23 Temmuz 2011 Cumartesi

Best Music Videos Ever #9: Vogue

Madonna'nın '80'lerin ortasından itibaren birkaç şarkısına çekilmiş çok iyi klipleri var. Onlar arasında "Lucky Star" ve "Express Yourself" bence ön plana çıkıyor ama pop divasının gelmiş geçmiş en iyi videosu kesinlikle bu. Yönetmen koltuğunda, kariyerinin ilerleyen yıllarında sinema tarihinin en iyi 100 filminden birine ("Se7en"), bir kuşağın manifestosu hâline gelen bir başka klasiğe ("Fight Club") ve daha nice müthiş yapıma imza atacak olan Hollywood'un harika çocuğu David Fincher var (kendisinin totalde Madonna ile 4 çalışması mevcut ve "Express Yourself" de onlardan biri). Siyah-beyaz çekilmiş olan bu videoda, "Hollywood'un Altın Çağı"nın (1940'lar) en ünlü fotoğrafçılarından Horst P. Horst'un çalışmaları, görsel yapı açısından en büyük esin kaynağını oluşturuyor. Aynı zamanda şarkı sözlerinde ismi zikredilen Marilyn Monroe, Jean Harlow, Greta Garbo, Marlene Dietrich, Veronica Lake, Katherine Hepburn gibi yıldızların portre fotoğrafları da, ilham kaynağı olarak bir şekilde kendisine yer bulmuş. Elbette videonun en ünlü sahnesi, Madonna'nın göğüs uçlarının görülebildiği, transparan bluzlu sahne.. İlk gösterime girdiği dönemlerde MTV, şarkıcıdan bu planların çıkarıldığı bir versiyon talep etmiş ama Madonna bunu şiddetle reddetmişti. Gündüz kuşağında televizyonlar söz konusu sahne yerine ağır çekimde dans görüntülerinin olduğu başka planlar ekleyerek bu "problemi" aşmaya çalıştı.

Dans sahnelerinin koreografisi ile de öne çıkan ve (32 yaşındaki) Madonna'nın en güzel hâlini görselleştiren "Vogue", tüm zamanların en iyileri arasındaki yerini 20 senedir korumayı başarmış, kusursuz bir video..

Madonna - Vogue (1990)
Yönetmen: David Fincher


22 Temmuz 2011 Cuma

Daha yeni başlıyor

Fenerbahçe taraftarı, dün geceki Shakhtar maçı ile birlikte nasıl bir ruh hâli içinde olduğunu tüm ülkeye göstermeye başladı. Şeker ve kalp hastası bir adamı, aleyhinde hiçbir somut delil yokken pazar sabahı 20 tane polisle evini basarak içeri alan, bunu kameralar eşliğinde yapan, bugüne kadar saçma sapan iddialar ve el altından basına sızdırılan dedikodular dışında akla yatkın hiçbir argüman sunamayan "olağanüstü yetkilerle donatılmış" savcı Mehmet Berk, dünkü olayların baş müsebbibidir. 9 aydır yasa dışı bir şekilde dinleme yapan, sözüm ona şike yapıldığını an-be-an gören, kaydeden ama her nedense (nedeni aslında çok açık da) "suç üstü" yapmayan ve bu vesileyle hukuku bir kez daha çiğneyen emniyet de aynı şekilde.. Ayrıca maç sonuçlarını bildiği halde o maçların oynanmasına, o maçlara milyarlarca lira bahis yapılmasına göz yumarak da başlarına çok büyük iş aldılar, alacaklar, bunu göreceğiz.

Bu zaten bilinen bir şey, savcılık ve emniyet.. Peki TFF'ye ne demeli? İnsanoğlu bu kadar basiretsiz, bu kadar duruş yoksunu, bu kadar karakter fukarası, bu kadar rüzgâra göre eğilen bir yaratık olabilir mi? G.Saray kulübünün 70 yaşında olan ama (futbol kulübü yönetimi açısından) zekâsı ortaokul seviyelerinde gezen başkanı biraz saçmaladı diye "verdiğimiz karar allahın kelamı değil, değişebilir" diyerek kıvırmak, TFF gibi bir kuruma yakışır mı? Henüz savcılığın iddianame hazırlamadığı bir ortamda, savunma makamının da ne ile suçlandığı bilmediği bir durumda, bugüne kadar kimse ile paylaşılmamış bilgi ve belgeler TFF'ye verilip de ondan "ivedi" bir karar vermesi nasıl beklenebilir? Daha iddianame ortada yokken, TFF'nin alacağı herhangi bir kararın, dolaylı yoldan bizzat "iddianame"nin kendisini teşkil edeceğini kimse göremiyor mu? Böyle bir yük nasıl TFF'ye yüklenir, TFF nasıl böyle enayice bir şekilde bu işgüzarlığa soyunur? Akıl alacak işler değil bunlar..

Fener taraftarı, oynanan ve bizzat başbakan tarafından yönetilen bu tiyatronun ne olduğunu artık gördü. Sahada rakiplerini inlete inlete, bağırta bağırta, acı çektire çektire (anladınız siz) tek tek yenen bu futbolcuların emeklerinin çalınmak istendiğini herkes anladı. Başlangıçta Aziz Yıldırım söz konusu olduğu için "ulan acaba?" diyen Fenerliler bile bugün şikenin ş'sine inanmıyor, hiçbirimiz Fenerbahçe'nin şike yaptığını düşünmüyoruz. Bu yüzden başkanımıza, onun kişiliğine ve onun nezdinde kulübümüzün tüzel kişiliğine yapılan bu saldırı, hepimizi cinnetin eşiğine getirdi.

Şunu net bir şekilde biliyorum: Bu başbakan, bu hükümet, bu cemaat, bu güdümlü savcılar, bu maşa emniyet, bu dirayetsiz ve omurgasız TFF, bu satılmış basın.. Hiçbiri ama hiçbiri bu yaptıklarının bedelini ödemeden bu dünyadan göçemeyecek. Fener taraftarı bugünleri asla unutmayacak. Dün gece de gördüğümüz üzere, her şey daha yeni başlıyor.

19 Temmuz 2011 Salı

The Weeknd - House of Baloons (2011)


Vokalist Abel Tesfaye'in tek kişilik projesi The Weeknd, genel anlamda büyük beğeni ile karşılanan debut albümüyle "17 yaş üstü" dinleyiciler için ilgi çekici ve etkileyici bir seçenek ortaya koymayı başarıyor. Gece yarısı hikâyeleri ve uyuşturucu seanslarıyla bezenmiş olan şarkı sözleri açısından durum gerçekten de böyle ve (sadece 21 yaşındaki) Tesfaye'in bu konudaki yetkinliği tam anlamıyla göz kamaştırıcı. Ama öte yandan müzikal olarak bakıldığında da fazlasıyla doyurucu bir işle karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerek. R&B vokal ve melodilerinin elektronik aksamla uyumlu birlikteliği, ortaya konan rahatsız edici ve karanlık atmosferle tezat bir görünüm arz ediyor ve albümün öyle bir ruh hâli var ki, dinleyici her an bir şeylerin kötüye gideceği hissinden bir türlü kurtulamıyor. Beach House ve Siouxsie and the Banshees gibi gruplardan ödünç alınan sample'ların başarıyla entegre edildiği parçalar arasında diğerlerinden sıyrılan bir tanesi olmadığı gibi, bir adım geride kalan da yok; ki bu çok iyi bir şey, takdir edersiniz. Sonuç olarak bir ilk albüm için ziyadesiyle başarılı ve umut veren bir işle karşı karşıya olduğumuz rahatlıkla söylenebilir. 9/10

Best albums of 1995 (#1)


1. Pulp - Different Class (10)

Not: Albümleri indirmek için her birinin üzerine tıklayınız. Ölmüş link varsa, yorum kısmında bildiriniz.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Suyu çıkmış bir soruşturma

Herkesin bildiği ve artık gördüğü şeyleri buradan tekrar yazmanın bir anlamı yok. Bu soruşturmanın "soruşturma" ibaresini taşıyacak kadar bile bir ciddiyeti olmadığı net bir şekilde ortada. 8 aydır telefonların dinlendiği söyleniyor, neden bu kadar beklendiğini açıklayan yok. Mesela Ferrari gerçekten Fener maçında şike yaptıysa ve bu aylardır süregiden dinlemelerle sabitse, yurt dışına çıkışına nasıl izin veriliyor? Bilen beri gelsin. Ligde son 5 Fener maçının sonucu biliniyormuş, üstelik skor olarak.. Bu durumda bahisten akıl almaz paralar kazanma imkânı olan "dinleyici" emniyet mensupları, hiç mi şeytana uymamıştır? Kimse düşünmüyor. Delil istiyoruz, "gizlilik" deyip kaçıyorlar. Delilerin gerçekten var olduğuna dair bir işaret de yok zaten. Ergenekon balonu yüzünden 4 senedir ailesinden ayrı hapis yatan insanlar için nasıl tatmin edici bir gerekçe önümüze getirilmediyse, aynı şey Aziz Yıldırım'a da uygulanıyor ve uygulanacak. Dikta devleti olmaya doğru hızla giden (ve bu süreci tamamlamak üzere olan) güzel ülkemizde artık yasama, yürütme, yargı ve dördüncü güç olan medyanın hepsi birden tek bir zümreye hizmet ediyor. Bu yüzden bu tip faşizan uygulamalara da bünyemiz yavaş yavaş alışıyor.

Ama bu sürecin hepimize gösterdiği başka bir şey var: Fenerbahçe taraftarı, çivisi çıkmış ve tamamen sindirilmiş olan bu ülkedeki hiçbir gruba ya da topluluğa benzemediğini geçen hafta gösterdi. Hep söylediğimiz gibi her şey bizim için daha yeni başladı. Bu sefer sağlam kayaya çarptılar. Bunu, hep birlikte yaşayıp göreceğiz.