28 Ocak 2011 Cuma

Neden iki ayrı stat?

G.Saray'ın stadyum sorununun (devlet eliyle) çözülmesinin ardından Beşiktaş da aynı konuda girişimlerini hızlandırdı. Fenerbahçe zaten kendi imkânlarıyla yaptığı bir gecekonduda kör-topal idare ediyor. Ali Sami Yen'in yeri gerçekten de çok kıymetli bir arazî, G.Saray buradaki üst kullanım haklarından vazgeçerek devlete kendi stadyumunu yaptırmış oldu ve bu durumun hakkaniyetli olduğunu savunuyor. Hoş, o üst kullanım hakkının hiçbir şartını yerine getiremeyen bir işgalci konumundaydı son yıllarda ama varsın olsun. Aziz Yıldırım'ın dediği gibi memleket, Arena gibi spor komplekslerine sahip olsun da nasıl olduğu önemli değil..

Yalnız benim senelerdir düşündüğüm bir şey var ki, kamuoyunda birileri tarafından neden dile getirilmiyor, gerçekten de şaşkınlık içindeyim. Şu ki, Inter-Milan, Roma-Lazio gibi bizimkilerin yanında çok daha güçlü ve büyük sayılabilecek kulüpler onlarca yıldır aynı stadyumları paylaşırken neden G.Saray ve Beşiktaş iki ayrı "mabet" yapmanın derdine düşüyor bu ülkede? Bu nasıl bir lüks, nasıl bir züppeliktir arkadaş? Neden, Arena gibi 600 milyon liraya mal olduğu söylenen bir stadyumda 15 günde tek maç oynansın ki? Bu kulüplerin ikisi de Avrupa yakasında olduğuna göre niye bu stadyum için devlete ortaklaşa para ödeyip burayı birlikte kiralamıyorlar? Fıstık gibi stat, ikisi de sezon başında kombinelerini satar, fikstür ona göre ayarlanır, biri içerideyken öbürü dışarıda oynar. Avrupa maçları için bile Uefa aynı uygulamayı yapıyor. Karşı karşıya geldiklerinde de, emsallerinde olduğu gibi ev sahibi olan stadyumun %95'ini alır, diğeri deplasmanda sayılır. Olay bu kadar basit. Madem bu stadyumu devlet yaptı, madem yollar ve metro vs. ile ulaşımı da rahatlatılacak yakın bir zamanda, böyle bir komplekste her hafta maç oynatmak çok daha akıllıca olur. Hem Seyrantepe ne Şişli-Mecidiyeköy, ne de Beşiktaş; her ikisi de olmayan bir bölge. Akıl-mantık-sağduyu bunu söylüyor, şöyle bir bakınca hiçbir sakıncası da görülmüyor ama millet g.t kadar İstanbul arazilerine hâlâ stat kondurma peşinde...

27 Ocak 2011 Perşembe

Mucizevî zafer

Geçen haftaki (fazlasıyla) ekstra Olympiakos galibiyetinden sonra önemi iki kat artan Valencia mücadelesi, Fenerbahçe için gruptan çıkmak adına belki de anahtar hüviyetindeydi. Euroleague'in en sert ve en yürekli takımlarından biri olan rakip, Vidmar'ın yokluğunu bilmiyorum kaçıncı kez hissettirircesine hücum ribauntlarında adeta şov yaptı, ayrıca maç süresince stres nedenli top kayıplarımız buna eklendi. Dolayısıyla rekor sayıdaki bu iki istatistik nedeniyle oyun son topa kadar geldi. Bunun yanında kaçan fauller ve hakemlerin (Murat Kosova'nın abarttığı kadar olmasa da) kritik hatalı kararları da eklenince, elde edilen galibiyet için mucizevî demek az bile kalır. Vidmar ve Engin gibi sezon başında planlanan rotasyonun vazgeçilmez iki parçasının yokluğu yetmezmiş gibi bu maç özelinde Kinsey de tribündeydi ama Preldzic o kadar muhteşem, o kadar yürekli ve o kadar etkili bir efor koydu ki parkeye, ABD'li oyuncuyu olabilecek en düşük seviyede arattı bize. Maçın yıldızı da bence genç Slovendir.

Neticede Son-8 için muazzam bir avantaj elde etti Fenerbahçe. Eylül ayından beri bunu umduğumu ve beklediğimi defalarca belirttim zaten. Bu kadronun hakkı en azından Son-8'dir, orada son topa kadar mücadele edip kaybetse de bir şey demem. Ama tüm olumsuzluklar ve şanssızlıklara rağmen Final-4 oynayabileceklerine her gün daha fazla inanıyorum bu çocukların. Hoş, şu mücadele ve azimle sezon sonundaki tablo ne olursa olsun hepsini bağrımıza basmamız gerekir, o da ayrı konu. Taraftarın her geçen gün daha fazla havaya girip onları daha fazla sahiplenmesi ayrı bir güzel, onu da belirtmek gerekir.

Murat Kosova'nın maç içindeki müthiş çığlığıyla bitirmek isterim: "Bravo çocuklar, çıkarın bizi bu gerilim hattından!"

Fenerbahçe Ülker 75 - Power E. Valencia 73

23 Ocak 2011 Pazar

Fener'in havası iyi ama...

Hafta başından beri Trabzon'un A.Gücü'ne takılacağını, Fener'in de Antalya'yı yeneceğini öngördüğümü belirtiyorum yakın çevreme. Bu, bir temenniden öte her iki takımın havasına ve ruh hâline bakarak çıkarsadığım bir sonuç. Nitekim gerçekleşti dün bunlar, gerçekleşmeyebilirdi de. Futbol, böyle öngörüleri tamamen boşa çıkaracak kadar sürpriz unsuru barındırıyor içinde. Yine de gelecek hafta puan farkının 4'e düşmesini bekliyorum. Bekleyip göreceğiz.

Fenerbahçe, Yeni Malatya maçından sonra o kadar itilip kakıldı, futbolcular Samsun maçındaki protestoyla o kadar silkelendi ki, Antalya maçı bir anda sezonun en önemli müsabakası hâline geldi onlar için. Geçen hafta boyunca hangi oyuncu basının karşısına çıksa, bu maçta ölümüne mücadele edip mutlaka kazanacaklarını söylüyordu. Volkan, Emre, Özer, Alex vs. Bunlar güzel, sonuca baktığımızda 3 puan da alınmış durumda ama sahadaki oyuna ve futbolun kalitesine bakıyoruz, tatmin edici değil. O hırs, istek, azim, hafta içindeki "farkındalık" vs. nerede? Yine deplasmanda bireysel beceri sonucu bulduğu golle öne geçen, yine ikinci yarıda güçlü olmayan rakibine %66 topla oynama fırsatı veren, savunma yapmaktan başka hiçbir şey düşünmeyen bir acizler topluluğu gördük sahada. Belki Antalya maçı kazanılır böyle ama şampiyonluğun kazanılması mümkün değildir. Şampiyonluk için her şeyden önce özgüven gerekli çünkü. "Zafer, 'zafer benimdir!' diyebilenindir" demiş Atatürk, ne güzel söylemiş. Fenerli futbolcularda ise bu ruh hâlinin kırıntısını bile görmek mümkün değil. Hepsinde "Zafer acaba benim olacak mı? Olsa ne güzel olur, çünkü olmazsa hepimiz ayvayı yedik" diye özetleyebileceğimiz bir ruh durumu var.

Aykut Kocaman sürekli pas yapan, topu rakibe vermeyen, üçüncü bölgede baskı yapan bir takım istiyor. Kendisi de, futbolcular da defalarca söyledi bunu sezon başından beri. Ama belki de 15 senedir (Parreira'dan beri) ilk kez, topa sahip olma konusunda rakibinden gerilere düşen bir Fenerbahçe görülüyor, bu da enteresan. Daum gibi bir Alman'ın takımı bile topa Aykut Hoca'nın takımından daha fazla sahip olabiliyordu. Bir ilkeyi kabullenmek, uygulanmasını istemek vs. farklı bir şey, onu uygulatmak farklı.. Bu yıl hemen her deplasmanda öne geçip ondan sonra rakibi ne kadar zayıf olursa olsun topu onlara bırakan, geride kapanan ve sinen bir Fenerbahçe var. Dün de öyle oldu. Uzun vadede ziyadesiyle endişe verici bir tablo bu, bunları kendisi de görüp gereken tedbirleri en kısa sürede alacaktır, umarım.

Gelecek hafta oynanacak maç tam bir final. Trabzon takımı da dikiz aynasında Fener'i gördükçe daha fazla hata yapacak, bu belli oldu. Şenol Güneş uzun yıllardır efendi bir futbol adamı imajı çizmesine rağmen, işler sıkıştığında nasıl zıvanadan çıkabileceğini dünkü demeciyle gösterdi. 10-15 yaş büyük olduğu Aykut'un yarısı kadar bile olgunluğa ve centilmenliğe sahip değil gördüğümüz kadarıyla. Çirkefleşme potansiyeli de çok yüksek. 96 sendromunun etkilerini hâlâ bünyesinde taşıdığı gibi, bu yılki şampiyonluk mücadelesini de (hastalıklı bir zihinle) o hüsranın bir rövanşı gibi görüyor belli ki. Puan farkının 10 olduğu, akşam Fener kazandığı takdirde 7'ye ineceği bir durumda bile böyle sapıtıyorsa, işleri çok zor. "Lider"i bu psikolojide olan bir takımdan, dünkü A.Gücü oyunundan daha fazlasını beklememek gerekir bence.