24 Temmuz 2009 Cuma

Gönülçelen filmler #11: The Sting (1973)

Daha önce bu sayfalarda (yönetmen ve oyuncular anlamında) aynı ekibin Butch Cassidy and the Sundance Kid filmine de yer vermiştim. Sinemanın altın çağına ait çığır açıcı o başyapıtın ardından 4 yıl sonra yönetmen Walter Hill ve nasıl bir gişe canavarı oldukları belgelenen Paul Newman-Robert Redford ikilisi, bu film için tekrar bir araya geldi. 7 dalda Oscar kazanarak beklentilerin çok üzerinde bir başarı yakalayan yapım, bugün bile insanlanları eğlendirme ve onlara kendini iyi hissettirme misyonundan hiçbir şey kaybetmiş değil.

1930'lu yılların Büyük Buhran yıllarındayız. Zaten film de, yürüyen bir adamın ayaklarını takip ederken, arka planda işsiz-güçsüz olduğu için sokakta yatan onca insanı tarayarak başlıyor. Tabii herkes yolunu bulmak zorunda; bizim kahramanlarımız da dolandırıcılık, yankesicilik vs. gibi maharetleriyle hayatını idame ettiriyor. Yalnız bir gün bulaşmamaları gereken bir adama bulaşıp onun parasını çalınca ve bu nedenle arkadaşlarından biri (yaşlı ve sevimli bir adam) öldürülünce intikam peşine düşüp olağanüstü bir planla işe koyuluyorlar.

Bir kere filmin en önemli unsurları kuşkusuz Redford ve Newman. Butch Cassidy'de aralarında var olan ve bizleri mest eden o elektrik, insanı gülmekten kıran tatlı atışmalar vs. yok belki ama her iki oyuncunun da, seyreden her insanı büyüleyen müthiş bir karizması ve inandırıcılığı var. Sözünü ettiğimiz ilk filmlerinde Paul Newman biraz ön plandaydı ama burada Redford'ı biraz daha öne çıkaran bir senaryo mevcut. Yine de filmin en müthiş sahnesinin Newman'ın sarhoş taklitiyle poker oynadığı sahne olduğunu söylemem gerekiyor (hakkında yazarken bile kendimi gülmekten alamıyorum). Tabii bu iki yıldızın hakkını verirken her biri şahane birer oyun çıkaran tüm o yardımcı oyuncu kadrosunu da es geçmemek gerekiyor. Özellikle Lonnegan rolündeki Robert Shaw'nun filme damgasını vurmayı başardığını söylemek sanırım abartı olmaz.

Bunun yanında senaryonun neredeyse saat gibi işleyen yapısını (ve hâlâ versiyonlarını gördüğümüz müthiş finalini), filme apayrı bir renk katan ve dönemin havasını bire bir solutan muhteşem müziklerini, dönem filmi olması hasebiyle büyük önem arz eden ve kusursuz diyebileceğimiz sanat yönetimini ve çok başarılı görüntü yönetimini de artılar olarak ekleyelim.

Ama elbette asıl maharet filmi yöneten Walter Hill'de. Film için kurduğu epizodik anlatım fikri gerçekten de filmin sanki ayrılmaz bir parçasıymış gibi, başka türlü olmazmış gibi görünen müthiş bir tercih. Aynı zamanda o bölümlerden bir diğerine geçerken sayfaların çevrilmesi, filme çizgi roman havası veren bir başka güzel unsur. Filmin tıkır tıkır işleyen bir temposu var ve oyuncu yönetimleri de Hill'in diğer bütün filmlerinde olduğu gibi çok başarılı.

Filmin, aldığı Oscar'ların hemen hemen hepsini hak ettiğini (film ve yönetmen ödülleri tartışmalı olsa da) söyleyebiliriz. Film ve yönetmen Oscar'ları ise kesinlikle abartılı, zira bu film asla yüksek sanat ihtiva eden bir yapım değil. Sinemanın "iyi vakit geçirtme" misyonunu kusursuz şekilde yerine getiren, Ocean's serisi ya da örneğin Ladykillers ile karşılaştırabileceğimiz lezzetli bir tatlı. Ve iyi ki sadece o yüksek sanat filmleri değil, bunlar da mevcut sinema tarihinde.


Hiç yorum yok: