23 Nisan 2010 Cuma

Özledik seni

Yıllar öncesinden bir video bu.. Türkiye'nin ilk özel televizyonu Magic Box kurulduğunda ne akla hizmet olduğunu bilmediğimiz bir şekilde maçlarda ana muhabir olarak görevlendirilen ve fakat inanılmaz heyecanlı görünüp cümle kuramamasıyla ünlenen Bülent Karpat'ın en büyük bombası.. Stüdyoda programına konuk ettiği Mehmet Ali Yılmaz'ın adını hatırlayamıyor, "di mi.. di mi.." diyerek zaman kazanmaya çalışıyor, yan gözle Yılmaz'a bakıyor ve en sonunda ağzından "Yılmaz!" çıkıyor.. Çok ama çok komik gerçekten de...

Best Music Videos Ever #6: Nuthin' But A "G" Thang

1992 yılında, o güne kadar "bir, iki, üç, hobaa!" şeklinde tezahür eden rap müziğin tarihini değiştiren, bu müziğe bir "karakter, duruş" katan, kendi çektiği bu videoyla da küçük çaplı devrimine "imzasını" koyan Dr. Dre bir kez daha konuğumuz oluyor. Videonun kendisi daha önce yer verdiklerimiz gibi müthiş fikirler, görsel efektler vs. içermiyor. Olabildiğine sade ve klasik bir yapısı var ama söz konusu doğallığı, ortaya koyduğu tavır ile müthiş bir uyum sergilerken, adamlarımızın geçirdiği "sıradan" bir günü başından sonuna kadar "olduğu gibi" görselleştiriyor: Snoop Dogg'un benzer her filmde gördüğümüz klasik "siyahî aile" eşrafı ve kaos içindeki evi, cabrio Chevy arabalar, o arabaları zıplatarak sergilenen olağanüstü şovlar (bir tek motorların sesi eksik), barbekü partisi, "çete" görüntüleri, Crenshaw'da gezinti, polise laf atmalar, akşam gidilen müthiş parti, ağzına kadar içki dolu buzdolabı, St.Ides likörüyle banyo yaptırılan güzel kız vs. Ama en güzeli hangisi? Dre'nin en sona sakladığı o görüntü: Dre, Dogg'u sabah güneş doğarken evine bırakıyor ve hepimiz şunu biliyoruz; biraz uyuyup uyanacak ve bu yaptıklarını ebediyen yapmaya devam edecekler. Tek kelimeyle olağanüstü...

Dr. Dre ft. Snoop Dogg - Nuthin' But A "G" Thang (1993)
Yönetmen: Andre Young (Dr. Dre)



[Snoop Doggy Dogg]
One, two, three and to the fo'
Snoop Doggy Dogg and Dr. Dre are at the do'
Ready to make an entrance, so back on up
(Cause you know we 'bout had to rip shit up)
Gimme the microphone first, so I can bust like a bubble
Compton and Long Beach together, now you know you in trouble
Ain't nothin' but a G thang, baaaaabay!
Two loc'ed out G's so we're craaaaazay!
Death Row is the label that paaaaays me!
Unfadable, so please don't try to fade this (Hell yeah)
But, uh, back to the lecture at hand
Perfection is perfected, so I'm 'a let 'em understand
From a young G's perspective
And before me dig out a bitch I have ta' find a contraceptive
You never know she could be earnin' her man,
And learnin' her man, and at the same time burnin' her man
Now you know I ain't wit that shit, Lieutenant
Ain't no pussy good enough to get burnt while I'm up in it
(yeah) Now that's realer than real-deal Holyfield
And now all you hookas and ho's know how I feel
Well if it's good enough to get broke off a proper chunk
I'll take a small piece of some of that funky stuff

[Hook: Snoop Doggy Dogg]

It's like this and like that and like this and uh
It's like that and like this and like that and uh
It's like this and like that and like this and uh
Dre, creep to the mic like a phantom

[Dr. Dre]
Well I'm peepin', and I'm creepin', and I'm creep-in'
But I damn near got caught, 'cause my beeper kept beepin'
Now it's time for me to make my impression felt
So sit back, relax, and strap on your seatbelt
You never been on a ride like this befo'
With a producer who can rap and control the maestro
At the same time with the dope rhyme that I kick
You know, and I know, I flow some ol funky shit
To add to my collection, the selection
Symbolizes dope, take a toke, but don't choke
If ya' do, ya' have no clue
O' what me and my homey Snoop Dogg came to do

[Hook: Snoop Doggy Dogg & Dr. Dre]

It's like this and like that and like this and uh
It's like that and like this and like that and uh
It's like this, and we ain't got no love for those
So jus' chill, 'til the next episode

[Snoop Doggy Dogg]
Fallin' back on that ass with a hellified gangsta' lean
Gettin' funky on the mic like a' old batch o' collard greens
It's the capital S, oh yes, the fresh N-double O-P
D-O-double G-Y D-O-double G ya' see
Showin' much flex when it's time to wreck a mic
pimpin' ho's and clockin' a grip like my name was Dolomite
Yeah, and it don't quit
I think they in a mood for some mothafuckin' G shit
So Dre. (What up Dogg?)
We gotta give 'em what dey want (What's that, G?)
We gotta break 'em off somethin' (Hell yeah)
And it's gotta be bumpin' (City of Compton!)

[Dr. Dre]
It's where it takes place so I'm a ask your attention
Mobbin like a mothafucka but I ain't lynchin
Droppin' the funky shit that's makin the sucka niggaz mumble
When I'm on the mic, it's like a cookie, they all crumble
Try to get close, and your ass'll get smacked
My mothafuckin homie Doggy Dogg has my back
Never let me slip, 'cause if I slip, then I'm slippin'
But if I got my Nina, then you know I'm straight trippin'
And I'm a continue to put the rap down, put the mack down
And if your bitches talk shit, I have ta' put the smack down
Yeah, and ya' don't stop
I told you I'm just like a clock when I tick and I tock
But I'm never off, always on, 'til the break dawn
C-O-M-P-T-O-N, and the city they call Long Beach
Puttin' the shit together
Like my nigga D.O.C., no one can do it better

[Hook: Dr. Dre & Snoop Doggy Dogg]

Like this, that and this and uh
It's like that and like this and like that and uh
It's like this, and we ain't got no love for those
So jus' chill, 'til the next episode

22 Nisan 2010 Perşembe

1977'nin en iyi filmleri


1. Annie Hall (10)
Woody Allen

2. Close Encounters of the Third Kind (10)
Steven Spielberg

3. Eraserhead (10)
David Lynch

4. Cet obscur objet du désir (9)
Luis Bunuel

5. Padre Padrone (8)
Paolo Taviani, Vittorio Taviani

Diğer: The Serpant's Egg (8), Star Wars (8), The Last Wave (8), The Duellists (8), Cross of Iron (8), Una Giornata Particolare (7), Killer of Sheep (7), Saturday Night Fever (7), Suspiria (6), The Hills Have Eyes (6), New York New York (6), Bobby Deerfield (6), The Gauntlet (5), Exorsist II (5), 3 Women (5)

Görmediklerim: Roots, Stroszek, Slap Shot, Oh God!, The Late Show, Julia, Jesus of Nazareth, The Goodbye Girl, The American Friend, L'homme qui aimait les femmes, The Spy Who Loved Me, Looking for Mr. Goodbar, Equus, The Turning Point, A Bridge Too Far, Capricorn One, Jabberwocky, The Deep, High Anxiety, Sorcerer, Valentino, Rabid, Martin, Grand Theft Auto, Soldaat van Oranje, Desperate Living, Black Sunday, Czlowiek z marmuru, Opening Night, Providence, Le diable probablement, Shatranj Ke Khilari

Not: "Eraserhead"i ekleyerek, 8 Mayıs 2010'da listeyi güncelledim.

İşte Fener maçlarındaki hakemler



Arkadaşın biri yukarıdaki videoyu hazırlamış, bu sene Fenerbahçe aleyhine yapılan hakem hatalarını ve özellikle de verilmeyen penaltıları göz önüne almış. Elbette bir Fenerbahçeli hazırladığı için, içinde Fener'in kazandığı maçlarda verilmeyen penaltılar da var. Bakın ben onlarla ilgilenmiyorum. Hakemlerin "organize" bir şekilde Fener düşmanı olduğunu falan düşünmediğim için, o penaltıları göz önünde bulundurmuyorum. Hakem takdir hakkını tamamen Fener aleyhine kullanmıştır ama sonuç değişmemiş, Fener kazanmıştır. Benim ilgilendiğim ise, Fener'in "puan kaybettiği maçlarda maç dengede iken" yapılan ve tamamen "maçın neticesine tesir eden" hatalar. Fenerbahçe öne geçtiği zaman bugüne kadar kaç tane takım onu yenebildi? Sadece bu yıl demiyorum, son 10 yılda kaç maçta Fener öne geçtikten sonra maç kaybetti, oturun hesabını yapın. bu hesabı yaptıktan sonra videoyu seyredince daha anlamlı oluyor. Şimdi başlıyorum:

1. Videodaki ilk 3 penaltı, Fener'in "hakemi de yendiği" 3 maçtaki penaltı pozisyonlarını içeriyor; bu yüzden onları geçiyorum. 1 dakika 46. saniyeden itibaren ise şenlik başlıyor. Buradaki pozisyon hepimizin hatırladığı İnönü'deki o meşhur katliam. Aydınus isimli, dünya üzerindeki bütün küfürleri ve hakaretleri hak edecek kadar pişkin insan müsveddesi, kendisinin ve yardımcısının gözünün önündeki penaltıyı daha 18. dakikada vermeyerek maçın neticesini tek başına tayin etmişti. Beşiktaş'ın ne kadar zavallı bir takım olduğu, 8 savunmacı ve 7 adam markajıyla, hele de Fener gibi bir rakip karşısında yenik duruma düştüğünde pozisyona bile giremediğini, futboldan biraz anlayan herkes takdir eder. Dolayısıyla Fener'in 3 puanı burada çalınıp korkak ve zavallı bir takıma hediye edilmiştir.

2. 2:17'de başlayan pozisyonlar ise tam bir utanç vesilesi. Fener'in bu sene kaybettiği birkaç maçtan bize en çok dokunanı kesinlikle deplasmandaki bu Eskişehir maçı. Maç daha 0-0 iken Alex'in köşe vuruşunda El Saka, o hafta bütün hakem hocalarının ve futbol otoritelerinin kabul ettiği akıl almaz bir penaltıya imza atıyor. Ama Bünyamin ve yardımcısı devam diyor. Aynı Bünyamin ve aynı yardımcı bununla kalmıyor, ilk yarıyı başarıyla 0-0 kapattıktan sonra ikinci yarıda gözlerinin önündeki bir faulden Fener aleyhine bir korner yaratıyor ve golün yolunu açıyorlar.

Şimdi denebilir ki "kardeşim korner olduysa oldu, o golü yemeseydiniz." Eyvallah, tamam da ilk yarıdaki penaltı ve ikinci yarıdaki bu pozisyonda sergilenen utanmazlığı ve cüreti görünce şunu rahatlıkla düşünebiliriz: Şayet bu kornerden de gol olmasa başka bir şey yapılıp o maç Eskişehir'e verilecekti, bu çok açık. Çünkü "sana göre, bana göre" olan pozisyonlar değil ikisi de, hakemlerin gözünün önünde lamba gibi cereyan ediyor ama onların gözüne perde iniyor.

Eskişehir maçından da Fener'e -3 puan yazınız.

3. Kazanılan Sivas deplasmanını yine geçiyorum ve Kadıköy'deki Diyar maçına geliyoruz. Zaten terörist gibi tekme atmak için sahaya çıkmış oyunculara prim tanıyan bir hakem yönetimi vardı o maçta ama Fener tek gol atsa kopup gidecek olan maç, 80 küsuruncu dakikaya kadar 0-0 gitti. O arada rakibin Iraklı sol bekinin Güiza'ya uyguladığı yine herkesçe kabul edilen açık bir çekmesi ve penaltısı var. İlk golü rakip attığı için berabere biten o maçtan da -2 puan yazıyoruz.

4. Bundan sonra yine kazanılan maçlarda verilmeyen penaltılar var ama onları hadi yine saymayalım. Asıl bomba ise Kayseri deplasmanında.. Bütün bu video boyunca Fener lehine olup verilmeyen penaltıların vahşiliğini, açık-seçikliğini, hoyratlığını göz önüne getirin. Bir de Kayseri deplasmanında Özkalfa'nın yarattığı penaltıya ve oradaki hareketin şiddetine bir bakın. Bu hareketin aynısı daha sonraki haftalarda Fener'e 2 kez verilmedi, onu da ekleyeyim. -2 puan da oradan yazıyoruz, etti 1o puan.

Fenerbahçe'nin tam 10 puanı hakemler tarafından hırsız gibi çalınmış. Buna karşı eziklerin sunduğu tek argüman ise A.Gücü maçında Özer'in çizgi içinden çevirdiği top ve kazanılan +2 puan. Onun dışında Fener lehine (maç dengede iken, neticeye tesir edecek şekilde) yapılmış bir hata varsa buyrun çıkarın. Yoksa daha fazla komik duruma düşmeyin. Hakikaten acınacak bir görüntü veriyorsunuz çünkü.

Not: İlk yarıdaki Sivas maçında Kâzım'ın ofsayt golünü kimse söylemesin çünkü söz konusu maçta skor 0-0 iken Deivid'e verilmeyen açık bir penaltı var. Dolayısıyla o iki pozisyon (ikisi de 0-0 iken gerçekleştiğinden dolayı) birbirini tolore ediyor.

Not 2: Bir de İBB maçı var, yine Aydınus yani. Maç 1-0 iken Deniz'in nizami bir golünü vermeyen, ikinci yarıda Güiza'nın bariz gol şansı varken düşürülmesine sarı kart çıkaran, Alex'i ise ilk fırsatta haksız yere oyundan atıp sonraki maçın da neticesine tesir eden bu arkadaş, allah vere de bir gün bir yerde gerçek bir Fenerli ile karşı karşıya gelmeye... Bu maçtaki rezalet için de en azından -1 yazmak gerekir, duruma göre -3 de olabilir. Bu konuda yoruma açığız.

Zavallılara duyurulur...

21 Nisan 2010 Çarşamba

Inter kazanmadı, Barça kaybetti

Barcelona takımının 14 saat otobüs yolculuğundan sonra maça çıkmış olması onları ne kadar etkilemiştir bilmiyorum ama şurası bir gerçek ki, dün Milano'da gördüğümüz takımın bizim bildiğimiz Barcelona ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Barcelona maç kaybedemez mi? Elbette kaybeder, nitekim son olarak Madrid deplasmanında Atletico'ya da kaybetmişti 2 ay kadar önce. Ama Barcelona'nın bu kadar renksiz, mücadeleden uzak ve kendi teknik direktörünün de maçtan sonra dediği gibi "rakibin daha iyi oynadığı" bir şekille maçı kaybetmesi kolay hazmedilecek bir şey değil. Üstelik öne geçen takım da kendisiyken..

Neden böyle olduğunu bilmiyorum ama nasıl olduğunu biliyorum. Dün geceki maç bir kez daha yüzümüze vurmuştur ki, Messi de olsan, Xavi de, Zlatan da, fark etmez.. Eğer rakibin kadar koşmuyor, mücadele etmiyor ve pres yapmıyorsan yeteneğin bir anlamı kalmıyor. Tabii ki motivasyon da çok önemli. Geçen sezonun başında Guardiola bu takımın başına yeni geldiğinde Barça'nın yanlış oynadığını, takımın en önemli hücum silahının "şok pres" olması gerektiğini belirten bir yazı yazmıştım. O sancılı başlangıçtan sonra sezonun ortalarına doğru takım tam da bu dediğim tarz bir oyuna yönelmiş ve durdurulamaz bir takım hâline gelmişti. Ondan önce ise rakibini bekleyen, topu kazandıktan sonra rakibin üzerine ağır ağır gidip her hücumda 35-40 pas yapan, halı sahadaymış gibi oynayan bir görüntüleri vardı. İşte dün akşam gördüğümüz Barça, o 1.5 sene öncesinin takımına benzer bir tarzda oynayınca, Inter gibi kendisinden ölümüne korkan ve açık ara daha güçsüz bir takıma farklı şekilde kaybetti. Ben Nou Camp'ta böyle olmayacağını ve Barça'nın rakibini presle boğup turu geçecek avantajlı skoru yakalayacağını düşünüyorum. Dün geceki yenilginin de hayırlı olduğu kanaatindeyim. Ama gerekli dersleri almak koşuluyla..

Inter'de ise Mourinho'nun Barcelona önünde kazanması belki imkânsız değildi ama sahaya 3 forvet ve Sneijder ile çıkıp o şekilde "hak ederek" kazanması beni gerçekten de çok şaşırttı. Yine de Barcelona bizim bildiğimiz Barcelona olsa ne yapar eder o maçı alırdı, bu ayrı konu ama Mourinho'nun cesareti, kendinden beklenmeyen cüretkâr kadrosu ve takımına her zamanki gibi aşıladığı motivasyon takdire şayandı.

Mesela sahaya Pandev ve Etoo'yu açık olarak sürmüştü Mourinho. Normalde böyle bir düzende bütün hocalar bu mevkideki isimlere rakip beki kovalama görevi verir ama dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, Etoo ve Pandev beklerini kovalamadı. Dünya futbolunda daha önce hiç görmediğim bir şekilde Mourinho, rakip beki karşılama görevini yine kendi beklerine vermişti! İşte burada bence bu adamın dehası ortaya çıkıyor zira Barcelona'nın hücumdaki yerleşimine baktığınız zaman orta sahasının kenarlarında oynayan oyuncuları kenar adamı gibi oynamıyor ki.. Solda zaten Keita var, aslen bir ön libero olduğu için mütemadiyen içeri gelen bir oyuncu. Sağdaki Pedro ise aslen forvet olduğu için alıp adam geçen, sıfıra inen, orta yapan tarzda bir açık değil. Dolayısıyla Barça kanat hücumu yapacaksa bunu ille de bekleriyle yapıyor, adeta beklerini açık gibi kullanıyor. Dolayısıyla Mourinho'nun orta sahanın ortasını kalabalık tutup beklere ön liberolardan destek yollaması, Etoo ve Pandev'e de geri geldikleri zaman sadece alan daraltıp iç koridorunda savunma görevi vermesi gerçekten de maça damgasını vuran bir taktik hamleydi bana göre. Bu sayede 3 forvetini, rakibi en fazla tehdit edeceği bir tarzda kullanma olanağını da bulmuş oldu.

Onun dışında zaten tüm Mourinho takımları gibi hırslı, inanmış ve aşırı motive olmuş bir Inter gördük. Rakip de fazla rahat olup kendi klasiğinin dışında oynayınca; kendisinin yeteneklerini değil de "zaaflarını" su yüzüne çıkaracak bir oyun tarzını benimseyince sonuç kaçınılmaz oldu. Ama yine de dediğim gibi bu iki takımın ideal oyunları arasında muazzam bir uçurum var ve ben Barcelona'nın turu geçeceğini sanıyorum. Her ne kadar çok zor olsa da...

20 Nisan 2010 Salı

Boysan'a hak ettiği cevap geldi

"Sanatçı; duruşuyla, fikirleriyle, olaylara ve hayata bakış açısıyla topluma örnek olan; davranışları ve konuşmalarıyla insanlığa bir şeyler kazandırma çabası içinde olan ve topluma ışık tutan insandır.

Sanatçı kimliği ile tanıdığımız Haldun Boysan; Beşiktaş maçı sonrasında 1903radyo.com adlı radyo istasyonuna telefon ile bağlanarak, yaşadığı hezeyanı ağzından dökülen küfürler ile ifade etmiştir. Yukarıda tanımlanan ve sanatçı niteliklerini yitirdiği her halinden belli olan Boysan'a sanatçı diyebilmek şu andan itibaren mümkün değildir. Eğer; 'Hezeyanı küfürle ifade etmek' bir sanat ise Boysan; 'Küfür sanatının üstadı' sayılmalıdır.

Bir sanatçının sergilemesi gereken duruştan ve sahip olması gereken ahlaki bilinçten son derece uzak olan Haldun Boysan'ın yaptığı çirkin ve küfür dolu açıklamaları esefle kınıyoruz. Özrü olmayacak kadar ahlaksız açıklamalar yapan Haldun Boysan, bırakın sanatçı nitelikleri taşımayı ve insanlığa örnek olmayı; kendini bilen, akıllı, ahlaklı hiçbir insanın göstermeyeceği şekilde bir tavır sergilemiş ve tüm Türk halkına gerçek yüzünü göstermiştir. Bu konuşma ve tavırların normal bir insanın sahip olması gereken ruh haliyle uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Haldun Boysan'ın, kendisini hala 'Kurtlar Vadisi'nde oynadığı rolün etkisinden kurtaramadığı apaçık ortadadır. Rol aldığı dizide yansıtılan hayal dünyası ile gerçeği birbirinden ayırt edemediğini bizlere kanıtlayan bu konuşmaları yapan şahısa, sanatçı demek; sanatlarını, sanatçı ahlakı ve vizyonuyla icra eden ülkemiz sanatçılarına ağır hakaret olacaktır. Bunun ötesinde; bu davranışların sürekli tekrarlanması, bu kişinin akıl ve ruh sağlığının bozuk olduğunun en açık göstergesidir.

Haldun Boysan; sadece Başkanımız Aziz Yıldırım, futbolcumuz Emre Belözoğlu ve camiamızdan değil; tüm Türk halkından ve spor kamuoyundan derhal özür dilemelidir.

Ülkemizde, stadyumlarda yaşanan şiddet ve fanatizmi önlemek adına özel yasaların çıkarılarak mücadele edildiği bir dönemde; Boysan'ın bu çirkin konuşması ve tavrı, çıkartılacak olan yeni yasalara örnek teşkil edebilecek niteliktedir.

Bir radyoda; ahlaka aykırı şekilde ifadeler kullanacak kadar fanatik görüş ve düşüncelere sahip olan bir kişinin, her tür spor müsabakası ve spor alanından, ömür boyu uzak tutulması gerektiği ortadadır.

Kulübümüz ve iğrenç küfürlere maruz kalan kişiler, Haldun Boysan'a karşı kullanmaları gereken yasal haklarını; spor sahalarını ve spor dünyasını çirkinleştirmeye çalışanların yargı önünde hesap vermelerini ve cezalandırılmalarını sağlamak adına sonuna dek kullanacaklardır.
Ayrıca; yayını yapanlar hakkında da RTÜK nezdinde her türlü girişimde bulunulacaktır.
Kamuoyunun da; Haldun Boysan'a gereken tepkiyi göstereceğine inanıyoruz.

Bu şahsın galiz küfürlerine maruz kalan; Türkiye Futbol Federasyonu, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı ve hakem camiasının kendilerine yapılan bu saldırıya sessiz kalmadıklarını görmek istiyoruz."

Fenerbahçe Kulübü'nün açıklaması...

Not: En az 50 kere seyrettiğim ve her diyaloğunu ezbere bildiğim "Gemide" filmindeki Kamil karakteriye kalbimizde önemli bir yer kazanan Boysan'ın, bu denli ahlâksız bir adam olduğunu görmek, bu iğrenç yüzüne tanıklık etmek gerçekten de çok üzücü. Özür dilemesinin bile yetmeyeceği kadar çamura batmış olan Boysan'a akıl sağlığı diliyorum, elden başka bir şey gelmiyor..

Git!!!

Bilica, bu ülke tarihinin gördüğü en çirkef futbolculardan biri, bunu bilmeyen ve anlamayan kalmadı artık. Cristian ve onu bu yüzden hiç sevmediğimi defalarca yazdım bu blogda. Beşiktaş maçında İnceman'a dalışı ve sonrasında yaptığı kazı çalışması beni hiç şaşırtmadı. Sadece utandırdı. Yazıklar olsun. Bu adamı sezon sonunda bu kulüpte tutarlarsa, tutanlara da yazıklar olsun.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Bunlar nasıl hakem böyle?

Özgüç Türkalp'i bütün Türkiye nereden tanıyor? 2005'teki Konya-Fener maçında Anelka'nın kaleciye yaptığı faulü görmeyip verdiği golden.. Gerçi sorsanız bütün geri zekâlılar hâlâ o golün elle atıldığını sanıyor. O kadar şuursuzca bir kompleksle ve eziklikle saldırıyorlar ki Fener'e, o pozisyonda topun hiçbir şekilde Anelka'nın eline-koluna değmediğini bilmiyor insanlar. Oysa orada olan şey, topa doğru iki eliyle çıkan kaleciye gayrı nizamî bir şekilde yüklenen Anelka'nın, kalecinin topu tutan kollarına yaptığı faul sonucu topun kaleye girmesiydi. Türkalp cesaret edip çalamamıştı.

Sadece o pozisyon mu? Türkalp'in sahadaki efendi, "ensesine vur, lokmasını al" duruşuna bakan herkes, onun ne kadar otoritesiz biri olduğunu rahatlıkla anlar. İşte bu akşam, dünya futbol literatüründe görülmemiş bir enstantanenin kahramanı da yine bu hakemdi. Cenk'e yapılan açık penaltıyı vermemesi sonrası hemen gelişen Trabzon atağında Barış'a çıkardığı sarı kartın ardından Kasımpaşa kalecisi Murat'ın hakemi bir tartaklayışı var, görmelere seza. Elleri arkasında olan Murat hakemi göğsüyle resmen dövüyor. Bu esnada Türkalp eliyle "gelme" diyerek itmeye çalışıyor ama geri geri giderek en az 7-8 adım atıyor! Ve yüzünde öylesine korkmuş bir ifade var ki, acımamak mümkün değil. Böyle bir insan nasıl hakem olabilir ey Oğuz Sarvan?

Türkalp'in yegâne falsosu "otoritesizlik" olsa yine gam yemeyelim. Penaltı pozisyonunu dikkatli izleyin, Cenk kendini Engin'in çelmesiyle yerde bulduğu anda hakem hemen düdüğünü ağzına götürüyor ama aklından ne geçiyor allah bilir, penaltıyı çalmaktan bir anda vazgeçiyor! Ama bu arada elindeki düdük ağzına gitmiş, orada duruyor. Sonra elleriyle "devam" işareti yapıp Trabzon'un kontratağını kovalamaya başlar başlamaz düdüğü yeniden eline alıyor. Tek kelimeyle kepazelik, başka bir şey değil.

Valla Türk futbol camiasında ne doğru ki, hakemler doğru olsun? Bunda hemfikirim. Üzerlerindeki baskı çok fazla, ona da tamam. Ama şurası bir gerçek ki, mevcut futbol ortamını beceriksizlik, yetersizlik, çakallık ve eyyamcılıkla bu kadar kaşıyan bir hakem camiası varken, bu ülkenin sahalarında hâlâ çok büyük kavgalar çıkıp kan dökülmemesi büyük bir şans.

Trabzon 2 - Kasımpaşa 0

Maçtan önce Trabzon'a bakıp nelerin negatif olduğunu değerlendirdik aşağıda, nitekim Trabzon takımı belirttiğim dezavantajları bire bir şekilde yaşadı maç boyunca. Kendisi çok daha fazla pozisyona girdi ama hem kalesinde birçok tehlike yaşadı hem de hakemin maç 1-0 iken vermediği çok ama çok net bir penaltı var. Dolayısıyla kadronun riskli yapısı, doğal sonuçlarını da beraberinde getirdi diyebiliriz.

Ama öte yandan bu maç açık bir şekilde gösterdi ki, maç öncesinde tahmin yaparken bir de karşıdaki takıma bakmak gerekiyormuş. Sezon başından beri Kasımpaşa'nın 4 büyükler ve Bursa ile oynadığı maçları dikkatli bir şekilde seyrettik ama onları hiç bu kadar ruhsuz, mücadeleden uzak ve gamsız görmemiştim. Hele sezonun en iyi oyuncularından biri olan Yekta o kadar burnu havada, o kadar züppe bir oyun oynadı ki, tanıdığımız Yılmaz Vural soyunma odasında tekme-tokat dalmıştır herhalde kendisine. Sadece o mu? Takımın (tabir caiz ise) "kaşarları" Murat Erdoğan ve Cenk, onları ben marke etsem bile hiçbir şey yapamayacakmış gibi ruhsuzdu sahada. Örneğin Kadıköy'de Fener'e karşı oynayan Kasımpaşa gibi bir takım olsa bu akşam, Trabzon'un kadro yapısındaki defansif zaafları değerlendirir, skor avantajını ele geçirir ve sonra da farka gidebilirdi. Olmayacak bir şey değil.

Ama Trabzon'un ve Şenol Güneş'in hakkını da yemeyelim. An itibarıyla şampiyonluğa oynayan takımlarda bile olmayan bir hırs, iştah ve dinamizmle, maçın hiçbir dakikasında oyundan düşmediler. Selçuk'un liderliğinde ve katalizörlüğünde, takım hâlinde mütemadiyen pres yapıp rakibe baskı uyguladılar. Geride boşluk vermekten, eksik yakalanmaktan ya da rakibin "pas" canavarı bir takım olmasından hiç korkmadılar. Onların uyuşukluğundan yararlanmaları bir yana, yaptıkları baskıyla o pas trafiğinin işlemesini olabildiğince engelleyen de kendileriydi.

Şenol Güneş'in takım tertibinin hatalı olduğunda ısrarım devam ediyor. Skor avantajını elde ettikten sonra Ceyhun'u oyuna alıp Teo'yu çıkararak bunu kendisi de teyit etti zaten. Trabzon takımının ideal dizilişi (geçen seneden beri yazıyorum) Umut'un en uçta olduğu bir 4-3-3 ve orta sahada Selçuk'un yanında bir presçi daha olmak zorunda çünkü. Örneğin Fener karşısına da bu şekilde çıkarlarsa başları çok ağrır. Oynadıkları göze hoş gelen oyunun yanı sıra, son iki maçta kalelerinde oluşan tehlikeler de bunu anlatıyor.

Trabzon (4-1-3-2): Onur (**) - Engin (**), Song (***), Egemen (***), Cale (**) - Selçuk (***) - Gabric (***) (79' Sezer), Alanzinho (***) (86' Barış), Colman (*) - Umut (***), Teo (**) (63' Ceyhun (**)

Kasımpaşa (4-4-2): Murat (***) - Keller (*), Merthan (*), Barış (**), Ergün (*) - Yekta (0) (77' Ali Güneş), Koray (0), Murat Erdoğan (*), Sancak (*) (46' Emre (*) - Cenk (0), Şahin (**) (77' Özgür)

Goller (2-0): Egemen 57', Umut 90+3'

Şenol Güneş ne yapıyor?

Trabzon'un, hocası Şenol Güneş'e son haftalarda bir haller oldu. Yönetimden baskı mı görüyor nedir, hiç hazır bir görüntü vermeyen Teo'yu ilk 11'de oynatmak konusunda anlamsız bir ısrar içinde. Orta sahada zaten pres yapmayan Colman, Alanzinho (oynarsa Gabric, Burak, Engin) gibi oyunculara sahipken (ve de koşan yegâne iki oyuncu Umut ve Selçuk iken) orta sahadan bir adam eksiltip 4-2-4'e dönmenin mantığı nedir? Anlayamıyorum.

Beşiktaş deplasmanında bu minvaldeki ciddi tercih hatasına rağmen, rakip tarafından beceriksizce ceza kesil(e)memişti. Ama gördüğüm kadarıyla bu akşamki Kasımpaşa maçında Şenol hocanın fantezisi artık iyiden iyiye zıvanadan çıkmış durumda. Açıklanan kadrolara göre takımın dinamosu Serkan'ın yokluğunda sağ bekte Engin Baytar'ı görevlendirmiş Şenol Güneş; defansın diğer isimleri Song, Egemen ve Cale. Orta sahada yine sadece Selçuk ve Colman var. İleride ise Gabric, Umut, Teo ve Alanzinho oynayacak. Eğer bin liram olsa şu kadrolarla 2.31'lik "Kasımpaşa yenilmez" seçeneğine hiç düşünmeden basardım. Engin'den sağ bek olur mu yahu? Fizik güç yok, oyun disiplini yok, ikili mücadele yok, sorumsuzluk hat safhada, daha ne olsun? Yine takımın bütün pres yükünü, yorulmak nedir bilmeyen Umut ile garibim Selçuk çekecek.

Eğer bireysel ve fahiş bir hata, bir karambol golü vs. olmazsa, "maçın normal gidişatıyla" Trabzon'un kazanması mümkün görünmüyor bana. Bekleyip görelim.

Telegol diyalogları #3

Eskilerden bir diyalog bu; programı ben seyretmemiştim, birader söyledi. Hayatımda televizyonda duyduğum en komik şeylerden biri.

Serhat Ulueren: Hocam şimdi bir Türk hakemi çıkıp Şampiyonlar Ligi'nde final yönetse Türk futbolu için, Türk hakemliği için güzel olmaz mı?

Ahmet Çakar: Türk futbolu ve hakemliği için iyi olur da, benim için hiç iyi olmaz.

Serhat Ulueren: Neden o?

Ahmet Çakar: Çocukluğuma inmen lâzım...

Sonradan açıklıyor, hep söylediği gibi kıskanırmış... Hakikaten manyak bu herif, tam bir televizyon yıldızı...

18 Nisan 2010 Pazar

Nihat Genç'ten eziklik analizi

Nihat Genç: En büyük Kupa.. Şimdi Trabzon’un bir müzesi var.. Bir sürü kupa var.. Lig Kupaları, bir sürü Cumhurbaşkanlığı Kupaları.. En değerli kupa Kıbrıs Barış Kupası.. Onu Trabzon aldı ve bir daha yapılmadı..

Fakat o müzeye gittiğinde bir sürü kupalar, Cumhurbaşkanlığı 6-7 tane, Lig kupaları, Türkiye Kupası.. Sana deseler en değerlisi hangisi?

Hayır.. En değerli bir tane Başbakanlık Kupası var orada. Çünkü o kupa Erbakan’ın Başbakan olarak da değil, "hayatta" verdiği tek kupa.. Biz kupamızı Erbakan’dan aldık.. Çok değerli bir kupadır. Bütün kupalar bir daha gelir ama Erbakan bir daha iktidara gelecek, başbakan olacak.. Yok artık! Tabii ki bu bir espri..

Ben Türkiye’nin (UEFA Kupasını biri getirene kadar) en büyük takımının G.Saray olduğunu düşünüyorum.. En büyük G.Saray'dır, bunu kimseyle tartışmam.

İdeolojisi olan, romantizmi olan, böyle hastalığı olanların takımının da Beşiktaş olduğunu düşünüyorum. Böyle bütün arkadaşlarım Beşiktaşlıdır mesela.. Çok hastalıklıdır, değişiktir onlar. Onlar takım tutar gibi değil, bir ideoloji tutar gibi takım tutar. Çok şeydir..

Fakat şunu artık hepimiz kabul edelim: Türkiye’nin en büyük takımı değil, Türkiye’nin "kendisidir" Fenerbahçe.. Bizim kendimize benzer Fenerbahçe.. Bizim sinirlenmemize, bağırmamıza, aramızdaki dalaşmaya, birbirimizi suçlama şeklimize.. Yani bizim ruh hâlimiz ne ise, Türkiye’nin ruh hâli, siyaseti, her şeyi Fenerbahçededir. O yüzden Fenerbahçe "aşılamaz bir takımdır." Yani Biz Fenerbahçe ile maç yapan takımlarız.. Bu gerçeği buraya koyalım.. Çünkü 100 Yıl geçti, hâlâ Fenerbahçe’yi yenmek bayram, neşe. Herkes toplanıp Fener’i yenmek için bir araya geliyor...

(Not: Forumlara, sitelere, bloglara bakın. Şu yukarıdaki satırlarda [bir Trabzonsporlu tarafından] dile getirilen tahammülsüzlük ve kompleks her yerden akıyor. Hakemin lehte ve aleyhte yaptığı onca hatadan 1-2 tanesine takılıp, aynaya bakmayı yine beceremiyorlar. Fener daha şampiyon olmadı, olmama ihtimali de olma ihtimali kadar kuvvetli bence ama "olma ihtimalinin kuvvetlenmesine" bile tahammül edemiyor bu kompleksliler. 100 yıldır acınacak haldeler, öyle de gidiyorlar.)

Büyük mü? Kim büyük?

1.5 yıldır bu blogda Mustafa Denizli ile ilgili sayısız yazı yazdım. Türk futbol tarihinin en utanmaz ve kendi kendisiyle en fazla çelişen hocası olduğunu defalarca dile getirdim. Zaman, ne söylediysek hepsini çıkardı. Geçen yıl "sezon ortasında asla ve asla takım devralmam" sözünü yutup, tükürdüğünü yalayarak (Lig TV'den haftalarca Ertuğrul'un kuyusunu kazdıktan sonra) Beşiktaş'ın başına geldi. Akabinde "hücum futbol dehası" olarak Türk futbol tarihinin en korkak, en şahsiyetsiz takımını yarattı ve şampiyon oldu. Şampiyon olmak için karakterinden bile ödün verecek kadar tıynetsiz bir adam çünkü. Ben Beşiktaşlı olsam, bu adam yönettiği sürece takım tutmayı bırakırım. Çünkü o gelene kadar Demirören yüzünden zaten "üçüncü" büyük hâline gelen Beşiktaş kulübü, o geldikten sonra artık bence Trabzon'un ardından dördüncü büyük durumunda. Çünkü büyük takım Trabzon deplasmanına 8 defans oyuncusuyla çıkmaz. Fenerbahçe ile 30 bin seyirci önünde kendi sahasında "7 adam markajı" yaptırmaz. Özetle Beşiktaş kulübü, en çok Fener ve ayrıca G.Saray ezikliği yüzünden sadece ve sadece "kazanmak" için rezil rüsva olmuş durumda. Tek kelimeyle yazık...

Bugün de bakıyoruz, 5-4-1 düzeniyle mide bulandıran, kişiliksiz bir takım olacak sahada. Fenerbahçe, İnönü ya da Ali Sami Yen'e bu şekilde çıksa, kazansa bile ben utanırım. 2000 yılında Johnson'ın golüyle Ali Sami Yen'de kazanılan o acınası maçta takımlar arasındaki inanılmaz kalite farkına rağmen Fener'in orta sahasında Tayfun Korkut, Johnson, Mosheu ve Metin Diyadin; ileride de Preko ve Oulare vardı. Mustafa Denizli gibi bir kişiliksizin rüyasında göremeyeceği bir kadro bu. Bu akşam Kadıköy'de Kaş, Sivok, Toraman, Ferrari, Üzülmez şeklinde beşli bir defansla çıkıyor Beşiktaş. Önlerinde Fink ve Ernst, sağda Tello ve solda Köybaşı oynuyor! İleride de Bobo var. Sahaya bakın, Türk futbolunda 3 büyükten biri olduğunu iddia eden bir kulüp, diğerinin sahasında tam 6 adam adama markajla oynayacak. Bırakın Beşiktaşlı falan olmayı, futbolu seven bir adam şu Denizli denen utanmaz kaybetsin diye dua eder.

Fenerbahçe'ye gelince, bu akşam sahadaki tek büyük takım onlar olacak. Sokaktaki simitçinin bile beklediği bir 11 ile, bir büyük takıma yakışır şekilde "kendi futbolunu" oynayacak Fenerbahçe. Eğer futbolcular ruhsuz olmaz, ellerinden gelenin tamamını sahaya koyarsa kaybetseler de gam yemem. Ki kaybetmeyecekler...

Fenerbahçe (4-2-3-1): Volkan - Gökhan Gönül, Lugano, Bilica, Andre Santos - Selçuk, Emre - Topuz, Alex, Özer - Güiza

Beşiktaş (5-4-1): Rüştü - Kaş, Sivok, Toraman, Ferrari, Üzülmez - Tello, Fink, Ernst, Köybaşı - Bobo