6 Şubat 2009 Cuma

Nur içinde yat İslam Baba

Birlikte büyüdüğüm ve taraftarlığımı pekiştiren, büyüten, besleyen yazılarının müptelası olarak seni çok özlüyorum.

---

FENERBAHÇE YENİLMEZ

Bu bir Fenerbahçe destanıdır.

Bu 4-3'lük kupa destanını gören yaşı yirmilik Fenerbahçe taraftarı, bir 30 yıl, Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti söz konusu olduğunda hep bu maçı anlatacaktır, böbürlenerek Fenerliliğini höpürdeterek.

Ve Fenerbahçeli şu destan maça şöyle bir kabadayılık asacaktır. "Biz onlara ilk yarıda 3 gol avans verip, Galatasaray'ı kupada paçavra ettik."

Ne müthiş ne uyunamaz bir kabus ilk devresi idi; Fenerbahçe için.

Baldırına çok iri bir bandaj geçirmiş bir Oğuz maç başlamadan önce çimene pek nazlı koyduğu sol ayağı ile Fenerbahçe için sakatlıktan sonra gelen bir mutluluk muydu, yoksa hiç çözülmeyecek bir bilmece miydi?

Fenerbahçe'nin mevsim başından beri bir türlü klas ve emek disiplinine sokamadığı geri dörtlü, Prekazi gibi umulmadık uzak goller vuran, Uğur gibi çok ters gol kontratakları çıkartan, Tanju gibi onsekiz dışı ve içi hareketlerde esrarengiz file senaryolari yazan rakipler karşısında, ne kadar başarılı bir defans grafiği çizeceklerdi?

Maç başladıktan sonra görüldü ki, Oğuz'un sol ayağı Tanrı'dan kendisine verilmiş bir sol ayak değil, sonradan takılmış bir tahta bacaktı, sanki. En basit top kontrolünü yapamıyor, o sihirli ve rahat driplinglerine kişilik koyamıyor, oyunun Galatasaray orta sahasına doğru kaçışını çaresiz gözlerle seyrediyordu.

Oğuz kaybolmuştu, arkasından Fenerbahçe kaybedecekti belki de.

Çünkü alabora olan Fenerbahçe orta saha gemisinden sonra bu alanın gerisinde titrek bir filika gibi oynayan geri dörtlü, giderek kabaran ve haşinleşen Galatasaray denizinin üstünde fazla canlı olarak kalamayacaktı.

Maç iri bir orkinos ağı gibi örülüyordu, Fenerbahçe'nin üstüne. Çok iyi oynamaya başladığı zamanlar, eksantrik görüntülerle Galatasaray defansının önleyemediği gol pozisyonları bulduğu zamanlar, Deda'nın dönmüş düdüğüne teknik tavırlar koyduğu zamanlar.

Ne oldu biliyor musunuz?

Fenerbahçe, Galatasaray'dan 3 gol yedi.

Biri acemi savunma hareketli Ergin'in penaltısından, ikincisi rakibe sunulmuş ters bir kafa vuruşundan, üçüncüsü yan hakeme göre nizami, tv yayınına göre ofsayt kritik bir hareketten.

Fenerbahçe ile alay ediyordu; Galatasaray kale direkleri. 3-0 yenik bir Fenerbahçe'nin Hasan'ın ayağından çıkan volesi bile Galatasaray'ın yan odunlarından birisine vuruyordu.

Ne vardı 3-0'dan sonra Galatasaray galerisinde? Tribünlerin hepsinde, vatandaş tribününde basın ve şeref tribünlerinde ciklet yerine Fenerbahçe'yi çiğneyen alaylı şapuşupurlar ve rakibini küçümseyen dudak valsleri.

Avrupa kupasında final hayali görürken, kendi hayatını öldüren, Türkiye Ligi'nde ise bu yıl hiç doğmamış Mustafa Denizli'nin ortalara çıkıp piste dikilip, kupanın hiç olmazsa yerlisinde yeni bir final hayatı araması ve bu hayatı yakaladığına inanmasi, o kadar doğaldı ki.

Fakat o Galata kulesi dibi eski yahudi kılıklı eskiciye benzeyen, her maçtan önce güya Galatasaray'ı ısıtan hamamcı görevini üstlenen o Alman kondisyoner pandomimcisi devre biterken, hangi top ilim ve irfanına sığınarak eli ile Fenerbahçe tribünlerine "beş... beş..."
işareti yapıyordu?

O ELİ, FENERBAHÇE LAVABONA SOKAR SONRA...

Bitmemiş bir maçın, en tehlikeli yanı "güven"in dozudur.

Mustafa Denizli ve takımı maçın ikinci yarısına maçı kazanmış ekip güveni içinde çıkarken, kendi timinin bünyesine 5 yer değişikliği ile başka bir nefs ve hırs sokan Veselinovic'in Fener ihtarını, ne Galatasaray, ne de Mustafa Denizli ciddiye aldı.

Herhalde kazandığını düşünen bir takım, kaybetmeyi düşünmeyen bir ekiple yarışırken, ne onun kadar inançlı, ne onun kadar yırtıcı, ne onun kadar hırslı, ne onun kadar onurlu olabilir.

Bir metafizik gol atan Aykut kaybetmeyi düşünmüyordu. İkinci devre boyunca Galatasaray yarı sahasında şeytanın bolerosundan figürler yapan Rıdvan kaybetmeyi düşünmüyordu. Galatasaray yarı sahasının sol tarafına hangi sarı-kırmızı futbolcu gelmişse onları ayaklarından püskürttüğü eterle bayıltan Hakan kaybetmeyi düşünmüyordu.

Hele hele 90 dakikanın her dakikasinda, sahanın her yerinde Galatasaray takımı ile tek adammış gibisine mücadele eden, 3 muhteşem gol atan ve şimdilerde "Türkiye'nin en iyi santrforu" fetfasını çıkartan Hasan, kaybetmeyi hiç mi hiç düşünmüyordu.

Bu maç basit bir maç değil, Fenerbahçe için bir tarih maçtır.

Belki Fenerli bir şair, ileride bu maçın üstüne şöyle bir mısra düşecektir: FENERBAHÇE YENİLMEZ... BU FORMA İLE DALGA GEÇİLMEZ!

Tanjevic'le olmuyor

Fenerbahçe'nin basketbol takımının durumu, futbol takımına nazaran biraz daha iyi. Neden dersiniz? Çünkü Aziz Yıldırım oraya burnunu sokmuyor da ondan. Allaha çok şükür, basketboldan anladığını iddia etmiyor. Onu da iddia etse ve şubeye bir bulaşsa, şu anda bulunduğu yerleri bile ararız basket takımının, önce bunu bilelim.

Sonrasında ise karşımıza Tanjevic çıkıyor. Basketbol şubesinden sorumlu yönetici Mahmut Uslu, menajer Nedim Karakaş ve koç Tanjevic basket takımıyla ilgili her türlü tasarrufa birlikte karar veriyor. Bu seneye kadar da gerçekten inanılmaz işler yaptı bu üçlü. Ama bu sezon tam anlamıyla çuvalladılar. Fener takımının neredeyse % 40'ı diyebileceğimiz Solomon'ın gitmesinden sonra Marques Green gibi onun üçte biri olamayacak kalibrede bir guard ile anlaşarak sezonun tamamını sabote ettiler. Oysa en bilinen gerçektir ki, bir takım ancak oyun kurucusu kadar konuşur.

Peki bir guard nasıl olmalı? Benim için guard'ın birinci özelliği iyi savunma yapması, ikinci özelliği de takımı oynatmasıdır. Kendisinin oynamasına gerek yok. Ama takımı oynatırken her türlü formata ayak uydurabilecek yetenekte olması lâzım. Hızlı hücum yapılması gerekiyorsa onu en iyi o yapmalı, yok eğer tempoyu yavaşlatmak lâzımsa onu da becermeli. Arada bir cezalandırıcı şutları da sokarsa tamam. Aslında Solomon'da bunların hepsi vardı zira o muazzam bir oyuncu. Ama mental problemleri ve bir guard'a göre sorumsuz oyun anlayışı puanını düşürüyordu. Böyle bir guard'ı göndermişken yerine dünyada hiçkimseyi savunamayan, müdafaa özürlü Green ile anlaştılar ve her şeyi rezil ettiler. Genel olarak tüm özelliklerine bakıldığında Solomon 10 üzerinden 9 ise, Green 6. Mesela Siena'daki McIntyre 8, Unicaja'daki Cabezas 8, hatta geçen yıl Rytas'ta oynayan (bu yıl AJ'de şu anda) Hollace Price bile 7 ya da 8 diyebilirim. Sonuçta para çok Fener'de, yatırım da bu kadar büyükken McIntyre Siena'dan alınabilirdi; Efes aynı takımdan Thornton'ı nasıl aldı?

Netice olarak Tanjevic birinci büyük hatasını kadroyu kurarken yaptı. Dünya yıldızı Gricek'i bize izlettikleri için müteşekkiriz ama sezonun yarısını sakat geçirdi adam. Şimdi geri döndü ve klasını ortaya koymaya başladı ama dünyanın en iyi şutörlerinden olan Hırvat yıldız için "özel" hazırlanmış 1 tane set gördünüz mü? Örneğin 2 screen'den birden çıkıp boş bir üçlük gönderdiğini falan? Hayır, biz onun yerine Gricek gibi bir adamın eline topu verip kendi pozisyonunu yaratmasını istiyoruz ve bu dünyada bunu ondan isteyecek tek koç Tanjevic'tir herhalde.

Bunun dışında Fener'in adam gibi savunma yaptığını, bu konuda muazzam bir iştaha sahip olduğunu da söyleyemeyiz. Mental olarak güçlü bir takım değiliz, biraz baskı ile hemen dağılıyoruz. Bunların hepsi koçla alâkalı hassas mevzular. Tanjevic'in abuk oyuncu değişikliklerini de üstüne koyarsak resim tamamlanıyor.

Onca asık suratına ve disiplinli görünüşüne rağmen Tanjevic'in takım üzerinde mutlak bir hakimiyetini göremiyorum ben. Dünün koçu Gentile bile Roma'ya bir kimlik vermiş, Lorbek'i kaybetmelerine rağmen müthiş bir yıl geçiriyorlar. Savaşan bir takım kurup önce "Euroleague müdafaası" dediğimiz şeyi halletmişler. Biz ise her maç savunmayı bizden daha istekli ve daha iyi yapan takımlarla oynayıp duruyoruz. Bizden pahalı takım da daha iyi savunma yapıyor, daha mütevazı takım da; ben bu işi anlamadım.

Fener'de öyle müthiş bir kadro var ki, sadece Solomon dönse Avrupa şampiyonluğuna oynar. Ama bu koçla değil.

5 Şubat 2009 Perşembe

Everton kazandı

Yüceler yücesi Merseyside derbisinde gülen taraf bir kez daha Everton oldu. FA Cup 4. tur ilk maçında Anfield'da yenişemeyen iki takım o maçın tekrarı için Goodison Park'ta karşılaştı. Ercan Taner'in yine fazla abartılı bir heyecan içeren anlatımıyla golsüz geçen bir 90 dakikaydı. Uzatmalarda kader ağlarını ördü ve Gosling'in 18 içinde önce ne yapacağını şaşırdığı ve alelacele kaleye gönderdiği top inanılması güç bir şekilde 50 cm içinde 2 Liverpool oyuncusuna çarparak yönünü belirledi ve direğe çarpıp gol oldu. Yapacak bir şey yok, hem de bu gol 118. dakikada geldi, bu daha da acı. Ve en acısı Everton bu kupada en fazla 2 tur daha gider, sonra tokadı yiyip elenir. Onlar adına da bu kupayı kazanmakla eşdeğer bir Liverpool zaferi kalır geriye, sevinmek için.

Dün bir post ile kalayladığım Benitez, Gerrard'ın oyundan çıkmasından sonra Benayoun'u ikinci forvet oynatmak gibi bir dangalaklığa nasıl imza attı, hâlâ anlamış değilim. Benayoun'u sağ kenara koyup Kuyt'ı Torres ile yan yana oynatsa belki Liverpool rakip yarı alanda biraz daha fazla top tutabilirdi. Buna rağmen oyunda üstün olan da onlardı ama dün üstüne basarak söylediğim gibi öyle yerden ayağa pas yapmak çok güzel görünse de maç kazandırmıyor.

Son bir not: Ercan Taner "Ozmın" diye okunması gereken bir ismi üstüne basarak ve tam da Türk vurgusuyla 2 saat boyunca "Osman" diye okuyarak nereye varmak istiyor, anlamış değilim.

Everton (4-4-1-1): Howard - Hibbert, Jagielka, Lescott, Baines - Arteta, Neville (106' Van Der Meyde), Osman, Pienaar (60' Rodwell) - Fellaini (53' Gosling) - Cahill

Liverpool (4-2-3-1): Reina - Arbeloa, Skrtel, Carragher, Dossena - Lucas, Alonso - Kuyt, Gerrard (16' Benayoun), Riera (80' Mascherano) - Torres (101' Babel)

Gol: Gosling 118'

4 Şubat 2009 Çarşamba

A-Punk

Yılın en iyi albümlerinden birinin sahibi Vampire Weekend'den muhteşem bir eğlencelik. Klibi de güzel, kendisi de..



Johanna drove slowly into the city

The Hudson River all filled with snow
She spied the ring on his honor’s finger
Oh oh oh

A thousand years in one piece of silver
She took it from his lily white hand
Showed no fear she’d seen the thing
In the young men’s wing at Sloan-Kettering

Look outside at the raincoats coming, say oh!
x2

His honor drove southward seeking exotica
Down to the Pueblo huts of New Mexico
Cut his teeth on turquoise harmonicas
Oh oh oh

I saw Johanna down in the subway
She took an apartment in Washington Heights
Half of the ring lies here with me
But the other half’s at the bottom of the sea

Look outside at the raincoats coming, say oh!
x4

Arda'nın fotoğrafları

Arda Turan'ın eski kız arkadaşıyla samimi bir haldeyken çekilmiş fotoğrafları basına yansıdı. Ali Okancı'nın çağrısına uyarak bu (kendince) atlatmayı yapan ahlâk yoksunlarını kınamak istedim ben de. Sonuçta o kızcağız da çok zor bir duruma düşürülüyor, bari onu düşünün be kardeşim.

Arda'yı maç içinde yaptığı ve itici kelimesiyle açıklanamayacak iğrenç hareketleri nedeniyle artık ben de sevmiyorum ama bu başka bir şey. Bu resmen kişilik haklarına bir tecavüz. Onun yerinde biz de olabilirdik diye düşünmek gerekir. Bu olayın sorumluları her kimse yazıklar olsun. Hiçbir blog sahibi arkadaş da bu fotoğrafları yayınlamayacaktır, yayınlamasın'dır.

En iyi 5 Martin Scorsese filmi


1. Raging Bull (10)
1980

2. Goodfellas (10)
1990

3. After Hours (9.5)
1985

4. The Age of Innocence (9)
1993

5. Taxi Driver (8.5)
1976

Diğer: Mean Streets (8.5), Kundun (8), Gangs of New York (7.5), The Departed (7.5), Shutter Island (7), The Aviator (7), Bringing Out the Dead (7), The Last Temptation of Christ (7), The King of Comedy (7), The Color of Money (7), Casino (6.5), Who's That Knocking at My Door? (6.5), New York New York (6.5), Boxcar Bertha (6.5), Cape Fear (5.5)

Arshavin ne yapar?

Yılan hikâyesi tabirini fazlasıyla hak eden bir süreç mutlu sonla bitti ve Rus futbolunun süperstarı nihayet muradına erdi. Real, Barca gibi takımlarla da adı anılmıştı ama Arshavin artık Arsenal için oynayacak. Arsenal hakkında sezon başından beri söylediğim küçümseyici sözlerde de azalma olabilir böylece. Zaten Wenger de bu transferle işin çoluk-çocukla olmayacağını anlamış görünüyor. Aslında Aston Villa'ya bakınca biraz geç kaldığını da söyleyebiliriz zira Şampiyonlar Ligi bileti Birmingham'a gitti, gidecek. Ve eğer bu olur ve Arshavin de Wenger'i kurtaramazsa söz konusu başarısızlığın hesabı çok kötü sorulur kendisine, sorulmalıdır da. Hani ülkemizde meşhur laftır ya, "birileri giydiği formanın ... forması olduğunu hatırlatmalı" diye; işte Wenger'in durumu da o hesap. Koskoca Arsenal'i bebeleri yetiştirip satan kişiliksiz bir kulüp yapmaya çalışıyor sanki Fransız ama süreç buna izin vermiyor işte.

İnanılmaz bir teknik kapasitesi, oyun zekâsı ve sürati olan Arsavin'in Adebayor ile "rüya" bir ikili olacağını düşünüyorum ben. Sattıracağı formalar, tribünlere çekeceği seyirci vs. ile geri dönüşü olmayan bonservisinin bir kısmını geriye döndürecektir zaten. Bunun dışında bence Eduardo'nun bile yıldızlaştığı bir ligde gerçek bir star olarak kısa sürede sivrilecektir. Maç kazandıran bir adam çünkü o. Bazen sıkışan oyunlarda kaybolup gidebiliyor ama genel performansı gerçekten de inanılmaz. Oynayacağı günleri merakla bekliyoruz.

Liverpool ve Rafa

Liverpool'un menajerler konusunda ciddi bir problemi var. 90'lı yılların sonundaki Fransız devriminden gaza gelip görev verdikleri Houllier zaten dingin zihin sahibi, etkisiz bir insandı. Onunla geçen 5 yıl olumlu adımların atıldığı ama lig şampiyonluğunun çok uzağında geçirilen bir dönemdi. Ama lig hariç mücadele edilen diğer 5 kupanın birden alındığı o unutulmaz sezon için hâlâ kendisine müteşekkiriz, ayrı konu.

Rafa ise bize Şampiyonlar Ligi gibi ulaşılması imkânsız gibi görünen bir hediye verdi, sırf bunun için bile başımızın tacıdır kendisi, bu da ayrı konu. Ama ligdeki zafer onunla da asla gelmeyecekmiş gibi görünüyor bana. Eğer bir mucize olur da gelirse bu, rakiplerin resmen aptallığıyla olabilir. Ki herkes aptal olsa da en azından Ferguson isimli tilkinin olmadığını biliyoruz, 15 yıldır acı bir şekilde öğrendik bunu. Nitekim 1-0'lara bağladığı maçlarla sessiz sedasız gelip zirveye oturdu, eksik maçını da alırsa 5 puan fark yapacak şimdi United. Çıldırmamak mümkün değil.

Peki Benitez'in suçu ne? Öncelikle Fener bahislerinde sürekli vurguladığım konu olan "kaynakların verimli kullanımı" diyebiliriz. Bir insan evladı bir futbol takımını yönetiyorsa, biz CM oyununda bile sanki para bizim cebimizden çıkıyormuş gibi hassas davranıyorsak, gerçek hayatta takım yöneten kişilerin birazcık (!) daha hassas olmasını beklemek herhalde hakkımızdır. Ama Rafa'ya bakıyoruz mesela, Riise'yi 5 milyon Euro bonservisle satarken, dünyanın en kazma sol beklerinden Dossena'ya 10 milyon verebiliyor. Kardeşim babanın parasını mı harcıyorsun? Mesela bir Vederson'dan, Hakan Balta'dan daha iyi olmadığı gün gibi açık olan; şahsen benim 2 milyon bile vermeyeceğim bir kazmaya nasıl kulübün 10 milyonunu bağlarsın yahu? Hiç mi utanmıyorsun, hiç mi seyretmedin bu adamı sen Udinese'de?

Sonra Riera var. Bire birde adamını asla geçemeyen, çabukluğu olmayan, topa inanılmaz vurup çok iyi orta yapan 28 yaşında bir oyuncu. Ve Benitez bu arkadaşa da 10 milyon Euro verdi, inanabiliyor musunuz? Hepsinden rezili de Keane'e verilen 30 milyon Euro elbette. Bir kere pivot özelliği olmayan, yüzü dönük forvet olarak dünyanın en iyisi Torres var elinde; onun yanına millî takımdaki partneri Villa gibi sırtı dönük top saklayabilen, organizasyon yaratabilecek birinin alınması gerekirken, gidip aynı paraya Torres'le neredeyse aynı tipteki Keane'in alınması tam bir teknik adamlık skandalı. Bunu zaten bu sayfalarda yazmıştım. Şimdi bir de 7-8 milyon zararla geri verdi Keane'i, allah seni bildiği gibi yapsın arkadaş, ne diyeyim bilmiyorum.

Ben şu hâlimle Liverpool'un menajeri olsam bu kadar saçma transferler yapmam, ama Benitez bol buldu parayı, neresine süreceğini şaşırdı herhalde. Bir de son 12 maçın 7'sinin berabere bitmesi var. İlerde top saklayıp hücumlara pivot olabilen bir forvet de hâlâ yok takımda. Bunun sıkıntısı o kadar bâriz görülüyor ki, nakış gibi yapılan o paslar galibiyetlere ve yaratıcılığa yetmiyor ne yazık ki.

Şimdi sözleşme yenilemeye yanaşmıyormuş Benitez. Bir söylentiye göre de Real ve Atletico kendisi ile ilgileniyormuş. Bence de misyonu tamamlanmıştır İspanyolun bu kulüpte. Gideni aratmayacak "winner" bir teknik adam gelecekse gitmesi en hayırlısıdır. Şampiyon olunsa da bu böyle bence. Liverpool hayalleri kuran Mourinho olabilir mesela, başka bir isim de gelmiyor aklıma. Neticede bu, kulübü yönetenlerin işi.

3 Şubat 2009 Salı

Tümer Metin'den...

Tümer Metin Fenerbahçe ile sözleşmesini fesh edip Larissa'ya döndü bilindiği gibi. Şimdi yurt dışındaki hizmet süresini 3 yıla tamamlayıp bedelli askerlikten yararlanmak için 2.5 sene gurbette kalacak. Gider ayak bir takım açıklamalar yapmış bu arada. Ben Tümer'i hiçbir zaman sevmedim ama dobralığını hep tuttum. Aslında açıklamalarına bakıldığı zaman bir takım çelişkiler okunabilir, Tümer gibi birinin güvenilirliği de sorgulanabilir ama takımdaki yabancılarla ilgili olarak söyledikleri gerçekten de ilgi çekici. Sezon başından beri Carlos, Deivid, Edu ve Alex'in ruhsuzluğuna küfredip hepsinin takımdan gönderilmesi gerektiğini yazıyorum, malûmunuz. Sonuçta bu kadar ruhsuz adamı bir araya toplayan başkan birinci suçludur, o ayrı ama hep söylediğim gibi geçen yıl Sami Yen'deki maçı her hatırlayışımda bu çingenelere dalmak geliyor içimden. Tümer'in sözlerine bakınız:

"Son 100. yıl şampiyonluğunda Rüştü, Tuncay, Ümit ve Tümer gibi Türk oyuncuların olayı sahiplenmesi, olaya sahip çıkması başka bir boyuttaydı. Bence şu anda Türk olarak Fenerbahçe'de o ağabeyliği yapacak kimse yok. Zaten yabancılar da buna müsaade etmiyor. Bunu net bir şekilde söyleyebilirim. İçerideki yabancıların çok duyarlı olduğunu düşünmüyorum ben. Geçen sene kaybedilen bir şampiyonluk maçı izledim, Ali Sami Yen'de Galatasaray'a karşı; böyle bir şey olamaz. Maçtan sonra soyunma odasını da gördüm. İki gün sonra antrenmandaki halleri de biliyorum. Türkiye'de işler böyle değil. Yabancıların bakış açısı; Türk futbolcuların yaşadığı duygusallıkla, Türk futbolcusunun sosyal hayatta yaşadığı sıkıntılarla, yaşadığı zorluklarla eşdeğer değil ve olamaz da. Nihayetinde sezon bittiğinde adam alıp bavulunu ülkesine gidiyor. Biz burada kalıyoruz ve kaybedilen şampiyonluğun verdiği bütün sıkıntıları bu ülkede yaşıyoruz."

O maçta Alex'in maç 0-0 iken kaleciyle karşı karşıya kalıp dünyanın en ruhsuz vuruşunu yaptıktan sonra burnunu silerek, bilmem neresini sallayarak arkasını dönüp gidişini hatırlayan herhangi bir Fener taraftarının; 1000 gol, 2000 asist de yapsa böyle bir adamı içine sindirmesi mümkün değildir. Bunu da ben söylüyorum. Sezon başından beri bana Alex'i savunan kardeşlerim takım içinden yükselen bu sese, "2 gün sonra antrenmandaki halleri de biliyorum" diyen bu sese kulak versin biraz. Ricamdır.

'Kupa beyi' elendi

Sivas'ta, lig maçındakine oranla çok daha iyi görünen bir zeminde oynanan Sivas-G.Saray kupa maçı gerçekten de nefesleri kesti. Yaklaşık 15 (!) eksikli G.Saray'ın, rakibe beraberliğin bile yettiği bir ortamda seriden mağlup ayrılması sürpriz değil belki ama, ilk golü atarak maçın başında öne geçmesi gerçekten de sürprizdi benim için. "Sivas'ın büyük maç sendromu geri mi döndü?" diye düşünürken yeni transfer, kaliteli kumaş Kamanan'ın inanılmaz füzesi ile maça eşitlik geldi. 120 dakikaya baktığımızda ise bunca eksiğine rağmen G.Saray'ın oynadığı futbolun müthiş olduğunu düşünüyorum. Sezon başında kurulan kadronun ne kadar (ligde açık ara) iyi olduğunun kanıtı bu oyun. Her ne kadar hem topla oynama hem de pozisyon açısından denk bir maç olsa da sonuçta sahaya çıkan kadrolar doğrultusunda söylüyorum bunu. Yoksa Sivas'ın başarısı da asla küçümsenecek gibi değil. Artık övmekten yoruldum onları.

Neticede 31 senelik hayatımda Türkiye Kupası'nın ebedî sahibi diyebileceğim kadar çok şampiyonluğunu gördüğüm bir takım elenmiş oldu. 5 yaşındaki hayal meyal hatırladığım şampiyonluğu Fener'in tekrarlayıp tekrarlamayacağını, hakemlerin buna bu kez izin verip vermeyeceklerini Beşiktaş eşleşmesinde göreceğiz; yarı finalde ya da finalde...

Beckham dersleri, almasını bilene...

David Beckham Milan'a transfer olduğunda herkes bunun "reklam" tandanslı bir operasyon olduğundan dem vurmuş, birkaç yüz bin (!) forma sattıktan sonra Milan'ın bu oyuncuyu göndereceğini zannetmişti. Ama Beckham'ın dünyadaki "yıldız" imajının tam aksine, mesela CM oyununda "hard working midfielder" olarak geçen, profesyonellik abidesi bir sporcu olduğunu kimse hesap etmiyordu. Beckham Milano'ya gitti, inanılmaz bir çalışkanlıkla idmanlarda kendini gösterdi, takımın baklava orta sahasında (hem de Gattuso'nun yerinde!) formayı aldı ve bir daha da çıkaracağa hiç benzemiyor. İnanılmaz bir profesyonellik hikâyesi bu. ABD'ye gittikten sonra dünya futbol piyasasının unuttuğu gerçek bir yıldızın, kendi muhteşem kariyerine olan saygısından beslenen bir isyan çığlığı adeta. Milan şimdi bonservisini almaya çalışıyor onun. Sahip olduğu bir değerin yeniden elmas gibi parlaması nedeniyle kanımca bu işteki en kârlı taraf olan LA Galaxy takımı bakalım ne diyecek bu işe.

Ligde 18. haftanın görünümü

Lider Sivas, Kayseri deplasmanından fena sayılamayacak 1 puanla dönmeyi başardı. Aslında zevksiz maçın tam hakkı da beraberlikti ama son dakikada Balili'nin volesi köşeye gitse galibiyet de gelebilirdi. Sağlık olsun. Neticede kendi sahasında oynadığı tüm maçların mutlak favorisi olan bu takım, böyle zor deplasmanlarda kaybetmez, nispeten kolay olanlarını da kazanırsa kesinlikle şampiyon olacaktır. Hesap basit ve bundan ibaret.

Kayseri ise hücum açısından tam anlamıyla skandal bir takım. Devre arasında iyi bir 9 numara bulabilirlerse, Aghahowa'dan da kurtulurlarsa ikinci yarıda ciddi bir çıkış yapabileceklerini yazdım. Ama onlar mesela takım değiştiren eski oyuncuları Iglesias'ı bile almayı düşünmediler. Karakter olarak dejenerasyon seviyesi son derece yüksek olan hocaları da bu haftaki gibi gerçek yüzünü gösterdiğinde, takımdaki problemlerin zannettiğimizden daha derin olduğunu anlıyoruz.

Trabzonspor Ankara deplasmanından muhteşem bir galibiyetle dönerken şampiyonluğun en güçlü adaylarından olduğunu kesin olarak gösterdi. Alanzinho da intibak ettiğinde son haftaya kadar şampiyonluğu kovalayan bir takım göreceğiz. Yattara'dan %50'nin üzerinde bir verim bile alabilseler çok daha farklı bir görüntü çıkabilir ortaya, bunu da hatırlatmak iserim. Bunun yanında Selçuk'un ve Colman'ın formu giderek yükseliyor, onlar adına bu da sevindirici.

Ankaraspor ligi ilk 5'in dışında bitirecek, Kayseri'nin hâline bakınca yüksek ihtimalle 6. Kadro kalitesi bir Anadolu takımına göre çok yüksek ama taraftar ve camianın minörlüğü yüzünden ciddi bir konsantrasyon ve motivasyon sorunu yaşıyorlar. Buna karşı da yapabilecek bir şey yok maalesef.

G.Saray vasat oynadığı Denizli deplasmanından kolay bir galibiyetle çıkmayı başardı. Kadrosundaki sakatlıklar düzelse Sivas ve Trabzon'un toplamı kadar bir kaliteye sahipler ama sakatlar düzelirken öte yandan yenileri ortaya çıkıyor. Yine de sahaya çıkan oyuncuların vasat bir gayreti, rahat galibiyetler için yetiyor bu kalitesiz ligde.

Fenerbahçe için ne yazayım bilmiyorum. Şu iğrençlik abidesi başkandan kurtulduğumuz günleri göreyim, başka bir şey istemiyorum. Hayatımda (Demirören hariç) bu kadar itici, bu kadar sevimsiz bir insan görmedim futbol camiasında. Ama söylenenlere göre karşısında kim çıkarsa çıksın seçimdeki galibiyeti kesinmiş. Eğer yeniden başkan olursa Fenerliliğimi dondurmayı bile düşüneceğim. Bir başka postta bu hususa değiniriz.

Beşiktaş'ın hâline ise üzülüyorum. Bu başkan ve teknik direktör ile gelecek fazlasıyla karanlık. 2 haftada ite-kaka alınan 2 galibiyetle bir anda havaya girdiler, hâlâ taraftarı keriz yerine koymaya çalışıyorlar. O taraftara sabır diliyorum.