Geçenlerde Sir Alex Ferguson'ın üst üste verdiği ve birbirinden sert demeçlerine şahit olduk. Bunlardan en çarpıcısı, uzun süre Real Madrid'in aklını çelmeye çalıştığı ve bunu da önemli ölçüde başardığı Cristiano Ronaldo'nun transfer macerası ile ilgili olarak "Franco İspanya'ya demokrasi gelmeden önce ne yapmaya çalıştıysa aynılarını şimdi Real tekrarlamaya çalışıyor. Aslında çok da şaşırmamak lazım, Real Madrid Franco'nun kulübü" şeklindeki sözleriydi. Yine aynı söyleşide Madrid kulübünün "kralın takımı olması hasebiyle her dileklerinin yerine gelmesine biraz fazla alıştığı" minvalinde sözleri de oldu Fergie'nin.
Bu demeçten kısa süre önce ise Real kulübü Ronaldo'yu almaktan kesin olarak vazgeçtiğini ve "dost bir kulüple aralarının açılmasını istemediklerini" belirtiyor ve bir nevi barış çubuğu uzatıyordu İngilizlere. Bu açıklamayı takiben Ronaldo ise "United'da kalmakla en doğru kararı verdim" diyerek ne kadar yüzsüz ve pişkin bir futbolcu olduğunu bizlere kanıtlamakla meşguldü.
Şimdi şu demeç trafiğine baktığımız zaman içlerinde en delikanlısının Ferguson olduğunu görmemek mümkün değil. Real kulübü gerçekten de faşist kralın kulübü ve hakemler tarafından her daim kayrılmış bir takım, bunu tarafsız her göz görebilir. Kendi futbolcuları Robinho daha fazla para vaat eden bir kulüple görüştüğü ve gitmek istediği zaman feryat figan ağlayan bu ikiyüzlü kulüp, haftalarca Ronaldo'yu ayarttı durdu, onu kendi kulübüne rest çekmek için yüreklendirdi ama sağlam kayaya çarpınca kuyruğunu kıstırıp defoldu gitti. Ronaldo ise yine haftalarca Real'e gitmek istediğini, söz konusu kulübün hayallerinin takımı olduğunu belirtti ama şimdi kalmakla en doğru "kararı" verdiğini söyleyecek kadar yüzsüzleşebiliyor. Öte yandan Ferguson, ne Real gibi ahlâksız transfer girişimleri olan biri, ne de Ronaldo gibi kıçı-başı ayrı oynayan biri. Bilakis onların tam tersine içi-dışı bir olan ve ne düşünürse onu söyleyen dik bir adam. Ve her ne kadar çocukluğumdan beri Real, Bayern ve United en tiksindiğim takımlar olsa da, Bayern ve Real gibi çöplüklerin yanında United kulübü bir erdem timsali gibi kalıyor, bunu da söylemeden edemeyeceğim.
Şimdi Real'in tipsiz başkanı Calderon "Ferguson'ın son zamanlarda biraz bunadığını" belirterek aynı zamanda aile terbiyesi denen şeyden de mahrum bir kişi olduğunu ispatladı bize. Eğer bu yıl Şampiyonlar Ligi'nde bu iki takım karşılaşırsa o zaman kimin bunadığını göreceğiz. Ki bu gerçekleşecek ve Real'den çok daha iyi bir takım olan United, Calderon'a bu sözlerini yedirecek bence.
1 Kasım 2008 Cumartesi
Gizemli rahatsızlık
İspanya'da geçen perşembe günü Real Union ile Real Madrid takımları arasında oynanan Kral Kupası maçı sırasında birden bire yere yığılarak baygınlık geçiren ve şuurunu kaybeden Real Madridli futbolcu Ruben de la Red'in yapılan ilk testlerinde sağlık durumu iyi çıksa da futbol kariyerinin bitme riskinin olduğu iddia edildi.
Maçın ilk yarısında yaşanan olayda, yere düşerek şuurunu kısa bir süre kaybeden De la Red, sahada doktor müdahalesiyle kendine getirildikten sonra hastaneye kaldırılmıştı. Geceyi hastanede geçiren ve yapılan tüm testler sonrasında herhangi bir sağlık problemi olmadığı açıklanan De la Red, hiçbir şey hatırlamadığını söylediği olaydan sonra cuma günü Madrid'e dönerek evinde dinlenmeye çekildi. Real Madrid'in resmi internet sitesinden, ''İyiyim, benimle ilgilenen herkese teşekkür ederim.'' diye mesaj yollayan 23 yaşındaki futbolcunun, riske atılmamak için bu hafta sonunu evinde dinlenerek geçireceği, takımla antrenmanlara çıkmayacağı bildirildi. Real Madrid kulübü, genç orta saha oyuncusunun başına gelenlerin nedeni tam olarak öğrenilene kadar, De la Red'in dinlendirilmesinden yana olduğunu açıkladı.
İspanya'da Sevilla takımında oynayan 22 yaşındaki Antonio Puerta, geçen yıl maç içinde benzer bir şekilde baygınlık geçirmiş ve hayatını kaybetmişti. Bu nasıl bir rahatsızlıktır, nedeni nedir, profilaksi ya da tedavisi nasıl yapılır; bunların bilinmemesi hem çok kötü, hem de tedirgin edici. Umarız De la Red en kısa sürede, eskisinden de sağlıklı şekilde sahalarda olur...
Maçın ilk yarısında yaşanan olayda, yere düşerek şuurunu kısa bir süre kaybeden De la Red, sahada doktor müdahalesiyle kendine getirildikten sonra hastaneye kaldırılmıştı. Geceyi hastanede geçiren ve yapılan tüm testler sonrasında herhangi bir sağlık problemi olmadığı açıklanan De la Red, hiçbir şey hatırlamadığını söylediği olaydan sonra cuma günü Madrid'e dönerek evinde dinlenmeye çekildi. Real Madrid'in resmi internet sitesinden, ''İyiyim, benimle ilgilenen herkese teşekkür ederim.'' diye mesaj yollayan 23 yaşındaki futbolcunun, riske atılmamak için bu hafta sonunu evinde dinlenerek geçireceği, takımla antrenmanlara çıkmayacağı bildirildi. Real Madrid kulübü, genç orta saha oyuncusunun başına gelenlerin nedeni tam olarak öğrenilene kadar, De la Red'in dinlendirilmesinden yana olduğunu açıkladı.
İspanya'da Sevilla takımında oynayan 22 yaşındaki Antonio Puerta, geçen yıl maç içinde benzer bir şekilde baygınlık geçirmiş ve hayatını kaybetmişti. Bu nasıl bir rahatsızlıktır, nedeni nedir, profilaksi ya da tedavisi nasıl yapılır; bunların bilinmemesi hem çok kötü, hem de tedirgin edici. Umarız De la Red en kısa sürede, eskisinden de sağlıklı şekilde sahalarda olur...
29 Ekim 2008 Çarşamba
Mourinho kızmaya başladı
Inter'de hafta sonu Genoa beraberliğinin ardından Mourinho oyuncularının yeterince gayretli olmamasından yakınmış ve yarınki Fiorentina maçının kadrosunu kast ederek belli oyunculara derdini "daha net bir şekilde" anlatacağını açıklamıştı. Genoa maçınnın daha devre arasında oyundan aldığı Adriano'nun hedefteki ilk isim olduğu düşünülüyordu ki, Brezilyalı antrenmana geç gelerek kabahatini adeta ikiye katlamış oldu. Her ne kadar arkadaşlarından ve hocasından özür dilese de Mourinho oyuncuyu derhal kadro dışı bırakıp Firenze'den Milano'ya gönderdi. Adriano, kapasite olarak futbol tarihinin en inanılmaz yeteneklerinden biri ama derdi nedir, daha 26 yaşında dünyanın en iyi futbolcusu olacak bir cevheri neden böyle çarçur eder, anlamak mümkün değil. Ama Mourinho'yu tanıyorsak bundan sonra Inter'de bir daha forma bulamaz, orası kesin. Zor geçmesini ve berabere bitmesini beklediğimiz Fiorentina-Inter maçı bugün 21:30'da Ntv Spor'da...
Tanrı geri döndü!
Futbolu seven hemen herkesin dileği gerçek oldu ve Arjantin millî takımının teknik direktörlüğüne Maradona'nın getirildiği açıklandı. Kariyerinde sadece 1 yıl hocalık yapmış olması vs. önemli değil, onu göreve getirenler bunu bilmiyor mu sanki? Önemli olan, yaşadığı onca debdebeye rağmen ülkesinde tanrı mertebesinde saygı gören ve dünya futbolunun gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu olan bir "zekâ"nın, son derece yetenekli oyuncuardan kurulu bir topluluğun başına geçmiş olması, ve yeniden futbol sahalarına dönmesi. Onu seyretmiş her insan evladı başarılı olması için dua edecektir, duaların işe yarayıp yaramadığını göreceğiz bu macerada...
28 Ekim 2008 Salı
Ligde 8. haftanın görünümü
Lider Beşiktaş, kendi evinde ilk puanlarını yitirdiği maçta Sivas ile berabere kaldı. Bu maçta Denizli'nin ne idüğü belirsiz oyun sistemi, takımın futbolunu tam bir çorbaya çevirdi. Dünya futbolunun gittiği yeri hiç görmeyen ve bu oyunu en iyi kendisinin bildiğini zanneden büyük hocamızın, zorluk derecesi yüksek maçları kaybetmeye mahkûm olduğunu hep yazdık, bundan sonra da yazacağız. Ha, ligde netice itibarıyla şampiyonluğa oynar Beşiktaş, sadece forması bile yeter bunun için, ama uzun vadeli başarılar Denizli ile gelmez, bunu anlamaları lâzım.
Sivas ise hayal kırıklığı yaratan kısır bir maç oynadı İnönü'de. Takımın mücadelesi, yardımlaşması ve azmi elbette takdire şayan ama teknik direktöründen yaratıcı, fark ortaya koyan bir zekâ pırıltısı da göremedik bu maçta. Ama sonuçta kadrosu oturmuş ve özgüveni iyice yerine gelmiş bir takım Sivasspor; hep söylediğimiz gibi evinde mutlak favori, dışarıda ise kora kor oynayan dişli bir ekip. Ligi ilk 5'te bitirmeleri de bizce kesin.
Trabzonspor, G.Antep ile oynadığı maçta sezon başından beri belirttiğimiz gibi yaratıcılıktan uzak dümdüz bir takım görüntüsü verdi. Şu hâliyle en fazla Sivasspor kalitesinde bir kadrosu var bordo-mavililerin. Maksimum hırs ve mücadele ile alabilecekleri en fazla puanı zaten aldılar bugüne kadar ama bundan sonrası pek parlak değil bize göre. Mesela Bursa'daki Yusuf Trabzon'da olsa, camianın bu kenetlenmişliği, taraftarın ve takımın bu coşkusu ile kesin şampiyon adayı olurlardı ama şu hâlleriyle en fazla üçüncü bitirebilirler ligi. Devre arasında sözünü ettiğimiz tarz bir oyuncu almazlarsa tabii.
G.Antep ise istikrarlı görüntüsünü devam ettiriyor. Takımın gerçekten de şahane bir kadrosu var, sezon başında kim kurduysa muhteşem bir iş yapmış. Elbette, hepsi büyük takım menşeli bu küskün oyuncuları konsantre edip oynatmak da Nurullah Sağlam'ın başarısı, bunu mutlaka teslim etmemiz gerekiyor. Bu takım da şu anda ligin zor yenilen ekiplerinden biri ve hoca konsantrasyonun düşmemesini sağlayabilirse, ligde üst sıralarda yer almaya devam ederler.
Eskişehir deplasmanında bozguna uğrayan G.Saray'da adeta bir çiftlik havası var. Sezon başından beri biz de buradan Skibbe'ye verip veriştirdik ama asıl sorunun iki Adnan'da olduğu ve onlar orada durduğu sürece suların kaynamaya devam edeceği kesin gibi görünüyor. O kadar istikrarsız ve "günü yaşayan" bir tablo var ki, bu aslında G.Saray gibi bir kulüpte görmeye hiç alışık olmadığımız bir şey. Bu yüzden bu maçı veya herhangi başka bir maçı yorumlamak çok saçma. Skibbe'nin tercihleri vs. bizce çok önemli değil, hoş o tercihler de çok yanlış ya, o da ayrı konu. Kupadaki Ankaraspor maçı da tehlikeli bir maç, bizce orada da kazanamayacak G.Saray.
Eskişehir ise kuşkusuz bu lige renk katan bir takım, efsane bir kulüp. Hiç ama hiç tutmadığımız "küçük düşünme"nin anıtı Rıza Çalımbay ile bu çıkış nereye kadar gidecek, göreceğiz. Ama mümkün olduğunca uzun sürmesi ve Es-Es'in bu ligde kalıcı olması en büyük dileğimiz.
Fenerbahçe, Bursa karşısında fena oynamadı ve kazanmayı başardı. Aragones de Semih'i sağ açık oynatması dışında bu kez daha az saçmaladı. Deivid ve Vederson'un gelişiyle takımın çehresinin değişmesini umut ediyoruz. Sıradaki A.Gücü ve Eskişehir deplasmanlarının kayıpsız aşılması çok önemli ve bizce de öyle olacak. Ondan sonra Arsenal maçı var zaten.
Bursaspor'da ise oyuncuların ve hocanın fazlasıyla havaya girdiğini gördük bu maçta. Şimdi bir tarafları yere inmiştir herhalde ama hocanın Kadıköy'e topyekün saldıran bir takım çıkarıp ondan sonra medya önünde futbolcularını suçlaması hiç hoş değil. Bursa orta sırlara doğru geriler, ligi de oralarda bitirir.
Sivas ise hayal kırıklığı yaratan kısır bir maç oynadı İnönü'de. Takımın mücadelesi, yardımlaşması ve azmi elbette takdire şayan ama teknik direktöründen yaratıcı, fark ortaya koyan bir zekâ pırıltısı da göremedik bu maçta. Ama sonuçta kadrosu oturmuş ve özgüveni iyice yerine gelmiş bir takım Sivasspor; hep söylediğimiz gibi evinde mutlak favori, dışarıda ise kora kor oynayan dişli bir ekip. Ligi ilk 5'te bitirmeleri de bizce kesin.
Trabzonspor, G.Antep ile oynadığı maçta sezon başından beri belirttiğimiz gibi yaratıcılıktan uzak dümdüz bir takım görüntüsü verdi. Şu hâliyle en fazla Sivasspor kalitesinde bir kadrosu var bordo-mavililerin. Maksimum hırs ve mücadele ile alabilecekleri en fazla puanı zaten aldılar bugüne kadar ama bundan sonrası pek parlak değil bize göre. Mesela Bursa'daki Yusuf Trabzon'da olsa, camianın bu kenetlenmişliği, taraftarın ve takımın bu coşkusu ile kesin şampiyon adayı olurlardı ama şu hâlleriyle en fazla üçüncü bitirebilirler ligi. Devre arasında sözünü ettiğimiz tarz bir oyuncu almazlarsa tabii.
G.Antep ise istikrarlı görüntüsünü devam ettiriyor. Takımın gerçekten de şahane bir kadrosu var, sezon başında kim kurduysa muhteşem bir iş yapmış. Elbette, hepsi büyük takım menşeli bu küskün oyuncuları konsantre edip oynatmak da Nurullah Sağlam'ın başarısı, bunu mutlaka teslim etmemiz gerekiyor. Bu takım da şu anda ligin zor yenilen ekiplerinden biri ve hoca konsantrasyonun düşmemesini sağlayabilirse, ligde üst sıralarda yer almaya devam ederler.
Eskişehir deplasmanında bozguna uğrayan G.Saray'da adeta bir çiftlik havası var. Sezon başından beri biz de buradan Skibbe'ye verip veriştirdik ama asıl sorunun iki Adnan'da olduğu ve onlar orada durduğu sürece suların kaynamaya devam edeceği kesin gibi görünüyor. O kadar istikrarsız ve "günü yaşayan" bir tablo var ki, bu aslında G.Saray gibi bir kulüpte görmeye hiç alışık olmadığımız bir şey. Bu yüzden bu maçı veya herhangi başka bir maçı yorumlamak çok saçma. Skibbe'nin tercihleri vs. bizce çok önemli değil, hoş o tercihler de çok yanlış ya, o da ayrı konu. Kupadaki Ankaraspor maçı da tehlikeli bir maç, bizce orada da kazanamayacak G.Saray.
Eskişehir ise kuşkusuz bu lige renk katan bir takım, efsane bir kulüp. Hiç ama hiç tutmadığımız "küçük düşünme"nin anıtı Rıza Çalımbay ile bu çıkış nereye kadar gidecek, göreceğiz. Ama mümkün olduğunca uzun sürmesi ve Es-Es'in bu ligde kalıcı olması en büyük dileğimiz.
Fenerbahçe, Bursa karşısında fena oynamadı ve kazanmayı başardı. Aragones de Semih'i sağ açık oynatması dışında bu kez daha az saçmaladı. Deivid ve Vederson'un gelişiyle takımın çehresinin değişmesini umut ediyoruz. Sıradaki A.Gücü ve Eskişehir deplasmanlarının kayıpsız aşılması çok önemli ve bizce de öyle olacak. Ondan sonra Arsenal maçı var zaten.
Bursaspor'da ise oyuncuların ve hocanın fazlasıyla havaya girdiğini gördük bu maçta. Şimdi bir tarafları yere inmiştir herhalde ama hocanın Kadıköy'e topyekün saldıran bir takım çıkarıp ondan sonra medya önünde futbolcularını suçlaması hiç hoş değil. Bursa orta sırlara doğru geriler, ligi de oralarda bitirir.
Liverpool bu sene!
Liverpool için sezon başında yazdığımız yazıda "bu sene mi?" diye sormuş ve nihayet özlenen şampiyonluğa hiç olmadığı kadar yaklaştığını belirtmiştik. Şimdi görüyoruz ki, bu tip bir umut için fazlasıyla done mevcut takımda. Özellikle Liverpool'un %70'inin Gerrard ve Torres olduğu ve bu iki oyuncu olmasa sıradan bir takıma dönüşeceği yönünde yapılan tenkitlerin boşa çıkması gerçekten de çok güzel. Boşa çıktı, zira bu ikisinin olmadığı maçta United'ı yendi Kırmızılar, tek başına Torres'in oynamadığı maçta da Chelsea'yi deplasmanda devirmeyi başardı.
Liverpool bugün dünya üzerinde takım savunmasını en iyi yapan takım. Bloklar birbirine o kadar yakın oynuyor ve alanlar o kadar güzel daraltılıyor ki, geçen yıllarda rüya takım Barcelona ile eşleşildiğinde bir Liverpool taraftarı olarak o turun geçileceğinden emindik biz mesela. Çünkü Liverpool kendisi ile denk ya da kendisinden üstün takımlara karşı hep çok iyi oynayıp başarılı oluyor. Ama şampiyonlukların kaybedilmesi sürekli küçük maçların kazanılamamasından kaynaklandı bugüne kadar. Örneğin bu yıl da Stoke City'yi mağlup edemediler geride kalan haftada ama United ve Chelsea'nin mağlup edilmiş olması çok önemli.
Xabi Alonso gibi dünyanın en iyi 5 ön liberosundan biri olan mükemmel bir futbolcunun şans eseri takımda kalması da çok iyi oldu. Sonuçta mutlaka kazanılması gereken maçlarda Gerrard ile, zor maçlarda ise Mascherano ve önlerinde Gerrard ile mükemmel bir orta saha oluşturuyor İspanyol. Ayrıca topun hücuma geçirilmesi ve atakların başlatılması görevini de kusursuz yapıyor. Tek sorun, Keane'in henüz o beklenen patlayıcı futbolunu gösterememiş olması. Ama zaten Keane'in bu takıma uygun olmadığını ve yanlış bir transfer yapıldığını zamanında yazmıştık. Aynı paraya, hadi biraz fazlasına diyelim, David Villa alınsaydı Liverpool belki de dünyanın en iyi takımı olacaktı. Çünkü Villa sadece kalitesi ve golcülüğü ile değil, oyun tarzıyla da Pool'a çok gerekli bir isim. Zira takımda sırtı dönük top tutacak bir forvet şu anda yok, ne Keane ne de Torres bu tip bir oyuncu. Belki Kuyt bu görevde oynayabilir ama Benitez onu da kanatta kullanıyor. Hollandalı da açıkçası orada süper oynuyor bu sene, geçen yıl Deivid'in Fener'de yaptığı türden bir patlama seyrediyoruz.
Neticede Liverpool "mutlaka kazanması gereken" maçları kazanır, büyük maçları da kaybetmezse bu sene şampiyon olacaktır. Ki, takımın futbolu o kadar olgunlaştı ki artık, kolay kolay maç kaybetmeyecekleri de kesin. United ve Chelsea yenemediyse, kim yenecek ki zaten onları?
Liverpool bugün dünya üzerinde takım savunmasını en iyi yapan takım. Bloklar birbirine o kadar yakın oynuyor ve alanlar o kadar güzel daraltılıyor ki, geçen yıllarda rüya takım Barcelona ile eşleşildiğinde bir Liverpool taraftarı olarak o turun geçileceğinden emindik biz mesela. Çünkü Liverpool kendisi ile denk ya da kendisinden üstün takımlara karşı hep çok iyi oynayıp başarılı oluyor. Ama şampiyonlukların kaybedilmesi sürekli küçük maçların kazanılamamasından kaynaklandı bugüne kadar. Örneğin bu yıl da Stoke City'yi mağlup edemediler geride kalan haftada ama United ve Chelsea'nin mağlup edilmiş olması çok önemli.
Xabi Alonso gibi dünyanın en iyi 5 ön liberosundan biri olan mükemmel bir futbolcunun şans eseri takımda kalması da çok iyi oldu. Sonuçta mutlaka kazanılması gereken maçlarda Gerrard ile, zor maçlarda ise Mascherano ve önlerinde Gerrard ile mükemmel bir orta saha oluşturuyor İspanyol. Ayrıca topun hücuma geçirilmesi ve atakların başlatılması görevini de kusursuz yapıyor. Tek sorun, Keane'in henüz o beklenen patlayıcı futbolunu gösterememiş olması. Ama zaten Keane'in bu takıma uygun olmadığını ve yanlış bir transfer yapıldığını zamanında yazmıştık. Aynı paraya, hadi biraz fazlasına diyelim, David Villa alınsaydı Liverpool belki de dünyanın en iyi takımı olacaktı. Çünkü Villa sadece kalitesi ve golcülüğü ile değil, oyun tarzıyla da Pool'a çok gerekli bir isim. Zira takımda sırtı dönük top tutacak bir forvet şu anda yok, ne Keane ne de Torres bu tip bir oyuncu. Belki Kuyt bu görevde oynayabilir ama Benitez onu da kanatta kullanıyor. Hollandalı da açıkçası orada süper oynuyor bu sene, geçen yıl Deivid'in Fener'de yaptığı türden bir patlama seyrediyoruz.
Neticede Liverpool "mutlaka kazanması gereken" maçları kazanır, büyük maçları da kaybetmezse bu sene şampiyon olacaktır. Ki, takımın futbolu o kadar olgunlaştı ki artık, kolay kolay maç kaybetmeyecekleri de kesin. United ve Chelsea yenemediyse, kim yenecek ki zaten onları?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)