stadyumumuzda Gaziantepspor’la oynadığımız karşılaşmadaki muhteşem desteklerinden dolayı, taraftarlarımıza teşekkür ederiz. Taraftarlarımız, 90 dakika boyunca hiç durmadan ve asla ümitsizliğe kapılmadan takımımızı desteklediler; sonunda hak ettikleri galibiyeti; formalarını, terlerinin son damlasına kadar ıslatan futbolcularımız ile birlikte büyüklüğümüze yakışan bir şekilde kutlamasını bildiler. Taraftarlarımızı tahrik etmek için yoğun çaba sarf edilmesine rağmen 12.Adam, küfür etmeden, saha olaylarına neden olmadan takıma nasıl destek verilir, dosta düşmana bir kez daha göstererek, herkese büyük bir ders verdi…

Bu noktada Kulübümüzün şanlı tarihini sporcularımızla birlikte yazan büyük taraftarımıza şükranlarımızı sunuyoruz.

Futbolun bilirkişiliğine soyunanların bilmesi gerekir ki; Bilirkişi, tarafsızlığını, güvenilirliğini yitirdiği andan itibaren, onu konusunda uzman yapan donanımı ne olursa olsun söyledikleri asla ve asla itibar görmez. Tarih, bu şekilde itibarını yitirmiş binlerce insana şahit olmuştur. Türk futbolunda bilirkişiliğe soyunan, kendilerine bu manada futbol adamı ya da yorumcu demeye dilimizin varmadığı bir elin parmağı kadar sayıdaki şahıs; her gün gazete gazete, kanal kanal dolaşarak; Kulübümüze, Takımımıza ve oynadığımız rakiplere karşı, haksız, çirkin ithamlarda bulunmakta ve taraftarlarımızı tahrik ederek şampiyonluğumuzu engellemek adına kamuoyu oluşturmaya çabalamaktadırlar.Bunlara kucak açan gazete köşelerini ya da televizyon programlarını, bunların değersiz görüşleri ile dolduranlar da en az bu kişiler kadar ortaya çıkan olumsuzluklardan sorumludur.

Haklı galibiyetlerimizi, rakip takımların bize karşı oynanamamasına bağlamaya çalışan; şampiyon olmuş bir takımın, şampiyonluk adayı bir başka takıma; geçen yılın diyet borcunu ödediğini; hayasızca, hiç utanmadan dillendiren bu kişilerin, zerre kadar yüzleri kızarmıyor mu?

Her yıl, aynı şekilde yaptıkları komplo teorisi yorumları ile büyük camiaları karşı karşıya getirdiklerini, spor kamuoyunu gerip-kutuplaştırarak, sporda yaşanan şiddetin başlıca sorumlusu olduklarını göremiyorlar mı? Bunlar için televizyon programlarının formatının değiştiği, RTÜK gibi kuruluşların doğrudan bu kişilere yayın sırasında müdahale etmek zorunda kaldığı maalesef unutulan gerçeklerdir. Bugün yürürlükte olan ve eskisine oranla daha sert cezalar öngören Sporda Şiddet Yasası da büyük oranda bu kişilerin yarattığı şiddet ortamının bir sonucu değil midir?

Bugün çıkan yasa sebebi ile sporun asli unsurları olabildiğince dikkatli olmaya çalışırken, kanallarda ve gazetelerde milyonlarca kişiye hitap eden bu şahısların yaptığı, bu yasayı tam anlamıyla çiğnemek anlamına gelmiyor mu? Bu ülkede her gün yeni bir komplo senaryosu ortaya koyan bu insanları çağırıp, gel kardeşim bildiğini anlat, anlatamıyorsan yaptığının hesabını ver diyecek bir savcı yok mu? Bu yasa daha ilk gününden bu kişiler için uygulanmayacaksa sonrasında uygulandığında nasıl bir etkisi olacak?

Şampiyonluk yarışında karşı karşıya kaldığımız hakem hataları sonucunda, terazinin kantarının dengesini nasıl yitirmeye başladığını; ’Gaziantepspor maçında’ bir kez daha açık bir şekilde gördük. Bundan daha iki hafta önce Bursaspor maçında verilmeyen penaltılarımız sonucunda belki de lig yarışının gidişatı etkilendi.

Geçen iki haftada MHK ve TFF’nin, yaşananlardan hiç ders almadığını, kötü gidişatın sebeplerini araştırmak yerine sessizlik içinde, olanları seyretmek ile yetindiğini görüyoruz. Bunun sonucunda, Gaziantepspor maçının, daha 45.saniyesinde verilmeyen bir penaltı ile başlayan hatalı kararlar serisini, hakemin formsuzluğu olarak adlandırmak, son derece zorlama ve gerçekçi olmayan bir durum olacaktır.

Maçın kaderini; verilmeyen penaltılar, gösterilmeyen ve haksız yerlerde gösterilen kartlar, hatalı bir kararın ardından hatanın giderilmesi amacıyla verilen bir başka hatalı karar ile sahadaki futbolcular değil, müsabaka hakemleri belirlemiştir.

Sahada 50 bin taraftarımızın, ekran başında ise milyonlarca futbolseverin gördüklerini, pozisyonlara en yakın kişiler olan hakemlerin görmemesi nasıl izah edilebilir? Üstelik bu sadece bir ya da iki pozisyon için değil onlarca pozisyon için geçerliyken; tüm bunları hakemin formsuzluğuna bağlı basit hakem hataları diye yorumlamak mümkün olabilir mi?

Bu denli hatalı kararlar veren ve gördüğünü dahi çalmayan hakemlerin mesleki olarak bir yaptırım ile karşılaştıklarını görmek mümkün olmayacak mı? Her fırsatta, her camiadan özür dileyen MHK Başkanı; Kulübümüze karşı yapılan hatalar alışkanlık haline geldiği ya da bu hatalar vakayı adiden sayıldığı için mi bugüne kadar herhangi bir açıklama yapmadı ve yapmıyor? Fenerbahçe maçlarında verilmeyen bu kadar penaltı, Fenerbahçeli futbolcuların ceza sahasında üzerlerindeki formayı çıkarmaya varan formadan çekme, güreş sporunun her türlü taktiğini yapmaya varan sert futbolun bir izahı var mı? Bu kadar fazla sayıda ve hep bir takımın başına gelen yanlış kararlar, sadece hakem hatası ya da formsuzluğu ile izah edilebilir mi? Bize bu derece yoğun yapılan bu hatalarla, şampiyonluk yarışındaki rakibimiz nasıl oluyor hiç karşı karşıya kalmıyor? Bunun mantıklı bir izahı olabilir mi?

Futbolun kuralları bellidir. Bir penaltı nasıl olur hangi durumlara penaltı kararı verilir bunlar nettir. Bu kararlar, ligden lige, takımdan takıma değişkenlik göstermez. Bu kararların bu denli değişkenlik gösterdiği bir durumda, bu yarıştaki bunca emeğin, çabanın bunlar için yapılan büyük maddi yatırımın, hiçbir anlamı kalmaz.

Gaziantepspor maçında, hakemin verdiği yanlış kararlar ile lig şampiyonluğu yarışı bitebilirdi. Allah’ın bir lütfu olarak, hakem hatalarının maçın sonucuna olacak etkisi, son anda yaşanan 'bir futbol mucizesi' ile bertaraf edildi. Ancak böyle bir mucize bir daha asla yaşanmayabilir. Yanlış yapanlar, hata sahibi kişileri uyarmayarak, cezalandırmayarak sonraki yanlışlara ortam oluşturanlar, sorumluluklarından asla kaçamazlar.

Fenerbahçe Spor Kulübü ve büyük camiası; başarılarımıza set çekmeye çalışanları, hatanın ötesinde, bilerek yanlış yapanları, asla unutmaz ve her türlü hukuki zemin üzerinde onlarla hesaplaşır, meşru zeminlerde hakkını sonuna kadar arar…"

17 Nisan 2011 Pazar

Toro y Moi - Underneath the Pine (2011)


Toro y Moi adıyla icraatlarına 2010'da başlayan ve ilk uzunçalarını o yıl kaydeden Chaz Bundick'in, ikinci ve şimdilik en iyi albümü. İlkine nazaran daha enerjik, daha iyi pop melodilerine sahip ama onun bütün olumlu özelliklerini de bir anlamda devam ettiren albüm, benzeri az bulunur tarzda bir müzik koyuyor ortaya. Kulağa gayet hoş gelen gitar ve keyboard melodileri, robotik ritmler, döngülü synth ezgiler, etkileyici vokal performansı ve hepsinden önemlisi sahip olduğu enerji ve eğlence duygusu sayesinde, yeni şeyler arayan tüm dinleyiciler için adeta ilaç gibi geliyor. 9/10

Diyet ödendi

Geçen sezon şampiyon olan takım, Şampiyonlar Ligi'ne direkt olarak gruplardan katılacaktı. Ayak bastı parası olarak 11 milyon liranın verildiği, hatta eğer lig ikincisi elemeleri geçemezse bu sayının 22 milyona çıktığı bir ortamda Bursa'nın şampiyonluğu, kendileri için çok anlamlıydı ama işin maddî yönü de çok önemliydi. Bu durumda Bursa'nın bu paraları alacağını düşününce, Trabzon'un Fener karşısında sergilediği insan üstü çabanın nedeni de ortaya çıkıyor.

Geçen senenin son maçında iki takım arasında bu vesileyle kurulan organik bağ, mide bulandırıcı ilişkiler yumağı, bu sezon meyvelerini iki taraftan birine vermeye devam ediyor. Aynı zamanda dün gece gördük ki, bu ilişkiler yumağına bu sezon G.Antep de katıldı. Bunu nereden çıkarıyorum? Dün gece tekme-tokat oynayan ve bunu "lig üçüncülüğü çok önemli" kılıfına uydurmaya çalışan tüyü bozuklar var ya, işte bu gece Trabzon karşısında lig üçüncülüğü için oynamanın ne olduğunu gördük. İki hafta önce ligin en iyi yerli stoperi ilan edilen İbrahim'in golde yediği komik çalımı da gördük. Her şey bütün Türkiye'nin önünde oluyor ama kimseden çıt yok.

Trabzon, Bursa ve G.Antep böyle.. Yani adeta tek bir takımın 60 küsur futbolcusuymuş gibi kardeş kardeş, duruma göre oynuyorlar. Peki ya hakemler ve federasyon?

Bu akşam Aydınus çok olaysız bir maç yönetmiş gibi görünüyor, değil mi? Öyle görünmesi çok normal zira Bursalı oyuncular top rakip kaleye girecek diye, Trabzonlu oyunculardan bile daha ürkekti maç boyunca. Geçen senenin diyetini hakkıyla ödeyemenin korkusu, bütün hücrelerini sarmıştı adeta. Ama hakemin yaptığı birkaç şeye bir bakalım:

Trabzon, ilk yarının sonlarında golü bularak ikinci yarı klasik 10 kişiyle defans moduna geçti. Her zamanki korkak, kişiliksiz, onursuz, büyük takım olmanın b'siyle alâkası bile olmayan bir defans futbolu oynamaya başladı. 59 dakika 39 saniyede korner kazandı. Bakın 59'39'' diyorum. Kornerin kullanıldığı an ise 60'13''. Kalecinin top elindeyken, o topu oyuna sokma süresi 6 saniye. 6 saniyeyi geçirirse endirekt serbest vuruş oluyor. Selçuk sallana sallana gidip 34 saniyede (!) korner kullanıyor, Aydınus'tan tıs yok, uyarı yok. Seyrediyor.

Bitmedi. 68'32''de Trabzon sağ kanattan bir serbest vuruş kazanıyor. Selçuk yine sallana sallana gidiyor ve vuruşu 69'13''te kullanıyor. Tam 41 saniye! Aydınus'tan uyarı bile yok.

Hadi bunlar önde olan takımın yaptıkları.. Geride olan, G.Antep ile (sözüm ona) "üçüncülük mücadelesi" veren, iki hafta önce Fener'e karşı namusunu korur gibi kalesini koruyan Bursa ise 73'55''te Ozan'ın düşürülmesi ile bir serbest vuruş kazanıyor. Vuruş Vederson tarafından kullanıldığında süre ne biliyor musunuz? 74'56''!!! Bu rakamlara inanmayan maçın tekrarını seyredebilir. Üçüncülük mücadelesi veren, deplasmanda 1-0 yenik durumda olan takım, 75. dakikada kazandığı orta sahadaki bir serbest vuruşu 61 saniyede kullanıyor.

Bunlar dikkatimi fazlasıyla çeken sadece 3 pozisyon. Daha maç içinde Aydınus ve 22 futbolcu tarafından sergilenen ne inanılmaz bir tiyatro vardı, seyretmeyen bilemez, anlayamaz. Faruk Özak, Mahmut Özgener ve Oğuz Sarvan tarafından yönetilen bu rezilliği seyretmekten artık tiksiniyorum. İnsanlar bu kadar namussuz, bu kadar onursuz ve haysiyetsiz bir şampiyonluğa nasıl sevinecek, bunu da anlamıyorum.

Trabzon 1 - Bursa 0