15 Temmuz 2011 Cuma

Best Music Videos Ever #8: Thriller

Üzerine fazla bir şey söylemeye gerek yok; şayet bugün "music video" diye bir şey varsa bunu, muhtemelen bu harikulade kısa filme borçluyuz. Michael Jackson'ın, 1981 tarihli "An American Werewolf in London" filmini çok beğendiği için yönetmen John Landis'i kiraladığını, 1 milyon doları (Landis'e göre 500 bin) bastırıp bu klibi çektirdiğini, yaratıcı fikrin ve konseptin çoğunun da Jackson'ın vizyonundan geldiğini biliyoruz. Özellikle zombiler yeryüzüne çıktıktan sonra dans ederken sergilenen koreografi ve figürler, akıllara durgunluk verecek kadar güzel. Aynı zamanda "milyonların sevgilisi" bir sanatçı olarak bir insanın kendini bu klipteki gibi konumlandırılması da fazlasıyla özgüven ve cesaret gerektiren bir olay. Nitekim gösterime girdiği dönemde aldığı müthiş övgülerin yanı sıra çok fazla şiddet içerdiği, gençleri "Michael kız arkadaşını korkutup dehşete düşürüyorsa, neden ben de yapmayayım?" gibi bir psikolojiye sürükleyebileceği (Dr. Thomas Radecki, LA Times) yönünde birtakım eleştirilere de maruz kalmıştı. Ama hakkında söylenen hiçbir şey (Jackson'ın ne kadar çok yönlü ve ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu kanıtlayan) "Thriller"ın, tüm zamanların gelmiş geçmiş en önemli videosu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Michael Jackson - Thriller (1983)
Yönetmen: John Landis


11 Temmuz 2011 Pazartesi

Best albums of 1995 (#2)


11. Raekwon - Only Built 4 Cuban Linx (10)

Not: Albümleri indirmek için her birinin üzerine tıklayınız. Ölmüş link varsa, yorum kısmında bildiriniz.

Çölde açan çiçek gibi


Şu blogu açalı 3 sene oldu, o zamandan beri Fenerbahçe hariç üzerinde en fazla yazı yazdığım konu G.Saray. Zaten sağ taraftaki etiketlere bakınca da bu durum görülebiliyor. Bazı geri zekâlılar zaman zaman "ne biçim Fener blogu bu, Fenerbahçe'nin yarısı kadar da bizim hakkımızda post atılmış" falan gibi saçma-sapan yorumlarla sinirlerimizi bozmadı değil ama onlara hep aynı şeyi söyledim: "Bir Fenerbahçeli için Fenerbahçe'den sonra bu hayattaki en önemli şey G.Saray'dır. Onsuz bir ligin de, yarışın da, rekabetin de tadı-tuzu olmaz." Elbette her Fenerli bu görüşü paylaşmıyordur, G.Saray kulübüne kilit vurulsa sevinecek zavallı bir cahil sürüsü de mevcut bizim camiada ama aklı selim bütün Fenerlilerin benim gibi düşündüğünü biliyorum.

Hep de aynı örneği veriyorum; G.Saray'ın kurucusu ve efsane başkanı Ali Sami Yen, bir gece Fenerbahçe ile aynı otelde kamp yapıyorken ve ertesi gün de onlarla maçları varken, gece geç vakitte arkadaşlarıyla iskambil oynayan Can Bartu'yu lobide görmüş ve "yarın önemli bir maçın var, git odana dinlen!" diyerek azarlamış. Bu bir şehir efsanesi değil, gerçeğin ta kendisi. Ertesi gün kendilerine karşı oynayacak bir ezelî rakiple aynı otelde kamp yapılıyor, rakibin oyuncusuna dinlenmesi ve ertesi gün en iyi performansını göstermesi için telkinde bulunuluyor ve bir başkanın ezelî rakibin futbolcusunu "azarlayabildiği" inanılmaz bir ortam mevcut. Ben bu hikâyeyi, Fener'i daha yeni tutmaya başladığım 80'li yılların ortasında dinledim. Benim gibi bir adamın, sokakta o zamanlar top oynarken kendisine (Rıdvan, Hakan ve Aykut ile birlikte) "Tugay" diyen bir adamın (ki Tugay o zamanlar ilk 11 bile oynamıyordu, sene 1988 falan) G.Saray'dan nefret etmesi; hatta daha da ileri gidiyorum, onu "sevmemesi" mümkün müdür?

Peki o halde neden G.Saray ile ilgili yazdığım yazıların %90'ı olumsuz? Çünkü benim nefret ettiğim şey bu büyük kulübün kendisi değil, 1990'ların ikinci yarısından sonra peydah olan iğrenç, mide bulandırıcı, karaktersiz taraftar kitlesi.. Ki maalesef bu kitle şu an itibarıyla G.Saray camiasının tüm taraftarlarını temsil eder bir pozisyonda ve sayıca da çok fazlalar. İşte onlardan resmen tiksiniyorum ve buradan da defalarca yazdım bunu. Hâlâ da yorum kısmına gelen notlardan nasıl bir köpek sürüsü olduklarını görmek mümkün.

Ama bugün bir şey oldu ve bana bu yazıyı yazdıran da, Türk futbol tarihinde eşi-benzeri az bulunur, örneğine nadir rastlanır, adeta çölde açan çiçek kadar değerli olan o şey.. Topuk Yaylası tesislerinden ayrılmak üzere hazırlanan Fenerbahçe takımına destek olmak isteyen üç G.Saray taraftarı tesislere gidip Fenerliler ile birlikte tezahürat yaptıktan sonra kaptan Alex ile fotoğraf çektirip ezelî rakiplerine olan desteklerini sundular. Duyduğum andan beri tüylerimi diken diken eden bu olayı da buraya yazmak ve ömür boyu hatırlamak için bilgisayarın başına geçtim ve bu postu kotarıyorum. Ülkedeki yüz binlerce aklı selim G.Saray taraftarını temsil ettiğinden emin olduğum o üç arkadaşa nasıl teşekkür edelim, onu da bilmiyorum. Ne kadar yazı yazsam, bunu beceremem diye düşünüyorum.

Bu sene ligin ikinci yarısındaki bütün Trabzon maçlarını seyrettim ben. Trabzon'a karşı bence "yatmayan", şerefiyle ve terinin son damlasına kadar mücadele eden 3 takım vardı: Fenerbahçe (doğal olarak), Beşiktaş (doğal olarak çünkü taraftarının baskısı üzerlerindeydi ve o maçı kazanmak zorundalardı) ve G.Saray.. İşte bu sonuncusu hiç doğal değil.. Çünkü G.Saray o maça çıkarken ligdeki tüm iddiasını kaybetmiş, maç seyircisiz oynanıyor ve Trabzon da Fener ile kafa kafaya bir durumda.. O maçı seyrettiğim andan beri bütün yakın çevrem şahittir, hep aynı şeyleri söylüyorum: Fenerbahçe'nin bu ligdeki en büyük dostu, en "güvenebileceği" rakibi yine G.Saray'dır. Aynı zamanda (elbette bize göre "bizden sonra") bu ülkenin en delikanlı takımı da G.Saray takımıdır. Onların, bir rakip olarak ne kadar değerli, ne kadar büyük olduğunu o maç ve bugünkü sahneler net bir şekilde göstermiştir. Kesin düşüncem budur.

Ha, bizim muhatap olduğumuz kitle bu kitle mi peki? Her gün gündelik hayatta karşımıza çıkan, interneti ahlâksızlığa boğmuş, ağzından salyalar akıtan ve kötü gittiğinde kendi takımını bile satan o güruh, G.Saray taraftarının 3/4'ünü oluşturmuyor mu? Maalesef öyle.. Dediğim gibi, G.Saray'ı temsil pozisyonunda da bugün için onlar var. Hatta bugünkü Topuk Yaylası ziyaretçilerine de internetten ezik diyerek küfür etmeye başladı bile o it sürüsü.. Ama gelin bunları görmeyelim biz.

Biz bu yazıyı Ali Sami Yen için, Trabzon karşısında delikanlıca oynayan o topçular için ve bugün Topuk Yaylası'na giden o üç yürekli insan için yazıyoruz.. Ve bu şekilde düşünen tüm yurt sathındaki gerçek G.Saraylılar için.. İyi ki varsınız, iyi ki rakibimizsiniz..

10 Temmuz 2011 Pazar

10 Temmuz 2011

Fenerbahçe'nin Kurtuluş Savaşı'nın başladığı tarih bu.. Biber gazını yiyen kadın ve çocuklar da, cepheye mermi taşıyan kadınlar gibi.. Bugünü 100 yıl geçse bile unutmayacağız. Bu acıları bize yaşatanlara, bu dünyayı dar edeceğiz.