ligue 1 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ligue 1 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mayıs 2010 Perşembe

Müthiş gece

Dün gece, Avrupa'nın en önemli futbol ülkelerinde birbirinden önemli karşılaşmaların olduğu inanılmaz bir futbol şöleni gibiydi. Çoğunun aynı saatlere denk gelmesi hasebiyle belki hiçbirini bihakkın bir şekilde seyredemedik ama kaçırdıklarımızın yanında birinden öbürüne zıplarken gördüğümüz, şahit olduğumuz mücadeleler gerçekten de nefes kesiciydi.

İngiltere'de son iki yıldır 350 milyon avro civarı bir yatırım ile "büyük" kulüp olmanın kendince emin adımlarını birer birer atan Man City, kendi sahasında Tottenham'a yenilerek Şampiyonlar Ligi fırsatını rakibine kaptırdı. Sezon başında hiç kimsenin beklemediği bir şekilde Liverpool'un ilk 4 mücadelesindeki kifayetsizliği üzerine iştahı kabaran 3 takımdan Aston Villa, zaten geçen hafta City'ye yenilerek şansını kaybetmişti ama son ikisinin yapacağı "karar" maçının, sondan ikinci haftaya denk gelmesi tansiyonu iyice yükseltmişti. 1 puan önde ve son haftaki maçını küme düşen Burnley ile oynayacak olmanın avantajı ile sahaya çıkna Tottenham takımında, Peter Crouch'u ilk 11'de görmek, Palacios gibi bir savaşçı dururken Modric'i ön liberolardan biri olarak seyretmek ilginçti. Beraberliğin bile yeteceği bir ortamda Redknapp adeta kazanıp işi bitirmek için bir kadro kurmuştu ama elbette stratejilerinin en önemli ayağı öncelikli olarak rakibi durdurmaktı. Karşı cephede ise haftalardır bozmadığı 11 ile sahaya çıkan Mancini, tıkanıp kalan oyunu açmak için gerekli hamleleri yapamadı. Zaten ben kendisinin antrenörlüğünü hiç ama hiç beğenmem. Bir ara adı millî takım ile anıldığında tüylerim diken diken olmuştu hatta. Man City gibi bir takımı yönetecek klasta olduğunu da düşünmüyorum kendisinin. Nitekim oynanan futbolun o geldiğinden beri herhangi bir ivme kazanmamasının yanı sıra, Şampiyonlar Ligi biletinin kaçması son derece olumsuz puanlar. Bakalım dünkü maçın neticesi onun akıbetini nasıl etkileyecek.

Yıllardır Arsenal ve Chelsea'nin gölgesinde, inanılmaz paralar harcayarak devamlı "kaybetmeyi" başaran Tottenham için ise inanması güç bir başarı söz konusu. En büyük pay sahibinin menajer Redknapp olduğu bir gerçek.

İtalya'da ise dünyanın en ahlâksız spor adamı Mourinho'nun, büyük çoğunluğu kendisi gibi ahlâk yoksunu mahluklardan müteşekkil takımı, Roma'yı deplasmanda yenerek İtalya Kupasını kazanmayı başardı. Zaten skor avantajını bir kere ele geçirdikten sonra Barça deplasmanındaki gibi bir taktikle oynaması hiçbirimizi şaşırtmadı Inter'in. Oyuncularının, başta Motta olmak üzere sergilediği mide bulandıran hareketler de öyle.. Biz bu kadar ahlâksız insanların bu hayatta başarılı olmasına katlanamayaduralım, kişisel olarak benim Lucio, Motta, Maicon, Materazzi gibi oyunculardan birinin saha ortasında futbol hayatının bittiğini seyretmek yolundaki umudum canlılığını koruyor, hatta giderek artıyor.

Real Madrid benim beklemediğim bir rahatlıkla Mallorca'yı deplasmanda 4'leyip dönerken, Lyon kendi sahasında ilk 3 (yani Şampiyonlar Ligi) için çok büyük önem arz eden maçta yenik duruma düşmesine rağmen Auxerre'i devirip umutlarını sürdürdü. Bu maçta konuk takım formasıyla akıl almaz bir oyun oynayan 29 yaşındaki Polonyalı santrfor Jelen ise, Fenerbahçe için hayalini kurduğum transferlerin ilk sıralarına yerleşti diyebilirim.

Bu arada İskoçya'da genelde savunmasının sağlamlığı ile tanıdığımız, kendi sahasında kolay gol yemeyen Motherwell, Hibernian ile oynadığı karşılaşmayı 6-6 bitirerek hepimizi dumura uğrattı. 65. dakikada 2-6 olan maç, ev sahibinin son 20 dakikada bulduğu 4 golle berabere bitti. Bir gol daha atsaydı Motherwell, herhalde kulüp tarihinin en önemli başarılarından birinin hikâyesini yazmış olurdu.

Edit: Marsilya'nın şampiyonluğu neredeyse haftalar öncesinden garanti olduğu için, dün en az ilgilendiğim hadise oydu. Ama Tapie'li dönemden sonra, 18 yılın ardından dün gece garantilenen şampiyonluk, kendileri için çok çok önemli elbette. Son birkaç yıldır istikrarlı bir şekilde doğru adımlarla hedefe ilerleyen kulübü kutlamak gerekir.

24 Aralık 2009 Perşembe

Birsa: Alnından öpülecek sporcu

Fransa Liginde bu gece oynanan maçlarda oldukça sürpriz skorlar alındı. Tıpkı Lyon gibi kendi sahasında şok bir sonuçla Auxerre'e 2-0 mağlup olan Marsilya da formsuz görüntüsünü sürdürüyor. Ama benim dikkat çekmek istediğim konu, bu maçta yaşanan ve gerçek futbolseverlerin tüylerini diken diken edecek bir olay...

Maçın 34. dakikası oynanırken Auxerre takımının Sloven oyuncusu Valter Birsa (23), orta saha civarında yan yana koştuğu Bakary Kone'nin faulüyle bir anda yüzünü tutarak kendini yerde buluyor. Maçın hakemi Philippe Kalt olay yerine giderken cebinden kırmızı kartını çıkarıyor ve direkt olarak Kone'ye gösteriyor. İtiraz eden Fildişili yıldıza ise "dirseğiyle rakibinin yüzüne vurduğunu" ima eden bir takım işaretler yapıyor. Tartışmalar sürerken Kone bir şekilde sahayı terk etmiyor ve yerden kalkan Birsa, rakibinin kırmızı kart gördüğünü fark ediyor. Bunun üzerine hakemle konuşan genç oyuncu rakibinin kasıtlı herhangi bir müdahelesinin olmadığını ayrıntılı bir şekilde hakeme anlatıyor ve Kone'nin kırmızı kartının Philippe Kalt tarafından geri alınmasını (!) sağlıyor. Evet, yanlış okumadınız. Velodrome gibi bir deplasmanda bir oyuncu böyle bir davranışı sergileyebiliyor işte. Yazarken bile tüylerimin diken diken olduğu bu jest yüzünden Birsa kardeşimi alnından öpüyor ve davranışının, dünyanın dört bir yanında hakemi aldatmaya çalışan tüm meslektaşlarına örnek olmasını diliyorum.

Not: Her zaman söylediğim gibi futbolun adaletine (kısa olmasa bile uzun vadede) son derece inanan bir kişiyim. Bu örnekte de Auxerre'in maçı (kaleyi bulan 2 şutla) deplasmanda 2-0 kazanmasından dolayı nasıl mutlu olduğumu anlatamam.

21 Temmuz 2009 Salı

Muhteşem bir Lyon

Lyon, bu sezon yaptığı transferlere inanılmaz paralar harcayarak şahane bir kadro kurdu. Yıllar boyu Fransa liginin tozunu attığı halde asıl hedefi olan continental başarılara asla ulaşamayan takım, motivasyonunu iyice yitirdiği geçen yıl lig şampiyonuluğunu da kaybetmişti. Geçen sene içinde çok maharetli ama sorunlu forveti Fred'i, sezon sonunda da süper yıldızı Benzema'yı gönderen Lyon, Lisandro Lopez başta olmak üzere bu yaz yaptığı transferlere 53 milyon pound ödeyerek hedeflerinin yüksek olduğunu gösterdi. Şöyle bir baktığımız zaman Lyon'un ilk 11'i şu şekilde:

Lyon (4-2-3-1): Lloris - Clerc, Cris, Boumsong, Cissokho - Makoun, Toulalan - Ederson, Bodmer, Bastos - Lopez.

Yedek olarak ise direkt ilk 11'i zorlayacak Revelliere, Mensah, Grosso, Kallström, Govou, Pjanic, Piquionne, Delgado ve Mounier gibi kaliteli oyuncular mevcut. Bu sezon ilk 11'e yaptığı nokta diye tabir edebileceğimiz transferler sonucu aldığı 3 oyuncu ile şampiyonluğun en büyük adayı olduğu gibi, Şampiyonlar Ligi'nde de çeyrek finali zorlayacaklardır.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Kahretsin! Lyon Bastos'u da aldı

Lyon, Fransa liginin Bayern'i olma misyonunu kararlı bir şekilde sürdürüyor. Bilindiği gibi Bayern o kadar utanmaz ve arsız bir kulüp ki, Almanya'da bir şekilde parlayan yerli-yabancı her futbolcuyu mutlaka alır ve belli bir süre oynatır. Ama Bayern daha aşağılık bir kulüp olduğu için genelde sözleşmesi biten oyuncuları 1 sene önceden ayartıp bedava almaya çalışır. Arada bonservis verdiği de olur. Ama "soykırım" benzeri, kendisine rakip olan bir takımın birkaç oyuncusunu birden alarak o takımı tamamen bitirme operasyonları da yapabilir. Demonstratif örnek 90'ların başında parlayan Mehmet Scholl'lü Karlsruhe (şimdi nerede?) takımından kaleci Oliver Kahn, Kreuzer, Tarnat, Fink ve Mehmet Scholl'ü almalarıdır. Şimdi Karlsruhe Bundesliga'da bile değil. Aynı şekilde 2001'in o muhteşem Leverkusen takımından Lucio, Ze Roberto ve Ballack'ı almışlardı ve benim teorim, eğer sakat olmasaydı kesinlikle Sebescen'i de alacaklardı. Neticede "oyuncular ahlaksız, onlar da gitmesin kardeşim!" diyorsanız, ona da kesinlikle katılıyorum. Borowski yahu! 9 yıl oynadığın bir kulüpten niye Bayern'e gidersin kardeşim? Bu takım bir vampir misali Alman liginin kanını emiyor, sen kaptanı olduğun takımla yıllarca kafa tutup şampiyonluk da görmüşsün. Hiç mi gururun yok?

Neyse Lyon Bayern'e göre biraz daha insaflı çünkü bonservis paralarını adeta yağdırıyor iç piyasaya. Şimdi de bu sayfalarda daha parlamadan önce adını defalarca zikrettiğim Lille takımının sol açığı Bastos'u (Fransız basınına göre) 18 milyon avroya transfer etmişler. Bu durumda geçen yıl 15 milyon civarı bir parayla aldıkları Ederson ne olacak, onu merak ettim. Belki Keita ve Govou gidince onu sağda kullanırlar. Yazık oldu, ama inanılmaz bir paraya gitti Bastos. Ben 7-9 civarı bir bonservis düşünüyordum. Hakikaten sapıttı bu transfer piyasası.

3 Temmuz 2009 Cuma

Mevlüt PSG'de

Mevlüt Erdinç, Sochaux takımında geçen yıl gösterdiği muazzam formun ardından Fransa'daki büyük takımların gözdesi hâline gelmişti, bilindiği gibi. Kulübünün, önerilen bonservis bedellerini bir türlü beğenmemesi yüzünden bugüne kadar hiçbir takımla anlaşamayan Erdinç, nihayet PSG ile 4 yıllık anlaşma imzaladı ve basına tanıtıldı. 8 milyon avro gibi bir bonservisten söz ediliyor ki, gerçekten de çok büyük bir meblağ bu. Ayrıca Mevlüt'ün PSG takımında ilk 11'deki yeri de hiç garanti değil. Yeri garanti olan yegane hücum oyuncusu, geçen sezon takımında harika bir ilk yıl geçiren uzun forvet Hoarau olacak. Yanındaki kontenjan için Kezman, Luyindula ve Mevlüt gibi üç aday mevcut ve muhtemelen ilk etapta yeni ve pahalı bir transfer olması hasebiyle Mevlüt forma giyecektir. Ama hazırda bekleyen böyle iki rakibi varken Erdinç'in çok çalışması ve iyi işler yapması lâzım.

Dar alanda pek etkili olmayan, daha ziyade önündeki boş koridorlara top isteyen, gol vuruşları daha oturmamış, hava toplarında etkisiz ama pozisyon almasını iyi beceren bir forvet Mevlüt. Ben bu kadar para edecek kalitede olduğunu hiç düşünmüyorum. Mesela Türkiye'deki ilk yıllarında bir Serhat Akın'ı gözümün önüne getiriyorum, onunla bire bir aynı tipte oyuncu ama Serhat bundan çok daha kaliteli ve etkiliydi mesela. Hatta Kezman'ın ölüsü bile ondan daha kaliteli bir forvettir. İnşallah ben yanılırım ama özellikle millî takımda seyrettiğim hiçbir maçında bana olumlu bir intiba vermedi Mevlüt. Performansını ben de merak ederek bekliyorum.

25 Nisan 2009 Cumartesi

Lyon yarıştan kopmak üzere

Dün gece bizim buralarda çok popüler olan ifadeyle "6 puanlık" bir maç vardı Fransa'da. Lider Marsilya'nın 4 puan gerisine düşen (son 7 yılın şampiyonu) Lyon, kendi sahasından PSG ile karşılaştı. PSG zaten söylenenlere göre Kezman için Fener'le "küme düşmezsek bonservisini 5 milyona alırız" şeklinde bir anlaşma yapmış. Eğer bu doğruysa, bu sezon küme düşmemeyi başarı sayacak bir zihniyetle yönetildiği ortaya çıkıyor kulübün, gel gelelim şu anda onlar da potanın içinde. Ama her şeye rağmen bu maçı kendi sahasında oynayan Lyon, liderle puan farkının 6'ya çıkmaması adına mutlaka kazanmak zorundaydı. Üstelik kalan haftalarda Marsilya deplasmanında bir de maçı var.

Maça Lyon baskılı başladı. Tipik 4-4-1-1 oyun şablonlarında önemli bir değişiklik göze çarptı bu arada; Juninho'yu oyun yapıcı olarak gerilere çekmiş, buna mukabil çok yönlü Bodmer'i adeta bir ikinci forvet olarak Benzema'nın yanına sokmuştu teknik direktör Puel. Bodmer'i kalabalık Paris savunması arasında bir pivot gibi kullanmaya çalışıyordu. Bu işin babasını yapan Fred'in neden oynatılmayarak küstürüldüğü ve sonradan sezon ortasında kaçırıldığı ise bir muamma. Bana göre Fred'in gidişi Lyon'un çöküşünde önemli bir etkendir. Zira Benzema çok yetenekli olmasına rağmen pivot özellikleri sınırlı olan bir oyuncu. Kaldı ki orta sahaya top almaya geldiğinde Lyon'da gol bölgesine sızacak bir isim de yok. Lyon bazı anlarda (çoğu zaman hatta) 4-6-0 gibi bir sistemle oynar gözüktü. Çünkü Benzema ilerde top beklemekten sıkılıp devamlı orta sahaya gelerek bir takım varyasyonlarla rakip savunmayı delmeye çalıştı. Ama PSG'nin muhteşem takım savunması karşısında beyhude kaldı bu çabalar.

Sağ kanatta görevlendirilen genç Pjanic olumlu bir takım işler yaptı, içeriye kat ederek Clerc'in de önünü açtı çoğu zaman ama öldürücü bir pas dışında neticeye yönelik bir icraatını göremedik. Soldaki Mounier ise yetenekli ama savruk bir oyuncu. O da tam tersine çizgide kilitli bir şekilde oynadı ama bir takım kombinasyonlarla adamını geçip etkili bir pas ya da orta yapamadı. Toulalan zaten üçüncü bir stoper gibi defansın içine gömülmüş, Juninho ağır bir oyuncu, Bodmer de rakip ceza sahasına çok az girince gol olması bir anlamda mucizelere kaldı. Buna rağmen sabırlı ve etkili ayağa paslarla gole yaklaşmayı da başardı Lyon. En net pozisyonları Clerc ve Benzema yakaladı ama orada da maçın yıldızı Landreau ve direk gole izin vermedi.

PSG ise inanılmaz bir takım savunması yaptı zor deplasmanda. Sezon başından beri birkaç maçlarını izledim, defans oyuncuları ve önlerindeki Makelele-Clement ikilisi muazzam alan daraltıyor. Onların hücum umutları ise sağ açıkta oynayan Sessegnon'un inanılmaz yeteneği ile yapacağı birkaç icraata bağlanmıştı. Ama o da ilk yarıda daha etkili olmasına karşın ikinci yarıda yorulup saçmalamaya başladı. Buldukları tek pozisyonda Hoarau ile kolay bir golü kaçırıp asıl istedikleri "yenilmeme" misyonunu tamamlamış oldular. Eskilerin çok önemli oyuncusu sol açık Rothen ise artık yaşlı ve temposu biraz düşmüş bir oyuncu, bu yüzden bu seviyede pek fazla etkili olamadı. Ama oyun disiplini ve özverisi inanılmazdı; savunmaya yaptığı yardımlarda önemli birkaç müdahalede bulunmayı başardı.

Neticede Lyon oynadığı oyunla galibiyeti hak etmesine rağmen bir maç eksiği bulunan Marsilya'nın 3 puan gerisinde şimdi. Şampiyonluk da bence mucizelere kaldı bu sezon.

Son not: Stoper arayan takımlarımız şu Fransa ligine bir baksalar, bu konuda bir maden olduğunu rahatlıkla görecekler. PSG'nin tandemi Camara ve Sakho o kadar muhteşem oynadı ki, ülkemizde Lugano dışında bu kadar iyi bir stoper kesinlikle yok.

Lyon (4-4-1-1): Lloris 7 - Clerc 8, Cris 7, Boumsong 7, Kallström 6 - Pjanic 7 (74' Ederson 7), Juninho 8, Toulalan 5, Mounier 6 (85' Keita 6) - Bodmer 7 (80' Piquionne 5) - Benzema 7

PSG (4-4-2): Landreau 9 - Ceara 8, Camara 9, Sakho 9, Armand 7 - Sessegnon 8 (73' Pancrate 6), Makelele 8, Clement 8, Rothen 6 - Giuly 5 (74' Luyindula 6), Hoarau 6

Şut: 21 - 4
İsabetli şut: 8 - 2
Kurtarış: 1 - 3
Topa hakimiyet: %62 - %38
Korner: 9 - 0
İsabetli pas: 482 - 279

30 Mart 2009 Pazartesi

Avrupa liglerinde vaziyet #4: Almanya ve Fransa

Bayern Münih ve Lyon'un inanılmaz dominasyonuna artık alıştığımız bu liglerde, içinde bulunduğumuz sezon daha çekişmeli bir mücadele görüyoruz. Özellikle Almanya'da küçücük bir şehrin takımı Hoffenheim, oynadığı Werder Bremen tarzı cesur hücum futbolu ile, sezon başından beri gönülleri fethetti. Ama neticede bu tarz 35-40 maçlık serüvenlerde deneyim, geniş kadro, baskı ile baş edebilme vs. gibi unsurlar fazlasıyla öne çıkıyor. Bayern'in açık ara geri düştüğü haftalarda bile bu yüzden ben onların şampiyon olacağından emindim. Hâlâ da bu şekilde düşünüyorum. Çocukluğumdan beri nefret ettiğim bu iğrenç kulübün imkânları ve kadro kalitesi ile diğerleri arasında adeta bir uçurum var çünkü. Uzun vadede ne olursa olsun ipi onlar göğüsleyecektir.

Hamburg, Hertha, Wolfsburg ve Hoffenheim ise Şampiyonlar Ligi için mücadele ederler. Bu mücadeleyi seyretmek de büyük bir zevk, tadını çıkarmak lâzım. Almanya Ligi diğer büyük liglerden daha fazla gol olan, takımların savunma güvenliğini biraz daha gevşek tuttuğu ve görsel anlamda zengin bir lig. İlginç olan ise Werder Bremen'in durumu. Futbolu seven herkesin gönülden desteklemesi gereken bu muhteşem zihniyetli ekip, uzun süredir başlarında olan teknik direktörleri ve Diego ile Pizarro gibi yıldız isimlerine rağmen deplasmanlardaki skandal performansı yüzünden 9 mağlubiyet alıp ilk 8'in dışında kaldı. Bir an önce toparlanmalarını diliyorum.

Fransa'da ise Lyon'un liderliği sürpriz değil ama bu liderliğin sadece 1 puan farkla olması gerçekten de inanılmaz bir sürpriz. Bordeaux, Lille, Toulouse ve PSG'nin de 2-3 puan geriden gelmeleri ve de Şampiyonlar Ligi'ne girebilmek için ortaya koydukları muazzam mücadele, ortaya çok keyifli bir manzara çıkarıyor. Millî maçlar dönüşü Lyon, Le Mans deplasmanında puan kaybederse çok daha güzel olur.