alternative indie/rock etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alternative indie/rock etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2011 Pazartesi

Canon Blue - Rumspringa (2011)


Internet dediğimiz uçsuz-bucaksız deryada bile izini sürmenin kolay olmadığı, hakkında iki satır bir şeyler okumak istediğinizde bunu başaramadığınız, kendi hâlinde, kelimenin gerçek anlamıyla "indie" bir şahsiyetle karşı karşıyayız. Nashville, Tennessee doğumlu Daniel James (aka Canon Blue), Nick Drake ve Serge Gainsbourg gibi şarkı yazarlarının ve Boards of Canada gibi elektronik icracıların izinden giden, güzel mi güzel bir ses ve nefis vokal melodileriyle bu karışımı süsleyen mütevazı bir kardeşimiz. Grizzly Bear grubundan Chris Taylor'ın kaydettiği, Şilili elektronik dehası Christian Vogel'ın son "rötuşlarını" yaptığı ilk uzunçaları "Colonies"i 2007'de yayımlayan James, söz konusu albümün Avrupa turnesi esnasında fırsat bulduğu anlarda kaydettiği şarkılardan oluşan ikinci albümü "Rumspringa" ile 2011'in güzel sürprizlerinden birine imza atıyor.

Albümün çok nitelikli, dinleyenin aklını başından alan ve yıl sonu listelerine tepelerden girecek bir çalışma olduğunu söylemek mümkün değil ama zaten müziği de bu kriterlerle dinlemiyoruz. Beklentilerin düşük seviyede tutulması durumunda gayet keyif verici, insanı yormadığı gibi bilakis dinlendiren, eli-ayağı düzgün ve en önemlisi pür bir "samimiyetle" kotarılmış bu albümden tatmin olmamak için bir neden yok. Amiina isimli yaylı çalgılar dörtlüsü ile çalışan James, bu grubun dokunuşlarının albümdeki her şarkıya belirgin ve baskın bir şekilde nüfuz etmesine izin vermiş ve ortaya çıkan sonucun fazlasıyla tatmin edici olduğunu belirtmek gerekiyor. Piyano ve trompet gibi çalgıların da uyumlu şekilde entegre olduğu, James'in sevimli vokaliyle taçlandırdığı "Rumspringa", yoğun bir işgününün ardından eve gelip "beni fazla yormayacak bir şeyler dinleyeyim" dediğinizde çekinmeden başvurabileceğiniz sıcakkanlı, anlayışlı ve sadık bir dost gibi.. 8/10

18 Eylül 2011 Pazar

Beirut - The Rip Tide (2011)


2006 yılının en ilginç ve beklenmedik indie başarılarından biri, Albuquerque doğumlu Zach Condon'ın tek kişilik projesi olarak başlayan Beirut'a aitti. "The Gulag Orkestar" adlı söz konusu albümün zengin muhteviyatında Orta Avrupa Çingene müziklerinden The Decemberists tarzı lo-fi indie-folk'a, psychedelic deneylerden yumuşak pop parçalarına kadar uzanan oldukça zengin bir çeşitlilik görülüyordu. Böyle bir karışımı eline-yüzüne bulaştırmadan, kıvamı tutturarak gerçekleştirmek çok zor olmasına rağmen pek çoklarına göre (ki buna biz de dâhiliz) Condon ve arkadaşları bunu başarmıştı. Bir yıl sonraki "The Flying Club Cup" ilki kadar ilgi görmese de en az onun kadar nitelikli bir albümdü ve grup, bu çalışmanın ardından diskografisinde 4 yıllık bir ara verdi. Uzun zamandır beklenen ve nihayet 30 Ağustos'ta piyasaya çıkan "The Rip Tide" ise kanaatime göre şimdiye kadarki en iyi albümleri..

20'ye yakın enstrümanı tek başına çalabilen Condon'ın bizzat kendi çaldığı nefesliler, akordeon ve ukulele ile dikkat çeken açılıştaki "A Candle's Fire"dan kapanıştaki "Port of Call"a kadar zengin armoniler, dinleyeni hemen yakalayan nefis melodiler ve The Magnetic Fields tarzı olgun bir vokal ile bezeli albümde, Condon'ın doğduğu topraklara saygı duruşunda bulunduğu "Santa Fe" gibi olağanüstü pop şarkıları da var. Sanki Arnavut kaldırımlı bir Doğu Akdeniz köyünün deniz kenarındaki bir kafe'sinde kokteyl içerken yazılmış ve başka bir zamana aitmiş gibi görünen, eli-ayağı fazlasıyla düzgün bir albüm "The Rip Tide".. 8/10

31 Ağustos 2011 Çarşamba

The Stone Roses - Second Coming (1994)



The Stone Roses'ın 1989'da yayımladığı self-titled debut'su, bu blogun yazarına göre "tüm zamanların en iyi 100 albümü" listesinde 1. sırada bulunuyor. Evet, Ali Ece ile birlikte ülke sathında bu yargıda olan tek insan muhtemelen bendenizim ama bu blogun misyonlarından bir tanesi, takip edenlerin de bileceği üzere (çoğunlukla) "underrated" çalışmalara yer verip, mümkünse gözden kaçan kıymetlerine selam durmak. İşbu yüzden benim için The Stone Roses söz konusu olduğunda ilk albümdense, uzun (5 yıl) bir bekleyişin ardından genel olarak hayal kırıklığı ile karşılanan bu ikinci ve son albümlerine daha önce yer vermek çok daha anlamlı olur kanaatindeyim.


"Second Coming"in erdemlerini saymaya nereden başlamalı? Bir kere, siftahını tüm zamanların en iyi albümlerinden biriyle yapmış (ve Madchester akımının ateşleyicisi olmuş) bir grubun, ikinci işleri için 5 yıl beklemesi, yakaladığı popülarite vesilesiyle "parsayı toplamayı" düşünmemesi inanılmaz bir olay. İkincisi, grubun, aradan uzun bir zaman geçmiş olsa bile ilk albümden sound olarak bu kadar farklı bir şey denemesi, başarıyı getiren (ve patenti kendilerinde bulunan) formüle sırtını çevirmesi de çok büyük bir erdem. Sonuçta kendini tekrar eden ve hayranlarının da bu durumdan gayet memnun olduğu çok sayıda grup mevcut, ki bunların başında Oasis'i sayabiliriz. Hatta, çekirdek dinleyicilerin "şirazeden çıkıldığı" zaman tepki verdikleri de, müzik endüstrisinde sık görünen bir durum.. Metallica "Load"u yaptığı zaman hayranları çok büyük tepki göstermiş, bunun üzerine onlar da ne kadar ilke yoksunu olduklarını kanıtlayarak alelacele "Reload"u kotarmış ve söz konusu hayranların "gönlünü almaya" çalışmıştı, hatırlayınız. Bu ve benzeri örnekleri düşününce The Stone Roses'ın ne kadar büyük bir grup olduğu, kendini her albümde yenilemeye çalıştığı, içinden ne geçiyorsa onu yaptığı ve gerisini umursamadığı net bir şekilde görülüyor.


Bunların yanı sıra, "Second Coming"in, piyasaya sürüldüğü 1994 yılının müzikal konjonktürü açısından da çok farklı bir yerde durduğunu söylemek lâzım. Hatırlayacak olursak o dönem Britanya, Suede'in başını çektiği, Pulp, Oasis, Blur, Radiohead gibi grupların da hakkını fazlasıyla vererek iştirak ettiği Britpop akımının etkisindeydi. Okyanusun öte yanında ise Madchester'ın cenaze namazını kıldıran ve Nirvana ile Soundgarden'ın elebaşısı olduğu Grunge akımı almış başını gidiyordu. Boston menşeli gruplar (Belly, Throwing Muses, The Lemonheads vs.) bir grup, Bristol çıkışlı Massive Attack, Portsihead, Tricky gibi isimler başka bir gruptu. İşte The Stone Roses öyle bir konjonktür içinde, bu akımların ve diğer popüler müziklerin hiçbirine yüz vermeyen, blues tınılarının hakim olduğu gitar ağırlıklı acayip bir albüme imza atmıştı. Dolayısıyla grubun tıpkı 1989'daki gibi avant-garde (öncü) bir topluluk olduğunu bir kez daha gösteren "Second Coming", başyapıt denebilecek bir albümde bulunması gereken tüm (müzik dışı) erdemlere sahip, önce bunu bir yere koyalım.


Peki müzikal olarak ne diyebiliriz? Her şeyden önce Ian Brown'un vokallerinin, ilk işlerine göre çok daha arka planda olduğunu, sahnenin çoğunlukla John Squire'ın inanılmaz gitar riff'lerine ve Mani'nin bass grove'larına bırakıldığını belirtmeliyiz. Ve rahatlıkla söylenebilir ki, bir kez dinleyenin aklından zor çıkacak çok sayıda klasik şarkı var albümde. Müzik tarihinde özel bir yerde duran, kolay kolay taklit edilemeyecek (nitekim hiç kimse etmedi), kendine has bir ruh hâli olan bu eşsiz albüm, pop/rock dinleyen her müzikseverin arşivinde bulunmalı.. 10/10


24 Ağustos 2011 Çarşamba

R.E.M. - Lifes Rich Pageant (1986)



Michael Chapman ve Archers of Loaf'un ardından yılın bir diğer reissue albümü R.E.M.'den geliyor. 1980'lerin başındaki müzik konjonktüründe kendisine makul bir yer edinip üst üste ("Murmur" ve "Reckoning" gibi) müthiş albümler yaratan grup, üçüncü uzunçaları "Fables of the Reconstruction" ile oldukça karanlık sulara girdikten sonra tam tersi, neşeli ve çağdaş bir albümle geri dönmüştü. Daha önce John Mellencamp ile de çalışmış olan Don Gehman'ın prodüktörlüğünde, grubun eski hard rock günlerine dönüşünü gösteren şarkıların yanı sıra, mid-tempo hitler ve ballad'lar da 37 dakikalık albüm boyunca adeta resmî geçit yapıyor. Şarkı sözlerinde ise Michael Stipe'ın politik takıntılarının gittikçe yerine oturduğu görülebiliyor. Grubun bugün bile en iyi şarkılarından biri olan "Superman"i de ihtiva eden albüm, belki diskografilerindeki en iyi işleri arasında ilk bakışta sayılmayabilir ama bu durum, sahip olduğu değeri görmezden getirmemeli.. 9/10


7 Ağustos 2011 Pazar

Archers of Loaf - Icky Mettle (1993)


Superchunk ve Polvo gibi güzide grupların da memleketi olan Chapel Hill (North Carolina) menşeli Archers of Loaf, '90'lı yılların ortasına doğru kotardığı bu ilk albümüyle, indie sahnesinin dikkat çekici gruplarından biri hâline gelmeyi başarmıştı. Gitar ağırlıklı, son derece enerjik ve bol katmanlı bir müzik icra eden dörtlü, 2000 yılına kadar sürdürdüğü çalışmaları arasında bir daha bu seviyeye yaklaşan bir işe imza atamadı belki ama grubun konserler vermek amacıyla tekrar bir araya gelmesi üzerine yeniden piyasaya sürülen "Icky Mettle", hâlâ ilk günkü gibi yüksek kalite ve enerjiyle tınlıyor. Her ne kadar bazı dinleyiciler için biraz fazla gürültülü olsa da armoni zengini olan Archers of Loaf müziği, arayışlarını guitar-rock dediğimiz tarzın spekturumu içinde olabildiğine geniş bir alana yayarken, albümün bütününe sirayet etmiş bulunan tuhaf gerilim duygusu ve tahrip edilmiş sesler vasıtasıyla varmak istediği noktaya ulaşmayı başarıyor ve '90'lar indie peyzajına kalıcı bir imza atıyor.. 9/10

7 Temmuz 2011 Perşembe

Fuck Buttons - Tarot Sport (2009)


Massive Attack ve Portishead'in memleketi Bristol'da 2004 yılında kurulan Fuck Buttons, söz konusu grupların müziğiyle alâkası bile olmayan deneysel, gürültülü ve alternatif icraatlarına, ikinci albümle birlikte belirgin bir ivme kazandırmış görünüyor. Debut işleri "Street Horrrsing"e göre daha az patlayıcı ama daha zengin (mesela lazer güdümlü beat'lerle bezeli), daha komplike, açık bir şekilde daha elektronik ve kulağa daha hoş gelen bir albüm olduğu rahatlıkla söylenebilir "Tarot Sport"un. Açılıştaki "Surf Solar" ve (özellikle de) kapanıştaki "Flight of the Feathered Serpent" gibi akıllara ziyan güzellikte şarkılar da ihtiva eden albümün prodüktörlüğünü Two Lone Swordsmen grubundan Andrew Weatherall yapmış; ki onun farklılık arz eden dokunuşunu 1 saatlik çalışmanın her ânında hissetmek mümkün. "Street Horrrsing"in çiğ, vahşi ve uyumsuzluktan beslenen pür dokusunu arayan hayranlar da olmuştur belki ama benim açımdan "Tarot Sport", daha planlı ve daha odaklanmış olan bu hâliyle grubun kariyeri için bir ileri adım... 9/10

1 Temmuz 2011 Cuma

Aidan Moffat - Everything's Getting Older (2011)


Arab Strab grubunun (Malcolm Middleton olmayan) yarısı İskoç şarkıcı/şarkı yazarı Aidan Moffat, 2008 yılında başladığı solo kariyerinin şimdiye kadarki en leziz ve olgun meyvesini vermiş bulunuyor. İskoç müzik camiasının saygın isimlerinden jazz müzisyeni/yapımcı/multi enstrümantalist Bill Wells ile ortaklaşa kotardığı albümde Wells'in yetkin ve işbilir düzenlemeleri, tam olması gereken yerde devreye soktuğu enstrümanlar ve sesler (fırça bagetli bateri, trompet, piyano vs.), Moffat'in herkesçe bilinen ve takdir edilen şarkı sözleri ile müthiş bir uyum sergiliyor. Aynı zamanda vokal melodisinden yoksun, konuşur gibi söylenen şarkıların tuhaf ama dinleyeni içine çeken bir havası da var. Albümdeki her parçada, bir bütün olarak söz konusu havayı ve yakalanmış olan uyumu teneffüs etmek mümkün. Hem Wells hem Moffat, melankolik ve hüzünlü müzikten hoşlanan müzikseverler için dinlenmesi zorunlu olan bu albüm ve işbirliği için ayrı ayrı takdir edilmeli.. 9/10

11 Haziran 2011 Cumartesi

Thursday - No Devolución (2011)


Taa 1997 yılında bir araya gelen ve post-hardcore/screamo sahnesindeki değişimin öncülerinden biri olan Jersey menşeli Thursday, bugüne kadar kotardığı onca çalışmanın ardından kendini adeta yeni bir grup gibi tekrardan lanse ettiği harikulade bir albümle karşımızda.. Önceki işlerinin hemen hepsinde görülebilen düz, çiğ ve (hayranlar bağışlasın) "özelliksiz" hardcore müziğin yerini bu kez çok daha katmanlı, derinlikli ve zengin bir sound almış. Nitekim çok da iyi olmuş; daha önce iki kez birlikte çalıştıkları prodüktör/ses vizyoneri Dave Friedman ile mayanın bu kez çok daha sağlam tuttuğu net bir şekilde görülüyor. Kimi şarkılarda post-rock'a doğru da meyleden grubun müziğinde bateri yine çok ön planda, vokalller gerçekten çok güzel ama "No Devolución"u tanımlayacak ana unsur için "albümün ruh hâli" denebilir. Çiğ ve ham duygu patlamalarından çok daha tercih edilebilir bir şey olan bu hâlet-i ruhiye, Thursday'i yılın (şu âna kadar) en başarılı albümlerinden birinin sahibi yapmaya yetiyor. 9/10

4 Haziran 2011 Cumartesi

Gang Gang Dance - Eye Contact (2011)


2001 yılında New York'da kurulan elektronik-deneysel-post-rock dörtlüsü Gang Gang Dance, 4AD ile anlaşma yaptıktan sonraki ilk, totalde ise beşinci uzunçaları olan "Eye Contact" ile yılın en dikkat çekici gruplarından biri olmayı başarıyor. Önceki çalışmalarından farklı olarak "pop" çizgisine daha yakın duran albüm, grubun müziğini de onlardan daha zengin ve daha geniş yelpazeli bir katalogla sunuyor. Liz Bougatsos'un sesi her şarkıya kendi özel damgasını vururken; Latin ezgileri, Karayip ritmleri, doğu ve orta-doğuya özgü armoniler, Asya esintileri, modern elektro-funk dokunuşları vs. adeta resmî geçit yapıyor. Bir grubun tek bir albüm içinde bu kadar çok şekle girebilmesi, girdiği her şeklin (öyle ya da böyle) bir biçimde hakkını vermesi ve en nihayetinde ortaya koyduğu ürünü dağınık görünmeyen, kendi içinde bütünlüklü bir prodüksiyon olarak sunabilmesi gerçekten de önemli bir başarı. Elektronik müzikle ilgilenen herkesin ilgisini hak eden, mutlaka dinlenmesi gereken bir albüm. 9/10

20 Mayıs 2011 Cuma

Wye Oak - Civilian (2011)


İsmini, eyaletlerinin (Maryland) sembolleri arasında gösterilen 460 yıllık bir ağaçtan alan Baltimore'lu indie rock ikilisi Wye Oak, iki uzunçalar ve bir EP'den müteşekkil kısa kariyerinde, bugüne kadar hem müziksever kitlelerden hem de eleştirmenlerden pek yüz bulamamış bir grup(tu). Ama işlerin, "Civilian" ile birlikte başka bir yöne evrildiğini/evrileceğini görmek için, albümü sadece birkaç kez dinlemek yeterli. Günümüz indie rock camiasının en iyi vokalistlerinden biri olarak mimlenmesi gereken Jenn Vasner'ın şarkı sözleri, önceki işlerine nazaran sanki biraz daha keskin ve biraz daha hüzünlü. Prodüktörlüğünü bizzat kendilerinin yaptığı albüm ise genel olarak iyi kaydedilmiş ve berrak bir sound'a sahip. Gitar, davul ve (gerekli yerlerde devreye giren) keyboard ile yaratılmış, duygusal olarak güçlü, melankolik ama aynı zamanda sade ve hazmı kolay bir müzik bu. Albümün kendisi de, birkaç çalışmadan sonra beklenen çıkışını gerçekleştiren bir grubun zirve noktası. 8/10

14 Mayıs 2011 Cumartesi

tUnE-yArDs - W H O K I L L (2011)


New England yerlisi Merrill Garbus, tUnE-yArDs adıyla 2006'da başlayan solo çalışmalarını, kaset formatında bizzat kaydettiği "BiRd-BrAiNs" albümüyle 2009'da ciddiyete dökmüş ve oldukça olumlu eleştiriler almasını müteakip, daha bir ay geçmeden 4AD ile sözleşme imzalamıştı. Doğal olarak yeni albümü daha profesyonel bir çalışma ortamında, kalabalık bir müzisyen ekiple kotarılmış. Ve net bir şekilde belirtilmeli ki, ortaya çıkan sonuç ilkinden daha parlak, daha etkileyici ve daha başarılı. Yaptığı müziğin türünü belirlemek her ne kadar imkânsız olsa da, Garbus'un tıpkı şekerci dükkânındaki bir çocuk gibi aklına gelen tüm fikirler ve müzikal olanaklar arasında vahşice gezindiği (ve folk, R&B, jazz, hip-hop gibi türlerin hemen hepsiyle haşır-neşir olduğu) söylenebilir. Bunu yaparken yaratılan işin dağınık, savruk ve bütünlükten yoksun görünmemesi ayrıca takdir edilmeli ama elbette onun müziğini tanımlayan temel element, eşi-benzeri olmayan muhteşem sesi ve vokal tarzı. Albümü birkaç kez döndürdükten sonra Garbus'un alâmet-i farikası diyebileceğimiz bu ses, dinleyiciyi yavaş yavaş sarmaya başlıyor ve şarkıcının sonraki işleri için sabırsızlandırıyor. 9/10

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Explosions in the Sky - Take Care, Take Care, Take Care (2011)


Texas'lı dörtlü Explosions in the Sky'ın müziği, tıpkı mezkur güney eyaletinin insana ilk etapta çağrıştırdığı şeyler gibi: Uçsuz bucaksız bir manzara, temiz bir açık hava ve "genişlik" hissiyatı.. Tarzlarına alışmak ve sindirmek için belki diğer gruplardan daha fazla dinlemek gerekiyor, belki biraz daha emek istiyor ama melodi ve düzenlemelerdeki benzeri az bulunur zarafete bir kez alıştıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Gitar orijinli entrümantal bir müzik icra edip, bunu distorsiyonlarla desteklerken, ortaya çıkan mamûlü bu kadar "dinlenebilir" kılmaları gerçekten de takdire şayan bir durum. Son üç albümle birlikte "dört yılda bir" periyoduna girmeleri ise, müzikseverler için tek kelimeyle şanssızlık.. 9/10

8 Mayıs 2011 Pazar

Camera Obscura - My Maudlin Career (2009)


1996'da kurulan ama ilk albümünü 2002'de kaydeden İskoç grup Camera Obscura, o zamandan beri indie camiasında romantik, korkusuz ve süslü lirikler; mükemmel melodiler ve zengin orkestral düzenlemeler ile parıldayan, çok nitelikli bir pop müziğin icracısı durumunda. Hele Tracyanne Campbell'ın sesi ve vokal tarzı o kadar güzel ve baştan çıkarıcı ki, bir kez dinleyenin bir daha vazgeçebilmesi çok zor. 9 kişilik bu kalabalık kadronun bugüne kadarki en iyi işleri olarak, genelde 2006 çıkışlı "Let's Get Out of This Country" gösterilir ama şimdilik son albümleri olan "My Maudlin Career" (tarz olarak öncekiyle neredeyse aynı olmasına karşın) bizce o albümü de (burun farkıyla) aşan bir çizgide, bu mütevazı grubun kariyerinin zirvesinde konuşlanıyor; dinleyici için duygusal anlamda çok güçlü, aynı zamanda müzikal olarak fazlasıyla tatmin edici bir yolculuk arz ediyor. 9/10

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Fleet Foxes - Helplessness Blues (2011)


Üç yıl önce yayımlanan self-titled ve debut albümleri vasıtasıyla yeni şeyler keşfetmeyi seven dinleyicilerin hayatına adeta neşe saçan Seattle kökenli barok-folk-pop grubu Fleet Foxes, vokalist/gitarist Robin Pecknold'un önderliğinde, niteliksel açıdan fazlasıyla zengin vaatler sunan bir kariyerin ikinci imzasını atmış bulunuyor. İlki neredeyse kusursuz olduğu için, çıtayı baştan yükseğe koyan diğer tüm meslektaşları gibi "ikinci albüm sendromu" denen illetten nasiplenir diye korktuğumuz bu armoni zengini grup, dün piyasaya sürülen "Helplessness Blues" sayesinde söz konusu korkuların boşuna olduğunu da kanıtlıyor aynı zamanda. İlhamını '60'lı yılların yumuşak pop klasiklerinden ve İngiliz folk'undan alan düzenlemeler; dinleyen herkese bir tür huzur veren, berrak ve duru besteler; Pecknold'un insan yüreğini araştıran şarkı sözleri ve nevi şahsına münhasır vokal performansıyla, hiçbirimizi hayal kırıklığına uğratmayan, eli-ayağı fazlasıyla düzgün bir albüm. 9/10

21 Nisan 2011 Perşembe

The Walkmen - Lisbon (2010)


Yılın en iyilerinden biri olduğu su götürmeyen bu albüm, aynı zamanda saygın grup The Walkmen'in kariyerindeki zirve noktası diyebiliriz. Müzikal anlamda önceki işlerinden çok daha olgun bir tarz ortaya koyan New Yorklu beşli, yine hüzünlü, yine üzgün ama bu kez sanki durumdan biraz daha az şikayet eden şarkı sözleriyle, bütünlüklü bir işe imza atıyor. Aynı zamanda düzenlemelerdeki zenginlik ve çeşitliliği nefis melodilerle harmanlayarak, ana akım'daki genel tercihlerden bir nebze olsun sıyrılan, taze bir sound yakalamayı başarıyor. Açılışta yer alan "Juveniles"in insanı sarıp sarmalayan yumuşaklığı, 45 dakika boyunca dinleyecinin yanından bir an olsun ayrılmazken, "Stranded" tek başına ayrı bir paragrafa konu olabilecek kadar güzel bir şarkı. Albümün kendisi ise, ne kadar fazla dinlenirse, dinleyenin içine o kadar çok işliyor. 9/10

18 Nisan 2011 Pazartesi

Paul Simon - So Beautiful or So What (2011)


70 yaşındaki efsane folk rock şarkıcısı Paul Simon, 6 yıllık uzun bir aranın ardından müthiş bir albümle geri döndü. Kariyerinde, niteliksel anlamda '86'daki "Graceland" sonrası ciddi bir düşüş yaşayan ve deyim yerindeyse 20 yıl boyunca "orta sahada top çeviren" şarkıcı/şarkı yazarı, 2006'daki ismiyle müsemma çalışması "Surprise" vasıtasıyla kulakların pasını silerken, hayranlarını da oldukça sevindirmişti. Yeni albümü ise, o güzel sürprizi bile aşarak kolay kolay Paul Simon olunmadığını cümle âleme gösteriyor. Açılıştaki olağanüstü "Getting Ready for a Christmas Day"den başlayarak, (örneğin saz dâhil) binbir türlü enstrümanın at koşturduğu, doğu ezgilerini fazlasıyla ihtiva eden düzenlemelere sahip, olağanüstü besteler ve daha çok ahlâk temalı liriklerle süslenmiş, Simon'ın akranlarının hiçbirinde görülemeyecek kadar taze ve canlı bir albüm bu. 9/10

17 Nisan 2011 Pazar

Toro y Moi - Underneath the Pine (2011)


Toro y Moi adıyla icraatlarına 2010'da başlayan ve ilk uzunçalarını o yıl kaydeden Chaz Bundick'in, ikinci ve şimdilik en iyi albümü. İlkine nazaran daha enerjik, daha iyi pop melodilerine sahip ama onun bütün olumlu özelliklerini de bir anlamda devam ettiren albüm, benzeri az bulunur tarzda bir müzik koyuyor ortaya. Kulağa gayet hoş gelen gitar ve keyboard melodileri, robotik ritmler, döngülü synth ezgiler, etkileyici vokal performansı ve hepsinden önemlisi sahip olduğu enerji ve eğlence duygusu sayesinde, yeni şeyler arayan tüm dinleyiciler için adeta ilaç gibi geliyor. 9/10

12 Nisan 2011 Salı

LCD Soundsystem - Sound of Silver (2007)


Devasa plak arşiviyle tanınan James Murphy'nin tek kişilik proje grubu LCD Soundsystem'ın, çok beğenilen ilk albümünü bile aşan en büyük başarısı. Aynı zamanda kendisinin ne kadar iyi bir şarkı yazarı olduğunu kanıtlayan, mükemmel bir parçalar toplamı. Açılışta yer alan ve hiçbir dans pistinde çalınamayacak yapıda bir dans şarkısı olan enfes "Get Innocuous!" ile kapanışta yer alan ve "New York, you're perfect, oh please don't change a thing / Your mild billionaire mayor's now convinced he's a king / And so the boring collect -- I mean all disrespect / In the neighborhood bars I'd once dreamt I would drink" sözleriyle insanı kendinden geçiren muhteşem ballad'a kadar hemen hiçbir şarkıyı pas geçmek mümkün değil. Eğlenceli, zekice kotarılmış, dokunaklı, bütünlüklü, şık, kendinden emin, yetişkinler için yapılmış kusursuz bir dance-rock albümü. 10/10

11 Nisan 2011 Pazartesi

The Kills - Midnight Boom (2008)


2002 yılında ilk EP'lerini çıkardıkları zaman Jack White tarafından en iyi yeni grup ilan edilen, İngiliz basınının da en başından beri arka çıktığı The Kills, Amerikalı vokalist/gitarist W (aka Alison Mosshart) ve İngiliz baterist/vokalist/gitarist Hotel'den (aka Jamie Hince) müteşekkil bir ikili. Postun konusu "Midnight Boom" ve daha yeni piyasaya sürülen "Blood Preasured" da dâhil olmak üzere toplamda 4 albümleri mevcut ama "Midnight Boom"a sadece albüm demeyip, ismini desturla zikretmek gerekiyor. Tarzları hiçbir gruba tam olarak benzemeyen ikilinin bu albümdeki dinamik ve dolu dolu gitarları ile insanı çıldırtan ve içini kıpırdatan tempolu beat'leri, W'nun PJ Harvey'yi anımsatan etkileyici vokali ile birleşiyor ve ortaya kirli mi kirli, biraz rafine ama ölümüne tutkulu ve yaratıcı olan muhteşem bir pop albümü çıkıyor. 10/10

10 Nisan 2011 Pazar

Arcade Fire - Funeral (2004)


Sadece 2000'lerin en iyi 3 albümünden biri değil, aynı zamanda ismi bütün bir müzik tarihine altın harflerle yazılmış, yazılması gereken bir klasik. Şarkı sözlerindeki bütünlük, konsept ve duygu yoğunluğunu mu; melodilerindeki vuruculuğu ve güzelliği mi yoksa kusursuz düzenlemelerindeki ihtişamı ve görkemi mi övmek gerekir bu albümün, bilmiyorum. (Özel hayatlarında karı-koca olan) Win Butler ve Régine Chassagne'in vokallerindeki adanmışlık ve her notanın hakkını veren duygusallık hakkında da uzun uzun satırlar yazılabilir. Gel gelelim, ne söylenirse söylensin, ne yazılırsa yazılsın, kelimeler bu albümün sahip olduğu güzelliği ve dinleyene hissettirdiklerini anlatmak konusunda kifayetsiz kalacaktır. 10/10