3 Ekim 2009 Cumartesi

1999'un en iyi 5 filmi


1. Fight Club (9)
David Fincher

2. Star Wars: Episode I - The Phantom Menace (9)
George Lucas

3. The Matrix (8)
Larry & Andy Wachowski

4. Magnolia (8)
Paul Thomas Anderson

5. Three Kings (8)
David O. Russell

Diğer: Wo de fu qin mu qin (8), The Green Mile (8), Being John Malkovich (8), The Straight Story (8), Election (7), South Park: Bigger Longer & Uncut (7), The Talented Mr. Ripley (7), The Boondock Saints (7), Kikujirô no natsu (7), American Beauty (7), Austin Powers: The Spy Who Shagged Me (7), The Sixth Sense (6), The Insider (6), Sleepy Hollow (6), Todo Sobre Mi Madre (6), October Sky (6), Ghost Dog: The Way of Samurai (6), The Blair Witch Project (6), Eyes Wide Shut (6), American Pie (6), Boys Don't Cry (5)

Kategori dışı: Toy Story II (10)

2 Ekim 2009 Cuma

G.Saray 1- Sturm 1

Sturm takımı oldukça genç oyunculardan oluşan iyi niyetli ama kapasitesi sınırlı bir takım. Avusturya takımları zaten Avrupa kupalarında hiçbir zaman çok başarılı olamadılar; benim en son hatırladığım 96 yılında Kupa Galipleri Kupası'nda Bruno N'Gotty'nin frikik golüyle finalde PSG'ye kaybeden Rapid Wien. Dolayısıyla G.Saray'ın hem kadro, hem teknik direktör, hem de kulüp anlamında çok üstün olduğu rakibine karşı farklı bir galibiyet almasını bekliyordu herkes. Ama taşların daha yerine oturmadığı net bir şekilde görüldü.

Rijkaard'ın, futboldan anlamayan taraftarların kısa zamanda göz bebeği hâline gelen Sarp'ı kenarda tutup Ayhan'ı oynatması gayet olumlu bir başlangıçtı benim adıma. Ama sahada olumlu anlamda çok az icaraata imza atan Elano'yu Ayhan'ın yerine çekip kapalı savunmalara karşı pek etkili olamayan Kewell'ı oyuna alması inanılmaz bir hataydı. O dakikadan itibaren zaten maç başından beri sallanan savunma hepten dağıldı ve konuk takım maçı kazanabileceği pozisyonları yakaladı. Ama gol bölgelerindeki beceri noksanlığı öne geçmelerini engelledi. Rijkaard mevcut görüntüden çekinerek bu kez Mehmet Topal'ı çıkardı ve Sarp'ı oyuna aldı. Ama bu değişiklik de bana göre anlamsızdı çünkü Sarp, teknik kapasitesi sınırlı olan Topal'dan da daha az teknik olan yetenek fukarası bir oyuncu. Nitekim yorulan Elano ve hiçbir zekâ ihtiva etmeyen oyunuyla Sarp olunca, G.Saray orta sahada iki pas bile yapamaz bir hâle geldi son 10 dakikada.

Sezon başından beri G.Saray'ın başarısını 3 şeye bağladığını yazıyorum: Oyuncuların bireysel becerisi, rakibin bireysel ya da takımsal hatası ve duran toplar. Dünkü maç da bunu kanıtlayan bir maç oldu. G.Saray'ın iyi oynadığını, sayısız gol kaçırdığını falan düşünenler olabilir ama ben baktığım zaman 3'te ve 14'te Elano'nun pozisyonlarından sonra 41'de Arda'nın sayılmayan golüne kadar yine pozisyon "yaratamayan" bir G.Saray takımı görüyorum. 45'te de Arda'nın kişisel becerisiyle yaptığı nefis ortaya Baros'un kişisel becerisiyle vurduğu kafa ve kalecinin kişisel becerisiyle :) çıkardığı top var. Demek istediğim şu: G.Saray bir "teknik direktör" damgasıyla, takım olarak ve organize bir şekilde pozisyona girse tamam. Ama maçta 3-5 ya da 10 pozisyon da kaçırsa sonuçta bu pozisyonlara oyuncularının yetenekleriyle giriyor. Eskişehir maçında da böyleydi, Kasımpaşa maçında da, Ankaraspor maçında da... Bence bu, Fener'in oynadığı kötü futboldan bile "daha az güven vermesi gereken" bir şey. Ama G.Saray taraftarları öyle düşünmüyor olabilir, düşünmesinler, hepimiz buradayız. Maçlar geçtikçe kimin düşüncesinde haklı olduğu ortaya çıkacak.

Sheriff 0 - Fenerbahçe 1

Fenerbahçe, birkaç posttur belirttiğim gibi tipik bir Daum takımı olarak, öncelikli hedefi "kazanmak" olan bir görüntü sergiliyor. Ha, "o Appiah, Anelka, Aurelio, Tuncay ve Özatlı kadro da Daum takımıydı ve inanılmaz bir fizik gücüyle rakiplerini adeta boğuyordu" diyeceksiniz. Haklısınız ama zaten sorun da bu; iki kadro arasındaki kimya farkı. Fenerbahçe'de şu anda Tuncay'ın yerine Andre Santos, Appi'nin yerine Kâzım (ya da Deivid), Marco'nun yerine Cristian, Selçuk'un yerine Emre var. Nobre'nin yerine de Guiza. Bu oyuncuların hepsine baktığınızda ortaya çıkan sonuç, Fener takımının şu anda 4 sene öncesine göre kıyaslanamayacak kadar "yumuşak" bir takım olduğudur. Dolayısıyla öyle ucuz kabadayılıkla rakibini sahasına hapsetme, forchecking yapma, 90 dakika tempolu oynama gibi saçma sapan yollara tevessül etmemesi gayet normal. İşte birkaç posttur bunu anlatmaya çalışıyorum; Fener taraftarı şu anki takımının kimyasına ve oyuncu yapılarına bir baksın ve bu takımın an itibarıyla oynadığı "şekilden" başka bir şekille kısa vadede başarı yakalamasının çok zor olduğunu herkes kabul etsin. Bu süreçte taraftar sıkılacak ama sonuçta ilk etapta önemli olan başkanın koyduğu hedeflere ulaşmak. Eğer taraftar kızacaksa dönüp başkana kızsın.

Bu yazdıklarım benim daha öncelikle yazdıklarımla çelişmiyor mu peki? Hiçbir şekilde çelişmiyor çünkü ben diyorum ki; takım kendi kimyasına en uygunu o olduğu için temposuz bir futbol oynamak zorunda olabilir ama bunu yaparken benim görmek istediğim şey bütün futbolcuların "kapasitelerinin tamamını ortaya koymak için elinden gelenin maksimumunu vermesi." Eğer mücadele edebileceğinden daha az mücadele ediyorsa o futbolcunun cehenneme kadar yolu var.

Ayrıca Daum da şunu bilmeli: Eğer Fenerbahçe kulübünün en büyük finanasman kaynağı olan biz taraftarlar bu sıkıcı futbola zorunluluktan tahammül edeceksek, her maçlarını kazanıp şampiyon olsalar iyi olur. Eğer bu rezil futbolun üzerine bir de sportif başarı olarak çuvallarsa, allahın kulu dinlemez mazeretlerini.

Sheriff maçı Fener'in oynaması gerektiği gibi oynadığı ve kazanması gerektiği gibi kazandığı zor bir maç oldu. Yine pek çok futbolcu vasatı geçemedi ama Alex, ben ne kadar sövsem de bu takımın çok önemli bir parçası olduğu gösteriyor. "Bana büyük maçlarda lâzım, Avrupa'da Alex ne yapmış" diyor pek çok kişi ama Alex dün attığı golle kulüp tarihinin Avrupa kupalarındaki en golcü oyuncusu unvanını ele geçirdi. Semih geçen seneki formundan çok uzak, Emre bu takımın Alex ve Gökhan'dan sonra en önemli oyuncusu, Cristian ön libero oynamayı bilen faydalı bir oyuncu, stoperlerin uyumu ise her maç biraz daha artıyor. Ama Önder Turacı'nın bu sene hem bek hem de stoper olarak yaptığı hatalara gerçekten de inanamıyorum ve bir an önce eski görüntüsüne dönmesini bekliyorum.

Özetle Fener'in futbolu keyif vermeyebilir ama rasyonel ve en efektif oyunun bu olduğunu kabul edelim. Ondan sonra her şey daha kolay olur.

1 Ekim 2009 Perşembe

Bir Denizli klasiği

En koyu Denizli savunucularının bile canına tak etmeye başladı. Mustafa Denizli'yi Fenerbahçe döneminde bağrına basarak takip etmiş ve 1.5 yılın sonunda ne kadar kötü bir teknik direktör olduğunu net bir şekilde görmüş biri olarak, geçen sezondan beri köyün delisi gibi Türk futbol tarihinin bu en başarılı iki teknik direktöründen birine giydirip duruyorum. Bunun karşılığında iki kupalı sunî zaferle havaya girip hocayı savunmaya kalkan bir sürü de adam çıktı buralardan ama şimdi hiçbirinin sesi-soluğu çıkmıyor. Çünkü sadece işler kötü gitmiyor, Denizli'nin ne kadar vasat bir taktisyen olduğu da çoktan ortaya çıkmış durumda.

Bir insanın "sorun" dediğimiz bir şeyi çözebilmesi için ilk şart nedir? Bence kişinin o sorunu "görebilmesi ve analiz edebilmesi"dir. Denizli'ye çok kötü bir hoca derken birinci hareket noktam bu işte: Denizli problemleri "görmeyi" beceremeyen bir insan. Hasbel kader birileri ona göstermeye kalktığında da, bu sefer inanılmaz derecedeki yüksek egosunun esiri olup başkasının sözüyle hareket etmemek adına, yaptığı yanlışta ısrar etmeye devam ediyor. Böyle olunca da başarısızlıkla muhatap olması kaçınılmaz.

İkinci husus ise, ortaya çıkan sorunun çözümü. Denizli burada da skandal bir teknik direktör çünkü yukarıda bahsettiğim egosunun yanı sıra, futbol konusundaki bilgisi de çözüm yaratma konusunda yetersiz kalıyor her seferinde. Dolayısıyla şans faktörünün etkisiyle kısa vadeli başarılar söz konusu olsa bile uzun vadede istikrarlı bir başarı yakalayebilmesi mümkün değil. Geçen sene Türk spor basınında veya internet sitelerinde bunu yazan "tek bir tane" allahın kulu var mıydı? Yoktu, bir tek ben vardım, ilk günden beri yazıyorum ve o yazılar blog arşivinde mevcut. Şimdi ise herkes yavaş yavaş vurmaya başladı kendisine. Neyse, bunu bana "futboldan anlamıyorsun" diyen 3-5 tane geri zekâlıya ithaf edip dünkü maça geçiyorum.

Aylardan beri pek çok kişi Beşiktaş'ın 4-4-2 ya da 4-3-1-2 oynaması gerektiğini söylüyor zaten. Mustafa Denizli'nin ne kadar yetersiz bir futbol bilgisi olduğu, daha elindeki kadronun yapısını bile analiz edememesinden son derece belli. 6.5 milyon avroluk İsmail alınmış, ayrıca Üzülmez var, tuttu Ekrem'i sol bek oynattı birkaç maçta. Bedava giden Kaş'ı dünyanın parasını vererek getirtti ve bir büyük takımın beki olamayacak kadar kazma olan bu oyuncuyu her türlü maçta sağ bek oynatıyor. Fink gibi kapasitesi sınırlı olsa da ön libero oynamayı hiç değilse bilen bir adam alınmış, Ekrem'i kaç maçtır ön libero oynatıyor. Nihat gibi rakip beki asla kovalamayacak bir adamı sağ açık, Holosko gibi rakip savunmayı dağıtan bir oyuncuyu sol açık oynatıyor. Tello'nun ise nerede oynadığı belli değil. İddia ediyorum, Beşiktaş kadrosuna hiç takviye yapmayalım; mevcut oyuncularla bile herhengi bir taktisyen teknik direktör (örneğin Lucescu) dünkü maçı kaybetmezdi.

Beşiktaş'ın zorluk derecesi yüksek maçlarda Kaş sağ bek, Üzülmez veya İsmail sol bek; Ferrari ve Sivok stoper; Ernst ve Fink ort saha; Tello sol, Ekrem veya Serdar sağ açık; Bobo ve Holosko veya Nobre ve Nihat forvet şeklinde bir dizilişle oynaması lâzım. Zorluk derecesi düşük maçlarda Tabata ve Yusuf'u kullanacaksa (ki kullanması lâzım) o zaman da (Ekrem'in sağ bek olduğu bir) geri dörtlünün önünde sağdan sola Ernst, Fink ve Tello; önlerinde de Tabata ya da Yusuf'u oynatması lâzım. İyi bir teknik direktör ve bu dizilişlerle kendisini o kadar kolay toparlar ki takım, ikinci yarıda şampiyonluk yarışına bile ortak olabilir. Ama Denizli'nin bu her türlü akıldan yoksun 4-3-3 saplantısı ve oyuncularını hiç tanımadığını bas bas bağıran abuk sabuk görevlendirmeleri devam ettiği sürece, hep yazdığım gibi kovulması çok yakındır. Allah taraftarlara sabır versin demekten başka çare yok.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Beklendiği gibi

G.Saray, sezon başından beri hiçbir maçında çok iyi futbol oynamadı. Blogları, forumları ve yorumları takip ediyorum; herkes o biçim havaya girmiş. Ben de buradan birkaç sefer yazdım; G.Saray'ın iyi oynamadığını ama ülkedeki en iyi kadroya sahip olduğunu, dolayısıyla Fener ile birlikte en büyük şampiyonluk adayı olduğunu ama bunu oynadığı oyunla sağlamadığını vs. belirttim. Eskişehir maçında da yazdığımız her şeyin doğru olduğu net bir şekilde ortaya çıktı.

Önce şunu ortaya koyalım: İyi futbol o kadar gerekli bir şey midir? Tabii ki hayır ama zaten bir takımın sezon boyunca her maç iyi futbol oynaması da pratikte mümkün değil. Bu yüzden iyi oynamaması benim için çok da problem değil. Problem olan şey, sezon başından beri G.Saray'ın adeta United ve Barcelona'dan sonra Avrupa'nın en iyi futbol oynayan takımıymış gibi muamele görmesi. Nitekim öyle olmadığını herkes ne zaman görecek diye bekliyorum. Kasımpaşa maçında bu çok net belliydi ama hâlâ Eskişehir maçında da görememiş kimseler varsa, ya gözleri görmüyor ya da futboldan anlamıyorlar demektir.

Fenerbahçe'nin mevcut kadro yapısıyla iyi ve domine eden bir oyun oynamasının imkânsızlığını geçen seneden beri vurguluyorum. G.Saray için de geçen hafta aynı şeyin geçerli olduğunu yazdım ve bir sürü tepki geldi. Ama Mustafa Sarp gibi bir kazmanın orta sahada olduğu bir takım nasıl yaratıcı futbol oynasın ki zaten? İnsanlar fanatizmden o kadar kör olmuşlar ki, Mustafa Sarp'ın futbolcu olduğunu söyleyip bana laf yetiştiriyor. Onların yüzde doksanı Sarp'ı daha yeni izliyor belki ama ben Erciyes ve Bursa yıllarından beri tanırım kendisini. Ve diyorum ki, asla G.Saray seviyesinin futbolcusu değil. Ha, köpek gibi koşar, özverilidir, terinin son damlasına kadar savaşır vs. Ama kazmadır, hayatında attığı kilit pas sayısı 10'u geçmez. Oyun zekâsı, pas vizyonu, pas isabeti yerlerde sürünür. Mehmet Topal bile bu ülkenin en iyi ön liberosu olduğu halde, sakatlıktan döndüğü için bu kadar verimsiz oynarken bir de Sarp'ın orta sahada oynamasıyla G.Saray oyun "yapamayan" bir takım hâline geliyor. Daha önce de belirttiğim gibi, Ayhan bu kadronun en vazgeçilmez oyuncusu; hatta abartacağım, Arda dâhil.

Rijkaard ise kendisine sevgimiz-saygımız olduğu halde, hiç iyi bir görüntü vermiyor. Bir kere Sarp-Topal ikilisini beraber oynatması tam bir skandal. Bunun yanında asıl sorun, sorunun bu ikisinden kaynaklandığını hâlâ görmemesi. Halbuki Kasımpaşa gibi zorluk derecesi o kadar düşük bir maçta Elano'yu bile burada denemesi gerekirdi. Ayhan yoksa Elano'yu oynatmak lâzım, o da yoksa Barış, hatta Hakan Balta bile Sarp'tan daha iyidir. Rijkaard'ın birinci yanlışı bu.

İkinci yanlışı ise kapalı defanslara karşı etkili olacak oyuncuları geniş alan bulunan maçlarda, geniş alan oyuncularını ise kapanan takımlara karşı oynatması. Mesela ben 20 yıldır Liverpool taraftarıyım. Liverpool'un bu döneminde en sevdiğim oyuncularının başlarında Kewell gelir. Ama Kewell da özellikleri belli olan bir oyuncu. Mesela Arda'nın sahip olduğu çalım özelliğinin 10'da biri bile yok onda. Hayatta "karşısında" duran bir oyuncuyu geçemez. Sadece koşar durumdayken sağa-sola ters çalım atar ya da sağından atıp solundan geçebilir, o kadar. Ama sen bu adamı Eskişehir ile oynanan iç saha maçında ilk 11'e koyuyorsun. Yanında da Elano oturuyor; olacak şey değil bence.

Üçüncü bomba ise Arda'nın bu tip maçlarda göbekte oynaması. Arda kalabalık huni içinde kaybolup gideceğine kanatlarda sadece iki oyuncuya karşı oynayıp sıfıra inebileceği (sıfıra inmek rakibi açmak için en olmazsa olmaz yoldur zira) bir formatta oynaması takımın çok daha lehine olur. Ama Rijkaard Arda gibi yürüyerek adam geçen bir adamı öyle bir yerde oynatıyor ki, 3 adam da geçse karşısında mutlaka dördüncüyü buluyor.

Neyse uzatmayayım, kör gözler zaten bunları göremez. Onlar ancak puan kayıpları ayyuka çıkarsa uyanır çünkü tabeladan başka bir şeyden beslenmezler. Ama G.Saray'da şu anda tarihinin en iyi kadrolarından biri olduğu halde hiç iyi sinyaller vermeyen bir Rijkaard ve Sarp gibi bir kazmayı baş tacı eden şuursuz bir taraftar var. İlerideki müthiş yetenekler, duran toplar ve rakibin bireysel hataları dışında gol atamayan bir takım durumundalar. Nitekim oynadıkları oyunun kalitesi anlamında, Fener'den ne fazla ne de eksikler şu anda.

27 Eylül 2009 Pazar