Haftalardır gösterime girmesini beklediğimiz "Up in the Air (Aklı Havada)" genç yaşında çok başarılı işlere ("Thank You for Smoking", "Juno") imza atan Jason Reitman'ın şu âna kadarki en iyi filmi. ABD'de yere-göğe konulamaması bir yana, bir ekonomik kriz öyküsü gibi görünüp aslında onu fon alarak bir orta yaş bunalımı öyküsüne dönüşüyor ve özellikle bu kısmıyla çok etkileyici.
George Clooney'nin canlandırdığı Ryan Bingham, hayatını 1 yılda 320 bin mil yapacak kadar (Ay 250 bin mil uzaklıkta, oradan pay biçiniz) uçaklarda geçiren, kendi evine yılda sadece 50-60 gün uğrayan, bu arada çalışanları işten çıkarmakla uğraşmak istemeyen patronların bu "pis işlerini" (gayet kibar bir şekilde) yerine getiren orta yaşlı bir adam. Hayatını hiçbir şeye bağlı olmadan, hiçbir yere ait hissetmeden, sistemin bir parçası olarak ve o sistemi fazla sorgulamadan steril bir şekilde yürütüyor. Bulduğu bir sevgili ve yanına verilen çaylak ile kurduğu iletişim sonucu bazı şeyleri değiştirme yoluna gidiyor ama bu kez de karşısına çıkan bir takım engellerle baş etmek durumunda kalıyor. Gerçekten de kusursuz çizilmiş diyebileceğim bu karakterin film boyunca yaşadığı dönüşüm sürecinin muhafazakâr bir mesaja meyletmeyip sadece "niyette" kalması tek kelimeyle olağanüstü. Sefil bir hayatı varmış gibi görünmesine ve ahlâki olarak seyircinin benimseyeceği suların çok uzaklarında kulaç atan biri olmasına rağmen bize hiç de antipatik gelmemesi ise birkaç nedene bağlanabilir: İşini çok iyi bilmesi ve yapması, kendinden emin görüntüsü, hazırcevaplığından net bir şekilde okunabilen keskin zekâsı vs.
Elbette hepsinden önce Clooney'nin sınırsız karizmasından dem vurmak gerekiyor. Artık oynadığı her role muhteşem bir yorum katabilen Clooney harikulade bir oyunculuk sergiliyor diyebilirim. Ama Bingham karakterinin (kendisinin) de hakkını vermek lâzım. İncelikle yazılmış, konvansiyonel sinemada çok sık rastlamadığımız derinlikte bir karakter bu. Örneğin işten çıkardığı ve iki çocuğu olan adama yaptığı inanılmaz duygusal konuşma ile seyircinin sempatisini kazanmaya çok yaklaşıyor Bingham ama sadece birkaç saniye sonra içinde bulunduğu o emosyonel havanın nasıl da sahte olduğunu gösteren bir mimik ile yeniden, başından beri tanıdığımız adama dönüşüveriyor. Yanındaki verimlilik uzmanı kız bir bakıma bizim de Bingham'a olan bakışımızı temsil ediyor; kızla birlikte biz de onu an be an daha iyi tanıyoruz ama film burada kesinlikle bir taraf tutmuyor. Karakter çizme dediğimiz şeyin kusursuz bir örneği olduğunu söylemem de bundan, aralarındaki tartışmalarda çoğu zaman Bingham haklı çıkmayı "beceriyor" ama haksız olduğu anlar da var mesela. Bu açıdan başroldeki kişi ile ilgili tercihleri, filmi benim açımdan çok özel bir yere koyuyor.
Clooney dışındaki oyuncuların hepsi görevini layıkıyla yapmış ama Vera Farmiga'ya ayrıca değinmek gerek. "The Departed"da hem Matt Damon hem de Leonardo Di Caprio ile kırıştıran Farmiga, kısa listesine bu kez Clooney'yi eklerken son yıllardaki en iyi kadın oyunculardan biri olduğunu kanıtlayan bir performans ortaya koyuyor. En sevdiğim aktrislerden olan Laura Linney'nin tarzına yakın gördüğüm Farmiga'nın, gelecek dönemde daha önemli rollerde karşımıza çıkmasını diliyorum.
Yönetmen Reitman ise bir kez daha senaryonun ruhuna çok uygun, dinamik ve eğlenceli bir iş çıkarıyor. Aslında filmin bir karamizah mı yoksa sosyal içerikli bir dram mı olduğu çok belli değil. Her ikisini birden olmaya çalışırken yoldan çıktığı da söylenebilir ama onun dışında hemen hemen hiçbir kusuru bulunmayan bir film var karşımızda. Oscar yarışı için çok çok iddialı gördüğüm bu yapımı herkesin izlemesini öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder