5 Kasım 2011 Cumartesi

Dünyada eşi-benzeri yok


Fenerbahçe bu akşam Sivas deplasmanında 27 maçtır süregelen namağlûp unvanını yitirirken, geçen yılki Yeni Malatya maçından beri belki de en kötü futbolunu oynadı. Alex'in olmamasıyla, ilk golün yardımcı hakem hediyesi olmasıyla vs. açıklanamayacak kadar kötüydü takım. 25 kişilik profesyonel futbol takım kadrosunda önce ve sadece kendini düşünen, bencil ve sorumsuz olan Stoch dışında hiçbir oyuncuya laf söyleyemiyorum. Çok şükür ki büyük Fenerbahçe taraftarı da benimle aynı görüşte ve resimde gördüğümüz üzere, gece saat 01:30'da takımını coşkuyla ve sınırsız bir sevgiyle o soğukta bağırlarına bastılar. Yavaş yavaş bir şeylere alışılmaya başlandığı, genel taraftar kitlesinin ölü toprağıyla hafiften uyukladığı bir dönemde görüyoruz ki, bu yenilgi fazlasıyla hayırlı bir yenilgi olacak. Yeni Malatya'dan sonra ikinci bir diriliş ve isyan bekliyorum şahsen takımdan. Hepsini (Stoch hariç) alnından öpüyorum, "iyi ki Fenerbahçeliyim!" diyorum.

Fenerbahçe'nin asıl gücü olan, dünya üzerinde hiçbir ülkede eşi-benzeri bulunmayan büyük Fenerbahçe taraftarının önünde de saygıyla eğiliyorum.

Son sözüm de Türkiye'nin 3/4'üne: Kiminizin gıptayla, kiminizin hasetle baktığı bu görüntüler asla ve asla sizde olmayacak. Ne yaparsanız yapın, ölene kadar Fenerbahçe'ye hep böyle bakmaya devam edeceksiniz. Her zaman sizden bir adım önde olacağız. Bizde doğuştan olan bu şey, sizde yok çünkü. Varmış gibi yaptığınızda da komik ve acınası oluyorsunuz. Hepinizden (arkadaşım olan sınırlı sayıdaki istisnalar hariç) ölümüne iğreniyorum.

1 Kasım 2011 Salı

Mehmet Topuz


Mehmet Topuz gibi, yetenekleri sınırlı olan, tabelayı değiştirmeyen, en büyük özelliği çok koşması ve topa iyi vurması olan (ki Fener'de bu özelliğini hemen hemen hiç görmüyoruz) bir oyuncuya Gökhan Emreciksin ve 9 milyon avro para vermişti Fenerbahçe (Gökhan da 2'ye alındığı için toplamda 11 ediyor). Aklı başında olan, biraz matematik ve ekonomi bilen her insan bu transferin ne kadar saçma olduğunu, tamamen "pazardaki günlük dinamiklerin" sonucu olarak bu meblağlara ulaşıldığını vs. bilir, söyler ve söyledi de zaten. Üstüne bir de dönemin teknik direktörü Daum'un "bu çocuk 26 yaşına gelen kadar hiçbir şey öğrenmemiş, nerede duracağını bile bilmiyor" gibi demeçlerini okuyunca (yazarın notu: siktirsin!) Fenerbahçe taraftarlarının hemen hepsinde bu oyuncuyla ilgili genel bir karamsarlık hasıl olmuştu. Ama bu transferi, üzerinden geçen 2.5 yılın ardından başka bir gözle değerlendirmenin yeri ve zamanıdır.

Konuya kestirmeden gireceğim. Hani bir mahalle kahvesinde mis gibi tavşan kanı bir çay içersiniz, 75 kuruş verip çıkarsınız; ama aynı çayı, hatta daha kötüsünü Bebek, Tarabya, Ortaköy sahillerinde 5 liraya içersiniz ya.. Bu durumu sorduğunuzda da o parayı çayın kendisine değil, "ortama" verdiğinizi söylerler, ki bence haklı bir önermedir. İşte Topuz transferi bizim için öyle bir şey. Topuz, evet, belli konularda belki çok ekstra bir oyuncu değil. Ama işte başka konularda Türk futbolunda eşi benzeri az bulunur bir mücevher, her takımın kadrosunda bulunması olmazsa olmaz bir oyuncu. Dolayısıyla ona verdiğiniz parayı onun "görünen" ve sahip olduğu yeteneklere değil, "görünmeyen" ve rakamlarla ifade edilemeyecek kocaman yüreğine vermiş oluyorsunuz. Takım için terinin son damlasına kadar akıtan, mücadele eden, o mücedele uğruna kimi zaman sakatlanmayı bile göze alan, takım uyuşuk bir havaya büründüğünde boş bir topun arkasından ölümüne koşup arkadaşlarını ve seyirciyi ateşleyen, oyun disiplinine sonuna kadar sadık, kendisine (olabilecek) son raddede iyi bakan, kolay kolay sakatlanmayan, sadece darbeye bağlı sakatlık yaşayan, geçen yıl 34 maçın hepsine ilk 11'de başlayan, sezonu da 1 gol, 9 asistle bitiren bir oyuncu. Tabelayı değiştirmiyor diyoruz ama rakamlar 9 asist diyor. Örneğin Milan'da bir nevi Topuz'un ateşleyici rolünü üstlenmiş olan Gattuso'nun 13 yılda 9 asisti var mı acaba? Hiç sanmıyorum.

Dünkü Karabük maçında Bienvenu'ye attığı pas mesela, tek kelimeyle muhteşemdi. Zamanlaması kusursuzdu, bu sayede arkadaşı ofsaytta kalmadı. Şiddeti ve uzunluğu kusursuzdu, bu sayede tek vuruş ile gol yapılabildi. Yüksekliği de kusursuzdu, böylece Bienvenu'nün vuruşu yapmadan önce topu kontrol etmesine gerek kalmadı. Son derece basit gibi görünen o pas, takım arkadaşının da becerisi ile tabelayı değiştirdi ve +2 puanı takıma kazandırdı. Topuz işte böyle bir oyuncu.

Dün twitter'da @HercAn_ kardeşimin de söylediği gibi, Fenerbahçe takımında bu gidişle "2 sene içinde kaptan olup, 3 sene kaptanlık yapacak" bir oyuncu Mehmet Topuz. Onun için verilen 11 milyon avro anasının ak sütü gibi helal olsun. Tek sorun, bence kendi aldığı yıllık 2.5 milyon avroluk maaş ama tıpkı Emre gibi günün şartlarında verilmesi elzem olan bu ücret, kontrat yenileme döneminde daha usturuplu bir seviyeye çekilecektir. Buna kendisi de razı olacaktır, bu kadar da temiz bir adam.

Öte yandan, tüm bu yazdıklarımız gün gibi ortadayken Sabri'lerin, Aurelio'ların cirit attığı ve artık şahsen iğrendiğim Türk Millî takımının değişmez ismi olması gereken Mehmet Topuz, kadroya bile alınmıyor. Onu seçmeyen Oğuz Çetin başta olmak üzere tüm yetkililerin yedi sülalesinin kulakları da, her hafta 25 milyon tarafından çınlatılıyor. Topuz böyle oynadıkça çınlatılmaya da devam edecek..

31 Ekim 2011 Pazartesi

Ne mutlu Fenerbahçeli olana!

Karabük maçında insafsızca ve kalleşçe oyundan atılan kaptanımız ve asbaşkanımız.. Buraya maçtan sonra yerde oturan Cristian'a arkasından yaklaşıp yanağından öpen Volkan'ı, Topuz'u alnından öpen Orhan Şam'ı vs. de koyabiliriz. Bu camiada bu görüntülerden çok var ve hepsi de samimi.. O kadar mutluyuz ki kimliğimizden, galibiyetler, puanlar, kupalar umrumuzda değil. Bu birliktelik, bu adanmışlık, bu sahiplenme, bu dayanışma bize fazlasıyla yetiyor. Diğerleri bok içinde debelenmeye devam etsin.

30 Ekim 2011 Pazar

Mayer Hawthorne - How Do You Do (2011)


Ann Arbor, Michigan yerlisi Andrew Cohen'ın (aka Mayer Hawthorne) müziğini tanımlamaya acaba nereden, nasıl başlamalı? 2000'li yılların ilk yarısında çeşitli gruplara dâhil olup ayrılan, akabinde solo olarak takılmaya başlayan ama muhtemelen çalışmalarını eş-dost-akraba üçgeninin dışına taşıyabilmeyi o zamanlar pek de düşünmeyen multi-enstrümantalist adamımız, '60'ların sonu/'70'lerin başı soul single'larını anımsatan şarkılarının bir yapımcı tarafından çok beğenilmesiyle işi ciddiye döker. Ne denli yetenekli bir sanatçı olduğunu kanıtlayan çeşitli single'lar peş peşe geldikten sonra nihayet 2009 yılında "A Strange Arrangement" isimli ilk uzunçalarını kotarır. Son derece olumlu eleştiriler alan, satış olarak da fena bir seyir izlemeyen (ve başta Kanye West olmak üzere pek çok ünlü ismin övgüsüne mazhar olan) söz konusu debut'nun ardından, içinde bulunduğumuz ayın başlarında işbu postun konusunu teşkil eden ikinci albümü piyasaya sürülür.

Hawthorne'un müziği için "samimi, romantik, yumuşak, duyarlı, nazik, yerinde duramayan, iyi huylu" gibi pek çok sıfat akıllara gelebilir. Soul ve R&B sınırları dâhilinde gezinen ama bu türlerin "en dinlenebilir, en rafine ve en pop" hallerini ortaya koyan sanatçı (ki bu asla kötü bir şey değil), albümdeki hemen hemen tüm enstrümanları da kendisi çalıyor. Müziğinin en önemli elementi ise tanrı vergisi diyebileceğimiz olağanüstü güzellikteki sesi. Hemen her şarkıya damgasını vuran ve dinleyeni adeta kendinden geçiren bu ses, Hawthorne'un yine bizzat kendi yazdığı seksi ve duygusal liriklerle birleşiyor ve karşı konulması neredeyse imkânsız bir karışım çıkıyor ortaya. 8/10