16 Haziran 2009 Salı
Best movies of 2002
1. Minority Report (8)
Steven Spielberg
2. Hero (8)
Zhang Yimou
3. Gangs of New York (8)
Martin Scorsese
4. Hable Con Ella (8)
Pedro Almodovar
5. The Lord of the Rings: The Two Towers (8)
Peter Jackson
Diğer: Catch Me If You Can (7), The Pianist (7), Punch-Drunk Love (7), About a Boy (7), The Hours (7), Chicago (7), Spider-Man (7), Signs (7), City of God (6), Star Wars II: Attack of the Clones (6), Far from Heaven (6), 8 Mile (6), Adaptation (6), XXX (6), Ice Age (6)
14 Haziran 2009 Pazar
Çek o pis ellerini...
Ronaldo'yu 94 milyon avroya Real'e satan uyanık İskoç Ferguson, şimdi gözünü Fernando Torres'e dikmiş, son haberlere göre. Portekizlinin satışından elde ettiği paranın yarısına Torres'i kapatmayı düşünüyormuş. Ya hesap bilmiyor ya da hayatında dayak yememiş demek geliyor insanın içinden. Torres gibi şu anda Premier League'in en iyi forveti olarak kabul edilen bir oyuncuyu bu fiyata almayı düşünmesi tek kelimeyle terbiyesizlik. Aslında kafasında her zaman olduğu gibi birden fazla tilki geziyor Ferguson'ın; bu transfer vasıtasıyla hem kendi takımının oldukça etkisizleşen forvet hattını güçlendimek, hem de şampiyonlukta gelecek yıl yine en büyük rakibi olacak bir takımın da en önemli silahını alarak ona bir darbe vurmak istiyor. Ama tabii ki buna gücü yetmeyecek. Torres, şunun şurasında insanların sadece 20 yıldır adını bildiği bir kulüpten çok çok daha büyük ve şanlı bir kulüpte forma giydiğinin fazlasıyla farkındadır diye düşünüyorum. Dolayısıyla Ferguson bu transferi sadece rüyalarında görmeye devam edecek.
Bu arada şu anda dünyanın en iyi defansif orta saha oyuncuları diyebileceğim Mascherano'yu Barça, Xabi Alonso'yu da Real ayartmaya çalışıyor. Gerrard, Carragher, Reina, Agger, Kuyt gibilerini de düşününce Liverpool'un Avrupa'daki en iyi kadrolardan birine sahip olduğu net bir şekilde görülüyor. Rafa Benitez'in artık bu takıma bir lig şampiyonluğu kazandırmasının zamanı geldi.
Bu arada şu anda dünyanın en iyi defansif orta saha oyuncuları diyebileceğim Mascherano'yu Barça, Xabi Alonso'yu da Real ayartmaya çalışıyor. Gerrard, Carragher, Reina, Agger, Kuyt gibilerini de düşününce Liverpool'un Avrupa'daki en iyi kadrolardan birine sahip olduğu net bir şekilde görülüyor. Rafa Benitez'in artık bu takıma bir lig şampiyonluğu kazandırmasının zamanı geldi.
Cissokho Milan'da
Milan, takımın gençleştirileceği söylentilerinin ışığında bu sezonki ilk transferini yaptı ve Porto'nun Fransız-Senegal kırması sol beki Aly Cissokho'yu renklerine bağladı. 1987 doğumlu oyuncu Gueugnon altyapısında yetiştikten sonra bonservis bedeli olmaksızın kel alâka bir transfere imza atarak Portekiz'in Vitoria Setubal takımına gitmişti (bu dediğim geçen yılın Temmuz ayında oluyor). Bu sezon Setubal takımıyla 13 lig maçına çıktı Cissokho ve birden bire dünyanın en uyanık kulübü olma yolunda Bayern ve Juve ile amansız bir yarışa girmiş gözüken Porto yaklaşık 300 bin avro gibi bir bedelle bu yılın Ocak ayında genç oyuncuyu kadrosuna kattı. Ve şimdi, 2009'un Haziran ayında Cissokho 1 yıl içindeki dördüncü takımı olan Milan'a geçerken Porto'ya 15 milyon avro para kazandırmış oldu. Gerçekten de inanılmaz bir trafik ve bakıyoruz, burada en kârlı çıkan yine Porto olmuş. Gueugnon kulübü yetiştirme parası olarak bir amorti alacaktır bu transferden ama eğer Setubal takımı oyuncuyu Porto'ya satarken sonraki satışı ile ilgili bir madde koydurmadıysa enayiliğine doymasın. Milan da ciddi yatırım yaptığı 21 yaşındaki sol bekin bundan böyle hayrını görsün.
İş bulmak için Terim'e yalakalık şart
Geçenlerde Türkiye Futbol Federasyonunun olağan genel kurulu vardı biliyorsunuz. Orada Lig TV muhabiri Ömer Güvenç, eski futbolculardan Alpay Özalan ile bir röportaj yapmış, onu seyrettim. Ama önce Alpay ile ilgili birkaç bilgi vereyim.
Alpay Özalan 1973 doğumlu ve futbola Altay alt yapısında başladı. Kendisi İzmir, Balçovalı olup benim mahalle arkadaşım olur, dolayısıyla iyi tanırım. Hâlâ durup durmadığını bilmediğim bir basketbol sahası vardı Balçova'da, bütün mahalle orada toplanır futbol maçları yapardık. Ben Alpay'dan 4 yaş küçük olmama rağmen "topun sahibi olanlar" Alpay'ı "kazma" olduğu için almadıkları maçlara beni alırlardı mesela. Alpay da pota direğine dayanıp bizi seyrederdi. Bazen de aramıza katılıp oynamasına izin verirdi âbiler. Mesela Vural ve Ufuk diye iki arkadaş vardı o gruptan; Alpay Aston Villa'ya transfer olduğunda yıllar sonra yolda rastlamıştık Vural'a. Alpay'a aynı pozisyonda üst üste üç bacak arası atan adam, Alpay Birmingham'a gittiği sıralarda otobüs muavinliği yapıyordu. Hayatın adaleti ve dünya düzeni üzerine saatlerce konuşturabilir insanı bu anekdot.
Neyse, 1 sene Soma Sotesspor'da kiralık oynayan Alpay, 1992'de Altay'a döndü ve 19 yaşında Ümit Kayıhan tarafından sezon boyunca ilk 11 oynatıldı. Hakan Şükür, Tanju Çolak gibi forvetlere yaptığı adam-adama savunma göz kamaştırıcı olduğu için 1993 yazında 20 yaşındayken Beşiktaş'a transfer oldu. Mahallede bir zamanlar G.Saray bayraklarıyla dolaşan adam, transferinden bir süre sonra (TSYD kupasındaki Fener maçının hemen arefesinde) geldiği semtinde "maç n'olur Alpay?" diye sorduğumuzda "Biz Fener'e ne zaman yenildik ki?" diye cevap verip hepimizi dumura uğratmıştı.
Sonraları kariyeri yükseldi, yükseldi ve Beşiktaş ile parada anlaşamayıp daha 26 yaşında Siirt Jetpa'ya transfer oldu. Yıllık 1.5 milyon dolar karşılığında da Fener'e kiralandı. Daha ilk maçında G.Saray ile oynanan TSYD randevusunda maçı nasıl terörize ettiğini, bütün fitilini onun ateşlediği (maç içi ve maç sonrası) olaylar sonucunda TSYD kupasının o günden sonra bir daha düzenlenmediğini hepimiz biliyoruz. Sonra yurt dışında başarılı sayılabilecek bir başlangıçın ardından hırslı, inatçı oyun karakteri nedeniyle oldukça sivrildiği ve sevilmeye başladığı Premier League'den, Kadıköy'deki millî maçta Beckham'a yaptığı hareketler yüzünden adeta aforoz edildi. Ve o noktadan sonra da kariyeri tamamen düşüşe geçti. Yurt dışında Köln ve Güney Kore maceralarının ardından futbola nokta koydu. Bu arada Terim'in kariyeri boyunca hep yaptığı gibi kendi kıçını kurtarmak için son çare olarak ona sarıldığı günlerde, İsviçre maçındaki abuk-sabuk ruh hâli ve davranışları yüzünden millî takımdan da kovuldu ve kendine yakışır bir finalle kariyerini bitirdi.
Ömer Güvenç ile olan röportajına dönelim. Güvenç soruyor: "Alpay, bunca yıldır yurt dışındasın, sayısız hocayla çalıştın, kendine örnek aldığın biri var mı?" Alpi'nin cevabı ise elbette hiç kimseyi şaşırtmıyor: "Kesinlikle Fatih Terim. Ben ülke değil, kıtaları gezdim Ömer abi. Onun gibi bir insana rastlamadım, dünyada eşi benzeri yok." Güvenç devam ediyor: "Peki İsviçre maçında sizi onun kışkırttığı söyleniyor, buna ne dersin?" Cevap: "Olur mu abi ya? Öyle bir şey olabilir mi?"
Ne kadar tatmin edici bir cevap değil mi? Alpay akıllı biri, futbolcu eskisi birçok arkadaşından Terim'in elini-eteğini öpenlere, millî takımın altyapısındaki antrenörlüklerin nasıl peşkeş çekildiğini görmüş. Bu ülkede antrenörlük yapmak isteyen biri olarak en kısa ve kolay yolun Terim'e yaltaklanmak olduğunu anlamış ve o da bunu yapıyor. Ondan sonra biz bu düzen içinde Türk futbolu neden istediğimiz yere gelmiyor diye düşünüp duruyoruz.
Alpay Özalan 1973 doğumlu ve futbola Altay alt yapısında başladı. Kendisi İzmir, Balçovalı olup benim mahalle arkadaşım olur, dolayısıyla iyi tanırım. Hâlâ durup durmadığını bilmediğim bir basketbol sahası vardı Balçova'da, bütün mahalle orada toplanır futbol maçları yapardık. Ben Alpay'dan 4 yaş küçük olmama rağmen "topun sahibi olanlar" Alpay'ı "kazma" olduğu için almadıkları maçlara beni alırlardı mesela. Alpay da pota direğine dayanıp bizi seyrederdi. Bazen de aramıza katılıp oynamasına izin verirdi âbiler. Mesela Vural ve Ufuk diye iki arkadaş vardı o gruptan; Alpay Aston Villa'ya transfer olduğunda yıllar sonra yolda rastlamıştık Vural'a. Alpay'a aynı pozisyonda üst üste üç bacak arası atan adam, Alpay Birmingham'a gittiği sıralarda otobüs muavinliği yapıyordu. Hayatın adaleti ve dünya düzeni üzerine saatlerce konuşturabilir insanı bu anekdot.
Neyse, 1 sene Soma Sotesspor'da kiralık oynayan Alpay, 1992'de Altay'a döndü ve 19 yaşında Ümit Kayıhan tarafından sezon boyunca ilk 11 oynatıldı. Hakan Şükür, Tanju Çolak gibi forvetlere yaptığı adam-adama savunma göz kamaştırıcı olduğu için 1993 yazında 20 yaşındayken Beşiktaş'a transfer oldu. Mahallede bir zamanlar G.Saray bayraklarıyla dolaşan adam, transferinden bir süre sonra (TSYD kupasındaki Fener maçının hemen arefesinde) geldiği semtinde "maç n'olur Alpay?" diye sorduğumuzda "Biz Fener'e ne zaman yenildik ki?" diye cevap verip hepimizi dumura uğratmıştı.
Sonraları kariyeri yükseldi, yükseldi ve Beşiktaş ile parada anlaşamayıp daha 26 yaşında Siirt Jetpa'ya transfer oldu. Yıllık 1.5 milyon dolar karşılığında da Fener'e kiralandı. Daha ilk maçında G.Saray ile oynanan TSYD randevusunda maçı nasıl terörize ettiğini, bütün fitilini onun ateşlediği (maç içi ve maç sonrası) olaylar sonucunda TSYD kupasının o günden sonra bir daha düzenlenmediğini hepimiz biliyoruz. Sonra yurt dışında başarılı sayılabilecek bir başlangıçın ardından hırslı, inatçı oyun karakteri nedeniyle oldukça sivrildiği ve sevilmeye başladığı Premier League'den, Kadıköy'deki millî maçta Beckham'a yaptığı hareketler yüzünden adeta aforoz edildi. Ve o noktadan sonra da kariyeri tamamen düşüşe geçti. Yurt dışında Köln ve Güney Kore maceralarının ardından futbola nokta koydu. Bu arada Terim'in kariyeri boyunca hep yaptığı gibi kendi kıçını kurtarmak için son çare olarak ona sarıldığı günlerde, İsviçre maçındaki abuk-sabuk ruh hâli ve davranışları yüzünden millî takımdan da kovuldu ve kendine yakışır bir finalle kariyerini bitirdi.
Ömer Güvenç ile olan röportajına dönelim. Güvenç soruyor: "Alpay, bunca yıldır yurt dışındasın, sayısız hocayla çalıştın, kendine örnek aldığın biri var mı?" Alpi'nin cevabı ise elbette hiç kimseyi şaşırtmıyor: "Kesinlikle Fatih Terim. Ben ülke değil, kıtaları gezdim Ömer abi. Onun gibi bir insana rastlamadım, dünyada eşi benzeri yok." Güvenç devam ediyor: "Peki İsviçre maçında sizi onun kışkırttığı söyleniyor, buna ne dersin?" Cevap: "Olur mu abi ya? Öyle bir şey olabilir mi?"
Ne kadar tatmin edici bir cevap değil mi? Alpay akıllı biri, futbolcu eskisi birçok arkadaşından Terim'in elini-eteğini öpenlere, millî takımın altyapısındaki antrenörlüklerin nasıl peşkeş çekildiğini görmüş. Bu ülkede antrenörlük yapmak isteyen biri olarak en kısa ve kolay yolun Terim'e yaltaklanmak olduğunu anlamış ve o da bunu yapıyor. Ondan sonra biz bu düzen içinde Türk futbolu neden istediğimiz yere gelmiyor diye düşünüp duruyoruz.
Hasan Şaş'a yapılan reva mı?
Hasan Şaş, başta benim gibi Fenerliler olmak üzere rakip taraftarlar için her daim inanılmaz derecede antipatik bir futbolcu olageldi. Ama bu, dediğim gibi tamamen "rakip" takımdan ve agresif bir oyuncu olmasından kaynaklandı, bunu bilmek önemli. Yoksa Hasan'ın şimdiye kadar ne kasıtlı bir faul yaptığını gördük, ne sportmenlik dışı bir hareketini, ne de art niyetini. Hatta onu sivil hayatından tanıyanlar ne kadar düzgün bir adam olduğunu hep vurgulamıştır.
Sporculuğuna gelirsek, Türk futbol tarihinin en önemli futbolcularından biriyle karşılaşıyoruz. Tıpkı Bülent Korkmaz, Hakan Şükür, Tugay Kerimoğlu gibi. Ve ne enteresandır ki, Hasan'ın kaderi de bu saydığım oyuncularla aynı oldu ve yıllarca hizmet ettiği kendi kulübü tarafından adeta aforoz edilerek futbol hayatı bitirildi. Prekazi, Hagi, Simoviç gibi Türkiye'ye gelmiş en iyi yabancı futbolculardan bazılarına da aynı muamele yapılmıştı zaten, dolayısıyla G.Saray kulübünün "vefa" denen olgu ile ciddi problemi olduğunu anlamak için daha fazla örneğe ihtiyaç yok.
1998 yılında A.Gücü'nün yıldız atak orta saha oyuncusu iken önce Fenerbahçe ile anlaşan, "G.Saray da beni istemişti ama Fenerbahçe daha arzulu davrandı, artık Fenerliyim" diye röportaj veren, İstanbulspor başkanı Cem Uzan'ın son anda devreye girip fiyat arttırması ve A.Gücü kulübünü ayartması ile transferi çıkmaza giren Hasan, Fatih Terim-Mehmet Ağar ikilisinin bir öğleden sonra A.Gücü kulüp binasını basması sonucu G.Saraylı olmuştu. Hatta bu ikili çıkışta kendilerini görüntüleyen tek kameraman olan atv muhabirine de saldırmıştı.
Böyle olaylı şekilde kulübe kazandırılan Şaş, 2002 Dünya Kupası ile 26 yaşında zirvesine çıktığı kariyerinde, Avrupa'ya transfer olmamış olmanın acısını bugünlerde fazlasıyla yaşıyor. Lucescu'nun elinde adeta bir yok ediciye dönüştüğü yıl oynadığı futbolu ve 2006 yılında gelen şampiyonluktaki "motivatör" etkisini unutmak mümkün değil. Şimdilerde fazlasıyla kilo almış durumda ama daha 1 yıl önce Süper Kupa finalinde Kewell'a attırdığı goldeki slalomu gözlerimin önüne geliyor da, gerçekten de yazık oldu Hasan Şaş'a. G.Saray kendisine kapıyı gösterdiği için teklifleri değerlendiren ve başka bir takım formasını giymek istemeyen Şaş, artık futbol oynamayacağını açıkladı. Biraz kilo verse, Türkiye Ligi'nde daha 4 sene rahatlıkla oynayabilecek yetenekleri haiz. Keşke birileri (Sivas mesela, neden olmasın) ikna etse de, Türkiye'nin bu gelmiş geçmiş en yaratıcı "açık"larından birini biraz daha seyredebilsek.
Sporculuğuna gelirsek, Türk futbol tarihinin en önemli futbolcularından biriyle karşılaşıyoruz. Tıpkı Bülent Korkmaz, Hakan Şükür, Tugay Kerimoğlu gibi. Ve ne enteresandır ki, Hasan'ın kaderi de bu saydığım oyuncularla aynı oldu ve yıllarca hizmet ettiği kendi kulübü tarafından adeta aforoz edilerek futbol hayatı bitirildi. Prekazi, Hagi, Simoviç gibi Türkiye'ye gelmiş en iyi yabancı futbolculardan bazılarına da aynı muamele yapılmıştı zaten, dolayısıyla G.Saray kulübünün "vefa" denen olgu ile ciddi problemi olduğunu anlamak için daha fazla örneğe ihtiyaç yok.
1998 yılında A.Gücü'nün yıldız atak orta saha oyuncusu iken önce Fenerbahçe ile anlaşan, "G.Saray da beni istemişti ama Fenerbahçe daha arzulu davrandı, artık Fenerliyim" diye röportaj veren, İstanbulspor başkanı Cem Uzan'ın son anda devreye girip fiyat arttırması ve A.Gücü kulübünü ayartması ile transferi çıkmaza giren Hasan, Fatih Terim-Mehmet Ağar ikilisinin bir öğleden sonra A.Gücü kulüp binasını basması sonucu G.Saraylı olmuştu. Hatta bu ikili çıkışta kendilerini görüntüleyen tek kameraman olan atv muhabirine de saldırmıştı.
Böyle olaylı şekilde kulübe kazandırılan Şaş, 2002 Dünya Kupası ile 26 yaşında zirvesine çıktığı kariyerinde, Avrupa'ya transfer olmamış olmanın acısını bugünlerde fazlasıyla yaşıyor. Lucescu'nun elinde adeta bir yok ediciye dönüştüğü yıl oynadığı futbolu ve 2006 yılında gelen şampiyonluktaki "motivatör" etkisini unutmak mümkün değil. Şimdilerde fazlasıyla kilo almış durumda ama daha 1 yıl önce Süper Kupa finalinde Kewell'a attırdığı goldeki slalomu gözlerimin önüne geliyor da, gerçekten de yazık oldu Hasan Şaş'a. G.Saray kendisine kapıyı gösterdiği için teklifleri değerlendiren ve başka bir takım formasını giymek istemeyen Şaş, artık futbol oynamayacağını açıkladı. Biraz kilo verse, Türkiye Ligi'nde daha 4 sene rahatlıkla oynayabilecek yetenekleri haiz. Keşke birileri (Sivas mesela, neden olmasın) ikna etse de, Türkiye'nin bu gelmiş geçmiş en yaratıcı "açık"larından birini biraz daha seyredebilsek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)