1. Last Tango in Paris (1972)Bernardo Bertolucci
2. Belle de Jour (1967)
Luis Bunuel
3. The Cook, the Thief, His Wife and Her Lover (1989)
Peter Greenaway
4. Der Blaue Engel (1935)
Josef von Sternberg
5. Naked Lunch (1991)
David Cronenberg
Derbideki rezillikler yaşanırken Roberto Carlos ve Lincoln'ün uzaktan birbirine sarılmış bir vaziyette olanları seyrettiği kare çok konuşuldu medyada. Herkesin kendine göre bir yorumu var bu fotoğrafla ilgili ve bendeniz "olay budur!" gibi hayranlık ifadeleriyle bu pısırıklığı, bu egoistliği, bu makyavelistliği kutsayan insanlara gerçekten de hayret ediyorum. Fener taraftarı sevmese de sıklıkla en aklı başında konuşan oyuncuların başında gelen Uğur ne güzel söyledi kavga edenler için, "Demek ki dostlukların hepsi yalanmış" diye... Ama bence Uğur o cümleyi asıl bu ikisi için kullanmalıydı. Birisi (vergilerle birlikte) 15, diğeri 10 milyon lirayı ülkeden alıp götüren; buraya daha çok tatile gelmiş izlenimi veren bu iki vatandaş, her şeyden önce "takım arkadaşı" olan insanlar orada birbirini yerken (hiç değilse ayırmak için bile olsa) olay yerine yaklaşmayarak inanılmaz bir bencillik ve vurdumduymazlık örneği sergiledi. Hadi Lincoln neyse, G.Saraylı arkadaşlar bile artık yaka silkiyor kendisinden. Ama ya Carlos? Denizli deplasmanında maç 0-0 iken ilk yarı sonunda tünele girmeden kendisini yakalayan ve imza isteyen ufaklığı polisler sert bir şekilde uzaklaştırmaya çalıştığında, bağırarak olaya müdahale eden ve çocuğa imza verip başını okşayarak oradan uzaklaştıran adam bu değil mi? Öyle bir adam nasıl oluyor da cehennemi andıran bir deplasmanda takım arkadaşları tartaklanırken ayırmak için bile olsa olaya karışmıyor? Dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi sol bekini böyle mi hatırlayalım? Neyse, en iyisi her unsuruyla bu rezil derbiyi unutmaya çalışmak galiba, eğer yapabilirsek...
Ş.Ligi'nde çeyrek final serileri sona erdi ve yarı finaldeki eşleşmeler Chelsea-Barça ve United-Arsenal şeklinde tecelli etti. Sezon başında Barça ve United'ın son 4 içinde yer alacağını herkes tahmin edebilirdi ama diğer iki kontenjan için en büyük adayların Londralılar olduğu pek söylenemez. Özellikle Liverpool'un burada olmaması (en azından benim için) ciddi bir sürpriz oldu. Ama öte yandan şurası bir gerçek ki, Chelsea, Kırmızıları elemeyi sonuna kadar hak etti.
Lider Sivasspor, üzerindeki baskı inanılmaz derecede artmasına rağmen evinde çok zor geçen bir maçı, son dakikalarda attığı golle kazanmasını bildi. O kadar büyüleyici bir destan yazıyor ki bu takım, şu âna kadar sergilediği performansla bile (gerçekten) gönüllerin şampiyonu olmayı hak etti. Kadrosu bu kadar ekonomik ve dar olan bir takım, üzerinde üç büyüklerin forması olsa bile buralara kadar gelebilir miydi, emin değilim. Şimdi önünde 7 maç var Sivas'ın; evinde Trabzon ile oynayacağı maç bunlar arasında en zor olanı. Son hafta Ali Sami Yen deplasmanı formaliteye dönebilir gidişata göre, bu yüzden böyle söylüyorum. Dikkatli olursa Sivas, Beşiktaş'ın ciddi puan kayıpları olacağını düşündüğüm için (dış faktörler de lehine veya aleyhine devreye girmezse) mutlu sona ulaşabilir.
Maçtan önce ne güzel şeyler düşünüyor, ne güzel planlar yapıyor taraftarlar; maçı adeta 1 hafta boyunca kafasında defalarca oynuyor ama bugün Türkiye liglerinin en büyük maçında yaşanan rezilliklere bakınca insan harcadığı onca zamana ve maçı seyretmek için sarf ettiği 2 saatine nasıl yanmasın? Futbol desen yok. Estetik bir takım hareketler, vuruşlar, çalımlar vs. desen yok. Gerek hocalar, gerekse de futbolcular açısından bireysel anlamda önemli bir performans desen yok (sadece iyi oynayan birkaç oyuncu var). Ama rezillikdersen diz boyu.