26 Aralık 2009 Cumartesi

Ali Turan G.Saray'a?

G.Saray'ın, sözleşmesi sezon sonunda bitecek olan Kayserisporlu Ali Turan ile gelecek sezon için anlaştığı iddia ediliyor. Yılbaşından sonra bu transferin aslı-astarı ortaya çıkar. Ama şayet gerçekleşirse ne olur? Ona kafa yoralım.

Ali, Fenerbahçe altyapısından yetişmiş bir oyuncu. 2004 yılında geldiği Kayseri takımında önceleri stoper oynuyordu. Şimdi ise son 2 sezondur sağ bekte de görev yapmaya başladı. Arkadaşlarının ona "Dani Alves" demesi ise gerçekten de çok komik. Zira Ali, bu ülkenin Recep Çetin'den beri gördüğü belki de en kazma sağ bek. Zaten dediğim gibi, aslında bek değil ama gücüyle, çalışkanlığıyla, kademe bilgisiyle vs. orada da oynayabiliyor. Stoper oynadığında ise savunmadan top çıkarma konusunda tam bir felaket. G.Saray bu yıl Servet ve Gökhan'dan bu hususta bu kadar çekerken bir de Ali'nin alınması bence çok yanlış bir transfer olur. Zira Ali, kelimenin gerçek anlamıyla "kazma" bir oyuncu. Dolayısıyla büyük takımların günümüz futbolunda tercih etmeyecekleri türden bir savunmacı. Ha, 27 yaşındaki bu oyuncunun G.Saray'a geldikten sonra kendini geliştireceği düşünülüyorsa ona bir şey demem.

Ben ille de birine benzeteceksem mesela Puyol'a benzetirim Ali'yi. Puyol da bundan 3-4 sene öncesine kadar dünyanın (büyük takımlardaki) en balta stoperiydi. Yıllarca da Barça'ya yakıştırmadım bu yüzden, bir taraftar olarak. Ama yanına müthiş teknik olan Marquez ve Pique gibi oyuncular monte edildiği için, zaten bu özelliği de fazla göze batmıyordu. Şimdi ise bir şekilde kendini geliştirmiş, eskisine göre çok daha akıllı ve biraz daha teknik bir adam hâline geldi Puyol. Ama yaş da 32 oldu bu arada, ayrı konu.

Öte yandan, takımda zaten Sabri ve Uğur'un olduğu düşünülürse, Ali'nin daha çok stoper olarak alındığı gerçeği ortaya çıkıyor ki, Ali Turan-Servet tandemini düşünmek bile G.Saraylı taraftarlarının tüylerini diken diken edebilir. Bu durumda Fener'in gözden çıkardığı Önder, çok daha uygun bir oyuncu G.Saray için. Ama onu alabilirler mi, bilemem.

25 Aralık 2009 Cuma

Saffet Sancaklı

Futbolculuğunda da çok sevdiğim ve konuştuğunda keyifle dinlediğim Saffet Sancaklı'nın Daniel Güiza hakkındaki yorumu:

"Güiza çok önemli bir oyuncu, Türkiye'ye gelmesi de büyük bir olay. Bir gün kendi gözümle gördüm, bir maçta 13 bin metre koşmuştu. Abi bir santrfor var ya, 5-6 bin metreyi geçmez ya... Bizim zamanımızda bu 1500 metreydi..."

24 Aralık 2009 Perşembe

Ligde ilk yarı değerlendirmesi

İlk yarının takımı: Kasımpaşa
İlk yarının teknik direktörü: Yılmaz Vural
İlk yarının oyuncusu: Ariza Makukula
İlk yarının hakemi: Yok

İlk yarının altın 11'i:

Souleymanou Hamidou

Sabri Sarıoğlu - Aydın Tosçalı - Matteo Ferrari - İbrahim Üzülmez

Gustavo Colman - Fabian Ernst - Ivan Ergic

Andre Moritz

Ariza Makukula - Harry Kewell

İlk yarının gümüş 11'i:

Ömer Çatkıç

Ali Turan - Tomas Zapotocny - Koray Avcı - Olcan Adın

Mile Jedinak

Kader Keita - Alex De Souza - Volkan Şen

Mustafa Pektemek - Julio Cesar

Altın 11'in değerlendirmesi:

Suleymanou Hamidou: Ligin en az gol yiyen kalecisi, yan toplardaki becerisi ile parmak ısırtan bir isim. Fener maçında Cristian'dan yediği gol tam anlamıyla komediydi ama onun dışında ligin en istikrarlı ve en tecrübeli kalecilerinden biri olarak, Kayseri'nin ilk yarıdaki başarısında büyük pay sahibi olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Sabri Sarıoğlu: Adeta motor takmış gibi bir ileri, bir geri hiç usanmadan gidip gelen ve sanki art arda iki maç çıkartacakmış gibi kuvvetli görünen Sabri, nihayet bu yıl G.Saray taraftarının gözüne girebildi. Buradan bana atıp tutan sürüyle taraftar, vakti zamanında (tahminimce) bu adamdan yaka silkmişken ben (her ne kadar karakterinden iğrensem de) biraz Avrupa terbiyesi görse Juventus'ta bile oynayabileceğini savunup komik durumlara düştüm yıllarca. Türkiye'nin de (herkesin düşündüğünün aksine) en iyi orta yapan oyuncusu olduğu kanaatindeyim. Fener maçıyla başlayan suskun, daha az antipatik ve hakeme itirazını makul seviyeye çekmiş bir Sabri, izlenmesi zevk veren bir futbolcu.

Aydın Tosçalı: Millî takım için ciddi olarak düşünülmesi gereken Aydın, ayağı çok düzgün olmasa da sert, gerektiği kadar çabuk, güçlü ve savaşçı bir oyuncu. Geçen yıl yanında gencecik Eren oynuyordu, bu yıl Serdar geldi ve Aydın bu ikisinin takıma adaptasyonunu hızlandıran bir isim oldu. Bana göre şu anda Servet'ten de, Zan'dan da, Toraman'dan da daha iyi bir stoper. Hatta ülkenin en iyisi diyeceğim. Eren döndüğünde ligin en kaliteli tandemi olacaklar.

Matteo Ferrari: Zamanında Radikal Futbol'da Xavi için "Katalan olmak dışında hiçbir özelliği olmayan oyuncu" deyip Kemal ve Selçuk'tan daha iyi olmadığını iddia eden Mehmet Demirkol'un "Zan'dan daha iyi olmadığını" öne sürüp fena halde (bir kez daha) rezil olduğu bu oyuncu, Türkiye'ye Uche, Högh, Zago gibi isimlerden beri gelmiş en iyi savunmacı. Sezon başında ne kadar önemli bir isim olduğunu zaten yazmıştım, Beşiktaş defansında özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında gösterdiği olağanüstü performansla beni haklı çıkardı. Ligin ikinci yarısında da bu performansını sürdürürse yılın kare asındaki yeri garanti gibi.

İbrahim Üzülmez: Türk futbol tarihinin en özel futbolcularından biri olmayı artık garantilemiş olan bu oyuncu, ahlâk olarak zayıflıkları olsa da bir profesyonellik abidesi adeta. Yaşı 35 olmasına rağmen kendine (muhtemelen) o kadar iyi bakıyor ki, hemen her maçta sahada en çok koşan isimlerin başında geliyor. 10 yıldan beri hangi teknik direktör gelse (zamanın Müjdat Yetkiner'i gibi) ondan vazgeçemiyor çünkü geçilecek gibi değil. Şirazeden çıkmış görünen genç Türk futbolcuları için de mükemmel bir örnek aynı zamanda.

Gustavo Colman: Trabzon'un ilk yarıdaki en iyi oyuncusu olan Colman, pek fazla pres yapmasa ve fiziği yeterli olmasa da takımın oyun kurucusu, beyni, en golcü ismi ve en iyi asistçisiydi. Selçuk ile beraber orta sahada oynadığında ligin en teknik ve ayağı en düzgün orta sahalarından birini oluşturuyor. İstanbul'un üç büyüklerinde de oynayabilir bence ama özellikle temposunu biraz daha arttırması lâzım.

Fabian Ernst: İlk yarının en çok koşan oyuncularının başında gelen bu müthiş profesyonel, Ferrari ile birlikte takımın omurgasıydı. "İki yönlü orta saha" tabirinin sahadaki tam karşılığı olan, mücadele ruhuyla takım arkadaşlarına da ilham veren, hangi koşulda olursa olsun belli bir performansın altına düşmeyen Ernst, yine son yıllarda ülkemize gelmiş en iyi yabancılardan biri. Ha, kazma ve oyun zekâsı düşük, tamam; ama onlar da olsa bu ülkede ne işi var ki?

Ivan Ergic: Kariyerinde 6 aylık Juventus macerası da bulunan bu merkez orta saha oyuncusu, 7.5 yıl oynadığı Basel'den Bursa'ya geldiğinde şaşırmıştık. Nitekim ilk haftalarda adaptasyon sorunu nedeniyle sıradan bir görüntü veren Ergic, ilk yarının ortalarından itibaren müthiş bir form düzeyi yakalayarak takımın yaptığı çıkıştaki en önemli isimlerden biri oldu. İnönü'de Beşiktaş'a attığı müthiş gol de, son haftada bu performansını taçlandırdı.

Andre Moritz: İlk yarıda Fener'den başka diğer üç büyük takıma gol atmayı başaran, takımın oyun kuruculuğunu yapan ama aynı zamanda hiç beklenmeyen şekilde maç başına en az 10 km koşan yetenekli bir oyuncu Moritz. Daha 23 yaşında olmasına rağmen takımın en olgun, en akıllı ve en güvenilen elemanı gibi görünüyor sahada. Yaptığı 7 gol, 3 asist ile skora direkt etki eden Moritz, Alex'in çok kötü oynadığı ve sahada hiç görünmediği birkaç maç nedeniyle onu geride bırakıyor bence.

Ariza Makukula: Yıllardan beri gezmediği ülke kalmayan, sayısız takımda forma giyip hepsinden şutlanan bu ilginç futbolcu, Kayseri'de adeta küllerinden doğdu diyebiliriz. Attığı 13 gol bile buraya girmesine yeter ama onun dışında takım üzerindeki etkisi, mücadelesi ve istikrarı ile ligde ilk yarının en iyi oyuncusuydu. Gol krallığını neredeyse ilk devreden garantileyen bu oyuncunun, Dünya Kupası kadrosunda yer alabilmek için gösterdiği mücadeleyi izlemek, ikinci yarıda da futbolseverere zevk verecektir.

Harry Kewell: İlk yarının en başarılı oyuncularından biri de, takımın formu düşerken kendisininkini yükselten ve özellikle son 5-6 haftada zirveye taşıyan Kewell idi. Savunma yapmaması nedeniyle takım için dezavantaj da teşkil ediyor ama hücumdaki etkinliği, kanatta oynamasına rağmen attığı golleri ve lider özellikleri ile seyreden herkesin takdirini kazandı. Çoğu maçta 90 dakika sahada kalması ise hem şaşırtıcı, hem hayranlık uyandırıcıydı.

Birsa: Alnından öpülecek sporcu

Fransa Liginde bu gece oynanan maçlarda oldukça sürpriz skorlar alındı. Tıpkı Lyon gibi kendi sahasında şok bir sonuçla Auxerre'e 2-0 mağlup olan Marsilya da formsuz görüntüsünü sürdürüyor. Ama benim dikkat çekmek istediğim konu, bu maçta yaşanan ve gerçek futbolseverlerin tüylerini diken diken edecek bir olay...

Maçın 34. dakikası oynanırken Auxerre takımının Sloven oyuncusu Valter Birsa (23), orta saha civarında yan yana koştuğu Bakary Kone'nin faulüyle bir anda yüzünü tutarak kendini yerde buluyor. Maçın hakemi Philippe Kalt olay yerine giderken cebinden kırmızı kartını çıkarıyor ve direkt olarak Kone'ye gösteriyor. İtiraz eden Fildişili yıldıza ise "dirseğiyle rakibinin yüzüne vurduğunu" ima eden bir takım işaretler yapıyor. Tartışmalar sürerken Kone bir şekilde sahayı terk etmiyor ve yerden kalkan Birsa, rakibinin kırmızı kart gördüğünü fark ediyor. Bunun üzerine hakemle konuşan genç oyuncu rakibinin kasıtlı herhangi bir müdahelesinin olmadığını ayrıntılı bir şekilde hakeme anlatıyor ve Kone'nin kırmızı kartının Philippe Kalt tarafından geri alınmasını (!) sağlıyor. Evet, yanlış okumadınız. Velodrome gibi bir deplasmanda bir oyuncu böyle bir davranışı sergileyebiliyor işte. Yazarken bile tüylerimin diken diken olduğu bu jest yüzünden Birsa kardeşimi alnından öpüyor ve davranışının, dünyanın dört bir yanında hakemi aldatmaya çalışan tüm meslektaşlarına örnek olmasını diliyorum.

Not: Her zaman söylediğim gibi futbolun adaletine (kısa olmasa bile uzun vadede) son derece inanan bir kişiyim. Bu örnekte de Auxerre'in maçı (kaleyi bulan 2 şutla) deplasmanda 2-0 kazanmasından dolayı nasıl mutlu olduğumu anlatamam.

Sergen Yalçın #2

"Çocuklara (altyapıda çalıştırdığı gençlerden söz ediyor) hep onu söylüyorum: Süper yetenek olmanıza gerek yok. Dünyada süper yetenek birkaç tane zaten; Messi var, Ronaldo var, bir yerlerden çıkıyor bunlar. Onun dışındaki oyuncular hep aynı seviyede. Chelsea'deki Ballack mesela, çok süper oyuncu mu? Hayır. Fiziği iyi, kafaya çıkıyor, falan-filan yani..."

23 Aralık 2009 Çarşamba

Hayat Özer ile ne güzel

Fenerbahçe'nin kadrosundaki (Emre ve Gökhan ile birlikte) en büyük potansiyele sahip yıldız olan 1986 doğumlu Özer Hurmacı, bu akşam 3-0 kazanılan Altay maçının en dikkat çeken oyuncusuydu. Maça Semih'in arkasında ikinci forvet ve büyük oranda oyun kurucu olarak başlayan Özer, ikinci yarının ortalarından itibaren defansın önündeki iki oyuncudan biri olarak oynadı. Ve her iki devrede de birer gol atmayı başardı. Top alış-verişleri, oyun zekâsı, iki ayağını kullanması ve daha birçok özelliği ile, daha önce de yazdığım gibi Özer, Arda ile birlikte bu ülkenin en önemli genç oyuncusu olduğunu, her geçen gün daha kalın çizgilerle gösteriyor bize. Bir takımın taraftarı olarak 24 yaşındaki Gökhan, 23 yaşındaki Özer, (karakterini geçersek) 29 yaşındaki Emre gibi üç oyuncuya sahip olmak inanılmaz güzel bir duygu. Bunlara 26 yaşındaki Semih ve 23 yaşındaki Kâzım'ı da ekleyebilirdik ama onlar bu sezonu rezil bir görüntüyle geçiriyor.

Bu akşamki Altay maçının bir diğer çok önemli oyuncusu ön libero Deniz Barış idi. Şampiyonlar Ligi'inde çeyrek final oynayan kadronun demirbaşlarından olan bu profesyonellik abidesi, son 3 maçtır oyunun defansif yönünde hâlâ bu ülkenin en iyi ön liberosu olduğunu gösteren performanslar sergiliyor. Ligin ikinci yarısında üzerinde itinayla durmak gerekir diye düşünüyorum. Şu hâliyle en az Cristian kadar iyi, Selçuk'tan ise fazlasıyla önde Deniz.

İlk 11'de oynamak istediğini söyleyerek devamlı ağlayan Semih ve Uğur, 5 üzerinden 2 yıldızlık performanslarıyla vasatı geçemedi. Mehmet Topuz ise transferinden beri benim seyrettiğim en iyi oyununu oynadı. Sol taraftan Uğur'un ortaladığı iki topta içeri girip kafa vuruşları yaparak ideal bir kanat oyuncusu profili çizdi Topuz. Bunlardan birinde akıllıca indirdiği topta takım ilk golü bulurken, ikincisinde oyuncunun net ve iyi vuruşunu rakip kaleci kornere çeldi. Ayrıca içe kat ederek yaptığı koşuda pisburunla gol atmayı da başardı. Topuz'un sahip olduğu kapasiteyi düşündüğümüzde, bu maçtaki formunu sezonun ikinci yarısında koruması ve arttırması gerekiyor.

Netice olarak Fenerbahçe ligin son haftasının ardından kupada da formda bir görüntü çizdi. Gruptaki Eskişehir ve Antalya deplasmanlarında kaybetmeden, Tokatspor'u evinde yenerek lider olarak bir üst tura çıkabilir sarı-lacivertliler..

Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan Babacan (**) - Bekir (**), Lugano (***), Bilica (***), Andre Santos (**) - Mehmet (***) (72' Ali Bilgin (*), Deniz (***) (61' Devid (*), Cristian (**), Uğur (**) - Özer (****) (82' Abdülkadir (*) - Semih (**)

Goller (3-0): Özer 35', 78', Mehmet 57'

1983'ün en iyi filmleri


1. Monty Python's The Meaning of Life (10)
Terry Gilliam

2. The Big Chill (10)
Lawrence Kasdan

3. Sans Soleil (9)
Chris Marker

4. Paris, Texas (9)
Wim Wenders

5. Local Hero (8)
Bill Forsyth

Diğer: The Outsiders (8), Rumble Fish (8), Scarface (7), Star Wars: Episode VI - The Return of the Jedi (7), Nostalghia (7), Flashdance (6)

Görmediklerim: La Traviata, A Christmas Story, The Right Stuff, Hadashi no Gen, El Norte, Tender Mercies, WarGames, Valley Girl, Trading Places, Testament, Le Bal

22 Aralık 2009 Salı

3. Dünya Savaşına doğru

"ABD ve diğer zorba güçler kitle imha silahlarından arındırılana dek diğer milletlerle birlikte mücadelemize devam edeceğiz. Dünyanın hâli şu anda içler acısı. Ve insanlığın tüm sorunlarının temelinde gasp ve zulüm yapanların hakimiyeti yatıyor."

"Enerji, medeniyet ve kültürün merkezi Orta Doğu’ya hakim olmak amacıyla işgal edilen Afganistan ve Irak’ta 1 milyona yakın insan hayatını kaybetti ve milyonlarca insan mülteci konumuna düşürüldü. Savaş ve çatışma şimdi üçüncü bir ülkeye, Pakistan’a da yayıldı. Batılıların demokrasi, insan hakları ve özgürlük sloganıyla yaptığı katliamlar, tarihteki bütün canilerin ve katillerin yüzünü ak çıkardı."

"İnsanlığın başına bela olan zorba güçler artık her konuda çıkmaza girdi ve sorunları daha da karmaşık hâle getirdi. İran halkı aleyhinde son 30 yılda örgütlü şekilde komplolar ve planlar yapılıyor ama bugün insanlık düşmanları günden güne zayıflıyor ve zelil oluyor. Her konuda çıkmaza girdiler ve siyasi alanda da çıkmazdalar. Dünyadaki hiçbir sorunu çözmeye kadir değiller. 60, 100 yıllık sorunlar hala yerinde duruyor. Sorunlar onların müdahalesiyle daha kötü ve karmaşık hale geldi. Dünyaya hakim olmak için Güvenlik Konseyini kurdular ve veto hakkı elde ettiler ancak bu kurum bugün itibarsız ve işe yaramaz hâle geldi."

"Amerikalılar tarih bilmediği için Afganistan’ı işgal etti zira bu ülke son 100 yılda zaten İngilizler ve Ruslar tarafından işgal edilmişti. Ama onlar Afganistan’ı rezil bir halde terk etmek zorunda kaldılar. Bugün Afganistan’da katliam yapanlar, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nden daha rezil bir şekilde bu ülkeyi terk edecek."

"İran halkı, ebediyete kadar ne ABD’ye, ne onun hizmetçilerine ne de onların yedi sülalesine iç işlerimize karışma hakkı verecek. Bundan sonra biz hak talep edeceğiz. ABD’nin 8 bin nükleer başlıklı bombası var, bunlar mutlaka imha edilmeli. Siyonist rejimin (İsrail) 400’e yakın nükleer başlıklı bombası var, bunlar da mutlaka imha edilmeli. Onlar bilsinler ki, İran halkı ve bütün milletler ABD ve diğer zorba güçler kitle imha silahlarından tamamen arındırılana kadar direniyor ve direnecek."

"Onlar kim oluyor da bize yıl sonuna kadar süre veriyor? Biz onlara fırsat veriyoruz ki, ahlâk, edebiyat ve davranışlarını ıslah etsinler; aksi halde tüm haklarımızı onlardan alacağız."

"İran halkı ve devletinin zayıf olduğunu hayal ediyorlar, şeytanlar da daha fazla baskı yapılması için onlara bu konuda rapor veriyor. Çatışmadan yana değiliz ama bilsinler ki bugün İran halkı ve devleti geçen yıla göre on kat daha güçlüdür. Hangi konuda ne yapacaksak açıkça ve korkmadan söyleriz. Atom bombası yapmak isteseydik, sizlerden korkmadan, onu ilan edecek mertliğe ve cesarete sahibiz."

"Açıkça ilan ediyoruz ve dünya da bilsin ki, İran halkı, ABD’nin Orta Doğu’ya hakim olmak istemesine karşıdır. Kavganın asıl sebebi şudur: ABD, Orta Doğu’ya hakim olmak istiyor, İran halkı buna engel oluyor. Onlar, nükleer enerjiyi, insan haklarını ve diğer şeyleri bahane ediyor. Dünya bilsin ki, İran ve bölge halkı, ABD’nin Orta Doğu’ya musallat olmasına izin vermeyecek."

"Birinci ve İkinci dünya savaşında 100 milyona yakın insan öldü. Bugün de daha büyük katliamlar peşindeler. Çünkü onlar peygamberlerin öğretilerini, adaletin ve insaniyetin yolunu bir kenara bıraktılar; nefislerine, dünyaperestliğe ve güce tâbi oldular. Özgürlük, insan hakları, medeniyet, demokrasi iddiasında olanlar, milletlerin açıkça kanını emiyor. Zorba güçlerin dünyadaki 100 yıllık hakimiyetleri sona ermek üzere. Bugün, onlar yolun sonuna geldi."

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın Şiraz'da halka hitaben yaptığı (ve bendenizin "bu içerik özelinde" tamamen desteklediği) konuşmadan derlendi.

20 Aralık 2009 Pazar

İlk yarı puan durumu

Şampiyonluk yarışı 5 takım arasında geçecekmiş gibi görünüyor ama Kayseri'nin kısa sürede oradan kopacağını düşünüyorum. Bursa ise ligin sonuna kadar ilk 4'te kalır bence. Ligden düşen (Ankara'dan sonra) ikinci takımın Denizli olması neredeyse garanti. Üçüncü olmamak için yapılan mücadele ise nefesleri kesecek muhtemelen...

Trabzon 0 - Fenerbahçe 1

Fenerbahçe, sezon başındaki muhteşem performansını takiben düştüğü cehennem çukurundan, Trabzon deplasmanındaki altın galibiyetle çıkmayı başardı. Lig başladığından beri aklı başında bütün Fenerlilerin hayalindeki orta saha, Topuz-Cristian-Emre-Özer dörtlüsünün sahada olması maç başındaki en güzel ayrıntıydı. Ama sakatlıktan yeni çıkan Emre'nin güçsüzlüğü, Özer'in (nedenini bilmediğimiz) vasatın bile altındaki oyunu, Cristian ve Topuz'un da vasat performansı yüzünden hiçbir şey hayal ettiğimiz gibi olmadı. Güiza boş kaleye kaçırdığı golle ve Küçük Emrah görüntüsüyle yine taraftara saç-baş yoldururken, galibiyet golünü atan da (ne ironiktir ki) o oldu. Alex ise orta saha ve hücum hattındaki en iyi oyuncuydu diyebilirim.

Fenerbahçe'nin kadrosu ligin en iyilerinden biri, hatta birincisi. Hep söylediğimiz gibi takım isteyerek, ciddiye alarak ve motive olarak oynadığı zaman, en az rakibi kadar koştuğu zaman kalite farkı ortaya çıkabiliyor. Vurdumduymaz oynadığında ve koşmadığında ise istediği kadar kalitesi olsun, bunu sahaya yansıtamıyor. Bu maçın ve hatta genel olarak ilk yarının özeti bu.

Trabzon'un maç boyunca 10-12 tane şut atıp hiçbirinde kaleyi tutturamaması gerçekten de trajik. Kadro yapısı ve takımın havası aslında iyiydi ama Umut gibi bal yapmayan arı diyebileceğimiz bir oyuncunun yerine, devre arasında mutlaka maharetli bir oyuncu alınması gerekir. Serkan onlar adına sahanın en iyi oyuncusuydu.

Hakem kadrosu genel olarak sırıtmadı ama maçın başında maraton tribün önündeki yardımcı hakemin hemen önündeki pozisyonda 3 metre geriden çıkan Alanzinho için bayrak kaldırması tam bir skandal. Ayrıca (her ne kadar daha oynanacak 80-85 dakika olsa da) neticeye etki edebilecek bir hata. Böyle bir hakemin bir daha bu seviyede kolay kolay maç alamaması gerekir.

Trabzon (4-4-1-1): Onur (*) - Ömer (*) (64' Gökhan (*), Song (*), Egemen (*), Cale (**) - Serkan (***), Selçuk (*), Colman (*) (58' Ceyhun (**), Gabric (*) (81' Barış (*) - Alanzinho (**) - Umut (*)

Fenerbahçe (4-4-1-1): Volkan (**) - Gökhan (**), Lugano (**), Bilica (**), Andre Santos (**) - Mehmet (**), Cristian (***), Emre (**) (71' Deniz (**), Özer (*) (80' Vederson (**) - Alex (***) - Güiza (***) (71' Semih (**)

Goller (0-1): Güiza 56'

Rezil futbol, kör hoca, ikiyüzlü taraftar

G.Saray dün gece 4-1 kaybedebileceği bir lig maçını zar-zor 1-0 kazanmayı başardı. Normalde bir büyük takımın "iyi futbol oynamasak da kazanmak önemli" deyip bu işe sevinmesi lâzım ama kendini bilmez bir camia olarak G.Saray'ın buna hakkı yok. Neden böyle diyorum? Çünkü onlar sezon başında "3 yesek de 4 atarız" diyen bir hoca ve taraftar güruhuyken, şimdi kazanmanın kölesi olmuş, kaleyi bulan tek şutlarının (o da boş kaleye) gol olduğu bir iç saha maçına utanmadan sevinebilen acayip bir kitle hâline geldiler. "Bu yıl şampiyon olmasak da olur, önemli olan 5 yıl sonrasının Avrupa şampiyonu olmak" diye işkembeden sallayan zavallılar, şimdi 17 maçın en az 14 tanesinde acınacak bir futbol oynayan takımın ligde lider olmasına seviniyor; gerçekten de bu ikiyüzlülüğe şaşırmamak elde değil.

G.Saray'ın hocası, hayatında hiçbir başarısı yokken Barcelona'nın başına getirilmiş, orada muazzam başarılar elde etmiş saygın bir isim; burası tamam. Ona bakarsak, Güiza da Raul, van Nistelrooy, Messi, Ronaldinho ve Etoo'o'yu geçip penaltısız 27 golle La Liga gol kralı olmuş. Takan var mı? Önemli olan bugün ne olduğu değil midir? Çok sevdiğim bir söz var: "Geçmişte yaptıklarınızın çok büyük görünmesi, bugün pek bir şey yapmadığınızın göstergesidir." Rijkaard'ın CV'sinde ne yazıyor olursa olsun, G.Saray takımının ne oynadığı, daha da vahimi "ne yapmaya çalıştığı" 17 haftadır anlaşılamadı. Ulaşılmak istenen bir hedef olur, oraya varan yol sancılıdır, tökezleyerek de olsa ilerlersin ama en azından ilerlediğini bilirsin; 1 adım da olsa... Ama G.Saray her maçı kendi içinde yaşayan, günü kurtarma peşindeki acınacak bir takım hâline geldi 17 haftada. Dışarıdan bakan biri bunu rahatlıkla görebiliyor.

Daha önce de söylediğim gibi, biz geçen yıl yerin dibine soktuğumuz Aragones'in takımında bu ilerlemeyi görüyorduk. Arsenal'den 5 yediğinde bile takımın ne yapmak istediği az-çok anlaşılabiliyordu (yapamıyordu, ayrı konu). O futbol İnönü'de "Ali Bilgin, Gökhan, Yasin, Carlos" defasına rağmen Beşiktaş'ı maymuna çevirdikleri maçta doruğa ulaşmıştı. Ama sorun şuydu ki, Fener camiası böyle bir süreci bekleyecek sabrı haiz değil; hiçbir zaman da olmayacak. Ama biliriz ki, G.Saray camiasından bir takım kendini bilmezler bu tür erdemleri kendi camialarına atfetmiştir öteden beri. Bugünkü manzaraya bakıp bu gerçeği bilmek, gördüklerimizi, olduğundan daha komik hâle getiriyor.

Dünkü maça bakıyoruz, G.Birliği ilk yarıda hiçbir şey oynamasa da koskoca G.Saray'ı ikinci yarıda resmen maymun etti. Dalga geçer gibi 3 tane %100 gol pozisyonu kaçırdılar ve sonra futbolun altın kuralınca golü yiyip mağlup oldular. G.Saray'ın futbolunda sezon başından bir gıdım bile ileri olan tek bir unsur bile var mıydı peki? Elbette hayır. Kenardan maçı 80 dakika endişeli gözlerle seyreden kör bir teknik direktör, rakip oyunculara bile saldıracak kadar şuurunu yitirmiş yaşlı bir yardımcı, sahada kendi hâline bırakılmış 11 kişilik bir topluluk... Gelgelelim maçtan sonra bakın o yüceler yücesi hoca ne diyor: "Şu an için lider olmamızın bir önemi yok. Şampiyon olmamız için bu performansımızı devam ettirmemiz gerekir. Bazı bölümler hariç oyunun genelinden memnun kaldım. İlk yarıda golü bulmamız gerekirdi. Rakibimiz savunmada iyiydi. Maçın 0-0 gitmesi de onlara yaradı. İkinci yarıya iyi başlayıp, pozisyonlar da buldular. Ancak, maçın geneline bakarsak iyi olan taraf bizdik." Bir insan bundan daha kör olabilir mi, bilmiyorum.

Gol pozisyonuna giremiyor, pas yapamıyor, takım savunması yapamıyor, oyuncuların yeteneklerine bel bağlamış gidiyor G.Saray. Sezon başında Türk basını dâhil bu ülkede Rijkaard'a ilk dil uzatan kişi herhalde bendim. O adamı bana savunmaya kalkan zibidiler daha biberondan süt içerken biz o adamın ŞKK finalindeki golünü seyrediyorduk, onlar emeklerken Barcelona maçı izliyorduk, bunları geçiyorum. Ama Rijkaard gibi bir adama dil uzatıp futbol konusunda eleştiri yapıyorsak, bir bildiğimiz var dedik hep, işte bu tablo onun ne olduğunu gösteriyor şimdi.

Sezon başından beri yazdıklarıma karşılık ortalığı yangın yerine çeviren bir sürü kişi, bugün apaçık bir şekilde hayal kırıklığı yaşıyor olmalı. Birazcık utanması-sıkılması varsa "ulan Rijkaard zannettiğimiz gibi tanrı falan değilmiş, takım 17 haftadır hiçbir b.k oynamıyor, oynayacağa da benzemiyor" deyip kendini sorgulamalı ama 2000 yılı yüzünden takım tutan birilerinden böyle bir erdemi hiçbirimiz beklemeyelim. Sadece hakikat olan şeyin, bizim yazdıklarımızın gerçek, onlarınkinin hayal ve işkembe olduğunun tespitini yapalım. Sezon sonunda bu bahse tekrar döneceğiz çünkü.