-Beni öptüğü zaman doğdum. Beni terk ettiği zaman öldüm. Beni sevdiği zaman, birkaç hafta yaşadım.
"In a Lonely Place" filminden...
-Kaşınan yeri parmak gözden daha iyi görür.
Kemal Tahir
-Tanrı büyüktür, fakat orman ondan daha büyüktür.
Kızılderili atasözü
-Bana düşmez olaydı, dünyayı düzeltemek.
William Shakespeare, Hamlet
-Düşünülebilecek en korkunç kitle, bir sürü tanıdıktan oluşandır.
Elias Canetti
-Sen bana boşver erik ağacı / Çiçeğini açmaya bak
Bedri Rahmi Eyüboğlu
13 Eylül 2008 Cumartesi
Gönülçelen filmler #7: Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2003)
Video klipler tarihinin en sıradışı ve (bizce) en büyük yönetmeni olan Fransız üstat Michel Gondry'nin bu tapılası filmi, bizim ülkemiz de dâhil dünyanın her yerinde çoktan kült mertebesine ulaştı bile. Ve her geçen gün de hayranlarının sayısı artıyor, sinemaseverler tarafından kutsanmaya devam ediyor. Bu yüzden bu film hakkında kimsenin bilmediği, görmediği, duymadığı bir şeyler yazmak da mümkün değil. Zaten öyle bir film ki, sadece karşısında duyduğumuz hayranlığı anlatmaya kalksak satırlar yetmez muhtemelen.
"Aşk" dediğimiz mefhum güzel sanatlar tarihinde sayısız resme, şiire, romana, filme vs. konu oldu. Özellikle sinemada "Casablanca" ve "Rüzgâr Gibi Geçti" başta olmak üzere yüzlerce aşk filmi gördük ve sevdik yıllar boyunca. Ama naçiz kanaatim odur ki, aşk denen meseleyi "Eternal Sunshine..."dan daha "lâyıkıyla" anlatan bir eser hiç olmadı ve asla da olmayacak. Bunu elbette sadece olağanüstü hikâyesi için söylemiyorum, onu aşan başka öyküler de yazılabilir ve hatta yazılmış da olabilir. Bahsettiğim şey bir bütün olarak filmin kendisi ve yarattığı "hâlet-i ruhiye" ile ilgili. Bu asla aşılamayacak ve taklit edilemeyecek bir şey.
Ne söylesek boş; eğer aşk filmlerini seviyorsanız, daha önce seyrettiğiniz hiçbir şeye benzemeyen bu nadide filmi görünüz. Başka bir şey demiyorum.
"Aşk" dediğimiz mefhum güzel sanatlar tarihinde sayısız resme, şiire, romana, filme vs. konu oldu. Özellikle sinemada "Casablanca" ve "Rüzgâr Gibi Geçti" başta olmak üzere yüzlerce aşk filmi gördük ve sevdik yıllar boyunca. Ama naçiz kanaatim odur ki, aşk denen meseleyi "Eternal Sunshine..."dan daha "lâyıkıyla" anlatan bir eser hiç olmadı ve asla da olmayacak. Bunu elbette sadece olağanüstü hikâyesi için söylemiyorum, onu aşan başka öyküler de yazılabilir ve hatta yazılmış da olabilir. Bahsettiğim şey bir bütün olarak filmin kendisi ve yarattığı "hâlet-i ruhiye" ile ilgili. Bu asla aşılamayacak ve taklit edilemeyecek bir şey.
Ne söylesek boş; eğer aşk filmlerini seviyorsanız, daha önce seyrettiğiniz hiçbir şeye benzemeyen bu nadide filmi görünüz. Başka bir şey demiyorum.
10 Eylül 2008 Çarşamba
Millî takım "imparator" kurbanı
Millî takımın Belçika önünde oynadığı futbol, pek çok zaman olduğu gibi istekli, arzulu, son raddede motive ama yaratıcılıktan inanılmaz derecede uzak ve güdük bir futboldu. Takımın sembol isimlerinden Tuncay'ın, daha 12. dakikada sakatlanıp oyundan çıkması büyük bir şanssızlıktı, tamam. Ancak teknik direktörümüzün, Belçika'nın alan daraltan oyununa karşı Tuncay'ın yerine o dar alanlarda hiçbir şey yapamayan geniş bölge oyuncusu Halil'i oyuna sokması tam bir skandaldı. O Halil ki, aynı teknik adam tarafından Euro 2008'in 23 (!) kişilik kadrosuna bile değer görülmemişti. Dar alan ve rakip defans demişken, Belçika'nın Simons-Kompany şeklindeki tandemi savunmada adeta şiir yazdı maç boyunca. Daha 22 yaşında olan Kompany özellikle, maçın adamıydı bize göre.
31. dakikada, bu maçta ilk defa millî olan Çağlar'ın gereksiz bir faulu sonucu yapılan ortada, Volkan'ın yanlış yer tutması sonucu yenik duruma düştük. Bunun akabinde Belçika takımı iyice geri gömüldü ve uzunca bir süre, onlara çok geniş alanlar bırakılmasına rağmen tek bir etkili kontr bile geliştiremediler. Bu arada Türkiye, Arda gibi uluslararası yetenekteki yaratıcı oyuncusunun müthiş gayretiyle pozisyon"cuk"lar buldu ama gol çıkaramadı. Arda, ilk yarının en ciddi pozisyonunda o uzun defansın arasından etkili bir kafa şutu bile çıkarmayı başardı.
İkinci yarıda imparator (!) teknik direktör, Euro 2008 kadrosuna almadığı başka bir oyuncu olan Mehmet Topuz'u kurtarıcı olarak sahaya sürdü. Bir insanın bu kadar kendisiyle çelişip hâlâ saygı görmesi gerçekten de inanılmaz. Hele de o insanın idare ettiği takımın kaderi adeta 1-2 oyuncunun kişisel gayretine bırakılmış, taktik açıdan tam anlamıyla "geri" bir zekâ ortaya koyarken... Bu arada ikinci devrenin başında Belçika'nın teknik direktörü Arda'nın işlettiği sağ kanadına Mudingayi'yi alarak kendince bir tedbir almaya çalıştı, ama Arda ikinci yarıda sağa geçince bu hamle sonuçsuzluğa mahkûm oldu.
Yine cin teknik adamımız ikinci yarının ortasında üçüncü bir skandala imza atarak bir diğer geniş alan oyuncusu Mevlüt'ü oyuna aldı (bu oyuncu maç sonuna kadar tek bir etkili atak ya da hareket yapamadı). Oyundan çıkan Mehmet Topal'ın boşalttığı orta alan tam bir çayıra dönerken, takımımızın oyunu iyice kısırlaştı; Arda, Semih ve Emre dışında yaratıcı oyuncu olmadığı için de işler iyice sarpa sardı. Tüm takımın ekstra efor harcadığı bu dönemde Kompany rakip defansta devleşmeye devam etti. Ama rakibin akıl almaz derecede şanssız olduğu bir "an"da hakem penaltıyı çalıverdi, ki bizce kesinlikle yanlış bir karardı bu. Bu sayede beraberliği sağlamış olduk.
1-1 olduktan sonra hocanın o âna kadar yaptığı skandal değişiklikler yüzünden maçtaki en kötü futbolunu oynamaya başladı Türkiye. Doldur-boşalt diye tabir edilen, topun ileriye şişirilip önde baskı yapıldığı şuursuz bir oyun... Bu dönemde asıl ilgi çekici şey, Belçika'nın o kadar geniş alanlarda hiçbir şey üretememesi ve yapılan fahiş hataları değerlendirecek beceriden son derece yoksun olmasıydı.
Neticede teknik direktörü olan ve sıradan oyunculardan kurulu vasat bir takım; olağanüstü yetenekli oyuncuları olan ama teknik direktörsüz bir takımdan deplasman puanını koparmayı başardı. Türkiye'nin işi, bu hocanın balı yine tutmazsa çok zor...
31. dakikada, bu maçta ilk defa millî olan Çağlar'ın gereksiz bir faulu sonucu yapılan ortada, Volkan'ın yanlış yer tutması sonucu yenik duruma düştük. Bunun akabinde Belçika takımı iyice geri gömüldü ve uzunca bir süre, onlara çok geniş alanlar bırakılmasına rağmen tek bir etkili kontr bile geliştiremediler. Bu arada Türkiye, Arda gibi uluslararası yetenekteki yaratıcı oyuncusunun müthiş gayretiyle pozisyon"cuk"lar buldu ama gol çıkaramadı. Arda, ilk yarının en ciddi pozisyonunda o uzun defansın arasından etkili bir kafa şutu bile çıkarmayı başardı.
İkinci yarıda imparator (!) teknik direktör, Euro 2008 kadrosuna almadığı başka bir oyuncu olan Mehmet Topuz'u kurtarıcı olarak sahaya sürdü. Bir insanın bu kadar kendisiyle çelişip hâlâ saygı görmesi gerçekten de inanılmaz. Hele de o insanın idare ettiği takımın kaderi adeta 1-2 oyuncunun kişisel gayretine bırakılmış, taktik açıdan tam anlamıyla "geri" bir zekâ ortaya koyarken... Bu arada ikinci devrenin başında Belçika'nın teknik direktörü Arda'nın işlettiği sağ kanadına Mudingayi'yi alarak kendince bir tedbir almaya çalıştı, ama Arda ikinci yarıda sağa geçince bu hamle sonuçsuzluğa mahkûm oldu.
Yine cin teknik adamımız ikinci yarının ortasında üçüncü bir skandala imza atarak bir diğer geniş alan oyuncusu Mevlüt'ü oyuna aldı (bu oyuncu maç sonuna kadar tek bir etkili atak ya da hareket yapamadı). Oyundan çıkan Mehmet Topal'ın boşalttığı orta alan tam bir çayıra dönerken, takımımızın oyunu iyice kısırlaştı; Arda, Semih ve Emre dışında yaratıcı oyuncu olmadığı için de işler iyice sarpa sardı. Tüm takımın ekstra efor harcadığı bu dönemde Kompany rakip defansta devleşmeye devam etti. Ama rakibin akıl almaz derecede şanssız olduğu bir "an"da hakem penaltıyı çalıverdi, ki bizce kesinlikle yanlış bir karardı bu. Bu sayede beraberliği sağlamış olduk.
1-1 olduktan sonra hocanın o âna kadar yaptığı skandal değişiklikler yüzünden maçtaki en kötü futbolunu oynamaya başladı Türkiye. Doldur-boşalt diye tabir edilen, topun ileriye şişirilip önde baskı yapıldığı şuursuz bir oyun... Bu dönemde asıl ilgi çekici şey, Belçika'nın o kadar geniş alanlarda hiçbir şey üretememesi ve yapılan fahiş hataları değerlendirecek beceriden son derece yoksun olmasıydı.
Neticede teknik direktörü olan ve sıradan oyunculardan kurulu vasat bir takım; olağanüstü yetenekli oyuncuları olan ama teknik direktörsüz bir takımdan deplasman puanını koparmayı başardı. Türkiye'nin işi, bu hocanın balı yine tutmazsa çok zor...
8 Eylül 2008 Pazartesi
Domenech'te bu ısrar nedir?
Fransa millî takımının hocası Raymond Domenech, Euro 2008 faciasının ardından federayon tarafından kovulmayınca tüm futbol otoriteleri ve futbolu yakından takip eden herkes adeta şaşkına dönmüştü. Çünkü Fransa gibi bir takımın turnuvadan elenmesi zaten başlı başına büyük bir olay da, o denli kötü ve ruhsuz futbol oynaması gerçekten de skandaldı. Domenech'in, takımını hiç motive edemediği, sahadaki futboldan açıkça belli oldu hemen her maçta. Ayrıca orta sahanın ortasında Toulalan ve Makelele gibi topu hiç ileri taşıyamayan ve tank gibi ağır iki oyuncuya yer vermesi nedeniyle takımın vitesi asla 3'ten ileri gidemedi.
Bu kadar kusuru ve kabahati olan bir hocanın bu denli sevilip sayılması gerçekten de enteresan ama bu sitayiş ve sabır nereye kadar gider, bilinmez. Euro 2008'in en yürekli ve kahraman takımı Avusturya'nın, geçen cumartesi gecesi Fransa'ya bir terslik yapabileceğini düşünenler bile bu kadarını beklemiyordu açıkçası. Biz maçı seyretmedik ama seyredenlerin belirttiğine göre yine ağır çekim bir oyun, yine ruhsuz bir takım varmış Avusturya'nın karşısında. Domenech'in suyu iyice ısındı diyebiliriz artık...
Bu kadar kusuru ve kabahati olan bir hocanın bu denli sevilip sayılması gerçekten de enteresan ama bu sitayiş ve sabır nereye kadar gider, bilinmez. Euro 2008'in en yürekli ve kahraman takımı Avusturya'nın, geçen cumartesi gecesi Fransa'ya bir terslik yapabileceğini düşünenler bile bu kadarını beklemiyordu açıkçası. Biz maçı seyretmedik ama seyredenlerin belirttiğine göre yine ağır çekim bir oyun, yine ruhsuz bir takım varmış Avusturya'nın karşısında. Domenech'in suyu iyice ısındı diyebiliriz artık...
7 Eylül 2008 Pazar
Zeman yine kovuldu
Fenerbahçe'nin eski teknik direktörlerinden Zdenek Zeman, haziran ayında göreve geldiği Sırbistan'ın Kızılyıldız takımından kovuldu. 99-2000 sezonunun 5. haftasında, Rıdvan Dilmen'in yerine Aziz Yıldırım tarafından göreve getirilen 61 yaşındaki hoca, daha ilk yarı bitmeden koltuğunu Turan Sofuoğlu'na devretmek zorunda kalmıştı. Löw'ün, Bariç'in yerine gelmesi hataydı; Rıdvan'ın, Löw'ün yerine gelmesi hataydı; Zeman'ın, Rıdvan'ın yerine gelmesi en büyük hataydı. Zeman'ın gelip gitmesiyle aynı sezonda 3 teknik direktörle çalışmak gibi bir garabeti de görmüş oldu koskoca Fenerbahçe, Yıldırım sayesinde (2002-2003 sezonunda da Lorant, Oğuz Çetin ve Tamer Güney görev yapmıştı, hatırlanacağı gibi).
4-3-3 sistemini kafasına takmış ve ondan başka bir şeyi asla oynatmayan bir teknik direktör Zeman. Bütün basın mensuplarının önünde Dereağzı'nda futbolcuları sıraya dizip tahtada ders verir gibi sistemini anlattığı kare unutulmaz. Yine antrenman esnasında oynanan çift kalede oyunculara habire talimatlar yağdırırken, ayağına top gelen ve çığlıklardan nasibini alan Kemalettin'in kenardan maçı seyreden muhabirlere dönüp "ya ne bağırıyo bu ya!" deyişi de unutulmaz. Adana ile oynanan deplasman maçında Mosheau'yu sağ açık, Moldovan'ı sol açık (!), Aygün'ü ise santrfor (!!) oynatmıştı hoca. "Herhalde kafayı üşüttü" diye düşünmüştük.
Oysa kariyeri gerçekten de parlak Çek teknik adamın. İtalya'da Messina, Salernitana, Foggia, Parma, Lazio ve Roma'yı çalıştırmıştı Fener'den önce. Gittikten sonra ise Lecce, Napoli, Avellino, yine Lecce, Brescia ve son olarak Kızılyıldız'ı çalıştrdı. Bu kadar takımın hepsi birden göreve getiriyorsa bu adamı, bildikleri bir şey vardır herhalde. O değil de, Zeman'ın Roma'da 1997-98 sezonunda oluşturduğu takım gerçekten de unutulmazdı: Defansta Cafu, Aldair, Candela; orta sahada Brezilyalı Wagner, Di Biagio, Di Francesco; forvette sonradan Bayern'de oynayan sağ açık Paulo Sergio, Delvecchio (Balbo) ve Zeman'ın keşfi olan Francesco Totti. Bu takım piranalar gibi saldırır, sağlı-sollu ataklarla rakibini bunaltır ve göze çok hoş gelen bir futbol oynardı (ama ligi 4. bitirmişti, ayrı konu). Fener'e geldiğinde kimse bunları bilmiyordu. Oysa o takımın pek çok oyuncusu sonraki yıllarda çok başarılı bir kariyer inşa etti kendine.
Ama işte 4-3-3 oynayacak futbolcuyu da her yerde bulamazsın. Sergen'i, Mosheu'yu, Moldovan'ı, Boliç'i açık oynatmaya kalkarsan sonunu da kendin hazırlamış olursun. Bu yüzden Lucescu gibi, "elindeki malzemeye göre" şablon kuran hocalar bizce dünyanın en makbul hocaları.
4-3-3 sistemini kafasına takmış ve ondan başka bir şeyi asla oynatmayan bir teknik direktör Zeman. Bütün basın mensuplarının önünde Dereağzı'nda futbolcuları sıraya dizip tahtada ders verir gibi sistemini anlattığı kare unutulmaz. Yine antrenman esnasında oynanan çift kalede oyunculara habire talimatlar yağdırırken, ayağına top gelen ve çığlıklardan nasibini alan Kemalettin'in kenardan maçı seyreden muhabirlere dönüp "ya ne bağırıyo bu ya!" deyişi de unutulmaz. Adana ile oynanan deplasman maçında Mosheau'yu sağ açık, Moldovan'ı sol açık (!), Aygün'ü ise santrfor (!!) oynatmıştı hoca. "Herhalde kafayı üşüttü" diye düşünmüştük.
Oysa kariyeri gerçekten de parlak Çek teknik adamın. İtalya'da Messina, Salernitana, Foggia, Parma, Lazio ve Roma'yı çalıştırmıştı Fener'den önce. Gittikten sonra ise Lecce, Napoli, Avellino, yine Lecce, Brescia ve son olarak Kızılyıldız'ı çalıştrdı. Bu kadar takımın hepsi birden göreve getiriyorsa bu adamı, bildikleri bir şey vardır herhalde. O değil de, Zeman'ın Roma'da 1997-98 sezonunda oluşturduğu takım gerçekten de unutulmazdı: Defansta Cafu, Aldair, Candela; orta sahada Brezilyalı Wagner, Di Biagio, Di Francesco; forvette sonradan Bayern'de oynayan sağ açık Paulo Sergio, Delvecchio (Balbo) ve Zeman'ın keşfi olan Francesco Totti. Bu takım piranalar gibi saldırır, sağlı-sollu ataklarla rakibini bunaltır ve göze çok hoş gelen bir futbol oynardı (ama ligi 4. bitirmişti, ayrı konu). Fener'e geldiğinde kimse bunları bilmiyordu. Oysa o takımın pek çok oyuncusu sonraki yıllarda çok başarılı bir kariyer inşa etti kendine.
Ama işte 4-3-3 oynayacak futbolcuyu da her yerde bulamazsın. Sergen'i, Mosheu'yu, Moldovan'ı, Boliç'i açık oynatmaya kalkarsan sonunu da kendin hazırlamış olursun. Bu yüzden Lucescu gibi, "elindeki malzemeye göre" şablon kuran hocalar bizce dünyanın en makbul hocaları.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)