6 Aralık 2008 Cumartesi

Spor ekranı

BUGÜN
19:00:.......M.United-Sunderland (Spormax)
19:00:.......Beşiktaş-Ankaraspor (Lig Tv)
20:00:.......Marsilya-Nice (Kanal A)
21:00:.......B.Rovers-Liverpool (Spormax)
21:30:.......Lazio-İnter (NTVspor)
22:00:.......Nantes-Lyon (Kanal A)
23:00:.......Bolton-Chelsea (Spormax)
23:00:.......Barcelona-Valencia (NTV)

YARIN
15:00:.......Trabzonspor-Kocaelispor (Lig Tv)
16:00:.......AC Milan-Catania (NTVspor)
18:00:.......West Ham-Tottenham (Spormax)
18:00:.......Lorient-Nancy (Kanal A)
18:00:.......Köln-Hamburg (Kanal 24)
19:00:.......Ankaragücü-Galatasaray (Lig Tv)
21:00:.......Goias-Sao Paulo (Spormax)
22:00:.......Paris Saint German-Le Mans (Kanal A)
22:00:.......Real Madrid-Sevilla (NTVspor)
23:00:.......W.Bromwich-Portsmouth (Spormax)

4 Aralık 2008 Perşembe

Keane istifa etti

Son haftalarda alınan inanılmaz kötü sonuçlar üzerine Sunderland menajeri Roy Keane takımdan ayrıldığını açıkladı. Son dönemde kederinden epeyi bir sakal da bırakmıştı, Tümer Metin gibi "maç kazanmadan kesmiyecem bunları!" falan mı dedi bilinmez. Ama takımı Premier League'e çıkaran ve kulüpte efsane hâline gelen bir ismin 2 yıl içinde bu duruma düşmesi gerçekten de üzücü. Sunderland sadık bir taraftarı, muhteşem bir stadı ve şanlı bir tarihi olan büyük bir kulüp. Bildiğiniz gibi komşuları Newcastle'ın da ezelî rakibi. Ama tıpkı onlar gibi Sunderland'ın da bir türlü yüzü gülmedi son 10-15 yılda. İngiltere'nin kuzeyinin toprağında mı, suyunda mı bir şey var bilmiyorum ama Boro'yu da o bölgeye katarsak, üçünü toplasan bir adam etmiyor. Bu arada Keane geçen sezon 70 M Euro civarı bir para harcayıp doğru düzgün bir takım kuramamıştı. Bu sezon da 30'un üzerinde saçtığı para ama yine bir numara yok. Her zaman söyledim, söylemeye de devam edeceğim: Teknik direktörlüğün %50'si sezon başında takımı kurma safhasında bence. Orada çuvallarsan istersen Einstein ol, hava gazı. Bunun bir örneği daha yaşanmış oldu.

Resimlerle #4

Hayırdır inşallah

Barcelona altyapısından yetişen ve şu anda 21 yaşında olmasına rağmen Arsenal takımının kaptanlığına erişen Cesc Fabregas, durduk yerde bir gün mutlaka İtalya'da oynamak istediğini ve tercihinin de Milan olacağını söylemiş. Ona göre diğer İtalyan devleri yıldız oyunculara bel bağlamış ama Milan organize ve takım oyununa dayanan futboluyla ülkenin en iyisiymiş. Eğer teklif gelirse hiç düşünmeden kabul edermiş. Yahu sen daha yeni, Gallas gibi bir oyuncunun yerine İngiltere'nin en büyük 3-5 kulübünden birine kaptan olmuşsun. Durduk yerde ne ortalığı bulandırıyorsun kardeşim? Bu genç çocukların menajerleri resmen oyuncak gibi oynuyor onlarla, ortaya da böyle kel alâka ve nerden estiği belli olmayan demeçler çıkıyor. Hakikaten boku çıktı şu futbolun...

Huntelaar Madrid'de

Ajax'ın genç ama tecrübeli golcüsü (ve kaptanı) Huntelaar sonunda rüyalarına kavuştu ve Avrupa'nın dev bir kulüplerinden birine transfer oldu. Real Madrid, Van Nistelrooy'un oldukça uzun sürecek olan sakatlığı nedeniyle doğan boşluğu da böylece gidermiş oldu. Söylenenlere göre ödenen bonservis bedeli 27 M Euro. Ama asıl soru, Huntelaar'ın nasıl bir performans göstereceği olmalı. Bu konuda takımdaki vatandaşlarının fazlalığı kendisine yardımcı olabilir ama ben ne şimdi, ne de gelecekte çok büyük bir başarı yakalayabileceğini düşünmüyorum. Çünkü her ne kadar Hollanda liginin altını üstüne getirse de öteden beri ben kendisini hiç tutmadım. Oyunda kopuk kopuk oynayan, ciddi bir devamlılık sorunu olan, çabukluğu ve gücü eksik bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Asla top class değil ama olabilir mi, ondan da emin değilim. Belki yanılırım.

Hildebrand serbest

Stuttgart takımında yıllarca istikrarlı bir şekilde sergilediği performansla kıtanın gözde kalecileri arasına giren ve geçen sezon başında şaşırtıcı biçimde Valencia'ya transfer olan Timo Hildebrand, teknik direktörü ile bir türlü anlaşamayınca kulübü tarafından serbest bırakıldı. Neden bonservis istenerek satılmadı, 29 yaşında böyle bir kaleciden nasıl bedava feragat edilir, bunlar muamma. Kahn'dan sonra kalesi güven vermeyen Bayern'in alacağını düşünüyorum ben, hatta İspanya'ya gittiği yaz da öyle düşünmüştüm. Ama Valencia hızlı davranarak (zamanında Edu konusunda yaptığı gibi) herkesi şaşırtmıştı. Masa başında götünden haber yazmaya alışık olan basınımız Fener'e lâyık gördü kendisini ama ben yabancı hakkının kaleciden yana kullanılacağını hiç sanmıyorum. Bakalım Timo nereye gidecek..

"Büyük futbolcular büyük futbol ister"

Bu söz, Casillas'a yapıldığı belirtilen uçuk teklif ile ilgili olarak, teklifi yapan Man City kulübüne ithafen söylenmiş; söyleyen de Fernando Torres. Biraz da Casillas'ın millî takımdan arkadaşı olması hasebiyle burnunu sokmuş meseleye ama netice itibarıyla çok doğru bir şey söylemiş Torres. Hoş, Man City o yolu zaten yavaş yavaş alıyor ama böyle abuk sabuk teklifler ne süreci hızlandırır, ne de büyük bir kulüp olmayı garantiler. Yapmaları gereken şey flaş, yeri yerinden oynatacak, akılları uçuracak transferler yerine yine "en üst düzeyde" kaliteli ama o kadar da flaş olmayabilecek isimleri transfer etmektir bence de. Mesela şu City yönetiminin zihniyetindeki adamlar dönüp Claude Makelele'ye bakar mı? Elbette hayır. Ama işte Chelsea'nin yaptığı şey tam da buydu: Kimyası olan bir dünya takımı yaratmak. Vieira dururken Essien, Nesta dururken Carvalho, Shevchenko dururken Drogba alındı o takıma ve başarı bu şekilde geldi. Bu ilkenin istisnası olarak Sheva yine alındı daha sonraları ve neticeyi gördük. İnşallah saçmalamadan akıllıca hareket ederek dev bir kulüp yaratırlar, biz de bütün dev ve büyük takımlar için yaptığımız gibi onların rakiplerini tutarız : )

1 Aralık 2008 Pazartesi

Bir Liverpool rezaleti daha...

Liverpool, Chelsea'nin (hem de) kendi sahasında mağlûp olduğu haftada yine kazanamadı ve 3 puan farkla lider olabilecekken sadece 1'de kaldı. Şurası bir gerçek: Benitez'in Liverpool'u 5 yıldan beri daima kendisinden daha büyük ve açık oynayan rakiplere karşı üstünlük kurabiliyor. Kendisinden küçük ve kapanan takımlara karşı ise bir kifayetsizlik âbidesi. Hele Torres olmadan takım adeta ağır konstipasyonlu bir hastaya benziyor. Stoke maçından sonra şu maçta da puan kaybettiler ya, yazıklar olsun.

Liverpool (4-4-2): Reina 7 - Arbeloa 7, Hyypia 7, Carragher 7, Dossena 7 - Benayoun 7, Gerrard 7, Alonso 7, Riera 6 (78' Babel 6) - Kuyt 8, Keane 6 (66' Ngog 6)

West Ham (4-4-2): Green 10 - Neill 7, Collins 7, Upson 7, Ilunga 7 - Faubert 6 (86' Boa Morte ?), Parker 7, Mullins 6, Behrami 6 - Cole 6, Bellamy 6

Şut: 25 - 7
İsabetli şut: 8 -2
Topa hakimiyet: %67 - %33
Kurtarış: 0 - 5
Korner: 17 - 5
İsabetli pas: 522 - 203

Ligde 13. haftanın görünümü

Lider Trabzon'u zaten yazıp duruyorum. Üç büyükler çok kötü olduğu ve bugüne kadar şansı da yardım ettiği için normalde toplaması gerekenden daha fazla puan topladı ve liderliğini sürdürüyor. Ama ışık veren bir takım oldukları da gerçek. Önümüzdeki hafta Kocaeli'ni de yeneceklerdir. Ondan sonraki hafta Bursa maçı zor.

Beşiktaş, teknik direktörünün çağ dışı yöntemleri yüzünden daha çook puan kaybeder. Denizli hem 80'li yıllarda kalmış, hem de bunun farkında olmayan ve işini at gözlükleriyle yapan bir hoca. Göreve geldiğinden beri belirttiğim gibi ipiyle kuyuya inilemeyecek birisi. Ancak ve ancak çok şanslı olduğu zaman başarı sağlayabiliyor. Bunu Beşiktaş'ta gerçekleştirir mi, gerçekleştirse ne olur?

Sivas ise resmen gerçek futbolseverleri büyülüyor. Teknik direktör Uygun inanılmaz bir hakimiyet ile takımına müthiş bir hücum futbolu oynatıyor. Ligimizin Werder Bremen'i demek istiyorum, eğer müseade ederseniz. Oynadıkları sistem de, oyun tarzı da aynı. Özellikle son haftalarda formsuz olan Yıldız ve Balili'nin G.Antep maçında iyi oynamaları çok güzel. Musa zaten resmen kademe atladı ve adeta bir istikrar âbidesi. Ön libero Kanfory Sylla da bölgesinde bu ligin en iyilerinden biri. Defans bloku son derece oturmuş durumda; Abdurrahman ve Hayrettin çok kaliteli iki bek. Bilica da Sylla gibi kendi mevkiinde ülkenin en iyilerinden biri. Yanında da Diallo, Sedat, Murat üçlüsünden hangisi oynasa fark etmiyor. Lig başından beri 8-9 maçlarını seyretmiş biri olarak samimiyetle söylüyorum: Sivas bu ligi şampiyon bitirebilir. İnşallah da son maça kadar zorlayacaklardır. Çünkü Trabzon'dan kesinlikle daha kaliteli bir futbol oynuyorlar. Üç büyükleri zaten saymıyorum. Dikkatle seyretmeye devam ediniz.

G.Saray hakkında ne yazsam bilmiyorum, burnumu sokmak da istemiyorum. Bir Fenerli olarak taraflı yazdığımı sanacak herkes. Ama Fener'in bu kadar rezil olduğu bir yılda G.Saray nasıl bu kadar kötü yönetilir, nasıl böyle çiftliğe döner? Biz Fenerlilerin bile kabul ettiği "Avrupa'ya açılan pencere" nasıl böyle şark zihniyetli bir kulübe dönüşür? İnsanın aklı almıyor. Feldkamp rezaleti de gösteriyor ki, G.Saray'da 2 Adnan gitmediği sürece aydınlık günlerin gelmesi zor.

Fenerbahçe, derbiyi kazanarak lige tutunmayı başardı. Devre arası aklı başında transferler yapılacağı söyleniyor. Bu yönetimi sevmiyorum, hocayı tasvip etmiyorum, Brezilyalılar çetesinden iğreniyorum. Devre arasını ve sonra da Mayıs ayındaki kongreyi bekliyorum.

Ankaraspor'un bu hafta puan kaybedeceğini öngörmüştüm ama yenileceğini düşünmemiştim. Ama hep belirtiyorum, öyle yana yana 10-15 pas yapmakla bu işler olmuyor. En kısa yoldan gole gitmenin de yolunu arayıp bulmak lâzım. Ama Aykut Kocaman kariyerinin başlarında çok umut verse de bunun gerisini yıllardır getiremedi. Ve galiba da hiçbir zaman, örneğin bir Mourinho'nun olduğu gibi "winner" bir hoca olamayacak.

Kayseri takımının da aynı şekilde defansı çok iyi ama hocası hücumdaki varyasyonlar konusunda fazlasıyla yetersiz. Bu hafta forma giymeyen ama takımın iki as forveti olan Aghahowa ve Purovic de bu yetersizliğin alâmet-i farikası adeta. Biraz daha kaliteli iki forvet gerekiyor bu takıma. Yoksa yine sezon başında dediğim gibi, ilk 6 bile zor.

30 Kasım 2008 Pazar

Premier League'de müthiş gün

Manchester derbisinde United, City'ye resmen ders verdi. Büyük takım olmanın öyle bugünden yarına olacak bir şey olmadığını, bunun için alınması gereken çok uzun bir yol olduğunu, çok para harcayarak büyük olunamayacağını gösterdi. 4 forvetle maça başlamasına rağmen rakibine boş alan bırakmadı United, ne istediğinin farkında olan ve almasını da bilen tam bir büyük takım havasındaydı. City ise 5 orta saha oyuncusu ile geride kapanıp kontra toplarla pozisyon bulma amacındaydı. Neticede ikinci yarının bir kısmını seyretmedim Fener-Telekom maçı yüzünden ama maçın %80'indeki görüntü buydu.

Man City (4-1-4-1): Hart - Richards (76' Sturridge), Kompany, Dunne, Garrido - Hamann (46' Elano) - Vassell (46' Zabaleta), Wright Phillips, Ireland, Robinho - Benjani

Man Utd (4-4-2): Van Der Sar - Rafael, Ferdinand, Vidic, Evra - Park (90' O'Shea), Fletcher, Carrick, Ronaldo - Berbatov (83' Giggs), Rooney

Arsenal ise tam anlamıyla bir mucizeye imza attı Chelsea deplasmanında. Hem de kendi kalesine attığı golle ilk yarıyı yenik kapatmasına rağmen ikinci yarıdaki karakterli oyunuyla maçı kazanmayı başardı. İki gol atan Van Persie maçın oyuncusu ama Arsenal'deki çocukların hepsi elinden gelenin maksimumunu verdi sahaya. Banko Chelsea'nin kazanacağını düşünen bana da ciddi bir kapak olmuş oldu bu galibiyet. Chelsea'nin artık Mourinho'nun defans anlayışı ile uzaktan yakından ilgisi kalmadı. Zaten kendi sahasında 80 küsur maç yenilmeyen bir takımın daha 7-8 maçta iki mağlubiyet alması da bir şeylerin değiştiğinin kanıtı. Deco'nun sol açık oynadığı, Alex dururken Ivanovic'in görev aldığı ilginç bir takım oldu Chelsea. Liverpool yarın kendi sahasında kazanırsa 3 puan farkla lider olacak.

Chelsea (4-1-4-1): Cech - Bosingwa, Ivanovic, Terry, A.Cole - Mikel (69' Malouda) - Kalou, Ballack, Lampard, Deco (81' Stoch) - Anelka

Arsenal (4-4-2): Almunia - Sagna, Gallas, Djourou, Clichy - Denilson, Song, Fabregas, Nasri - Adebayor (83' Bendtner), Van Persie

Efsaneler #1: Roberto Baggio

25 yıldır her türden futbol maçlarını seyrediyorum, hayattaki en büyük iki kahramanımdan biri Roberto Baggio'dur (diğeri Rıdvan Dilmen). Vicenza'da başlayan kariyerinde Fiorentina'ya gittikten sonra Çizme'nin en iyi futbolcularından biri hâline gelen Baggio, 1990 Dünya Kupası öncesinde o zamanın parasıyla 52 milyar liraya (19 milyon $) Juventus'a transfer olmuş ve bir dünya rekoruna imza atmıştı. Fiorentina taraftarlarının en sevdiği futbolcu olan ve kulüp tarihinin en iyilerinden biri kabul edilen Baggio, transferi aslında istemediğini ve mecburen kabul etmek zorunda kaldığını belirttikten sonra Floransa sokaklarında 5 kişinin yaralandığı ciddi olaylar çıkmıştı. İtalya tarihinin en başarılı takımı olan Juventus belki de tarihinin en kısır sezonlarını yaşıyordu o dönemde. Hatta Baggio, kulübü tarafından zorla satılması gündeme geldiğinde Milan ile kendisinin her konuda anlaştığını ama menajerinin kendisinin haberi olmaksızın Juve ile kontrat imzaladığını yıllar sonra, 2005 senesinde açıkladı. Şimdi bakıyorum, ben 13 yaşında biri olarak sadece Baggio yüzünden '90 yılından itibaren yıllarca Juve taraftarı oldum. Ama Juve'yi tutmadan önce de çocuk aklımla Milan'dan nefret ediyordum zaten. O Van Basten, Gullit, Rijkaard'lı takımın bir sezonu 34 maçta 38 gol atarak şampiyon bitirmesinden, 12 yaşında biri olarak bile nefret etmiştim. Bırakın gol yemeyi, pozisyon bile vermiyordu rakiplerine Milan. Ama Baggio Milan'a gitseydi ne olurdu? Kuşkusuz her şey bambaşka bir yöne giderdi. Baggio'nun kariyeri şimdi olduğundan çok daha parlak olurdu çünkü dediğim gibi Juve onunla ilk şampiyonluğunu bile 1995'te (yani onun son senesinde) kazanabildi. Buna karşın Milan o dönemde Serie A'yı resmen domine ediyordu mesela. Ayrıca Van Basten ile kusursuz bir ikili olurdu. Hatta Van Basten sonrası dönemde Massaro gibi bir adam bile o takımda leblebi gibi goller atıyordu. Ama ben Milan'dan o kadar tiksindiğim için muhtemelen Baggio'yu da sevmeyecektim. Böyle bakınca iyi ki Juve'ye gitmiş diyorum. Ama keşke Viola'da kalsaydı demek sanırım en güzeli, en şıkı.

Daha çocukken bir amatör maçta 6 gol attığı için Vicenza'ya transfer olmuştu. Bu takımla Serie C1'de geçirdiği yıllardan ve son senesinde yaşadığı şampiyonluktan sonra Fiorentina'ya gitti. İlk Serie A maçını Viali ve Mancini'li Sampdoria'ya karşı 21 Eylül 1986'da oynadı. İlk Serie A golünü Maradona'lı şampiyon Napoli'ye 10 Mayıs 1987'de attı. Juve ile 1993 yılında ilk ve tek Avrupa kupasını (UEFA) kazandı, o yıl Avrupa'da yılın futbolcusu ve Dünyada FIFA yılın oyuncusu seçildi. Juventus ile 32 Avrupa Kupası maçında 22 gol attı 5 sezon boyunca. 1995 yılında başkan Berlusconi'nin ısrarları sonucu Milan takımına gitti. Juve'nin onu daha 28 yaşındayken bırakması enteresan ama o zamanlar Del Piero'nun taraftarın yeni yeni gözdesi olmaya başladığı yıllardı. Juve de onunla tek Uefa Kupası, tek lig şampiyonluğu, tek İtalya Kupası kazanmıştı zaten. Ayrıca '94 dünya Kupası'nda kaçırdığı o penaltıdan sonra da ışıltısı gitmişti Baggio'nun.

Milan ile daha ilk yılında lig şampiyonu oldu (iki yıl üst üste farklı takımlarda şampiyon olan ilk İtalyan futbolcu). '97 yılında, sezon sonundaki Dünya Kupası için daha fazla forma giymek adına Bologna'ya gitti ve orada kariyerinde lig için en yüksek rakam olan 22 gol attı. Dünya Kupasına giden kadroya seçilmişti ama çok daha formda olan onun yerine Cesare Maldini her maçta Del Piero'ya görev veriyordu. Çeyrek finalde Fransa karşısında Del Piero'nun yerine oyuna girdiğinde İtalya'nın çok daha iyi futbol oynadığını herkes gördü. Hatta Baggio'nun doksanı yalayan bir şutunu hatırlıyorum şimdi, Barthez'i koruduğu kaleye. İtalya o maçta penaltılarla elendi, Baggio 94 yılındaki tatsız anıya karşın takımın ilk penaltısını çok rahat bir şekilde kullanmıştı. Maldini de turnuva sonrasında ona hak ettiği dakikaları vermediği için özür dileyecekti.

Turnuva sonrası Inter'e giden Baggio, gayya kuyusunu andıran bu kulüpte 2 sezon oynadı, 15 gol attı. Sonra inanılmaz bir karar ile 33 yaşında Brescia'nın yolunu tuttu. İlk sezonu onun standartları için vasat geçti ama ikinci sezonuna inanılmaz bir şekilde başladı. 34,5 yaşında girdiği o sezonda ilk 9 maçta 8 gol attı ve onuncu maçta çok büyük bir sakatlık geçirdi. Sezonun son 3 maçında sahalara dönebildi, döndüğü maçta eski takımı Fiorentina'ya 2 gol attı. Sonra Bologna'ya bir tane daha ve sezonu 13 maçta 11 gol ile bitirerek tüm zamanların en büyük oyuncularından biri olduğunu bir kez daha kanıtladı. 2004 sezonunun kapanışında Milan deplasmanında kariyerinin son maçına çıktı. 88. dakikada oyundan alındığında, 80.000 Milan taraftarı onu ayakta alkışlayarak uğurladı. 10 numaralı forması Brescia'nın müzesindedir, ondan başka hiç kimse o formayı bir daha giyemeyecek.

Baggio 205 lig golüyle İtalya'da tüm zamanlarda beşinci sırada (Piola, Nordahl, Meazza ve Altafini'den sonra). Millî takımda 56 maçta 27 gol attı. 3 Dünya Kupasında birden gol atan tek İtalyandır. Ayrıca 9 Dünya Kupası golü ile de en çok gol atan İtalyan futbolcudur. 91 penaltıda 76 gol ile en çok penaltı golü atan oyuncudur. Kariyerinde toplam 318 golü vardır. Tüm zamanların en büyük futbolcularından biridir. Kaleciyi çalımlayarak attığı goller herkesin hafızasındadır. O golleri gören herkes şunu der: "Hayatımda bu adam kadar güzel kaleci çalımlayan birini görmedim ben."

Vicenza (1982-1985): 46 maç 15 gol
Fiorentina (1985-1990): 135 maç 55 gol
Juventus (1990-1995) : 200 maç 115 gol
Milan (1995-1997): 67 maç 19 gol
Bologna (1997-1998): 33 maç 23 gol
Inter (1998-2000): 58 maç 15 gol
Brescia (2000-2004): 98 maç 45 gol
Toplam (1982-2004): 637 maç 292 gol