23 Ağustos 2008 Cumartesi

Lig başlıyor!

Süper Lig, nihayet bugün oynanacak maçlarla sezona merhaba diyecek. Ligin açılış maçında geçen sezonun şampiyonu G.Saray, kendi sahasında Denizli ile oynuyor. Son yıllarda bu iki takımın İstanbul'da oynadığı bütün maçlar çok zorlu geçti. Bakalım Denizli bu akşam da aynı etkili oyunu sergileyebilecek mi... Büyük takımlar için ilk maçlar her zaman güç bela kazanılan oyunlar şeklinde tecelli etti bugüne kadar ligimizde, bu maçın da ne kadar çekişmeli geçerse geçsin ev sahibi takım tarafından kazanılması pek olası görünüyor.

G.Saray'ın muhtemel kadrosuna baktığımızda ortada Barış ve Topal, sağda Hasan, solda Kewell ile önde Lincoln ve Nonda'yı görüyoruz. Takımda şu anda form durumu çok yüksek olan Nonda, Hasan, Topal ve son maçta adeta şov yapan Kewell gibi isimler var. Lincoln de bunlara katılırsa (ki oldukça sabırlı bir şekilde ısrar ediyor onda Skibbe) galibiyet, beklenenden daha kolay gelebilir.

Fenerbahçe'de ise yönetim denen futbol cahili topluluğun, yaptığı saçma sapan Guiza transferi ile dolaylı olarak kulübeye mahkûm ettiği Semih bu akşam (beklendiği üzere) yedeklerde olacak. Forvette ise bir defans bloku için düşünülebilecek en yumuşak ikili olan Alex-Guiza oynayacak. Guiza, Fener'in bu sistemi için Kezman'dan bile daha uygunsuz bir oyuncuyken, futboldan zerre kadar anlamayan adamların onu transfer etmesiyle hem kendisi, hem de takım için çok talihsiz bir durumda şimdi. Halbuki Mehmet Yıldız gibi bir yedek alınıp Semih'e güvenilseydi, şimdi Alex-Semih ikilisiyle çok daha kimyası düzgün bir takım olacaktı Kanarya.

Orta sahada ise şans eseri Selçuk'un sakatlığıyla Maldonado forma şansı buldu. Alex'in kardeşi gibi sevdiği bu oyuncuya olabilecek bütün motivasyonu verdiğini, takımda kalmak için son şansının bu maç olduğunu anlattığını sanıyoruz. Eğer akıllı bir oyuncuysa kendisinden beklenenin ne olduğunu anlamış olması gerekir: Uyuz bir şekilde sürekli yan pas değil, dikine de oynayan (ve de hızlı oynayan) bir ön libero... Neticenin ne olacağını akşam göreceğiz.

Bu arada Emre de ilk kez ilk 11'de forma giyecek. Fener'in hızlı oynayabilmesi için onun o enerjik pas alışverişlerine de son derece ihtiyaç var. Bu durumda şöyle bir bakınca, Marco'nun yerine geçen yılki kadroya Emre girmiş oldu, Kezman'ın yerine de Guiza; gerisi aynı. Bu iki değişiklik takımın oyununa nasıl etki yapacak, biz de merakla bekliyoruz.

Akşamın diğer maçları, Hacettepe-Bursa, İstanbul BB-Eskişehir, Sivas-Kayseri şeklinde...

Kadri bilinmeyenler #2: Selçuk Şahin

Selçuk Şahin, İstanbulspor'un Aykut Kocaman ile (klişe tabirle) "lige renk kattığı" dönemde parlamış ve ümit millî takımın değişmez isimlerinden biri olmuştu. 2003 yazında Fenerbahçe'ye geldiğinde fiziksel özellikleri neredeyse kusursuz, pres bilgisi olan, yer tutmayı becerebilen, özgüveni yerinde genç bir yıldız adayıydı. Daum döneminde istikrarlı bir çizgi tutturamamış olsa da her sezon 20-25'ten aşağı lig maçı oynamadı. Zico döneminde ise bu sayı hep geriye gitti, sonunda yedek bir oyuncu olup çıktı. Ama forma bulduğu zamanlarda gösterdiği gibi, ülkemizde sıkıntı yaşadığımız bir mevkî için biçilmiş kaftan diyebileceğimiz özelliklerini hâlâ muhafaza ediyor.

Hele de şimdi Aurelio gittikten sonra Fener takımında pres yapmayı en iyi bilen ve uygulayan oyuncu Selçuk diyebiliriz. Selçuk'un ön libero için yeterliliğine ve yetkinliğine baktığımız zaman, misal Uğur Boral'ın sol açık için sahip olduğu yeterliliğin çok çok ilerisinde olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna rağmen her nedense ilk 11 için en uygunsuz isim olarak her sezon başında mutlaka Selçuk ilan ediliyor. Hemen onun mevkii için oyuncu transferinden söz ediliyor. Halbuki Fenerbahçe'ye şu an için en gerekli transferler orta sahanın sağ ve sol tarafında oynayacak iki oyuncu. Öyle ki, ortada Selçuk'un yanında, ikinci bir ön libero değil de Emre (ya da cinayet devam ederse Alex!) olacağı için bu kanat oyuncularının Kazım, Burak ve Uğur gibi çizgi oyuncusu değil, ortanın içinde de oynayabilen futbolcular olması lâzım (misal sağ taraf içim Topuz, başka da bir alternatif yok).

Selçuk şu anda ilerde Alex-Guiza'nın (ya da Semih), onların arkasında Emre'nin ve ortanın kenarlarında da Topuz gibi iki oyuncunu bulunduğu bir Fenerbahçe takımında çok rahat bir şekilde ilk 11 oynar, hiç de sırıtmaz. Sadece pas hataları konusunda ve rakibin kontrataklarını keserken yaptığı dalışlar sonucu gördüğü sarı kartlar konusunda biraz telkine ihtiyacı var. Bunları aşıp düzenli forma giydiğinde millî takımın da değişmez isimlerinden biri olacağını içtenlikle düşünüyoruz. Allahını seven birileri çıkıp da şu yarım akıllı yönetime bunları anlatsa ne güzel olurdu...

Futbol filmleri #2: A Shot at Glory (2000)

Başrollerinde Robert Duvall, Michael Keaton ve Glasgow Rangers ile İskoçya millî takımının efsane futbolcusu Ally McCoist'in (ki kendisi o sıralarda Kilmarnock'ta forma giymektedir) olduğu bu sevimli film, ABD-İngiltere ortak yapımı. Yönetmen ise 96 yılında çektiği Dustin Hoffman'lı sıradan bir film olan American Buffalo'dan hatırlayabileceğimiz Michael Corrente. Eski bir kaleci, şimdilerin antrenörü olan aksi adamımız Duvall'ın İskoçya ikinci ligindeki küçük bir kasaba takımına antrenör olması çerçevesinde ilerleyen öykü, futbolseverlerin 2 saat boyunca sıkılmadan izleyeceği bir seyir vaat ediyor. Hemen her gerçek futbolseverin kolaylıkla özdeşleşebildiği bu küçük ve şirin futbol takımının, İskoçya Kupasında finale kadar ilerleyişini gayet güzel mizansen ve diyaloglarla, ilgi çekici karakterlerle anlatıyor ve söz konusu vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Filmin 11 şarkıdan müteşekkil soundtrack albümündeki tüm şarkıları, Dire Straits'in efsanevî gitaristi Mark Knofler'ın yaptığını eklersek, sanırız çerçeve tamamlanmış oluyor. DVD'si ülkemizde de yayınlamış olan bu güzel filmi gönül rahatlığıyla tüm futbol tutkunlarına önerebiliriz.

Unutulmaz diyaloglar #4: Şark Bülbülü

Kemal Sunal'ın tek başına (Şener Şen olmaksızın) başrolde olduğu filmlerin kesinlikle en iyisi olan bu benzersiz hiciv, Türk sinemasının altın çağına ait mükemmel bir komedi. Senaryosunu (tıpkı Kibar Feyzo gibi) İhsan Yüce'nin yazdığı, Kartal Tibet'in yönettiği filmin ilk sahnelerinden birinde Sarısöğüt köyünün sahibi Halil Ağa, köyü Karahan köyünün sahibi olan Zülfo Ağaya satmaktadır. Akit yüksek sesle okunurken köydeki materyallere biçilen değerleri duyarız: İnekler 10 bin, koyunlar 900, kadınlar (üreme yetisi nedeniyle olsa gerek) 500, erkekler ise 100 liraya satılır. Köy meydanında diğer marabalarla birlikte olayı seyreden Korucu Şaban, kendisine biçilen değere bozulup el sıkışmakta olan ağaların yanına gelir:

-Şaban: Teessüf ederem Halil Ağa, bana da 100 gayme fiyat biçmişsin. Ben sana iki günde kazandırıyom bu parayı..
-Halil: Haaa Zülfo Ağam, bu adamım tam on kişiye bedeldir. Bunun için bin lira isterem.
-Zülfo: Dellendin mi Agam, bin gayme nesine istersin bu mertiğin? Vazgeçtim valla...
-Halil (ellerine atılır): Dur dur dur, hemen sinirlenme Zülfo beg.
-Zülfo: Yok istemem vallaha bu dürzüyü. Sıfatında meymenet yok, al götür beraberinde.
-Şaban: Kızma canım, peki biz de yüz kâat edelim.
-Zülfo: Seni bu köyde istemirem.
-Şaban: Köyde kalmam için üste kaç para istisin?
-Zülfo: 500 gayme.
-Şaban: Borcum olsun.

21 Ağustos 2008 Perşembe

Silvestre transferi

Arsenal, 99 yılından beri ezelî rakip United'ın formasını giyen 31 yaşındaki Fransız savunmacı Mickael Silvestre'yi transfer etti. Genelde transfer dönemlerinde genç oyuncuları kadrosuna katan ve adeta fantezi futbol oynayan Arsene Wenger'in, bizce müthiş bir akılla yaptığı bir hamle bu. Silvestre deneyim kelimesinin cisimleşmiş hâli olan, savunmanın hem solunda hem de ortasında aynı verimlilikle oynayabilen son derece sert ve iyi bir oyuncu. Gelecek sezon Clichy ya da tandem ile ilgili yaşanabilecek problemlere karşı alınacak en akıllıca önlemlerden biri diyebileceğimiz bir transfer. Nihayet Wenger'in de, Arsenal'in büyük ve yarışmacı bir kulüp olduğunu, çoluk-çocukla sadece bir yere kadar gidilebileceğini anladığını gösteriyor olabilir. Ancak şimdi de orta sahaya bir oyuncu lâzım. Bakalım o tercihini nasıl kullanacak Wenger...

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Güle güle Kezman

Mateja Kezman PSV takımındayken Avrupa'nın en önemli forvetlerinden biri olmuş ve Mourinho'nun Chelsea'si tarafından transfer edilmişti. Türk futbol tarihinde en fazla 5 yabancı futbolcunun ulaşabileceği bir mertebe bu, misal Alex ve Lincoln'ün rüyasında bile göremeyeceği bir olay. Ama Kezman önce İngiltere, akabinde de İspanya'da bir türlü dikiş tutturamadı. Fenerbahçe'ye gelmesi ise hem kendisi, hem de Fener için tam bir skandaldı. Alex'in olduğu bir takıma santrfor olarak onu transfer etmek, ciddi bir idarecilik yanlışıdır. Ama Kezman'ın da gideceği takımı biraz inceleyip kendisinin o takıma, takımın da kendisine uyup uymadığını hesap etmesi gerekirdi. Bunu ne Chelsea, ne At. Madird, ne de Fener'e yaptığı transferlerde dikkate almadı ve şimdi de PSG'ye giderken bu tip bir şeyi düşündüğünü hiç sanmıyoruz.

Mesela Zigic gibi bir forveti olan ve düz 4-4-2 oynayan bir takımda Kezman 20 golden aşağı atmayacaktır büyük ihtimalle. Ama o tuttu Alex ile çift forvet oynayacağı bir takıma geldi. Sonuçta ne kadar etkisiz ve silik bir dönem geçirmiş olursa olsun elinden gelenin en fazlasını yapmaya çalıştı. Bu çabası bile rezil performansını taraftara unutturdu ve seyirci onu bağrına bastı. Ve bütün Fener taraftarları şimdi süreç daha da uzamadan ve çirkinleşmeden bu transfer gerçekleştiği için mutlu ve Kezman'ı iyi anılarla karakterli bir oyuncu olarak hatırlayacak. Ve bazı kısa anlarla... Beşiktaş'a attığı iki krtik gol, G. Saray'a attığı gol, Sevilla maçında 120 dakika köpek gibi koştuğu ve sonunda penaltıyı tavana astığı maç vs.

Birkaç gün önce yazdığımız ve aşağılarda da bulabileceğiniz anektodların, menajerinin talimatıyla sergilenen bir oyun olduğunu düşünmek ve unutmak istiyoruz, sonuçta her şey bitti artık. Umarız PSG'de gönlünce bir sezon geçirir...

Millî takım komedyası

Fatih Terim'in kariyeri boyunca devam ettirdiği şark usûlü teknik direktörlük anlayışı, hiçbir değişiklik arz etmeden millî takımda da devam ediyor, uzunca bir süredir. Basın toplantılarında sık sık yumurtladığı cevherler, Euro 2008'de kendisini dev skorbordda gördüğü anlarda sergilediği komik-ötesi mimik ve jestler, aynı turnuva öncesi ve devamında ortaya koyduğu abuk kadro tercihleri, egosunun taştığı sayısız durum vs.

Şimdi de Euro 2008 öncesinde kamptan gönderdiği oyunculardan kendisi ile ilgili konuşan tek isim Yıldıray'ı Şili maçı kadrosuna çağırmayarak ne zihniyette bir teknik direktör olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Onun hakkında konuşmayan oyuncular ise ödül olarak şimdi kadroda. Asıl merak ettiğimiz ise o turnuva öncesinde kuyruğunu kıstırarak giden (ve kadroya hiç çağrılmayan) o oyuncuların hiçbir şey olmamış gibi şimdi güle oynaya kendilerine ulaşan davete icap etmeleri. İnsanın gurur denen kavramla ilgili hiç mi bir derdi olmaz, doğrusu garip.

Terim döneminde bu tip gariplik ve acayipliklere daha çok rastlayacağımız ise muhakkak.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Premier League başladı

Nihayet Premier League'e kavuştuk. Şurası kesin ki, Avrupa'nın en zorlu ve kaliteli ligi İspanya'da olsa da, seyretmesi en zevkli lig kesinlikle İngiltere'de. Gerek (ve özellikle) stadyumların güzelliği, gerek taraftarın profili, gerekse de oynanan futbolun daha göze hoş gelmesi hasebiyle bu böyle. Ama bu sezon Digiturk'un yayın haklarını satın almasıyla bu müthiş ligin maçlarından büyük bir futbolsever çoğunluk mahrum kalacak. diğer televizyon kanallarını, böyle bir duruma izin verdiği için öncelikle kınıyoruz.

İlk haftada Man Utd'ın evinde Newcastle ile berabere kalması sürpriz sayılabilir ama takım çok çok eksikti. Chelsea Scolari yönetiminde göz kamaştırıcı bir başlangıç yaparken, Liverpool şampiyonluk için yapılması gereken en önemli şey olan "küçük maçları deplasmanda kazanma" serisine Sunderland deplasmanında başladı. Arsenal de nispeten eksik kadrosu ile evinde West Brom'u zar zor geçti, golü yeni transfer Nasri attı. Tottenham ise Boro deplasmanında kaybederek haftanın ikinci hayal kırıklığına imza attı.

Daha ilk hafta oynandı denebilir, ama bizi müthiş bir sezonun beklediğini görmek çok zor değil...

Müzik molası #3: Ali Farka Toure

Ali Farka Toure Malili bir blues sanatçısı. Her ne kadar kendisi bu tanımlamayı sevmeyip, otantik Afrika müziği icra ettiğini belirtse de, müziği için yapılan genel tasvir bu minvalde. 2006 yılında ölmeden yaptığı ve yukarıda kapağı görülen Savane isimli başyapıtı dışında çok sayıda güzel albümü bulunmaktadır. Dünyada çok geç keşfedilen, John Lee Hocker ve Lightnin' Hopkins gibi Amerikalı blues gitaristlerinin dünyadaki muadili olarak kabul edilen ve müzik zevki geniş bir yelpaze arz eden her insanın mutlaka dinlemesi gerektiğini düşündüğümüz müthiş bir gitarist, etkileyici bir vokal insanıdır. Huzur içinde yatmasını dileyerek ve bu sayfalarda yer vererek, müziği vasıtasıyla aldığımız zevkin naçiz karşılığını ödemek istedik kendisine...

Sezon başı yorumu: Fenerbahçe

Fenerbahçe, maalesef skandal transferler ve son derece yetersiz bir kadroyla sezona giriyor. Guiza gibi, dünyada Fenerbahçe'nin en son alması gereken bir forvet, hem de 14 M Euro gibi inanılmaz bir bonservisle alındı ve takımın dibine bir nevi dinamit konulmuş oldu. Çünkü Guiza'nın transferi, adeta bir çorap söküğü gibi beraberinde kendisinden bile daha büyük felaketleri peşinden sürüklüyor.

Bir kere Semih ve Alex Fener'in en kesilmeyecek oyuncuları arasında başı çekiyor. Hele Semih, 3 kritik gol attığı Euro 2008'den sonra yedek kalacaksa bu en büyük haksızlık olur. Alex zaten takımın kaptanı ve kesilmesi mümkün olmayan bir oyuncu. E, bu durumda Alex ve Semih birlikte oynayacaksa takımda "asla ve asla" başka bir forvet oyuncusunun olmaması gerekir. Diyelim ki olacak, Semih'i yetersiz bulup bir forvet alacaksın; o zaman bu oyuncunun kati surette Guiza veya Kezman olmaması lâzım. Ama Fenerbahçe maalesef 2 senesini Kezman ile harcadı, şimdi de Guiza ile birkaç sezon daha uçup gidecek.. Ha, şu da var; eğer Semih ve Guiza beraber oynayacak ise, Guiza o zaman doğru bir transfer. Ama o durumda da Alex'in oynatılmaması gerekir ki, bu da çok çok zor bir olay. Hem, böyle bir zorluğa takımı sokmanın ne anlamı var?

Fener için doğru forvet transferi, hiçbir forvetin transfer edilmemesi olurdu. İleri uçta Semih'i yedekleyecek vasat-üstü bir oyuncu (Mehmet Yıldız gibi) yeterliydi. Santrfor Semih (ya da alınacaksa Kanoute, Morientes gibi sisteme uygun bir oyuncu), arkasında Deivid ve Alex en ideal tertipti. Ama maalesef bu yapılmadı.

Bu üçlü hücum hattının arkasında soldan sağa Emre, Aurelio, Topuz (Selçuk İnan, Senna?) gibi bir üçlü inanılmaz olurdu. Ama Aurelio elden kaçırıldı, yerine de adam alınmadı. Diyelim ki alınacak, o da tek başına yeterli değil çünkü Kazım ve Uğur Boral ile bu iş olmaz. Onlar olacaksa, takımda 2 Aurelio gerekir; tıpkı geçen yılki Deniz (Selçuk), Marco ikilisi gibi. Günümüz futbolunda takımın orta sahasının önemini bir türlü idrak edemeyen Fener yönetimi, yaptığı ve yapmadığı transferler ile takımın bu bölgesini bir pelte kıvamına getirmeyi başardı.

Savunmada ise sorun yok, yedek stoper olarak Can gibi bir dinamit dışında. Kalede de Volkan Babacan'ın bir patlama yapmasını ummaktan başka çare yok.

Neticede Fenerbahçe yönetimi, transfer ve takım kurma işlerini, bu işi bilen birilerine bırakmadığı sürece bunlar konuşulmaya devam edecek. Bu sezon taraftarın bahtına ne çıkacağını hep beraber göreceğiz. Ben hiç ama hiç umutlu değilim.

17 Ağustos 2008 Pazar

Oktay Derelioğlu

Beşiktaş'a transfer olduğunda henüz 18 yaşındaydı. Karagümrük'te yıldızı parlayan golcüyü önce Trabzon ve G.Saray istemiş, üstelik dönemin futbol şube sorumlusu Adnan Polat tarafından Florya'da 1-2 gece konaklatılmıştı, yanlış hatırlamıyorsak. Ama neden sonra, Altay'dan alınan Alpay Özalan ile birlikte geleceğin yıldızı olarak Beşiktaş'a imza attı. Henüz daha ilk sezonunda takıma girmeyi başardı. Gordon Milne tarafından bazen forvet, bazen sağ açık olarak görev verildi. Her durumda da görevini hep başarıyla yerine getirdi, yıllar içinde takımın değişmez isimlerinden biri oldu (154 maç, 73 gol). Beşiktaş tarihinin, Avrupa kupalarında en fazla gol atan oyuncusu unvanını da henüz 24 yaşında eline geçirdi (14 gol). Sonra takım arkadaşı Serdar Topraktepe ile yaşadığı bir tatsız olay, ayrıca bir süre sonra eşinin intihar etmesiyle bir anda tatsız bir dönem başladı onun için. Beşiktaş onu Siirt Jetpa'ya sattı, onlar da G.Antep'e kiralık verdi.

99-2000 sezonunda G.Antepspor'un Fener'i 5-1 yendiği maçta 4 gol atarak kahraman olmuştu. Mustafa Denizli'nin Fenerbahçe'ye çok istediği Oktay, 2000-2001 sezonunun başında kiralık olarak geldiği Fenerbahçe ile antrenmanlara bile çıkmıştı. Kennet Anderson ile müthiş bir ikili olmasını umuyordu Denizli (olabilirdi de) ama onu satmak isteyen ve alıcı arayan Jetpa'nın istediği bonservis çok uçuktu. Ve daha sezon başlamadan Jetpa onu İspanya liginden Las Palmas'a sattı. O zamanlar İspanyol takımında siyahi bir ön libero vardı, savaşçı ve sert bir oyuncuydu. Oktay onunla antrenmanda yumruk yumruğa kavga etmişti. Zaten orada da fazla tutunamadı ve sezon ortası Trabzonspor'a kiralık döndü. Yarım sezonda müthiş bir performans gösterince Fenerbahçe onu Las Palmas'tan transfer etti. 2001-2002 sezonunda Fener'de oynadı, Leverkusen'e Şampiyonlar Ligi maçında attığı müthiş kafa golü hâlâ hafızalardadır.

Ama nedendir bilinmez, sadece 1 yıl oynadığı Fener'de bir türlü istediği havayı yakalayamadı (Lorant göndermişti onu). Daha sonra Samsun, Nürnberg, A. Sebat, İstanbulspor, Yalova, Khazar Lenkoran ve Karagümrük formalarını giydi. Dün de daha 32.5 yaşında futbola Beşiktaş formasıyla veda etti.

Oktay Derelioğlu efektivite bakımından Türk futbol tarihinin en başarılı futbolcularından biri. Sayısız rekor ve istatistik sahibi olup, bunları bu kadar kısa bir periyotta başarmış başka bir futbolcu herhalde yoktur. Antrenör olmak istediği düşünülürse, bakalım bundan sonra Türk futboluna ne gibi hizmetlerde bulunacak. Kendisine başarılar diliyoruz...

Süper Kupa finali

Bu akşam TSİ 21:00'de G.Saray-Kayserispor Süper Kupa finali var, maç Almanya'nın Duisburg kentinde oynanacak. Levent Bıçakçı federasyonunun en isabetli kararlarından biri, tüm dünyada oynanan bu anlamlı kupayı yeniden su yüzüne çıkarması olmuştu, hatırlanacağı gibi. Üstelik maçları Almanya'nın çeşitli kentlerine vererek hem oradaki gurbetçilere Türk takımlarını yakından görme, hem de (muhtemelen) çoğu derbi şeklinde tecelli edecek olan bu maçların Türkiye'deki hararetli ortamdan uzakta sakin ve büyüklüğüne yaraşır bir şekilde oynanma yolu açılmıştı. Ama geçen yıl kupayı Kayserispor kazandığı için bugün derbi yok, büyük bir maç var.

Geçtiğimiz sezon Tolunay Kafkas idaresinde, Ertuğrul Sağlam'ın bıraktığı yerden devam eden ve istikrarlı ilerleyişini sürdüren Kayseri'de, bomba diyebileceğimiz transferler yapıldı bu yaz. Julius Aghahowa gibi CM tutkunlarının çok yakından tanıdığı bir oyuncu alındı, üstelik Premier League'den (Wigan). Yine aynı takımdan yılların tecrübesi Salomon Olembe alındı ki, kendisi sol ayaklı, Emre Belözoğlu tipinde, hem ortada hem çizgide oynayabilen teknik bir oyuncudur. Ayrıca kaleye Denizli'den Suleymanou, sağ beke Hollanda'dan Muslu Nalbantoğlu, forvete de 1.93'lük Provic (Sporting'den kiralık) transfer edildi. Ama asıl bomba Arjantin'in Gimnasia La Plata takımından alınan ön libero Escobar. Arjantin Ligi'nde geçen yıl 33 maçta oynamış, 26 yaşında, Türk takımlarında pek sık rastlamadığımız tarzda "ince elenip sık dokunmuş, izleyerek alınmış" bir oyuncu intibaı veren bu transfer, Süper Lig'i takip eden futbolseverleri fazlasıyla meraklandırdı ve heyecanlandırdı. Bugünkü maçta oynarsa yakın takipte olacağız.

Her durumda zor ve zevkli bir maç olacak. Nihayet başladı şu sezon...