27 Ağustos 2011 Cumartesi

Güle güle cesur yürek..

Diego Lugano yüzüncü yılımızda 7.5 milyon euro bonservis bedeliyle Sao Paolo'dan transfer edilmişti. Kıtalararası Kupa finalinde Liverpool karşısındaki olağanüstü performansı yüzünden Kırmızılar'ın da ilgisini çeken ama o muradına eremeyen Uruguay kaptanı, Fenerbahçe'de geçirdiği 5 sezon boyunca özverili, cesur, gözünü budaktan sakınmayan ve tüm takım arkadaşlarını ateşleyen oyun yapısıyla bu sporu gerçekten seven herkesin takdirini kazandı. Uluslararası futbol piyasasında çok değerli bir isim olduğu için her sezon onunla ilgili transfer spekülasyonları yapıldı, doğrusu bu ya, o da daha büyük Avrupa takımlarında oynamak isterdi ama Türkiye'de aldığı inanılmaz ücret nedeniyle her seferinde Fenerbahçe'de kaldı. Ama yine her seferinde hiçbir şey olmamış gibi terinin son damlasına kadar akıtmaya devam etti.

Türkiye başbakanının bizzat yürüttüğü "Aziz Yıldırım'ı bitirme ve Fenerbahçe'nin içine cemaati sokma" operasyonu sonucu kulübün Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkı gasp edilince Lugano da çareyi gitmekte buldu. Zaten bir savunmacı için oldukça fazla olan 2.5 milyonluk ücreti de bu dakikadan itibaren Fenerbahçe için külfet teşkil ederdi.

PSG'de geleceğin yıldızı Sakho ile ikili olarak oynayacak, Camara'dan formayı alacaktır. Oynadığı her takımın taraftarlarının sevgilisi olmasına hiç şaşırmadığımız bu güzel adam, bu büyük karakter, umarız orada çok başarılı olur. Olacağına hiç şüphemiz yok zaten ama yine de dileklerimizi esirgemeyelim.

Bu transferle ilgili 2 şey daha var. Birincisi, rakip takım taraftarları Lugano'nun sertliğinden şikayet etse de hep onun gibi bir savunmacıları olsun diye gıptayla baktı kendisine. Çünkü Lugano sert, kasıtlı faul yapabilen, ara sıra kendini kaybeden bir oyuncu olsa da en önemli özelliği asla "namert" bir oyuncu olmamasıydı. Bu yüzden onu herkes seviyor. Rakibine basacaksa hakemin gözü önünde basan biri o.. Zaten en büyük Fenerbahçe düşmanlarından Hıncal Uluç bile ona hayranlığını bir yazı ile belirtmişti. O yazı burada..

İkincisi ve daha önemlisi, Lugano'nun gidiş nedeni Türkiye'de cemaat tarafından yürütülen bu yüz karası operasyon ve onların Uefa'yı yanlış bilgilendirmesi sonucu Fenerbahçe'nin Avrupa'da oynama hakkının gasp edilmesidir. Onurlu, şerefli, haysiyetli Fenerbahçe taraftarları, Lugano'nun Tayyip Erdoğan ve cemaat yüzünden bu takımdan koptuğunu hiç aklından çıkarmasın..

25 Ağustos 2011 Perşembe

Bu oyunda yokuz, olamayız

Recep Tayyip Erdoğan tarafından 3 Temmuz 2011 tarihinde başlatılan ve onun emirleri doğrultusunda devam eden şike soruşturması, dün en rezil gününü yaşadı, zaten aşağıda konuştuk. Görünen o ki Erdoğan, Aziz Yıldırım'ı bitirene kadar bu kepazeliğe devam edecek ve her şeyi göze almış durumda. Zaten, zamanında hapse girmesine sebep olan şiiri, 12 Haziran seçimlerinin akabinde meclis kürsüsünden bağıra bağıra okuması "en el hak" demenin bir başka yoluydu. Yani diyor ki, "g.tü yiyen varsa gelsin şimdi alsın beni".. Bu ülkede medya, yasama, yürütme, yargı, TFF, onun disiplin kurulu ve az önceki kararla görüldüğü üzere Tahkim Kurulu da Erdoğan'ın emirleriyle iş görüyor. Dolayısıyla Fenerbahçe hakkını uluslararası platformlarda aramaya mecbur. CAS yolu açık, orada da Fetonun etkinliği yoktur diye ümit edip oraya müracat ederek neticeyi bekleyeceğiz. Şampiyonlar Ligi'nde ise onursuz, gurursuz, leş kargası, ezik, zavallı bir takım oynayacak.

Domestik mecraya gelirsek, Fenerbahçe bu ligde sadece ve sadece para yüzünden isteniyor, bu artık kesin. Yayıncı kuruluş son 1.5 aydaki iptaller yüzünden 140 milyon dolar zarar ettiğini kulüplere bir sunum ile izah etti. Demirören gibi ülkenin bir numaralı Fenerbahçe düşmanı bile decoder alarak bu zor dönemin atlatılmasına yardımcı olunması için yalvardı. Fener taraftarının yapması gereken ise bunun tam tersi yönde ilerleyip sadece ligtv değil, tüm digiturk kutusunu iade etmektir. Taraftar olup da başlayacak olan o ligi (tiyatroyu) izleyen kişi dünyanın en şerefsiz, en karaktersiz insanıdır.

Kulüpte ise olağanüstü kongre görünüyor. Yönetim değişirse yeni yönetimin, değişmezse mevcut yönetimin yapması gereken tek bir şey var: bu ligde oynamamak. Bunun için ligden çekilmek inanılmaz derecede aptalca bir yol, zira o durumda en alt ligden başlamak gibi meşakkatli bir süreç var (öyle deniyor). Akıllıca olanı ise şu: Bir takım, talimatlara göre bir sezonda iki kez hükmen yenik sayılırsa otomatikman ligden düşüyor. Fenerbahçe seçim sürecine girmezse hemen ilk iki hafta, eğer seçim olursa yeni yönetimin gelişinin ilk iki haftası maçlara çıkmayarak hükmen 3-0 yenilmeli ve küme düşmeli. Bunu yapacağını da el altından söylemeli ki, taraftarlar yayıncı kuruluşa "Fener nasıl olsa lige başlıyor" diyerek taahhüt falan vermesinler.

Eğer Fenerbahçe bu şerefsiz federasyonun ve düzenin liginde hiçbir şey olmamış gibi oynarsa, taraftar o stadı yakar. Gelen takım oradan çıkamaz ve önünde sonunda mutlaka kan dökülür. Bugün ben, üniversite okumuş, lisan bilen aklı başında bir adam, uluorta Trabzon'da Şampiyonlar Ligi için horon tepen o. evlatlarına söverken aynı ortamda ilk kez gördüğüm biri tepki gösterdi. Meğer Trabzonluymuş. Eğer münakaşa devam etse ikimizden biri diğerini muhtemelen öldürecekti ama çevredekiler araya girdi. Milyonlarca Fener taraftarı şu anda bu durumda ve Olympiakos Volou taraftarları nasıl PASOK binasına saldırdıysa, benzer eylemler yakındır. Her şey daha yeni başladı. Gidilecek çok yol var. Planlı, programlı ve ne yaptığını bilir olmak şart. Hepimizin gazası mübarek olsun.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Fenerbahçe bu, hep buydu..

Selahattin Duman'ın "Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi" isimli çalışmasından alıntı yapan bir Fenerli kardeşimizin yazısını okumanın tam zamanı.. Fenerbahçe taraftarı olmamın nedeni olan Altınordu olayını bilmeyen varsa sonuna kadar okusun, Fenerbahçe ailesinin nelere muktedir olduğunu tekrar görsün.

---

Futbol tarihimiz, Fenerbahçe'nin her başarılı olduğu dönemde, başkan ve yöneticilerinin kimlik ve kişilikleri ne olursa olsun, aynı kitle tarafından birleşik komplolara maruz kaldığını bize göstermektedir. Fenerbahçemiz bir yandan spor sahalarında rakipleriyle mücadele ederken, diğer yandan da rakiplerinin masabaşı oyunlarıyla da uğraşmak zorunda bırakılmıştır..

Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tarihine baktığımızda, kuruluş yıllarından itibaren ne denli kuvvetli bir takım olacağı anlaşılmış, özellikle de İstanbul’un işgal yılları sırasında işgal güçleri takımları ile yaptığı maçlar sonucu da popularitesi en üst seviyeye çıkarak, halkının, kendi içinden doğmuş olan bu saf ve dürüst spor yuvasını büyük bir muhabbetle bağrına basmasına sebep olmuştur. Düşman çizmeleri altındaki İstanbul’da, ulusal duygularla yoğrulmuş, engelleri yenmede kararlı, inançla şahlanmış bir okumuş gençler grubu ki kadronun tüm elemanları başta Askeri Tıbbiye olarak, Eczacı, Dişçi, Veteriner, Güzel Sanatlar Akademisi ve Fen Fakültesini ya bitirmiş ya da bitirecek olan bireylerdir. Aydın futbolcular topluluğu olan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün o yıllarda başlayan “ülkelerine kendilerini sevdirip halka bağlanması”, ne mutlu bizleredir ki, halkla kulüp arasında ki bu çözülemez sevgi ve muhabbet bağını yaklaşık 100 yıldır sürdürmektedir.

Dünyanın her yerinde ki benzer durumlarda sıkça yaşandığı gibi, Fenerbahçe yuvasına halkın bu aşırı ilgi muhabbet ve bağlılığı, diğer rakipleri tarafından zaman içinde tabiidir ki kıskanılmıştır. Rakibinden geri kalma sonucu doğan ezilmişlik ile gelen bu kıskançlıkların ilk örneği, Talat Paşa'nın kurduğu Altınordu'nun Fenerbahçemizin şampiyon kadrosunun en başarılı futbolcularını traansfer etmesidir.

ALTINORDU VAKASI

Talat Paşa... Osmanlı İmparatorluğunu kimseye sorup danışmadan Birinci Dünya Savaşı'na sokan İttihatçı üç paşadan biri. Tam bir taktisyen. Talat Paşa'nın arkasında Enver'in, Cemal Paşa'nın olduğu gibi bir askeri güç yok. Selanik'te gezici posta memuru olarak başladığı çalışma hayatı sonunda Posta şefliğine yükselmiş bir sivil. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yöneticilerinden biri olarak, İkinci Meşrutiyet döneminde iktidar ortağı olmuş. Önce İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturmuş. Ardından da sadrazamlık makamına, yani bugünün diliyle "başbakanlığa" yükselmiş...

Talat Paşa'nın en yakın adamlarından biri ise dönemin İaşe Nazırı Kara Kemal. Talat Paşa her sırrını sadece Kara Kemal ile paylaşıyor. Onun aracılığı ile "esnaf birliği gibi, dernek gibi" sivil örgütler kurup, askere karşı bir denge kurmaya çalışıyorlardı. İşte halkın Fenerbahçemize gösterdiği aşırı sevgiyi ilk fark eden bu Kara Kemal'dir ve bu tesbiti yapar yapmaz Talat Paşa'ya "Ahalinin futbola merakını görüyorsun. Sen de futbol ile ilgilen. Bir kulüp kuralım, başına geç." demiştir. Aslında en ideali Talat Paşa'nın Fenerbahçemize başkan olmasıdır. Lakin bu iş kolay değildir. Çünkü Fenerbahçe artık üzerinde kolay oyun oynanamayacak bir camia olmuştur ve kulübümüzün başında bir saraylı, şehzade Osman efendi vardır. Ve Fenerbahçe'nin "fahri başkanı" ilan edilmiştir.

ALTINORDU OLAYI

Talat Paşa, sarayla sürtüşmeyi göze alamadığından başka bir çare bulur. Türklerle, İngilizlerin kurduğu Progress International takımının başına geçer, adını da Altınordu olarak değiştirir. Renkleri kırmızı-lacivert olan takımın isim babası da Ziya Gökalp’tir. Futbola ilgi gösteren biri olarak Talat Paşa, dönemin seçkinleri tarafından takdir edilmekten memnundur. Ancak Talat Paşa’nın bu hevesini Fenerbahçemiz kursağında bırakır. Paşanın tüm gayretlerine rağmen, Altınordu 1913-1914 sezonunu ikinci olarak bitirir. Şampiyon ise 10 maçta hiç yenilmeyen, 36 gol atıp, sadece 6 gol yiyen Fenerbahçemizdir.

Fenerbahçemizin şampiyonluğu aslında çok sakin bir adam olan Talat Paşa’yı kızdırmaktadır. Yakın arkadaşı ve sırdaşı Kara Kemal ile bu soruna bir çare düşünürler ve bulurlar da... Kendi kendilerine şu soruyu sordular; “şampiyon kim? Fenerbahçe, öyleyse en iyi futbolcular da Fenerbahçe’deydi.. Demek ki çözüm, bu futbolcuları Fenerbahçe’den almaktan geçiyordu..

FENERBAHÇELİLERE CEPHE YOLU GÖRÜNDÜ

O dönemde transfer enstrümanları iş, memuriyet, askere gitmeme, öğrenciye para yardımıydı.. Dünya Savaşı döneminde devlet eli, kolu sağlam herkesi askere almaktadır.. İşte tam o günlerde bir haber bomba etkisi yarattı. Altınordu’da oynayan veya transfer olan futbolcular askerlik hizmetinden muaf tutulacaklardı. Fenerbahçemize karşı ilk komplo böyle kurulmuş, Talat Paşa Fenerbahçemizden istediklerini koparıp son derece kuvvetli bir kadro kurmuştu. Spor tarihçiliğinin önemli isimlerinden Ergun Hiçyılmaz bu olayı şöyle değerlendiriyor; “... İstanbul şampiyonluğunu ele geçiren ve kısa zamanda gücünü gösteren Fenerbahçe tam yedi fire vermişti. Altınordu bu ünlü futbolculara sadece kesenin ağzını açmakla kalmamış, kulübe gidenlerin İstanbul’da masa başında askerlik yapmalarına da olanak tanımıştı. Devlet Altınordu’nun, Altınordu da devletin içindeydi. İkisini birbirine siyaset kaynaştırıyordu. Fenerbahçelilere cephe yolu görünmüştü.”

“BU VATAN BİZİMDİR, ALTINORDU SİZİN OLSUN”

Altınordu ile anlaşan ve Fenerbahçe’den ayrılmaya karar veren başta Otomil Nuri olmak üzere toplam 7 futbolcu kulüp binasına gelip, geleneklere uygun olarak Kaptan'dan izin isterler. Uzun boylu, adaleli, sırım gibi bir adam olan Galip Bey, aralarında Bombacı Bekir'in de bulunduğu futbolcu arkadaşlarının yüzüne buz gibi bir ifade ile bakar. Nice zaferleri birlikte paylaşmış, nice gol sevincini kutlarken terleri birbirlerine karışmıştır. Ama şimdi yol ayrımına gelmişlerdir. Havada sinek uçsa kanadının sesinin duyulacağı bir sessizlik hakimdir ortama. Hayatında kimseye boyun eğmemiş ve düşündüğünü söylemekten çekinmemiş biri olan Kulaksız Galip'in sözleri tokat gibi düşer odaya. "Ne siz, ne de sizlerin paşaları bu kulübü yıkamayacak. Sizler ve sizler gibilerin üç kuruşluk menfaate eğilen karakterleri ile bu kulüp yaşayacaksa ölsün daha iyi. Ağabeylerimiz ve bizler, bu kulübü sizin gibi alçaklara payanda olsun diye kurmadık. Haydi şimdi gidin ve askerliklerinizi Altınordu'nun gölgesinde, saray masalarında yapın. Bu vatan bizimdir, Altınordu sizin olsun..."

YENİ BIR TAKIM

Allahtan Fenerbahçe'nin yönetiminde Elkatip Mustafa Bey vardı. Hani Fenerbahçemiz ile Üsküdar Pazaryolu takımlarının birleşmeyi konuştukları günlerden kalan Mustafa Bey. Ayetullah Bey'in "Fenerbahçe ben demektir" diye elini masaya vurup da isim değişikliğini reddettiği toplantıdan geriye kalan o büyük şahsiyet.. Üsküdar adına geldiği bu toplantıdan arkadaşları öfkeyle çıkarken o "Fenerbahçeli" olmaya karar verip, kulüp binasında kalmış. Böylece camiamız Elkatip Mustafa Beyi kazanmıştı. Kadrosu yıkılan ve darmadağın olan Fenerbahçemizi girdiği bunalımdan Elkatip Mustafa Bey ile Saint Joseph'in Türkçe muallimi Emin Bey kurtarır.

Bu ikili Saint Joseph'te ayağı topa değen kim varsa Fenerbahçemize getirmişler. Mahalle aralarını bıkmadan usanmadan tarayıp "buldukları her yeteneği" kapmışlar. Fenerbahçemize bir ikinci takım kurduktan başka üçüncü ve dördüncü takımları da kurmuşlardı. Yaş ortalaması 15 olan bu üçüncü takım Fenerbahçemizi zaferden zafere taşırken, kadromuza da Zeki Rıza Sporel ve Alaattin Baydar gibi unutulmaz yıldızları kazandıracaktır.

KUTSAL İTTİFAK İŞ BAŞINDA

Mevcut Lig statüsü İstanbul Ligi’nin altı takım arasında yapılmasını öngörüyordu. Savaş yüzünden yabancı takımlar sahalardan yok olmuştu. Bu şartlarda, o zamanki kutsal ittifakın yani G.Saray ile Altınordu’nun başı çektiği “İstanbul Futbol Birliği” kuruldu ve Fenerbahçemiz de davet edildi. Altınordu’nun en iyi futbolcularını transfer etmesi yüzünden zor durumda olan ve olası kötü sonuçlardan çekinen yönetimimiz bu davete olumsuz yanıt verdi. Ancak üçüncü takımımızdan alınan takviye oyuncularımızın gidenleri aratmayacağı, hatta onlardan üstün olduğu anlaşılınca durum değişti. Futbol Birliği’ne başvuran yöneticilerimiz lige katılmak istediler. Ancak ittifak gene bizden çekindi, G.Saray ve Altınordu İtiraz etti. Lige katılmamızı engellediler.

Yöneticilerimiz bu redde radikal bir cevap verdiler. Futbol Ligi’ne kabul edilmeyen diğer İstanbul takımlarını örgütleyip, “İstanbul Şampiyonlar Ligini” kurdular. Bu lige Fenerbahçemizden başka, Darüşşafaka, Türk İdman Ocağı, Hilal ve Darülmuallim’in takımları katıldılar. Fenerbahçemiz hiç yenilmeden ve tek puan bile kaybetmeden, 27 gol atıp, 5 gol yiyerek şampiyon oldu. Ayrıca yapılan özel maçların tamamını kazandı. Kadromuzda Zeki Bey golcülüğü, Alaattin Bey de çalımcılığı ile dikkat çekiyordu.

GERÇEK ŞAMPİYON

Diğer ligde ise G.Saray şampiyon olurken, Talat Paşa’nın Altınordu’su ancak dördüncü olabilmişti. Fenerbahçemizden bu takıma gidenler, senki ruhlarını kaybetmiş gibiydi. Sahaya çıktıklarında seyircilerin yüzüne bakamıyorlardı.

İki şampiyon yani Fenerbahçemiz ve G.Saray, o günün basınının da etkisiyle gerçek şampiyonun belirlenmesi için maç yapmaya karar verdiler. “Final maçı 11 Şubat 1916 Cuma günü İttihat Stadyumunda yapılacaktır.” diye gazete ve dergilere ilanlar verildi.

Maç günü büyük merak ve heyecan içindeki seyirciler İttihat sahasını doldurdular. Fenerbahçemiz lige alınmamasının ve kendisine karşı kurulan komploların acısını G.Saray'ı 3-1 yenerek çıkardı ve gerçek şampiyonun kim olduğunu herkese gösterdi.

ALTINORDU’NUN HAZİN SONU

Talat Paşa’nın Altınordu’suna gelince... Kadrosunu ilerleyen yıllarda yeni bir transfer atağıyla kadroyu iyice güçlendirmiş ancak yine de şampiyonluğu savaşın ancak son iki yılında görebilmişti. Devrinin güçlü takımı Altınordu, savaşın bitmesi ve Talat Paşa’nın yurtdışına kaçması ile artık futbol dünyasında dikiş tutturamaz hale gelmiştir... 1924’de kurulan ikinci lige düşer. 1941 yılında ise tarihin garip bir cilvesi ile Fenerbahçemize katılır.

Kaynak: Selahattin Duman (Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi)

TFF (Turkish Football is Fucked)

Sürecin başından beri karşılaştığı her durumu eline yüzüne bulaştıran federasyon, dünya futbol tarihinin en skandal kararlarından birine daha imza atarak Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'ne katılmaktan men etti. "Fenerbahçe'yi suçlamak, onlar hakkında bir karar vermek için yeterli delil yok" diyen aynı federasyon değil miydi 10 gün önce? Küme düşürmek için yeterli olmayan söz konusu kanıtlar, kulübü en az 30 milyon avrodan edecek olan ve ülke futbolunun prestijini ayaklar altına alan böyle bir karar için nasıl yeterli oluyor? Bu soruya, 10 yaşındaki çocukları bile tatmin edecek bir cevap verebilmesi mümkün değil Aydınlar'ın.. Açıklamasında başka yüz karası detaylar da var. "Uefa Şampiyonlar Ligi'ni çok önemsiyor" gibi mesela.. Onların o ligi önemsediği kadar kendisi kendi ligini önemsemiyor demek ki.. Bunun açık itirafıdır bu. Uzatmayalım, rezil kepaze bir federasyona emanet şu anda Türk futbolu..

İşin Uefa boyutu ayrı bir skandal.. Şike veya genel olarak manipülasyon nedeniyle kendi liglerinde suçlu bulunup eksi puanla başlayan Porto ve Milan Şampiyonlar Ligi'ne alınırken, daha suçlu olduğuna dair 2 aydır en ufak bir delil ortaya konamayan Fenerbahçe nasıl oluyor da dışarıda bırakılıyor? Fenerbahçe belki de bu rezil hukuk sisteminde binbir katakulli ile suçlu ilan edilecek ama "edilene kadar masumdur" kardeşim. Avrupa insan hakları beyannamesi de bunu söyler, hukuk devletlerinin tamamının anayasası da.. Bizimki de söylüyor.. Ama Uefa her şeyi göze alarak, özel yetkili savcıdan da gerekli tüyoları alarak böyle bir dayatma yaptı. Sonuçlarını göreceğiz.

Bu koşullarda lig başlayamaz, asla başlamamalı. Fenerbahçe kuşkusuz hakkını gerekli bütün mercilerde arayacak. Tüm taraftarlar, belki %1'lik bir istısna dışında takımın ligden çekilmesini istiyor. Fenerbahçe'nin federasyon, diğer kulüpler ve yayıncı kuruluş tarafından bu ligde istenmesinin tek ama tek sebebi para.. Onurumuz, şerefimiz, haysiyetimiz varsa bu oyuna girmememiz lâzım. Fevri bir kararın pek çok şeyi berbat edebileceğini biliyorum ama asla Fenerbahçe'yi Trabzon'a, G.Saray'a vs. karşı seyretmek istemiyorum. Seyretmem de zaten. 28 yıldır bu takımın belki 20 maçını kaçırdım ama bu sezon lige katılırsa hiçbir maçını seyretmem. Eğer taraftarı tamamen göz ardı ederlerse bir daha forma vs. de almam.

R.E.M. - Lifes Rich Pageant (1986)



Michael Chapman ve Archers of Loaf'un ardından yılın bir diğer reissue albümü R.E.M.'den geliyor. 1980'lerin başındaki müzik konjonktüründe kendisine makul bir yer edinip üst üste ("Murmur" ve "Reckoning" gibi) müthiş albümler yaratan grup, üçüncü uzunçaları "Fables of the Reconstruction" ile oldukça karanlık sulara girdikten sonra tam tersi, neşeli ve çağdaş bir albümle geri dönmüştü. Daha önce John Mellencamp ile de çalışmış olan Don Gehman'ın prodüktörlüğünde, grubun eski hard rock günlerine dönüşünü gösteren şarkıların yanı sıra, mid-tempo hitler ve ballad'lar da 37 dakikalık albüm boyunca adeta resmî geçit yapıyor. Şarkı sözlerinde ise Michael Stipe'ın politik takıntılarının gittikçe yerine oturduğu görülebiliyor. Grubun bugün bile en iyi şarkılarından biri olan "Superman"i de ihtiva eden albüm, belki diskografilerindeki en iyi işleri arasında ilk bakışta sayılmayabilir ama bu durum, sahip olduğu değeri görmezden getirmemeli.. 9/10


23 Ağustos 2011 Salı

Arsenal'in hâl-i pür melali

Arsenal ve daha da önemlisi Arsene Wenger için iki-üç sezon önce yazdığımız yazılar ve maalesef gözleri kör olmuş arkadaşların yorumları aşağıda.. Arsene'e "dünyanın en iyi hocası" bile denirken bu yazıları yazmak "köyün delisi" muamelesini de beraberinde getiriyor ama sonunda haklı çıkan hep biz oluyoruz. Üç yılda 1 veya 2 istisna dışında hep böyle oldu. Yine bizim iki yıl önce söylediklerimizi, insanlar şimdi söylemeye başladı. Benimse aşağıda söylediklerime ekleyecek bir şeyim yok, ne dediysek o..

Wenger hayal görmeye devam ediyor



Edit: Bu arada 2 Ağustos 2008'de yazdığımız yazıda Wilshere'in gelişini de müjdelemişiz. Hey gidi günler..

21 Ağustos 2011 Pazar

TDF (Türkiye Digiturk Federasyonu)

Digiturk isimli şirket, Türk futbolunun açık ara en aç gözlü kurumu. Yıllarca 100-150 milyon dolar vererek ve akla hayale gelmeyecek kârlar elde ederek ülke futbolunun aktörlerini sömüren bu leş kargaları, geçen yıl ihale bedeli 421 milyon dolara çıktığında günlerce, haftalarca ağlayarak bu ligin bu parayı etmeyeceğini söyleyip durdu. Ödemede zorluk yaşayacaklarını ama Türk futbolunun selayeti için bu yükün altına girdiklerini falan zırvaladı. Oysa bu işlerle ilgilenen ve araştıran kişilerin de açıkça rakamlarla ortaya koyduğu üzere Digiturk'un yıllık elde ettiği ciro rahatlıkla 1 milyar doları geçiyor ve futbol için ayırdığı paranın neredeyse kendisi kadar da bu işten kâr ediyor.

Ama Karamehmet doyar mı, doymaz elbette. Hoş, kapitalist ve emek sömürücü bir baronun bu kafada olması sürpriz değil, hiçbirimize de olmamalı. Sürpriz olan, dün açıklanan play-off saçmalığında olduğu gibi, ilgili kişi ve kruumların, Digiturk isimli açgözlülere ne kadar müsaade edip ne kadar müsamaha göstereceği.. Dünkü açıklamalardan gördüğümüz üzere TFF daha yeni göreve gelmiş olmasına rağmen yayıncı kuruluşun kuklası olma yolunda hızla ilerliyor.

Dünkü kararla birlikte adeta Türk futbolu yeniden yazılıyor. Ve son kertede baktığımız zaman bunun, yayıncı kuruluş dışında hiç kimseye bir faydası yok. Kulüpler daha fazla maç yapacak bir kere, buna niye sevinsin? Ayrıca 34 haftalık bir maratonu dişiyle tırnağıyla lider bitirmiş bir takım, niye tekrar play-off maçları oynamak durumunda kalsın? Diyelim ki 15 puanla ligi önde bitirdi ama inanılmaz bir şanssızlıkla son hafta üç oyuncusu birden sakatlandı. Ve play-off maçlarında onlardan faydalanamayacak, yazık değil mi? Ekstrem örnek verdiğimi mi düşündünüz, "abartıyor" mu dediniz? 1998-99 sezonunu hatırlatırım o halde size. Şampiyonlar Ligi ön elemelerine kimin gideceğini belirleyecek olan Fenerbahçe-Beşiktaş maçının 2 gün öncesinde Fener kalecisi Rüştü falçatayla elini doğradı. Maçın 5. dakikasında stoper Jes Hogh kırmızı kart gördü. İlk yarının ortalarında da diğer stoper Uche'nin ayağı kırıldı. Fenerbahçe'nin en önemli yeri ve omurgası olan o üçlünün hepsi 3 gün içinde takımdan uzak kaldı. İkisi uzun süreli, Hogh de 2 maç. Dolayısıyla olmaz demeyin, oluyor.

Sezon sonunda oynanacak olan play-off maçları 4 yarı final ve 1 (ya da muhtemeldir ki 2) final olmak üzere heyecan dozu en yüksek karşılaşmalar olacak. Yaratacağı reklam ve reyting pazarı inanılmaz boyutlarda olacaktır ve durduk yerde yayıncı kuruluşun cebine, lig boyunca elde ettiği söz konusu gelirin neredeyse 5'te biri kadar daha gelir girecek demektir. Bu, takımların katlanacağı bu yeni sistemin yarattığı katma değer. Peki kulüplerin cebine buradan ne girecek? Elbette hiçbir şey. Digiturk'ün yayın ihalesini satın aldığı lig bu değildi, dolayısıyla eğer yeni bir lig oynanarak yayıncı kuruluş zengin ediliyorsa şayet, o zaman buradan doğacak katma değer de ihale nispetinde kulüplerle paylaşılmak zorundadır. Kulüpler Şansal Büyüka'nın dediği gibi bu tiyatroya iştirak ediyor, kuyruklarını kıstırıp kafalarını eğiyorsa, onlara da yazıklar olsun. Digiturk bırakıp kaçar diye korkuyorlarsa, bir kedininki kadar bile yürek sahibi değiller demektir. Böyle yağlı bir kapıyı bırakıp gidecek bir babayiğit yoktur zira..