
30 Ağustos 2008 Cumartesi
Geçmiş olsun kaptan...

29 Ağustos 2008 Cuma
Uefa'daki temsilcilerimiz

G.Saray ve Beşiktaş ise zorlanmadan turu geçecektir. Her üç takımımıza da başarılar diliyoruz.
Bayern Münih insan mı?

Bayern'in transfer politikası gerçekten de adeta bir vampiri andırır. Ne zaman kendisi dışında bir Alman kulübünde bir yerli isim parlayıp da millî takıma seçilse Bayern hemen onu transfer eder (Jeremies, Deisler, Lahm vs). Gelirleri, diğer Alman kulüpleriyle kıyas bile edilmeyecek kadar fazla olduğundan çoğu zaman parayı bastırıp oyuncuyu alır, mezkur kulüp de teklife hayır diyemez. Zaten dese bile Bayern çoktan o oyuncunun aklını çelmiş ve kalması durumunda o kulübe hiçbir hayrının dokunmayacağı bir kıvama getirmiştir.
Ayrıca yabancı oyuncularını da yurt dışından transfer etmez bu itici kulüp. Diğer takımların alıp da Alman yaşam tarzına adapte ettiği, o ligde ve ekolde başarılı olacağını kanıtlamış "hazır" yabancılar alır (Pizarro, Salihamidzic, Ze Roberto vs). Genelde de bunlar geldiği kulüpte sergilediği performansla ülkenin en iyi yabancıları hâline gelmiştir.
1990'ların başında Mehmet Scholl'ün ülkemizin gündemine düştüğü yıllardı. Scholl o zamanlar Karlsruhe takımında forma giyiyordu. Şimdi size o takımdan bazı oyuncular sayacağım: Oliver Kahn, Oliver Kreuzer, Thorsten Fink, Michael Tarnat, Mehmet Scholl... Bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Evet, Bayern bu oyuncuların beşini birden (aynı sezon!) Karlsruhe'den transfer etti! Kreuzer daha sonra futbolu bıraktı ama diğer dördü 99 Şampiyonlar Ligi finalinde ve 2001 şampiyonluğunda kadrodaydı. Yine aynı şekilde, son yirmi yılın en iyi takımlarından biri olan 2002 yılının Leverkusen'inde oynayan Michael Ballack, Ze Roberto ve Lucio da bu iğrenç kulüp tarafından adeta çalındı. Bu oyuncular da çok uzun yıllar Bayern forması giydiler.
Şimdi de geçen yıl Moenchengladbach'tan aldıkları Marcel Jansen'i 8 M Euro karşılığı Hamburg'a vermişler. Adamlar parlayan bir oyuncuyu alıyor, tutarsa ne âlâ, tutmazsa gönderiyorlar. Asıl ilginç olan ise, konformist Alman oyuncuların bu rezil düzene başkaldırmayıp bilâkis teklif geldiğinde tıpış tıpış Bavyera kulübünün yolunu tutmaları. Durum böyle olunca sezon başında Bayern hariç diğer 17 takımın hocası arasında yapılan ankette şampiyonluk için tamamı (!) Bayern'in adını vermiş. Aferin size, kişiliksizler ordusu, böyle devam edin. Bir gün Alman ligini gerçekten saygı ve heyecan duyarak birileri izlemeye başlar belki...
Aforizmalar #2
-Tanrılardan tek dileğim bana bağışlamaları, onlardan hiçbir şey dilememeyi...
Pessoa
-"Benim için anlam taşıyan tek uzay" dedim, "benimle öteki insanlar arasındaki boşluktur. Dilerim öylece kalır."
James Baldwin, Ne Zaman Gitti Tren
-Savaşta ölen bir kişinin kahramanlaştırılması, gelecek savaşta üç ölü demektir.
Kurt Tucholsky
-En tatlı kadın bile acıdır.
Nietschze
-Seyrek uğra dostuna, kalksın ayak üstüne.
Atasözü
-Parayı domuzun boğazına takmışlar da, "Domuz Ağa" diye çağırmışlar.
Anonim
Pessoa
-"Benim için anlam taşıyan tek uzay" dedim, "benimle öteki insanlar arasındaki boşluktur. Dilerim öylece kalır."
James Baldwin, Ne Zaman Gitti Tren
-Savaşta ölen bir kişinin kahramanlaştırılması, gelecek savaşta üç ölü demektir.
Kurt Tucholsky
-En tatlı kadın bile acıdır.
Nietschze
-Seyrek uğra dostuna, kalksın ayak üstüne.
Atasözü
-Parayı domuzun boğazına takmışlar da, "Domuz Ağa" diye çağırmışlar.
Anonim
Gönülçelen filmler #5: Groundhog Day (1993)

Televizyonda hava durumu spikeri olan Phil Connors, 2 Şubat Köstebek Günü için her yıl olduğu gibi nefret ettiği Pennsylvania eyaletinin Punxsutawney kasabasındaki festivale gidecektir. Festivalde bir köstebek (onun da adı Phil!) eğer kulübesinden çıktığında kendi gölgesini görür ise kış 6 hafta daha uzarmış, yerden kar kalkmazmış, inanış bu. Hava durumu sunucusu olduğu için bir nevi magazin muhabiri olarak her yıl oraya gidip bu haberi yapmak zorunda olan Phil zaten uyuz, narsist, herkesi aşağılayan, mutsuz bir tiptir. Bu aktivitede iyice huysuzlaşır ve kendisiyle birlikte gelen asistanı Andie MacDowell ve kameramanına kan kusturur. 2 Şubat gecesi kasabadaki otelde kalan Phil, ertesi sabah uyandığında bir insanın yaşayabileceği en büyük şoklardan biriyle karşılaşır.
Seyretmeyenler vardır diye geri kalanını yazmıyorum ama filmin asıl başladığı yer de orası. Ve yönetmen Ramis, Phil'in içine düştüğü o aslında çok hazin ve trajik durumu, eşi benzeri olmayan bir kara mizahla seyircinin içine geçirmeyi çok çok iyi başarıyor. Phil'in durumunun ciddiyetini düşünüp kendimizi onun yerine koyuyor ve hüzünleniyoruz ama onun o duruma alışmaya başladıkça sergilediği davranışlar da olağanüstü komik gelmeye başlıyor. Ayrıca arada bir aşk hikâyesi mükemmel bir şekilde işleniyor. Ve en önemlisi de kahramanımızın geçirdiği dönüşümün kusursuz bir şekilde tamamlanması. Sinemada kişisel olarak en sevdiğim trüklerden biri olan (Rain Man filmindeki Tom Cruise misali) bu dönüşüm gerçekten de mükemmel bir şekilde işlenmiş.
Netice olarak sinemayı seven bir insanın mutlaka ama mutlaka görmesi gereken, hem eğlenceli hem de son derece zeki olan bu başyapıtı herkese hararetle öneriyorum...
Unutulmaz diyaloglar #5: C'era una volta il West

-Bana güvenebilirsiniz bayım.
-Hem pantolon askısı, hem kemer takan birine nasıl güvenebilirim?
Müzik molası #5: Bon Iver

28 Ağustos 2008 Perşembe
Kadri bilinmeyenler #3: Emrah Eren

94 yılında Parreira ile Dünya Şampiyonu olan Brezilya millî takımında, final maçında sakatlanana kadar forma giyen Bayern'in efsane sağ beki Jorginho'yu fena halde andıran bir kanat savunmacısı Emrah Eren. İnanılmaz yumuşak bileklere sahip, adam geçme özelliği olan, çok iyi orta yapan, ters kademeyi ve kanat savunmasını bilen çok da tecrübeli bir futbolcu. Ama nedense hiçbir dönemde Türkiye'nin en iyi sağ beki olarak değer görmedi. Ve hatta şimdi de Gökhan Gönül'den sonra Türkiye'nin ikinci en iyi sağ beki olarak hiç kimse görmüyor onu, bizden başka. Bu sezonun başında aslında Fenerbahçe'nin transfer etmesi gereken ilk oyunculardan biriydi Emrah, Gökhan sakatlandığında onunla aynı tarzda olup hiçbir şekilde onun yerini aratmayacak bir oyuncu olarak. Ama Fener, ofansif beki Gökhan'ın yedeği olarak stoper Önder'i tutuyor kadroda..
Yeniden Emrah'a dönersek, henüz daha 30 yaşında olan bu çok kıymetli oyuncunun kadri neden bilinmedi, neden kabuğundan bir türlü çıkamadı, G.Saray ve Trabzon'da neden tutunamadı bilmiyoruz. Ama naçiz kanaatimizce, yetenek olarak Türk futbol tarihinin en iyi sağ beklerinden biri olduğunu ısrarla vurgulamak istiyoruz. G.Antep'te de kendisini takibe devam edeceğiz.
Son olarak Kocaeli'de oynadığı dönemden bir anektod ile bitirelim. Takımın 10-15 maç boyunca galibiyet alamadığı talihsiz bir periyotta oynanan ve berabere biten bir iç saha maçından sonra, kendisine uzatılan mikrofonlara şöyle demişti: "Ya iyi oynuyoruz, pozisyonlara giriyoruz, galibiyeti hak ediyoruz ama bir türlü olmuyor. Allah sonumuzu hayretsin"...
Şeker, bal, lokum...

İkinci torbadan ise Porto çıktı, ki geçen yıl Beşiktaş ile oynadığı maçlardan hatırlayabiliriz Portekiz temsilcisini. O maçlarda son derece vasat ve dişimize göre bir takım intibaı vermiş ama iki maçı da onlar kazanmıştı. İlk maçın Porto deplasmanında olması çok ciddi bir dezavantaj, açılış maçı olduğu için son derece asılacaklardır. Eğer Fenerbahçe oradan bir beraberlikle dönerse, gruptan çıkmak için çok büyük bir avantaj elde edecek. Yenilirse de, gruptaki en ciddi rakibine karşı önemli bir yara almış olacak.
Dinamo Kiev ise elbette çok tehlikeli bir takım, iki sene önce Fener'i Şampiyonlar Ligi'nin dışına itmişlerdi. Çok tempolu ve hızlı oynayan, ekol olmuş bir ülkenin temsilcisi. O maçların rövanşı olacağı için çok daha ciddi ve zevkli bir eşleşme olacak. Ama 10 Aralıktaki son maçın Kiev'de olması da kötü, zemin adeta artistik patinaj pistlerini andırıyor o dönemde. Fener'in o maçta kendisine beraberliğin yettiği bir pozisyonda gitmesi lâzım Ukrayna'ya.
Sonuçta, olasılıkları düşündüğümüz zaman çok iyi bir kura çektiğimizi düşünebiliriz. Eğer Fener takımı istediğimiz Fener olursa, bu gruptan lider bile çıkabilir. Ama şu an için bu konuda hiç de ümit vermiyor.
27 Ağustos 2008 Çarşamba
Şampiyonlar Ligi'nde kritik gece

G.Saray'da Arda'nın ilk 11 başlayıp başlamayacağı meçhul. Ama Nonda'nın tek forvet oynayacağı ve arkasında da Lincoln'ün yer alacağı kesin gibi. Her hâlikârda Steaua'nın son derece disiplinli bir şekilde alan daraltıp, taktiksel olarak kusursuza yakın bir maç çıkaracağını düşünüyoruz. G.Saray'ın turu geçmesi için ilk golü bulması lâzım.
Fenerbahçe'de ise son haberlere göre Semih ilk 11'de başlayacak. Guiza-Semih ve arkalarında Alex oynayacak. Ortada yine, tüm zamanların en facia orta saha üçlüsü olan Kazım, Maldonado, Uğur yer alacak. Bu sistemle oynayan tek büyük takım olan Milan'da Gattuso-Pirlo-Seedorf ve önlerinde Kaka var. Hatta 2000'in G.Saray'ında Okan-Suat-Emre üçlüsü vardı; Emre de bugünün general Emre'si değil, 90 dakika köpek gibi koşan bir askerdi. Fener'de ise Kazım, Uğur ve Maldonado var. Türk futbol tarihinde daha trajikomik bir takım dizilişi var mıdır, varsa bile biz hatırlamıyoruz.
Yine de Fener'in Kadıköy avantajıyla turu geçeceğini düşünüyoruz. Her iki takımın alacağı neticeleri de heyecanla bekliyoruz.
24 Ağustos 2008 Pazar
Aforizmalar #1
-Milletin gençleri, ancak yetişkinleri bozulduğunda bozulur.
Montesquieu
-Yalan dört nala koşar, hakikat ise adım adım yürür. Ama yine de vaktinde yetişir.
Japon atasözü
-Eskiyecek her şeye "yeni" denir.
Özdemir Asaf
-Biz hepimiz bir çömlekçinin ellerindeki çamuru andırırız. Hiçbir çömlek de çömlekçiye "beni niye böyle yoğurdun?" diyemez.
Anonim
-En düşmüş insan, bütün dilekleri yerine gelmiş insandır.
Elias Canetti
-Üç şey gizlenemez: Duman, aşk, parasızlık.
Arap atasözü
Montesquieu
-Yalan dört nala koşar, hakikat ise adım adım yürür. Ama yine de vaktinde yetişir.
Japon atasözü
-Eskiyecek her şeye "yeni" denir.
Özdemir Asaf
-Biz hepimiz bir çömlekçinin ellerindeki çamuru andırırız. Hiçbir çömlek de çömlekçiye "beni niye böyle yoğurdun?" diyemez.
Anonim
-En düşmüş insan, bütün dilekleri yerine gelmiş insandır.
Elias Canetti
-Üç şey gizlenemez: Duman, aşk, parasızlık.
Arap atasözü
Gönülçelen filmler #4: The Fabulous Baker Boys (1989)

"The Fabulous Baker Boys" bugüne kadar değeri hiç verilmemiş muhteşem bir film. Sinema tarihinde özdeşleşilmesi bu kadar zor karakterleri resmedip, seyirciyi böylesine içine çekebilen film sayısı pek azdır. Özellikle her üç başrol oyuncusunu da idealize etmekten ısrarla kaçınıp birer "loser" gibi gösteriyor ama bunu yaparken onların çekiciliğini bir türlü engelleyemiyor. Bunda film boyunca yaratılan mizansen ve yazılmış zekice diyalogların dışında, Jeff Bridges ve Pfeiffer'ın inanılmaz karizmalarının da etkisi büyük tabii. Filmin görsel yapısında, diyaloglarında ve genel olarak "görünüşünde" 1940'ların filmlerine ait bir nostalji duygusu var. Film, 4 dalda Oscar adayı oldu, hiçbirini kazanamadı. Ayrıca en iyi kadın oyuncu adayı Pfeiffer, filmde icra edilen tüm şarkıları kendi sesiyle söyledi.
Sinemayı seven herkese bu nadide filmi tavsiye ediyorum, orası ayrı. Ama seyretmeyecek olanların bile, Pfeiffer'ın kırmızı elbisesiyle piyanonun üzerinde yatarak söylediği "Makin' Whoppie" şarkısını mutlaka görmesi gerekiyor, bunu belirtmeyi de bir borç biliyorum.
Müzik molası #4: The Dodos

Albümün kapağının hikâyesi şöyle: İkili bir gün Los Angeles'ta bulunan Dorsey Lisesindeki bir aktivitede, öğretmen olan yakın bir arkadaşlarının sınıfına konser vermeye gitmişler. Konserden sonraki soru-cevap bölümünde bir ara çocuklardan biri elinde bir resimle adamlarımıza yaklaşmış ve resmi onlara vermiş. Üzerinde de "Visiter" yazıyormuş. Bunun üzerine albümün adını bu şekilde belirleyip o resmi de kapağına koymuşlar. Diğer çocukların çizimlerini de albümün booklet'ine eklemişler.
Visiter, özellikle ilk single'ları "Red and Purple" ve "Fools" gibi başyapıt diyebileceğimiz iki şarkısıyla insanda daha başından merak uyandıran bir albüm. Geri kalanında da "Winter", "Jodi", "The Undeclared" gibi mükemmel parçalar var. Pop ve indie rock'un sınırlarında gezinirken, 59 dakika gibi uzun diyebileceğimiz süresine karşın kesinlikle hiçbir anında sıkmıyor. Söz konusu tarz müziklerden hoşlanan herkese tavsiye ediyoruz.
Sheva Milan'a döndü

Şimdi oluşan yapıya baktığımız zaman, orta sahadaki üçlünün önünde yer alan Kaka, Ronaldinho ve Shevchenko, defans açısından son derece zayıf bir forvet üçlüsü gibi görülüyor. Ayrıca orta saha da artık iyice yaşlandı. Bu yüzden takımın kimyası çok sağlam değil, ama yetenek olarak da bu dünyanın dışından futbolcular bunlar. İtalya Liginde bu sezon en heyecan verici takımın Milan olacağı ise muhakkak...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)