CL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Nisan 2010 Perşembe

Tahrik

Nou Camp'ı bilenler için söylüyorum :) stadın "en tepesinde" bir yerlerde 6 bin Interli maçı seyretmiş. Mourinho maçtan sonra sahada depar da atabilir, ona lafım yok. Ama o Interli taraftarların olduğu istikamette en az 15 bin Barcelona taraftarı, sahaya daha yakın ve alt kesimlerde oturuyor. Şimdi, eğer o tepedekilere parmak göstereceksen bunu orta sahadan da yapabilirsin. Tribünün dibine kadar gidip Barcelona taraftarını tahrik etmenin ne anlamı var? Ki ben kendimi o reklam panolarının hemen arkasındaki bir Barçalı olarak düşünüyorum da, girip ağzını burnunu kırardım şerefsizin. Ondan sonra takımım 5 maç ceza alırdı allah bilir. Nitekim Valdes böyle bir olasılığın önüne geçebilmek için önüne atlayıp kucaklıyor Jose'yi. Jose'nin ne yüreksiz bir adam olduğunu da burada anlıyoruz. Ağzını açıp "sana n'oluyo lan!" bile diyemiyor. Birileri gelip kendisini kurtarsın diye çaresizce sağa-sola bakınıyor. Kesin para cezası gerekiyor, Uefa bakalım verecek mi...

Öyle ya da böyle, bu maçtan herhalde en çok bu kareler akılda kalacak..

Inter'in dizilişleri

Inter dün geceki Barcelona maçına, 4-2-3-1'e benzeyen şu dizilişle çıktı:


Eto'o rakibin sol bekiyle adam adama markaj oynuyor. Chivu ise hem üçüncü ön libero, hem de Dani Alves ile adam adama oynuyor. Sneijder, Toure'ye baskı yapıyor, Milito da hücuma çıkabilecek herhangi bir stoperi kovalama göreviyle sahaya çıkmış. Zanetti Messi ile adam adama, Maicon da Pedro ile. Stoperler ve ön liberolar ise alan savunması yapıyor..

Motta'nın atılmasından sonra, benim hayatımda seyrettiğim (Köroğlu'nun, Bolu Beyi'ne yakıştırdığı tabirle) en "kancık" oyun düzenine ve dizilişine geçti Inter. Şöyle:

Dünyada bundan daha gurursuz bir takım var mı? "Tek santrfor" bile oynamıyor, düşünün. Çünkü forvet Milito, rakip hücuma kalkarken sol bekle adam adama oynayıp kendi sağ bekine kadar geliyor, olacak şey değil. Zaten Eto'o'nun 70 dakika sol bek (!!!) oynamasına hiçbir şey demiyorum.

Ama durun, bundan daha gurursuz bir takım evet, var! Milito ve Sneijder oyundan çıktıktan sonra Inter'in dizilişi şöyle oldu:

Burada da Eto'o yine rakibin sol bekiyle adam adama oynayıp, taa kendi on sekizine kadar geliyordu. Zanetti rakip sağ beki takip ediyor, Sneijder'in yerine giren Muntari ise ön liberoları üçlüyordu. Dünya futbol tarihinde bundan daha korkak bir maç taktiği hiç verilmemiştir. Bugüne kadar defans yapan çok takım gördük, belki bundan daha beterini de gördük ama orada 500 milyon avroluk bir takımla (atıyorum) 20 milyonluk bir takım oynuyordu. Burada ise 550 ve 450 milyon avroluk iki takımdan biri, diğerinden bu şekilde ölümüne korkuyor. Yani diyorlar ki: "Bize biçilen bu değer haddinden fazla. Şu Barcelona takımının onda biri bile olamayacak kadar değersiziz (ki katılıyorum ben buna). Bu yüzden onlara karşı onursuz bir anti-futboldan başka hiçbir taktiğimiz olamaz. Kendimize bunu yakıştırıyoruz."

Tek dileğim bu onursuz, haysiyeti olmayan takımın kupayı kazanmaması. Bana Bayern'i bile tutturdular ya, allah belalarını versin..

28 Nisan 2010 Çarşamba

Kanlı mı olacak, kansız mı?

Barcelona ile Inter, tüm dünyadaki futbolseverlerin büyük bir merak ve heyecanla beklediği rövanşa nihayet çıkıyor. İlk maçı 3-1 kaybeden Barcelona kendi sahasında yaklaşık 100 bin seyircisi önünde birçoklarına göre favori. Açıkçası ben de Barça'nın inanılmaz presi ve rakip savunma yerleşmeden oynayacağı bol kilit paslı oyunla Mourinho'nun takımını alt edeceğini düşünüyorum. Zaten ilk yarım saatte bir gol bulursa, Arsenal tarifesi bile çekebilirler. Mourinho yine inanılmaz cesur bir kadroyla sahada. Ama görünüş böyle olsa da bu maçta dikkat edin, Eto'o ve Pandev her rakip atağında rakip bekle adam adama oynayarak kendi korner bayraklarına kadar gelecekler. Yani ben böyle olacağını düşünüyorum. Maçın kadroları şöyle:

Barcelona (4-1-2-3): Valdes - Dani Alves, Pique, Milito, Keita - Toure - Xavi, Sergio - Messi, Zlatan, Pedro

Inter (4-2-1-3): Julio Cesar - Maicon, Lucio, Samuel, Zanetti - Cambiasso, Thiago Motta - Sneijder - Eto'o, Milito, Pandev

Bu maçın anahtarı Barça'nın pres sonucu kaptığı toplardır. Eğer bu şekilde pozisyon bulamaz, sürekli yerleşmiş savunmaya karşı top çevirirlerse işleri zor..

Edit: İlk listelerde kadro yukarıdaki gibiydi ama şimdi görüyorum ki Mourinho o cesur dizilişten feragat edip Chivu'yu oynatıyor. Bence bu durum Barça'nın şansını daha da arttırdı.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Inter kazanmadı, Barça kaybetti

Barcelona takımının 14 saat otobüs yolculuğundan sonra maça çıkmış olması onları ne kadar etkilemiştir bilmiyorum ama şurası bir gerçek ki, dün Milano'da gördüğümüz takımın bizim bildiğimiz Barcelona ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Barcelona maç kaybedemez mi? Elbette kaybeder, nitekim son olarak Madrid deplasmanında Atletico'ya da kaybetmişti 2 ay kadar önce. Ama Barcelona'nın bu kadar renksiz, mücadeleden uzak ve kendi teknik direktörünün de maçtan sonra dediği gibi "rakibin daha iyi oynadığı" bir şekille maçı kaybetmesi kolay hazmedilecek bir şey değil. Üstelik öne geçen takım da kendisiyken..

Neden böyle olduğunu bilmiyorum ama nasıl olduğunu biliyorum. Dün geceki maç bir kez daha yüzümüze vurmuştur ki, Messi de olsan, Xavi de, Zlatan da, fark etmez.. Eğer rakibin kadar koşmuyor, mücadele etmiyor ve pres yapmıyorsan yeteneğin bir anlamı kalmıyor. Tabii ki motivasyon da çok önemli. Geçen sezonun başında Guardiola bu takımın başına yeni geldiğinde Barça'nın yanlış oynadığını, takımın en önemli hücum silahının "şok pres" olması gerektiğini belirten bir yazı yazmıştım. O sancılı başlangıçtan sonra sezonun ortalarına doğru takım tam da bu dediğim tarz bir oyuna yönelmiş ve durdurulamaz bir takım hâline gelmişti. Ondan önce ise rakibini bekleyen, topu kazandıktan sonra rakibin üzerine ağır ağır gidip her hücumda 35-40 pas yapan, halı sahadaymış gibi oynayan bir görüntüleri vardı. İşte dün akşam gördüğümüz Barça, o 1.5 sene öncesinin takımına benzer bir tarzda oynayınca, Inter gibi kendisinden ölümüne korkan ve açık ara daha güçsüz bir takıma farklı şekilde kaybetti. Ben Nou Camp'ta böyle olmayacağını ve Barça'nın rakibini presle boğup turu geçecek avantajlı skoru yakalayacağını düşünüyorum. Dün geceki yenilginin de hayırlı olduğu kanaatindeyim. Ama gerekli dersleri almak koşuluyla..

Inter'de ise Mourinho'nun Barcelona önünde kazanması belki imkânsız değildi ama sahaya 3 forvet ve Sneijder ile çıkıp o şekilde "hak ederek" kazanması beni gerçekten de çok şaşırttı. Yine de Barcelona bizim bildiğimiz Barcelona olsa ne yapar eder o maçı alırdı, bu ayrı konu ama Mourinho'nun cesareti, kendinden beklenmeyen cüretkâr kadrosu ve takımına her zamanki gibi aşıladığı motivasyon takdire şayandı.

Mesela sahaya Pandev ve Etoo'yu açık olarak sürmüştü Mourinho. Normalde böyle bir düzende bütün hocalar bu mevkideki isimlere rakip beki kovalama görevi verir ama dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, Etoo ve Pandev beklerini kovalamadı. Dünya futbolunda daha önce hiç görmediğim bir şekilde Mourinho, rakip beki karşılama görevini yine kendi beklerine vermişti! İşte burada bence bu adamın dehası ortaya çıkıyor zira Barcelona'nın hücumdaki yerleşimine baktığınız zaman orta sahasının kenarlarında oynayan oyuncuları kenar adamı gibi oynamıyor ki.. Solda zaten Keita var, aslen bir ön libero olduğu için mütemadiyen içeri gelen bir oyuncu. Sağdaki Pedro ise aslen forvet olduğu için alıp adam geçen, sıfıra inen, orta yapan tarzda bir açık değil. Dolayısıyla Barça kanat hücumu yapacaksa bunu ille de bekleriyle yapıyor, adeta beklerini açık gibi kullanıyor. Dolayısıyla Mourinho'nun orta sahanın ortasını kalabalık tutup beklere ön liberolardan destek yollaması, Etoo ve Pandev'e de geri geldikleri zaman sadece alan daraltıp iç koridorunda savunma görevi vermesi gerçekten de maça damgasını vuran bir taktik hamleydi bana göre. Bu sayede 3 forvetini, rakibi en fazla tehdit edeceği bir tarzda kullanma olanağını da bulmuş oldu.

Onun dışında zaten tüm Mourinho takımları gibi hırslı, inanmış ve aşırı motive olmuş bir Inter gördük. Rakip de fazla rahat olup kendi klasiğinin dışında oynayınca; kendisinin yeteneklerini değil de "zaaflarını" su yüzüne çıkaracak bir oyun tarzını benimseyince sonuç kaçınılmaz oldu. Ama yine de dediğim gibi bu iki takımın ideal oyunları arasında muazzam bir uçurum var ve ben Barcelona'nın turu geçeceğini sanıyorum. Her ne kadar çok zor olsa da...

7 Nisan 2010 Çarşamba

Kötünün iyisi Van Gaal

Bu başlığı atmamın sebebi öncelikle her iki teknik direktörün sahaya sürdüğü kadrolardı. Ribery gibi etkili bir oyuncunun karşısında çaylak Rafael'i görevlendirirken Ferguson ne düşünmüştü acaba? Rafael çok yetenekli bir genç olabilir, O'Shea'e göre daha çabuk da olabilir ama bu tip oyunlarda en önemli ve geçerli parametrenin "deneyim" olduğunu Ferguson bilmeyecek de kim bilecek? Geçen sezon Şampiyonlar Ligi'ni kaybederken asla yapmaması gereken bir şeyi yapmış ve Barcelona karşısında yenik durumdayken orta sahasını eksiltip forvete oyuncu sürmüştü, o hamleden sonra neredeyse topa dokunamadılar bile. Bu sene de bu büyük turnuvadan çeyrek finalde elenirken benim aklımda Ferguson'ın Rafael tercihi ve genç oyuncunun gördüğü tam anlamıyla "aptalca" kırmızı kart kalacak.

Ferguson'ın diğer tercihi olan Gibson da maçta gol atmış alabilir ama orta sahada hiç etkili değildi. Fletcher ve Carrick gibi yaratıcılığı sınırlı iki oyuncunun yanına Giggs gibi bir tecrübeyi koysa, daha etkili bir takım olabilirlerdi ama İskoç menajer bunu da düşünmedi. Üstelik maç 3-1 iken Rooney sakatlığı yüzünden kenara geldiğinde oyuna O'Shea'i sürerek takımına dolaylı yoldan tamamen geriye yaslanma talimatı vermiş oldu. Her şeyiyle yüklenen ve defansif sorunları olan bir rakibe karşı, tüm ikinci yarı boyunca etkili bir kontratak geliştirememeleri de diğer bir eksi puan United için.

Neticede bu blogda defalarca yazdım, Ferguson gerçek bir dahi ve bana göre dünyanın en iyi teknik direktörü. Ama iki yıldır Avrupa arenasında takım onun yanlış tercihleri ve icraatları ile ekeniyor. Buna karşın o hâlâ en büyük ve hiçbir kayıp da bu durumu değiştirmez, bunu özellikle belirtmek isterim.

Öte yanda paçalarından bal akıyor diyebileceğimiz, delilikle mi yoksa aslan yüreklilikle mi itham etmeyi bilemediğimiz bir Van Gaal var. Valencia gününde olduğunda sağ kanadı hallaç pamuğu gibi atabilen bir oyuncu ve Van Gaal bu gerçeği hiç bilmiyormuşcasına onun karşısında Badstuber'i görevlendirerek adeta intihar etti. Maçın başında kadroyu gördüğümde United'ın o kanattan en az bir gol bulacağını düşündüm ama onlar iki gol buldu. Üstelik Badstuber'in bu seviyeye asla yakışmayan, direkt olarak kendisinden kaynaklanan fahiş hatalarıyla buldular bu golleri. Ve fakat ne olduysa Olic'in devre biterken ve umutlar tükenmek üzereyken attığı golden sonra oldu. Bu golden sonra United, tek gol bile yese eleneceğini bildiği için anlamsız bir tedirginlik içine sürüklendi. Sanki özgüvenleri de ciddi derecede eksikti (son 2 maçı kaybetmiş olmaları bunda önemli bir etkendi bence). Buna karşılık Robben gibi dünyanın en iyi futbolcularından birine sahip olan Bayern, rakibin eksik olmasından da yararlanarak sürekli rakip yarı alanda arayışlarını sürdürdü ve Hollandalı ustanın muhteşem bir volesiyle yarı final biletini kaptı. Van Gaal bu golden sonra Hamit'i alarak orta sahasını biraz daha güçlendirdi ve maçın geri kalanında bir sorun yaşamadı. Yine de maçın başında Lahm'ı gerçek yeri olan sol bekte, Hamit'i de sağ bekte görevlendirse o üç golün ikisini yemezdi Bayern takımı. Ama dediğim gibi şans onların yanında olunca bu kadar fahiş bir hataya rağmen United gibi bir takımı elemeyi başardılar.

Şampiyonlar Ligi yarı finallerinde Inter-Barcelona, Lyon-Bayern maçları var. Futbolu seven bir insan için bu turnuvadan daha büyük bir ziyafet yok, seyrettiğimiz her maçta bunu biraz daha anlıyoruz.

Man Utd 3 - 2 Bayern
(3' Gibson, 7', 41' Nani - 43' Olic, 74' Robben)

19 Mart 2010 Cuma

Avrupa Kupaları - Eşleşmeler

Şampiyonlar Ligi ve Uefa Avrupa Ligi'nin çeyrek ve yarı final kuraları İsviçre'nin Nyon kentinde çekildi. Buna göre, eşleşmeler şu şekilde gerçekleşti:

ŞAMPİYONLAR LİGİ

Çeyrek Final (30-31 Mart/6-7 Nisan):
Lyon-Bordeaux
Bayern Münih-Manchester United
Arsenal-Barcelona
Inter-CSKA Moskova

Yarı Final (20-21 Nisan/27-28 Nisan):
Bayern Münih-Manchester United / Lyon-Bordeaux
Inter-CSKA Moscova / Arsenal-Barcelona

UEFA AVRUPA LİGİ

Çeyrek Final (1 Nisan/8 Nisan):
Fulham-Wolsburg
Hamburg-S.Liege
Valencia-Atletico Madrid
Benfica-Liverpool

Yarı Final (22 Nisan/29 Nisan):
Hamburg-S.Liege / Fulham-Wolsburg
Valencia-Atletico Madrid / Benfica-Liverpool

16 Mart 2010 Salı

Chelsea 0 - Inter 1

Avrupa'nın en üst düzey futbol organizasyonu olan Şampiyonlar Ligi'nde bu gece öyle bir hakem faciası yaşandı ki, anlatmak için sayfalarca yazmak lâzım. Dünya futbolunun bugüne kadar gördüğü en şerefsiz teknik direktör olan Mourinho'nun, 2 sene içinde en az kendisi kadar şerefsiz bir hâle getirdiği futbolcular topluluğunun Chelsea deplasmanında oynadığı anti-futbola görülmemiş şekilde çanak tutan hakem Wolfgang Stark, böylelikle futbol adına utanç verici bir gecenin mimarı oldu. İlk yarı her şey normal gidiyordu ama ikinci yarı vakit geçirmek için kendini yerden yere atan Interli oyunculara saha dışına çıktıktan sadece 10 (!) saniye sonra "gir!" işareti yapan, bütün takdir haklarını konuk takımdan yana kullanan, ev sahibi aleyhine (çoğu abuk-sabuk) 22 faul çalan (Inter'e 12), Etoo'nun golü geldikten sadece 30 saniye sonra kramp bahanesiyle kendini yere atan Motta'ya "ayağın kopsun" demeyip üstüne bir de ona arkadaşları tarafından masaj yapılmasına izin veren, bu arada tam 55 saniye boyunca Cambiasso, Zanetti ve Mourinho'nun saha kenarında açık oturum yapmasına olanak tanıyan akıllara zarar bir hakem müsvettesiydi Stark. Ben 25 yıldır dünya futbolunu izliyorum, hayatımda anti-futbola, çirkinliğe, emek hırsızlığına bu kadar prim tanıyan bir hakem daha görmedim. Uefa eğer bu hakeme bu seviyede bir daha maç verirse yazıklar olsun.

Asıl üzücü olan ise, ilk maçtan sonra da yazdığım gibi insana dair hiçbir erdemden nasibini almamış Mourinho gibi bir adamın, ve hatta ondan daha çürümüş olan Lucio, Motta, Samuel gibi yaratıkların bir kez daha galip gelmesi oldu. Ama defaatle bu sayfalarda belirttiğim gibi futbolun uzun vadede adaletine çok inanan bir kişiyim. Bu iğrenç takımın bu kupada final bile göremeyeceğini umut ve tahmin ediyorum. Hocasından oyuncusuna kadar onlardan daha itici bir topluluğu, tarihin tozlu yapraklarını bile karıştırsak bulmamız mümkün değil çünkü.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Inter 2 - Chelsea 1

Mourinho'yu ve oynattığı futbolu seven birilerine bu dünyada rastlıyoruz zaman zaman ve benim böylelerine verdiğim ilk (ve dolayısıyla tek) tepki o an hemen diyalogu kesip oradan uzaklaşmak oluyor. Bu adam resmen futbol denen güzeller güzeli oyunun katili çünkü. Taraftar, camia, kulüp, televizyon başındaki yüz milyonlar, hatta kendi oyuncuları bile zerre kadar umrunda değil onun. Tek istediği ve düşündüğü şey kaybetmemek, olursa da kazanmak. Elinde 400 milyon avroluk bir takım var ama kendi sahasında, 85 bin seyircisi önünde kendi yarı sahasından hiç çıkmadan doksan dakika defans yaptırıyor o oyunculara. Bunun yanında tıpkı Terim denen muadili gibi onun oyuncularında da son raddede bir ahlâksızlık gırla gidiyor. O 30 yaşındaki koca koca adamlar onuru, gururu bir kenara bırakmış, sadece ve sadece kazanmaya programlı, bunun için de her yolu (ama her yolu) mübah sayan iğrenç yaratıklar hâline gelmiş. Kendilerini yerden yere atmalar, hakemi kandırmaya çalışmalar, itip-kakmalar, yalandan sakat numarası yapmalar vs. Düşünüyorum da, böyle bir adam ve onun bu kadar itici takımına olan nefretim, belki de Fener ve Liverpool'a olan sevgimden bile fazla. Onların kazanmasından çok bu aşağılık adamın kaybetmesini daha fazla istiyorum. Evet böyle. İkinci maçta da umarım bunu göreceğim.

Öte yanda Ancelotti gibi bir tosun var ki, onun 1-2 haftada bir kesip attığı tırnağı bile Mourinho gibi 100 tane şerefsize değişmem. Juventus, Milan ve şimdi de Chelsea'de sadece kafasındaki oyunu oynatmaya çalışan, oyuncularının hiçbirisinde bu geceki Lucio gibi tavırlara rastlayamayacağınız, kime karşı nerede oynarsa oynasın sisteminden ödün vermeyen on numara bir hoca. Aynı zamanda rakiplere sataşma, manipülasyonlar, gereksiz konuşmalar yok; sadece çalışmak ve işine bakmak var. Bu gece kendi takımı kadar değerli bir Inter ile (deplasmanda) oynamasına karşın kaleye tam 18 şut atan da yine onun takımı. Mourinho zamanında nefret ettiğimiz Chelsea'yi aynı oyuncularla sempatik ve oyun oynamaya çalışan bir takım hâline getiren de yine Ancelotti. Bu adamı gerçekten de çok seviyorum.

Maça gelirsek, 4-3-1-2 ile kendi yarı sahasında alan daraltan ve sadece kontratak arayan bir ev sahibi ile, 4-3-3 şeklinde sürekli pas yapıp topa sahip olmak ve gol atmak isteyen bir deplasman takımı vardı sahada. Ancelotti'nin tek değişik hamlesi çift forvetin arkasında oynattığı kontenjanı boşaltıp Kalou'yu sol açıkta görevlendirmek oldu. Maicon gibi dünyanın en iyi sağ beki diyebileceğimiz dinamik bir hücum silahını durdurmayı amaçlamıştı ve bunda da başarılı oldu denebilir. Ayrıca Kalou önemli deplasman golünü de atarak hocasının yüzünü kara çıkarmadı. Ballack sağ iç, Lampard sol iç, Mikel ön libero oynadı ve üçü de çok koştu. Ama Lampard ceza sahasından çok uzaklarda oynadığı için hücumda hemen hemen hiç katkı vermedi. İkinci yarıda Kalou yerine Sturridge girdiğinde de Chelsea'nin şablonu değişmedi. 8/18 şut atan bu takımın Inter'i İngiltere'de yenip eleyeceğini düşünüyor ve umuyorum.

18 Şubat 2010 Perşembe

Yazıklar olsun böyle hakeme

Bayern hakkındaki düşüncelerimi, zaten blogu okuyanlar bilir. Kan emici vampirler gibi Alman futbolunda parlayan her futbolcuyu arsızca kadrosuna katan bu iğrenç kulüp, çocukluğumdan beri en nefret ettiğim 4 takımdan biridir. Bu takımı tutanı da sevmem, bu takıma giden onursuz futbolcuları da.

Dün gece Allianz Arena'da oynanan Şampiyonlar Ligi Top 16 maçında, Fiorentina son derece başarılı ve avantajlı bir skorla evine dönecekti ama 89. dakikada Norveçli hakem Ovrebo ve yardımcısının fahiş hatasıyla 2-1 yenildi. Klose'nin attığı gol en az 1.5 metre ofsayt ve bir yardımcının bunu tespit edememesi tam anlamıyla bir insanlık suçu. Milyonlarca avronun döndüğü bir sektörde bu kadar basit şekilde bu kadar büyük hata yapan hakemlere artık yer olmamalı. İkinci maçta tipik bir İtalyan takımı gibi beraberlik kendisine yettiği için geride kapanıp rakibini bekleyecek olan Mor Menekşeler şimdi mutlaka kazanmak zorunda. O maçta bu hatanın önemi daha da ortaya çıkacaktır.

18 Aralık 2009 Cuma

Mourinho vs. Ancelotti

"Ancelotti'nin İngiltere'de yaptıkları her gün İtalyan gazetelerinde övgüye boğuluyor" diyerek meslektaşına karşı duyduğu haseti ortaya koyan Mourinho, şimdi ona karşı basında kaybettiği bu mücadeleyi sahada kazanma fırsatı yakaladı. Elbette her ikisi de Avrupa şampiyonluğu için ciddi aday sayılan bu takımların daha Top 16'da eşleşmesi gerçekten de büyük şanssızlık. Zira bu 16 takım arasında kadro kalitesi olarak ilk 5'e girebilecek ekipler bunlar. Her durumda elenene yazık olacak diyebiliriz.

Çeyrek final öncesi Şampiyonlar Ligi'ndeki diğer eşleşmeler şöyle:

10 Aralık 2009 Perşembe

Yerel kahraman

Sinan Bolat, bizim basınımızda devre arası Fenerbahçe'ye geleceği üzerine teoriler üretiledursun, Belçika'nın Liege şehrinde 6 ayda ikinci kez yerel kahraman oldu. Geçtiğimiz sezonun son haftasında maçın 92. dakikasında kurtardığı penaltıyla takımının şampiyon olmasını sağlayan Bolat, dün geceki AZ Alkmaar maçının yine son dakikasında attığı kafa golüyle (!) Liege şehrinin anahtarını hak edecek (!) bir mucize daha gerçekleştirdi. Bu gol sayesinde Standard takımı (Şampiyonlar Ligi'nden elense de) yoluna Avrupa Ligi'nden devam ederken, AZ bu yıl için o defteri kapatmış oldu. Sinan'ın bu başarısı için gururlanıyor ve kendisine tebriklerimizi gönderiyoruz.

Not: Standard - AZ maçı, söz konusu golle 1-1 bitti.

9 Aralık 2009 Çarşamba

İtiraf

"Şampiyonlar Ligi'nin dışında kalmak acı verici. Son iki maçımızdan puansız ayrıldık. Zor durumları idare etmeyi beceremiyoruz. Hatta hiçbir şeyi idare etmeyi beceremiyoruz."

Ciro Ferrara

Bayern'den 4 yiyip Şampiyonlar Ligi'nin dışında kaldıkları maçın ardından...