22 Eylül 2011 Perşembe

Best albums of 1999 (#1)


1. The Magnetic Fields - 69 Love Songs (10)

Not: Albümleri indirmek için her birinin üzerine tıklayınız. Ölmüş link varsa, yorum kısmında bildiriniz.

20 Eylül 2011 Salı

Dünya spor tarihine geçen bir gün

Fenerbahçe'ye verilen seyircisiz maç oynama cezasının "sadece kadınlar ve -12"ye çevrilmesi, dünya spor tarihinin en olağanüstü günlerinden birine tanıklık etmemizi sağladı. Sadece Maraton ve Fenerium tribünlerinin, o da "alt" katını seyirciye açacağını belirten kulüp bile, kendi seyircisinin bağlılığını, sevgisini ve aidiyetini tahmin edememişti. Ama sayısı maçın hemen başında 41.600 olarak açıklanan seyircinin, oyun devam ettikçe 50 bini bulduğunu hep beraber gözlemledik. Sadece Türkiye'nin ve sadece futbolun değil, dünya spor tarihinin en özel günlerinden biriydi. Fenerbahçe'nin sadece bu ülkenin değil, dünyanın en büyük spor kulübü olduğunu bir kez daha gösteren bir gündü. Hafta boyunca uluslarası tüm tv kanalları bu maçı konuşup bu maçı gösterecek. Onlar da bu güce muktedir kulübe bir kez daha vurgu yapacak. Ne mutlu ki bugünleri de gördük..

Yaşlısı genci, açığı kapalısı binlerce kadına ve çocuğa sonsuz teşekkürler. G.Saray ve Beşiktaş formalıları büyük bir misafirperverlikle aralarına aldıkları için de tebrikler. Daha fazla söze hacet yok.

Kıyıma devam


Sadece Türkiye'nin değil, kulüp olarak Avrupa'nın en büyüğü olma yolunda hızla ilerleyen Fenerbahçe'nin (biz demiyoruz, Fransızlar diyor) önüne her aşamada, her merhalede engeller çıkmaya devam ediyor. Saha dışında yapılanlar ve her hafta rakiplerine çalınan (haksız) penaltılar, çıkmayan (haklı) kırmızı kartlar yetmiyormuş gibi, penaltıları ve golleri engellenen bir Fenerbahçe görüyoruz. 3 haftada verilmeyen penaltı 3, verilmeyen gol 1. Bu şekilde devam ederlerse cemaatin, Bursa'yı şampiyon yaptığı ve her şeyi denemesine rağmen Fenerbahçe'ye yenildiği 2 yılın ardından bu yıl da derinden desteklediği G.Saray mutlu sona ulaşacaktır. Hakemlerin yolu doğru yol yani..

Maçı, daha önce de yazdığım gibi yorumlamayacağım, umrumda bile değil. Derdimiz başka, savaşımız başka, futbolun çok dışında bir şeyler var. Cahiller uyutulmaya devam etsin ama ben uyumayacağım. Sadece 90 dakikanın kendi içinde dünyadan kopup, son düdükten sonra (sonuç ne olursa olsun) gerçeğe döneceğim. Başkan hâlâ içeride, hisselerin hâlâ kime gittiği belli değil, mahkeme süreci devam ediyor, Ülker hâlâ Fenerbahçe'nin sponsoru vs. Sonuç, gerçekten, kimin umrunda?

18 Eylül 2011 Pazar

Beirut - The Rip Tide (2011)


2006 yılının en ilginç ve beklenmedik indie başarılarından biri, Albuquerque doğumlu Zach Condon'ın tek kişilik projesi olarak başlayan Beirut'a aitti. "The Gulag Orkestar" adlı söz konusu albümün zengin muhteviyatında Orta Avrupa Çingene müziklerinden The Decemberists tarzı lo-fi indie-folk'a, psychedelic deneylerden yumuşak pop parçalarına kadar uzanan oldukça zengin bir çeşitlilik görülüyordu. Böyle bir karışımı eline-yüzüne bulaştırmadan, kıvamı tutturarak gerçekleştirmek çok zor olmasına rağmen pek çoklarına göre (ki buna biz de dâhiliz) Condon ve arkadaşları bunu başarmıştı. Bir yıl sonraki "The Flying Club Cup" ilki kadar ilgi görmese de en az onun kadar nitelikli bir albümdü ve grup, bu çalışmanın ardından diskografisinde 4 yıllık bir ara verdi. Uzun zamandır beklenen ve nihayet 30 Ağustos'ta piyasaya çıkan "The Rip Tide" ise kanaatime göre şimdiye kadarki en iyi albümleri..

20'ye yakın enstrümanı tek başına çalabilen Condon'ın bizzat kendi çaldığı nefesliler, akordeon ve ukulele ile dikkat çeken açılıştaki "A Candle's Fire"dan kapanıştaki "Port of Call"a kadar zengin armoniler, dinleyeni hemen yakalayan nefis melodiler ve The Magnetic Fields tarzı olgun bir vokal ile bezeli albümde, Condon'ın doğduğu topraklara saygı duruşunda bulunduğu "Santa Fe" gibi olağanüstü pop şarkıları da var. Sanki Arnavut kaldırımlı bir Doğu Akdeniz köyünün deniz kenarındaki bir kafe'sinde kokteyl içerken yazılmış ve başka bir zamana aitmiş gibi görünen, eli-ayağı fazlasıyla düzgün bir albüm "The Rip Tide".. 8/10