2 Ocak 2010 Cumartesi

Kulun-kölen olayım




Vücudunun en az güzel yeri kalçası olduğu halde orasıyla ünlenen, dünyanın en çekici kadınlarının (bana göre) başında gelen Jennifer Lopez, yılbaşında verdiği bir konsere bu kıyafetle çıkmış. Oyunculuğu ayrı, sesi ve şarkıcılığı ayrı güzel olan latin mucizesini böyle görünce, "bir insan 41 yaşında nasıl bu kadar kusursuz olabilir" sorusu, gündemdeki yerini almış oluyor.

Unutulmaz Diyaloglar #9: Angel Heart

80'li yılların (her ne kadar Batı'da ısrarla görmezden gelinse de) en iyi filmlerinden olan bu modern klasik, gerilim soslu bir kara film olarak adlandırılabilir. Robert De Niro ve özellikle Mickey Rourke'un oyunculukları, sağlam senaryosu ve video klip estetiğinin yaratıcılarından olan büyük usta Alan Parker'ın yönetmenliği birinci sınıf. Bunun yanında bir detektif öyküsü olarak elbette çok sayıda alaycı ve ilgi çekici diyalog/replik barındırıyor. De Niro ve Rourke arasında geçen en unutulmazını buraya nakşederek bu güzide filmi yad ediyorum:

-Ateistsiniz.
-Evet, öyle. Brooklyn'liyim ben.

1 Ocak 2010 Cuma

Yazıklar olsun

Fenerbahçe'nin sümsük ve sünepe golcüsü Semih Şentürk, sezon sonunda kontratı bitince bedava kaçma hayalleri kurmuş olacak ki, kulübün (opsiyon hakkını kullanarak) söz konusu kontratı uzatması sonucunda Federasyon'a başvurup bu işlemin iptalini istemiş. İzmir-Çamdibi'nden Fenerbahçe altyapısına gelen ve 1999 yılından beri bu kulüpte oynayan Şentürk, bilindiği gibi yıllardır direkt ilk 11'de yer almak istediğini söyleyip duruyor. Ama ne enteresandır ki, ilk 11'de yer aldığı maçların (en az) yüzde sekseninde de skandal performanslar sergiliyor. Kendisine geçen yıl da, bu yıl da sayısız fırsat geldi ve bunların hiçbirisinde akılda kalıcı bir maç çıkarmadı. Şimdi ise onu Semih yapan kulübe (3-5 neyse) para kazandırmadan bedava kaçmanın sinsi planlarını yapıyor. Benim gözümde bu andan itibaren tamamen bitmiştir Semih Şentürk. Onun, bu uyuz oyun karakteriyle gittiği takımda yavaş yavaş eriyişini ve (Aurelio, Tuncay, Yozgatlı vd. gibi) "ne yaptım ben?" deyişini zevkle seyredeceğim.

31 Aralık 2009 Perşembe

Huzurlu bir yıl olsun

Gündüz Feneri olarak, blogu takip eden, okuyan herkese ve onların tüm çevresine sağlıklı, huzurlu ve bol kazançlı bir yıl diliyorum. Umarım hiçkimse kaybetmeden değerini anlayamadığımız hiçbir şeyini bu yıl kaybetmez; değerini sahip olunca daha çok anladığımız her şeye de sahip olur. Karmaşık bir dilek oldu ama sahaların en hırçın futbolcusunun yukarıdaki görüntüsü kadar karmaşık değil :)

30 Aralık 2009 Çarşamba

Abdülkadir, Avcı'ya emanet

Fenerbahçe'nin geçen sezon ortasında A.Gücü'nden büyük tantanalarla transfer ettiği 18 yaşındaki genç orta saha oyuncusu Abdülkadir Kayalı, takımda hiç forma giymeden geçirdiği uzun ayların ardından 1.5 yıllığına İBB'ye kiralandı. Abdullah Avcı gibi genç oyunculara fazlasıyla güvenen ve forma vermeyi seven eğitimci bir teknik direktörün elinde kendini Fenerbahçe'ye hazırlaması için mükemmel bir fırsat var şimdi Abdülkadir'in. Bu şansı kullanıp kullanmamak ona kalmış. Man City, Chelsea gibi takımların bile geçen yıl kendisini istediği söylenen bu genç kardeşimizin Türk futbolunda eksikliği fazlasıyla çekilen "çift yönlü orta saha" pozisyonunda bir yıldız gibi parlayarak, 1.5 yıl sonra Fener'e geri dönmesini diliyorum. Lig maçlarında kendisini seyretmek için de sabırsızlanıyorum.

Aston Villa 0 - Liverpool 1

Dün gece kar yağışı altında ve muhteşem bir atmosferde başlayan Aston Villa-Liverpool maçı, futbolsuz geçen şu dönemde ilaç gibi geldi doğrusu. Normal şartlarda sezon başından beri alması gereken puanları almış bir Liverpool için, Birmingham'dan 1 puanla dönmek fena sayılmayacak bir sonuç olurdu. Ama hiç kaybedilmemesi gereken ekstra puanlar kaybedilip tüm krediler tükendiği için, sezon başında 1 puan yazılan maçların da mutlaka kazanılması gereken bir duruma geldik şimdi. Bunun fazlasıyla bilincindeymiş görünen Kırmızılı oyuncular da maç boyunca son derece istekli, azimli ve mücadeleci bir oyun ortaya koydu.

Aslında maçın istatistiklerine bakınca tam bir denge görünüyor ve genel olarak beraberliğin hakkaniyetli bir sonuç olduğu söylenebilir. Ama sadece istatistik ve pozisyon sayıları bu anlamda yüzde yüz bir yol gösterici olamıyor. Maç boyunca Kırmızılar'ın kazanmayı daha fazla isteyen, bunun için daha istekli ve daha çok çalışan taraf olduğu çok açıktı. Villa ise kendi sahasında oynamasına rağmen önce rakibi gömülü alan savunmasıyla durdurup daha sonra (tıpkı Chelsea'ye yaptıkları gibi) duran toptan ya da kontradan bulacakları bir gole bel bağlamıştı. Bu pencereden bakınca Liverpool'un 3 puanı (her ne kadar 90+3'te gelmiş olsa da) hak ettiğini düşünüyorum. Zira maç boyunca elinizden geleni yapıp, "top oynamaya çalışıp" galibiyete yine de bir duran topla ya da kontrayla ulaşabilirsiniz; ona bir şey demem. Ama eğer elinizde 150 milyon avro değer biçilen bir takım varsa ve kendi sahanızda oynuyorsanız maçın "stratejisini" buna göre kuramazsınız. Bu açıdan Liverpool'un başına geçmesi için aday olarak görülen O'Neill'ın çok kötü bir sınav verdiğini düşünüyorum.

Liverpool'un Chelsea, United ve Arsenal'ı geçmesi bu yıl artık pek mümkün görünmüyor. Ne yapıp edip Tottenham ve City'yi alt etmesi ve Şampiyonlar Ligi'ne girmesi lâzım takımın. Onlarla da 4-5 puan fark var şu anda. Artık saçma sapan puan kayıplarını geride bırakıp (bu maçta golü atan kahraman Torres'in de dönmesiyle) "kazanması gereken maçları kazanan" bir Liverpool görmek dileğiyle...

Aston Villa - Liverpool
Şut: 8-8
İsabetli şut: 4-4
Korner: 8-10
Ofsayt: 0-1
Sarı kart: 1-1
Faul: 13-11
Pas isabeti: %73-%77.75
Topa hâkimiyet: %42.2-%57.8

29 Aralık 2009 Salı

Ortak haber garabeti

Son yıllarda Türk spor basınında bir şey dikkatimizi çekiyor: Ajansın biri bir haber yapıyor, ondan sonra kırk yerde aynı haberi aynı cümlelerle okuyoruz. Hiç kimse haberin kendisi mantıklı mı, dikkat çekici mi vs. diye bakmadan, hiçbir yorum da yapmadan birbirinin aynı cümlelerle aynı haberi veriyor. Hatta bu yetmiyor, bir de o haberi bizim okuduğumuzun aynısı bir şekilde televizyon kanallarından dinlemek durumunda kalıyoruz. Aslında "insanlar dinlemek durumunda kalıyor" demeliydim zira yıllardan beri doğru-düzgün televizyon seyretmeyen bir insanım. Bu tip gazetecilik doğduğundan beri şu gazete ve internet sitelerini okumayı da büyük ölçüde bıraktım. Yakında tamamen bırakmayı umut ediyorum.

Bugün mesela "G.Saray iç transferde terleyecek" diye abuk-ötesi bir haber var. Hemen hemen tüm haber kaynaklarında (üstelik neredeyse aynı başlıkla) yer alan bu haberi hazırlayan arkadaş muhtemelen ya geri zekâlı ya da futbol dünyamızı hiç takip etmiyor. Çünkü söz konusu haberde G.Saray'da sözleşmesi bittiği söylenen 6 oyuncu mevcut ama bu durum dünya üzerindeki bütün takımların başına "her yıl" gelen bir hadise zaten. Mesela G.Saray'da gelecek sene de en az bu kadar oyuncunun sözleşmesi bitiyordur, ya da bir sonraki yıl... Hatta diğer her takım için de her yıl geçerlidir bu durum, yani bu yıla ve "x" bir takıma has bir şey değil. Bu bir...

İkincisi, geri zekâlı dememin asıl nedeni olan şeye, sözleşmesi bittiği söylenen oyuncuların isimlerine bir bakın: Kewell, Aykut, Nonda, Linderoth, Emre Aşık, Serkan Çalık... Bu adamlar arasında G.Saray kulübünü gerçekten "terletecek" tek bir isim var mı? Serkan ve Linderoth zaten 2 yıldır yop oynamıyor, boş yere para alıyor. Dolayısıyla bu ikisinin gidişi kulübün işine bile gelir. Nonda ise gönderilmesi neredeyse kesin olan bir oyuncu, sezon sonunda yaşı 33 oluyor. Belki devre arası bile postalayacaklar adamı. Emre Aşık sezon sonunda 37 yaşında olacak ve muhtemelen futbolu bırakacak. Aykut deseniz bence Franco'dan bile iyi kaleci ama giderse kulüp ne kaybeder? Zaten oynamıyor ki! Onun ayarında (yani "onlara göre" onun ayarında) 10 tane kaleci bulunur bu ülkede. Bir tek Kewell var, o da 3 ay öncesine kadar rotasyon oyuncusuydu, şimdi takımın en formda ismi hâline geldi. O da yıl sonunda 32 yaşında olup G.Saray'ı terletecek bir oyuncu değil. Yani pazarlık falan değil onun derdi. Karısı yüzünden ya gidecek ya da onu ikna ederse aynı paraya kalacak.

Dolayısıyla G.Saray'ın sezon sonunda terleyeceği falan yok! Haberde ismi geçen oyuncular Arda, Sabri, Servet, Baros falan olsa anlarım. Haber yaparken, yazarken biraz kafası çalışan, "olayla ilgili" ve futbol dünyasından "haberdar" birileri seçilse daha iyi olmaz mı?

Bir sen eksiktin!

Türk futbolunun kanayan en büyük yaralarından biri, sokakta görseniz adam yerine koymayacağınız tiplerin kulüplerde yönetici pozisyonunda bulunması diyebiliriz. Bunu Fener, G.Saray, Beşiktaş vs. diye ayırmıyorum; hepsinde aynı rezil insan modelinden fazlasıyla mevcut. Bugün bir radyo programında bir tanesiyle daha tanıştım bunların. Beşiktaş'ın basketbol şube koordinatörü olduğunu öğrendiğim Hasan Bozkurter isimli şahıs, (benim seyretmediğim) Fenerbahçe maçında Mehmet Keseratar'ın yaptığı hatalar yüzünden emeklerinin çalındığını, bir daha bu hakemi maçlarına istemediklerini vs. anlatıyordu. Buraya kadar bir sorun yok, zaten bu tarz itirazları herkes yapıyor. Ayrıca gerçekten hakları yenmiş de olabilir, ona da bir şey demiyorum. Ama kullandığı öyle bir cümle vardı ki, bu mahlukatın derhal Türk sporundan uzaklaştırılması gerektiğinin kanıtı gibi adeta. Özetle şunları söyledi Bozkurter: "Düşünebiliyor musunuz, eğer bu hatalar Akatlar'da yapılsaydı neler olurdu? O seyirciyi o zaman kim tutabilirdi? Tamam, biz de centilmenlikten yanayız. Tribün terörünün bitmesini biz de destekiyoruz. Ama bunun en önemli kriterlerinden biri de (!!!) maçları yöneten hakemlerdir. Eğer onlar bu kadar hata yaparsa, o zaman biz de bazı şeylerin önüne geçemeyiz."

Yeni spor yasasında bu adamın söylediği sözler toplumu galeyana getirmek ve kışkırtmak suçuna giriyor direkt olarak. Böyle tipler mevcut olduğu sürece Türk sporumdan hiçbir BOK olmaz. Hatta bok bile olmaz. Allah bunları başımıza musallat edenlerin belasını versin, başka bir şey demiyorum.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Andre Santos Real'e mi gidecek?

Bunları allah mı söyletiyor bilmiyorum ama İspanyol basını (hem de ciddi basını!) Real Madrid'in, Repe'nin sezonu kapatmasının ardından defansa almayı düşündüğü oyuncu için aday sayısını 2'ye indirdiğini yazmış. Benfica'lı Andre Luiz ve Fenerli Andre Santos. Fenerbahçeli herhangi bir taraftara sorsanız, yüzde doksanı takımla ilgili olarak en nefret ettiği şeyin "vurdumduymaz futbolcular" olduğunu söyler. Bu, benim için de böyle; hatta bu adamlar yüzünden 5 yaşımdan beri tuttuğum takımdan bile soğudum. Alex, Deivid, Roberto Carlos, Semih, Kazım yetmezmiş gibi sezon başında bu sünepelerin arasına Andre Santos da katıldı. Gerçi Konfederasyon Kupası maçlarında hiç de öyle bir görüntüsü yoktu bu oyuncunun ama Rıdvan'ın dediği gibi Samandıra'nın havasında mı, suyunda mı bir şey var bilmiyoruz; Andre Santos şu anda sabahtan akşama kadar falakaya yatırılması gereken bir adam görüntüsünde. Daha Türkiye'deki ilk maçlarda bile gösterdiği tekniği muazzam ve etkileyici ama onu bile gözüm görmüyor şu anda benim. O bitik görüntüsü, o lakayt çalımları, o skor dezavantajı varken bile oyundan çıkarken sahayı 60 saniyede terk etmesi vs. midemi bulandırıyor. Dolayısıyla Fener'in devre arasında alacağı herhangi bir oyuncudan daha fazla, Andre Santos'un gönderilmesi sevindirir beni. Bu açık ve net.

Sonuçta Vederson da gayet iyi oynuyor bu yıl ve eğer bir Türk yedek alınırsa (örneğin Çağlar ya da Trabzon'da yedek olan Ferhat) orada idare edebilir. Gerçi Vederson'un da adı kelepçeli alemlerde geçmişti ama aslını-astarını bilmiyoruz.

Özetle, Roberto Carlos'tan sonra Deivid ve Andre Santos da gönderilir, yabancı olarak Avrupalı (mesela İtalyan) ve profesyonellik anlayışı üst düzeyde olan oyuncular tercih edilirse, ikinci yarıda her şey daha güzel olabilir Fenerbahçe için.

27 Aralık 2009 Pazar

Unutulmaz Diyaloglar #8: Yedi Bela Hüsnü

Kemal Sunal'ın en komik ve eğlenceli filmlerinden biri olan bu güldürüyü herhalde bu ülkede seyretmemiş insan evladı yoktur. İstanbul'da şirin ve klasik bir mahallenin tüm gayrımenkullerine dalavereyle sahip olan bir zorbanın, inşaat yapmak için herkesi sokağa atmak istemesiyle başlayan film, o zorbanın "bir gün birinden belasını bulmasını" dileyen tüm mahalle eşrafının kurtarıcısı gibi ortaya çıkan (Kemal Sunal'ın canlandırdığı) Hüsnü'nün maceralarını anlatıyor. Üçkâğıtçı arkadaşı Cemal'in "sana Hüsniye'yi ayarlayacağım" diyerek her seferinde kaz gibi yolduğu bu süzme enayi, filmin ilk yarım saatinde ne yaptıysa sevdiği kızın gözüne giremiyor. Sonunda Cemal'in (kahvede mahallelinin isyanına şans eseri şahit olması sonucu) kurduğu bir tezgâhla tek çözümün, ahaliye kan kusturan Malik'i alt etmekten geçtiğini anlıyor. Film elbette bütün Kemal Sunal komedileri gibi mutlu sonla biterken, 85 dakika boyunca insanı gülmekten kıran sayısız diyalog ve replik barındırıyor.

---

Filmin başında Cemal ile ayarladıkları 5 kişiyi, Hüsniye'nin penceresi önünde stilize dövüş numaralarıyla haşat eden Hüsnü, kızdan yine ve yeniden yüz bulamaz; Hüsniye olayın hemen ardından hışımla pencere ve perdelerini kapatır ("kaba kuvvet kullanan erkeklerden hoşlanmıyorum"). Bunun üzerine Cemal, Hüsnü ve dayak yiyen 5 arkadaş, her zamanki buluşma yeri olan harabede bir araya gelir. Hüsnü'nün gerçekten vurup gözünü morarttığı arkadaşı, Hüsnü'ye sitemde bulunur:

-Adam: Hüsnü be... Şakadan kavga dedik, bize gerçekten vurdun. Gözüm hâlâ ağrıyor birader.

-Hüsnü: Görünce kendimi tutamıyorum Reşat... Babam gelse çakarım... Karıya hayvan gibi aşığım... Kendimi bile dövebilirim...


---

Cemal'in planı gereği Hüsniye'ye "japon yapıştırıcısı" gibi yapışan Hüsnü kızı sürekli takip eder. Sonunda onun bindiği minibüse de binip arkasındaki koltuğa oturur ve ona yazdığı (ve Kemal Sunal standartları için bile fazlasıyla absürd olan) şiiri herkesin içinde okur:

Suya attım bir taş
Çıkardı bir ses: Faş, faş..
Kafama biri vurunca
Gözümden geliyor yaş

Hüsniye, Hüsniye
Beni döndürdün deliye
İstersen beni sor Veli'ye
Diyecek ki, 10.30'da binecek Hüsnü gemiye...

Hüsnü: Nasıl buldun Hüsniye? Cemal dedi ki, en güzel aşk şiiriymiş...

---

Hüsniye'yi ne yaptıysa tavlayamayan Hüsnü parkta tek başına gezerken, bir bankın üzerinde duran köpeğin yanına oturur. Köpekle konuşmaya dalan Hüsnü, "sen Hüsniye olsaydın ne derdim biliyor musun?" diye başlayıp, işi evliliğe ve bir düzine çocuk yapmaya kadar götürür. Bu sırada konuşmaları duyan insanlar onun etrafında toplanıp hayretler içinde bu "sapık" diyaloğu dinlemeye koyulmuştur, bir süre sonra dayanamayıp müdahele ederler. Hüsnü de sonunda, "saçma mizah"ın dibine vuran repliğini söyler:

-Kadın: Tu sana edepsiz herif! Rezil, utanmaz, allah kahretsin seni!
-Adam 1: Ulan ilk defa köpeğe evlenme teklif eden bir sapık görüyorum!
-Adam 2: Ayıp değil mi köpekle ilişki kurman?!
-Hüsnü: Ulan manyak mısınız siz!
-Kadın: Manyak sensin! Senin gibi sapıklar yüzünden koca bulamayıp evde kalıyoruz!
-Hüsnü: Sende bu surat varken evde değil odada bile kalırsın...

---

Malik'in mahalleliye yaptıklarını şans eseri öğrenen Cemal, Hüsnü'yü Malik'in üzerine salarak onların derdini çözebileceğini söyler herkese. Amacı mahalle eşrafından toplayacağı 100 bin lirayla ortadan toz olmaktır. İnsanları plana inandırır ama önce Hüsnü'yü ikna etmelidir. Hüsnü'nün cebinden çıkardığı (evet, cebinde taşıyor! :) bir aynayı onun yüzüne doğru tutarak "dünyanın en haşin" suratına sahip olduğunu söyler. Hüsnü de bu arada kendini seyretmektedir.

-Cemal: Gördün mü bak: Haşin, sert bir erkek yüzü. Gördün di mi? Şu sertliğe bak be! Şu sertlik hiçbir erkekte yok valla! Gül şimdi (Hüsnü sırıtır). Mmmm, gülmen bile sert! Güldüğün zaman bile şu surat yumşamıyor. Şu suratı gören, yedi mahalle öteye kaçar. Şu suratı gören kadın korkudan geberir. Şu suratı gece gören çocukların dili tutulur. Yalan mı Hüsnü?

-Hüsnü: Ben bile korkmaya başladım kendi suratımdan.

-Cemal: Sen bile suratından korktuğuna göre, Hüsniye ne yapmaz?

-Hüsnü: Altına işer.

---

Cemal'in gazına akıl almaz bir seviyede gelen Hüsnü, Malik'in sahip olduğu pavyonlardan birine gidip posta koyacak kadar kendini kaybetmiştir. Pavyona girince gidip bir masaya oturur, garsonu çağırır:

-Garson: Buyrun efendim.
-Hüsnü: Bana pezevenk Maliği gönder.
-Garson: Burada 1 Malik var, o da buranın sahibi Malik beyefendidir!
-Hüsnü: İşte o, söyle deyyusa gelsin. "Yedi Bela Hüsnü geldi" de.
-Garson: Lütfen patronuma bu şekilde hitap etmeyin!
-Hüsnü: Ediyorum; ve burayı dağıtıyorum (kalkıp önüne çıkan ilk masaya tekmeyi vurur, sağı-solu yıkmaya başlar).

Fener'e ne lâzım?

Fenerbahçe'de ara transfer dönemi her zamanki gibi hareketli geçeceğe benziyor. İlk olarak Önder Turacı'ya kapıyı gösteren sarı-lacvertlilerde Lugano ve Bilica'nın yedeği olarak sadece Bekir ve (orada oynamayı unutmuş bir) Deniz kaldı. Yönetimin öncelikle buraya düzgün bir oyuncu alması gerekiyor. Adaylar kim olabilir? Ülkenin şu anda en iyi stoperi Kayserili Aydın, bu sezon forma giyemeyecek olan Kayserili Eren, Bursalı İbrahim uygun isimler mesela. Sonuçta teknik direktörün en fazla beğendiği ve faydalı olacağını düşündüğü bir tanesiyle mutlaka anlaşılmalı.

İkinci husus Gökhan Gönül'ün yedeği. Burası için genelde Önder düşünülüyordu ama hem o gönderildi hem de sezon başından beri Daum orada Bekir'i kullanıyor. Bu durumda Fener'in oyun formatı da tamamen değişiyor. Bir takımı sevk ve idare eden zihinlerin böyle bir şeyi görmesi ne kadar zordur, doğrusu bilemiyorum. "Hücumcu bek" diye bir şey var, bir de stoper olup orada "kerhen" oynayan oyuncu modeli var. Bekir de, Önder de bu ikinci kategoridendi. Ama mesela Emrah Eren diye bir bek var Türkiye'de, bu ülkede kadri en az bilinen oyunculardan biridir. Şimdi Bank Asya'da oynuyor ama Bekir'den de, Önder'den de iyi bir sağ bek değilse ben hiçbir şey bilmiyorum. Sonuçta bir takımın as 11'i kadar yedek 11'i de önemli. X bir oyuncu olmadığında onun yerine koyduğunuz oyuncunun, takımın oyun anlayışını bu kadar değiştirmemesi lâzım. Dolayısıyla Gökhan için de bir yedek bulmak gerekiyor takıma. Deniz Barış mentalitesinde, yedek olmasını sorun etmeyecek, profesyonelce yaşayan ve gençlere örnek olan biri olsa da olur. İllâ "yetenekli ve genç" olmak zorunda değil.

Sol bekte Andre Santos ve Vederson var, orayı geçiyorum. Ön libero zaten en kalabalık yerlerden biri. Yalnız burada çift ön liberodan, savunma ağırlıklı olan pozisyon için 3, hücuma destek veren pozisyon içinse sadece 1 oyuncu (Emre) var. Fener takımını sezon başında planlayanların nasıl bilgisiz adamlar olduğu buradan da anlaşılabilir. Ben bunları yılın başından beri yazıyorum, Emre'nin de bu takımda bir yedeği yok! Türkiye'de ise kalitesi kıyaslanmasa da oyun tarzı olarak onu yedekleyebilecek olan Sezer Badur diye bir oyuncu var, Fenerbahçe'de oynamak istediğini defalarca söylemiş bir isim. O mutlaka alınmalı. Hatta Cristian ve Deniz dururken Selçuk da gönderilebilir, sezon başında Espanyol falan istiyordu ya..

Sağ açıkta Topuz var, yine yedek bir oyuncu yok. Sol açıkta ise Özer ve Uğur var, eğer Özer orada oynatılacaksa. Ki öyle olacak muhtemelen zira Alex ve bir forvet (hatta Emre) varken Özer ya sağ ya da sol açıkta oynayabilir, başka açık pozisyon yok takımda. Deivid ve Kazım gönderileceğine göre sağ kanada da bir transfer lâzım. Ben hâlâ Hamit Altıntop diyorum. Fenerbahçe'nin son 10 yılda yaptığı en önemli 5 transferden biri olur bu oyuncu, eğer alınırsa. Şu anda dünya üzerindeki en iyi Türk oyuncu o, ayrıca Gökhan ile de kusursuz bir ikili olurlar.

Forvette ise Güiza gönderilmeyecekse (ki öyle görünüyor) ilk 11'de oynayacak değil, İspanyolu zorlayacak yetenekli bir genç oyuncu alınması daha iyi olur. Mesela bugün De Melo'nun adı geçiyor gazetelerde, bence ideal bir isim. Ama bana sorsanız ben Güiza'nın satılıp Fred, Kuranyi, Zigic, Carew gibi isimlerden birinin alınmasını tercih ederdim. O zaman yine o genç yedek alınsın derdim. Semih de gönderilsin diye eklerdim bu arada. Artık onun triplerinden midem fazlasıyla bulanmaya başladı çünkü.

Sonuçta Fenerbahçe ikinci yarıda ligde zaten favorilerden biri ama Avrupa Ligi'nde ilerleyebilmesi için Lugano-Bilica, Emre, Gökhan'dan birine bir şey olduğunda ne yapacağını iyi düşünmeli. Bu oyunculara (onlarla aynı tarzda) yedek oyuncular mutlaka transfer edilmeli. Özet bu.