United'ın Chelsea'ye yenildiği bir haftada Sunderland ile kendi sahasında karşılaşan ve puan farkını 1'e indirme fırsatı yakalayan Arsenal, karşısında beklemediği kadar çetin bir rakip buldu. Özellikle The Stadium of Light'ta aldığı puanlarla bu sezon Uefa Kupasına katılma şansını zorlayan konuk ekip, 10 kişi ile savunma yaptığı maçı 0-0 bitirmeyi başararak United'ın önünü açmış oldu. Teknik direktörleri Bruce zaten eski United stoperi. Kendisinin kenardan pancar gibi kıpkırmızı bir suratla her pozisyonda oyunculara bağırışını görünce, kim bilir içeride neler söylemiştir, tahmin etmek zor değil. Şurası net bir gerçek: Sunderland'in bugün tek ama tek bir amacı vardı, Arsenal'ın kazanmasını engellemek. Bunun için ne kadar çirkeflik ve şerefsizlik varsa yaptılar maç boyunca. Kendileri kontra falan bulmaya çalışsa, topa sahip olduklarında iki pas yapsalar, tipik bir deplasman takımı gibi oynadıkları düşünülebilirdi. Ama onların niyeti başka işte, Arsenal kazanmasın da, ne olursa olsun. Sonuçta kendi ceza sahasında 8 kişi ile savunma yaptıkları maçta istediklerine ulaştılar.
Bu arada dünyanın bence 20 senedir en iyi teknik direktörü olduğu halde ar, namus, haysiyet gibi kavramlardan zerre kadar nasiplenmemiş olan Ferguson'ın Chelsea maçı sonrası yaptığı açıklamalar ve döktüğü göz yaşları da işe yaradı. 86. dakikada rakibinin 25-30 cm arkasından çıkan ve golü atan Arshavin'e ofsayt bayrağı kaldırdı yardımcı hakem. Benim çocukluğumdan beri her sezon en az 15 puanı hakemlerle alan, kendi rakipleri de böyle birçok maçta doğranan, ama yine de sezon boyunca en çok ağlayıp zırlayan hep kendisi olan Ferguson'a dünya üzerindeki hangi küfürleri etsek yüreğimiz soğur? Cevap: Hiçbiri..
Arsenal 0 - Sunderland 0
5 Mart 2011 Cumartesi
4 Mart 2011 Cuma
Best movies of 1970
1. Il Conformista (10)
Bernardo Bertolucci
2. El Topo (10)
Alejandro Jodorowsky
3. Tristana (10)
Luis Buñuel
4. M*A*S*H (10)
Robert Altman
5. Five Easy Pieces (10)
Bob Rafelson
Diğer: Performance (9), Hi, Mom! (8), Zabriski Point (8), L'Enfant Sauvage (8), Patton (8), Little Big Man (8), Le Boucher (8), Tora! Tora! Tora! (8), The Private Life of Sherlock Holmes (8), The Boys in the Band (7), The Great White Hope (7), Sometimes a Great Nocion (7), The Out of Towners (7), Love Story (6), Rio Lobo (6), Airport (6)
Görmediklerim: Le Cercle Rouge, Les Choses de la Vie, Il giardino dei Finzi Contini, Le Genou de Claire, Dodesukaden, Domicile Conjugal, Ryan's Daughter, The Ballad of Cable Hogue, Husbands, Waterloo, Catch-22, Auch Zwerge Haben Klein Angefangen, L'uccello dalle piume di cristallo, There Was a Crooked Man..., Peau D'âne, Two Mules for Sister Sara, The Molly Maguires, Brewster McCloud, The Owl and the Pussycat, The Twelve Chairs.
1 Mart 2011 Salı
Ayağınıza sağlık Maviler
Chelsea, ilk yarısını yenik kapattığı maçta Man Utd gibi bir takımı ikinci yarıda attığı gollerle 2-1 yenmeyi başararak rahat bir nefes aldı. United ise dört puanlık farkın yarattığı rahatlığı böylece kaybetmiş oldu ve hafta sonu bu kez Liverpool deplasmanına gidecekler. Liverpool'un ahı gitmiş vahı kalmış bir durumda olduğunu biliyoruz ama United karşılaşmalarını her zaman farklı oynar Kırmızılar. Şayet maça Howard Webb atanmazsa, o maçta ev sahibinin yenilmeyeceği kanaati ve umudu içindeyim.
Bu geceye dönersek, Ferguson'ın sürpriz saha içi dağılımından başlamak gerekir diye düşünüyorum. Berbatov'u yedek bırakıp Hernandez'i tek forvet oynatan, Fletcher'ı sağ açığa hapseden bir dağılım bu. Ön liberolar Scholes ve Carrick hücuma hiç ama hiç destek vermiyor, Fletcher sağ çizgide daha çok Cole'u kovalamakla meşgul, Nani ise Ivanovic'in sertliği ile sinmiş ve sezonun en etkisiz oyunlarından birini sergiliyor. Sağ bek O'Shea olduğu için savunmadan hücuma destek verebilecek yegane oyuncu Evra ama o da nedense hiç çıkmıyor; üstelik karşısında Ramires var ve o da devamlı içe kat ederek oynayan bir isim. Evra yine de zorlamıyor, gerçekten çok ilginç. Forvetlerden Hernandez hareketli ama tecrübesiz bir oyuncu, Luiz ve Terry'nin sağlam tandemi onu ivedilikle pasifize etti zaten. Neticede iş sadece Rooney'nin maharetine kalmış durumdaydı United takımında; nitekim yıldız oyuncu üzerine düşeni fazlasıyla yaparak ilk yarım saatin sonunda sazı eline aldı ve takımını öne geçirmeyi başardı. Gol esnasında Terry ve özellikle de Luiz'in "kaytaran" görüntüsü tam anlamıyla şaşkınlık vericiydi. Rooney'nin vuruşu da muazzamdı.
İkinci yarıya Chelsea oyuncu değiştirmeden biraz daha istekli başladı. United ise topun kontrolünü tamamen rakibe bırakarak geride gömüldü ve kontra aramaya koyuldu. Bir pozisyondaki ribaund sonucu Essien'in şişirdiği top Lampard'ın kafasından sekip Luiz'in önünde kalınca ve Brezilyalı muhteşem bir vuruşla alt doksanı bulunca, Maviler derin bir nefes aldı. Yine de galibiyeti kovalamaya devam ettiler, United ise her geçen dakika daha da düştü oyundan. Şampiyonlar Ligi'ne katılamama tehlikesiyle karşı karşıya olan Chelsea'nin daha istekli, daha iştahlı olması belki anlaşılabilir bu maçta ama dört puanlık avantaja rağmen United'ın ruhsuzluğu ve uyuşukluğunu mazur gösterecek hiçbir şey yok. Maçı daha çok isteyen takım kesinlikle ev sahibiydi ve saçma bir penaltı ile de olsa istediklerini elde etmeyi başardılar. Onlar adına altın değerinde bir üç puan bu. Eksik maçlarını kazanıp City'nin önüne bile geçebilecek durumdalar artık. United ise Liverpool'a puan kaybederse, Arsenal'ın iki maçlık galibiyet serisi sonucu liderlikten olabilir. Ki o günü görmek ne güzel olurdu, laf aramızda..
Chelsea 2 - Man Utd 1
Bu geceye dönersek, Ferguson'ın sürpriz saha içi dağılımından başlamak gerekir diye düşünüyorum. Berbatov'u yedek bırakıp Hernandez'i tek forvet oynatan, Fletcher'ı sağ açığa hapseden bir dağılım bu. Ön liberolar Scholes ve Carrick hücuma hiç ama hiç destek vermiyor, Fletcher sağ çizgide daha çok Cole'u kovalamakla meşgul, Nani ise Ivanovic'in sertliği ile sinmiş ve sezonun en etkisiz oyunlarından birini sergiliyor. Sağ bek O'Shea olduğu için savunmadan hücuma destek verebilecek yegane oyuncu Evra ama o da nedense hiç çıkmıyor; üstelik karşısında Ramires var ve o da devamlı içe kat ederek oynayan bir isim. Evra yine de zorlamıyor, gerçekten çok ilginç. Forvetlerden Hernandez hareketli ama tecrübesiz bir oyuncu, Luiz ve Terry'nin sağlam tandemi onu ivedilikle pasifize etti zaten. Neticede iş sadece Rooney'nin maharetine kalmış durumdaydı United takımında; nitekim yıldız oyuncu üzerine düşeni fazlasıyla yaparak ilk yarım saatin sonunda sazı eline aldı ve takımını öne geçirmeyi başardı. Gol esnasında Terry ve özellikle de Luiz'in "kaytaran" görüntüsü tam anlamıyla şaşkınlık vericiydi. Rooney'nin vuruşu da muazzamdı.
İkinci yarıya Chelsea oyuncu değiştirmeden biraz daha istekli başladı. United ise topun kontrolünü tamamen rakibe bırakarak geride gömüldü ve kontra aramaya koyuldu. Bir pozisyondaki ribaund sonucu Essien'in şişirdiği top Lampard'ın kafasından sekip Luiz'in önünde kalınca ve Brezilyalı muhteşem bir vuruşla alt doksanı bulunca, Maviler derin bir nefes aldı. Yine de galibiyeti kovalamaya devam ettiler, United ise her geçen dakika daha da düştü oyundan. Şampiyonlar Ligi'ne katılamama tehlikesiyle karşı karşıya olan Chelsea'nin daha istekli, daha iştahlı olması belki anlaşılabilir bu maçta ama dört puanlık avantaja rağmen United'ın ruhsuzluğu ve uyuşukluğunu mazur gösterecek hiçbir şey yok. Maçı daha çok isteyen takım kesinlikle ev sahibiydi ve saçma bir penaltı ile de olsa istediklerini elde etmeyi başardılar. Onlar adına altın değerinde bir üç puan bu. Eksik maçlarını kazanıp City'nin önüne bile geçebilecek durumdalar artık. United ise Liverpool'a puan kaybederse, Arsenal'ın iki maçlık galibiyet serisi sonucu liderlikten olabilir. Ki o günü görmek ne güzel olurdu, laf aramızda..
Chelsea 2 - Man Utd 1
27 Şubat 2011 Pazar
Nefes kestiler
Biraz önce Lig TV'de gördüm, Kayserispor takımı Trabzon deplasmanında maç boyunca tam 114 km koşmuş.. Bu ölçümlerin yapılmaya başladığı günden beri bir takımın bu kadar mesafe koştuğunu görmedim, hatırlamıyorum. Trabzon'un sayısı da 111 bu maçta. 6 tane gol var, kaçan en az bir o kadar pozisyon var, tartışmalı anlar ve Amrabat gibi inanılmaz oyuncular var.. Bir futbolsever daha ne ister? Fenerbahçe taraftarı olarak bu maçı Trabzon alsaydı bile ben yine bu şekilde konuşurdum, takip edenler biliyor. Ha, tahmin ettiğim gibi Trabzon puan kaybetti ve Fener lider oldu; bu durumda bizim yaşadığımız keyif de ikiye katlanmış oluyor, o ayrı mevzu..
Sadri Şener'in, şayet utanması varsa utanacağı bir golle başladı maç; her yıl G.Saray maçlarında bir bombası olan Suleymanou bu kez onlara kıyak geçti. Ama Türkiye'de (Aykut dâhil) en beğendiğim hoca olan Şota'nın takımı, o kadar organize, özgüvenli ve ne yaptığını bilir bir şekilde oynadı ki, iki kez yenik duruma düşmesine rağmen hiçbir zaman pes etmedi. Sezon başından beri en önemli oyuncularından biri olan Amisulashvili gitmeseydi takımdan, acemi Hamza'nın yerine sağda Önder, stoperde o olsaydı bence Kayseri bu akşam kazanırdı da.. Ama kazanamamış olsalar da bu sezonun şu ana kadarki en gönülçelen takımı durumundalar, burası kesin. Şota da gelecek 5-10 senede dünya futbolunda çok iyi yerlere gelecek bir isim, bundan adım kadar eminim. Maçtan sonra yaptığı açıklamalarla ne kadar iyi bir insan olduğunu da bir kez daha göstermiş oldu.
Trabzon takımı ise, işler zora girdikçe giderek daha fazla dengesini kaybediyor. Korkudan ödleri patlayan başkan ve teknik direktörü o kadar saçmalıyor, endişelerini o kadar dışavuruyor ki, futbolcuların bu paranoya havasından etkilenmemesi mümkün değil. Şenol Güneş zaten ne kadar iyi bir hoca olsa da hayatı boyunca (tıpkı Hector Cuper gibi) hep "kaybetmiş" bir isim. Bundan sonra da bu durumun değişeceğini sanmıyorum, istısnalar hariç tabii ki. Takımın en önemli oyuncusu olan Selçuk'un yokluğunu fazlasıyla hissettiler bugün. Organizasyondan bu kadar uzak oldukları bir gecede Kayseri gibi bir rakibe kaybetmedikleri için sevinmeleri gerekir.
Haftaya Beşiktaş deplasmanında da işleri zor. Sonra fikstürleri üç haftalığına rahatlıyor. Bence Trabzon'un aklını başına toplayıp ilk iki sıra için varını yoğunu ortaya koyması lâzım. Fener ile bu kadar uğraşırken Bursa gelip onları geçerse çok pişman olurlar.
Trabzon 3 - Kayseri 3
Sadri Şener'in, şayet utanması varsa utanacağı bir golle başladı maç; her yıl G.Saray maçlarında bir bombası olan Suleymanou bu kez onlara kıyak geçti. Ama Türkiye'de (Aykut dâhil) en beğendiğim hoca olan Şota'nın takımı, o kadar organize, özgüvenli ve ne yaptığını bilir bir şekilde oynadı ki, iki kez yenik duruma düşmesine rağmen hiçbir zaman pes etmedi. Sezon başından beri en önemli oyuncularından biri olan Amisulashvili gitmeseydi takımdan, acemi Hamza'nın yerine sağda Önder, stoperde o olsaydı bence Kayseri bu akşam kazanırdı da.. Ama kazanamamış olsalar da bu sezonun şu ana kadarki en gönülçelen takımı durumundalar, burası kesin. Şota da gelecek 5-10 senede dünya futbolunda çok iyi yerlere gelecek bir isim, bundan adım kadar eminim. Maçtan sonra yaptığı açıklamalarla ne kadar iyi bir insan olduğunu da bir kez daha göstermiş oldu.
Trabzon takımı ise, işler zora girdikçe giderek daha fazla dengesini kaybediyor. Korkudan ödleri patlayan başkan ve teknik direktörü o kadar saçmalıyor, endişelerini o kadar dışavuruyor ki, futbolcuların bu paranoya havasından etkilenmemesi mümkün değil. Şenol Güneş zaten ne kadar iyi bir hoca olsa da hayatı boyunca (tıpkı Hector Cuper gibi) hep "kaybetmiş" bir isim. Bundan sonra da bu durumun değişeceğini sanmıyorum, istısnalar hariç tabii ki. Takımın en önemli oyuncusu olan Selçuk'un yokluğunu fazlasıyla hissettiler bugün. Organizasyondan bu kadar uzak oldukları bir gecede Kayseri gibi bir rakibe kaybetmedikleri için sevinmeleri gerekir.
Haftaya Beşiktaş deplasmanında da işleri zor. Sonra fikstürleri üç haftalığına rahatlıyor. Bence Trabzon'un aklını başına toplayıp ilk iki sıra için varını yoğunu ortaya koyması lâzım. Fener ile bu kadar uğraşırken Bursa gelip onları geçerse çok pişman olurlar.
Trabzon 3 - Kayseri 3
Fener'in serisi sürüyor
Hafta içinde oynayıp oynamayacağına ilişkin pek çok haber yapılan tüm oyuncuların sahada olmasının verdiği şaşkınlıkla başladı maç. Kasımpaşa'yı pek çoğumuz çantada keklik görüyordu ama belli ki Aykut Kocaman öyle düşünmüyordu. Takımın düşünmesine de müsaade etmedi, sağlık kurulundan "oynayabilir" raporunu aldığı tüm önemli isimleri sahaya sürerek maça ne kadar ciddiyetle baktığını herkese gösterdi. Ve nitekim en ideal kadronun görev aldığı maç, beklentilerimizin aksine oldukça zor geçti.
Takım kazanıp havaya girdikçe, rakiplerin de puan kaybı ile birlikte önce Kocaman ile belli-başlı oyuncular arasındaki buzlar eridi. Akabinde ikinci yarı ile birlikte oyuncuların kendi arasındaki bağlılıkları ve takımdaşlıkları en üst seviyeye geldi. Benim çocukluğumdan beri zaten Fenerbahçe hep en zengin, en fazla transfer yapan ve en kaliteli oyuncuları barındıran kulüptür ama her sene şampiyon falan da olmaz. Olmamasının nedeni de o en kaliteli oyuncuların bir türlü tam kapasite, tam motivasyon ve tam iştah ile oynamamasıdır. Hepimiz de "eğer şu takım doğru-düzgün oynasa var ya, ligin tozunu atar" diye kendimizi avutup sezon sonunda avcumuzu yalarız. Ama bu sene ligin ikinci yarısından itibaren takıma sanki bir sihirli değnek değdi ve bugünkü tablo ortaya çıktı. Bu kadar yakından takip etmeme rağmen inanın ne olduğunu ben de bilmiyorum. Zico döneminde çeyrek final oynayan takımda bile görmediğimiz müthiş bir birliktelik ve dayanışma var ekip içinde ve bunu neyin sağladığı hakkında hiçbir fikrim yok. Kocaman faktörü dışında da aklıma hiçbir şey gelmiyor. Neticede bir şey oldu ve Fenerbahçe artık bambaşka bir takım hâline geldi işte. Öyle bir takım ki, geçen hafta da yazdığım gibi 1-2 maçta puan kaybedilse bile bu havasını kaybetmeyecek gibi görünüyor.
Eskiden sadece Emre, Gökhan ve Topuz'dan bahsediyorduk ama bugün Alex bile inanılmaz bir gayretle pres yapıp savunmaya yardım ediyor. Andre Santos bütün fazla kilolarını attı, beklediğimizden bile daha istekli ve iştahlı bir şekilde elinden geleni vermeye çalışıyor. Cristian ona keza.. Selçuk zaten takımın neferi, değeri hiç bilinmeyen müthiş bir ön libero. Eksikleri var ama hep dediğim gibi, "onlar da olsa zaten Real'de oynardı." Niang son iki haftadır o bitkinliğini atmış görünüyor. Emre ve Topuz'a hiç değinmiyorum, en formda dönemlerinden birini geçiren Volkan'a da.. Sonuçta takım olarak ve bireysel olarak çok üst düzey bir noktadalar ve kazandıkları her puanı alınlarının teriyle sonuna kadar hak ediyorlar. Hepsine helal olsun.
Fener takımı gelecek hafta Gençler'i de deplasmanda yener, sonraki hafta evinde Konya'yı da.. Selçuk'un dediği gibi Arena'ya da lider gider bence. Yarın Trabzon'un kendi sahasında (Kayseri defansı bireysel bir hata yapmazsa şayet) puan kaybetmesini bekliyorum. Berabere bile kalsalar, Fener ikili averajla liderliğini koruyacak. Umarım böyle olur.
Fenerbahçe 2 - Kasımpaşa 0
Takım kazanıp havaya girdikçe, rakiplerin de puan kaybı ile birlikte önce Kocaman ile belli-başlı oyuncular arasındaki buzlar eridi. Akabinde ikinci yarı ile birlikte oyuncuların kendi arasındaki bağlılıkları ve takımdaşlıkları en üst seviyeye geldi. Benim çocukluğumdan beri zaten Fenerbahçe hep en zengin, en fazla transfer yapan ve en kaliteli oyuncuları barındıran kulüptür ama her sene şampiyon falan da olmaz. Olmamasının nedeni de o en kaliteli oyuncuların bir türlü tam kapasite, tam motivasyon ve tam iştah ile oynamamasıdır. Hepimiz de "eğer şu takım doğru-düzgün oynasa var ya, ligin tozunu atar" diye kendimizi avutup sezon sonunda avcumuzu yalarız. Ama bu sene ligin ikinci yarısından itibaren takıma sanki bir sihirli değnek değdi ve bugünkü tablo ortaya çıktı. Bu kadar yakından takip etmeme rağmen inanın ne olduğunu ben de bilmiyorum. Zico döneminde çeyrek final oynayan takımda bile görmediğimiz müthiş bir birliktelik ve dayanışma var ekip içinde ve bunu neyin sağladığı hakkında hiçbir fikrim yok. Kocaman faktörü dışında da aklıma hiçbir şey gelmiyor. Neticede bir şey oldu ve Fenerbahçe artık bambaşka bir takım hâline geldi işte. Öyle bir takım ki, geçen hafta da yazdığım gibi 1-2 maçta puan kaybedilse bile bu havasını kaybetmeyecek gibi görünüyor.
Eskiden sadece Emre, Gökhan ve Topuz'dan bahsediyorduk ama bugün Alex bile inanılmaz bir gayretle pres yapıp savunmaya yardım ediyor. Andre Santos bütün fazla kilolarını attı, beklediğimizden bile daha istekli ve iştahlı bir şekilde elinden geleni vermeye çalışıyor. Cristian ona keza.. Selçuk zaten takımın neferi, değeri hiç bilinmeyen müthiş bir ön libero. Eksikleri var ama hep dediğim gibi, "onlar da olsa zaten Real'de oynardı." Niang son iki haftadır o bitkinliğini atmış görünüyor. Emre ve Topuz'a hiç değinmiyorum, en formda dönemlerinden birini geçiren Volkan'a da.. Sonuçta takım olarak ve bireysel olarak çok üst düzey bir noktadalar ve kazandıkları her puanı alınlarının teriyle sonuna kadar hak ediyorlar. Hepsine helal olsun.
Fener takımı gelecek hafta Gençler'i de deplasmanda yener, sonraki hafta evinde Konya'yı da.. Selçuk'un dediği gibi Arena'ya da lider gider bence. Yarın Trabzon'un kendi sahasında (Kayseri defansı bireysel bir hata yapmazsa şayet) puan kaybetmesini bekliyorum. Berabere bile kalsalar, Fener ikili averajla liderliğini koruyacak. Umarım böyle olur.
Fenerbahçe 2 - Kasımpaşa 0
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)