Ülkemizde Caniler Avcısı adıyla bilinen ve de festivallerde bir avuç seyirciye bu isimle gösterilen film, sinema tarihinin en iyileri söz konusu olduğunda her daim ismi zikredilen bir başyapıttır. 30'lu ve 40'lı yılların unutulmaz ve büyük oyuncusu Charles Laughton'ın yönettiği ilk ve tek filmdir aynı zamanda. Davis Grubb'ın romanına dayanan filmde beyazperdenin en karizmatik aktörlerinden biri ve "cool" kelimesinin gerçek hayattaki karşılığı olarak kabul edilen Robert Mitchum, sinema tarihinin gördüğü en cani kötü adamlarından biri olan Harry Powell'ı canlandırır. Takım elbisesi ve papyonu ile kendisine vaiz süsü veren bu adam, kendini şehvet düşkünü kadınları öldürmeye adamış gerçek bir psikopattır. Filmin başlarında hapishanede geçirdiği 30 günlük sürede, karısı ve iki çocuğuna bakamadığı için bir banka soyan ve yakalanarak idama mahkûm edilmiş olan Ben Harper ile tanışır. Harper çaldığı 10 bin doları bir yere saklamış, o yeri (karısına bile değil) sadece çocuklarına söylemiştir ve sırrıyla birlikte asılır. Bunun üzerine Powell hapisten çıkar çıkmaz soluğu Harper'ın kasabasında alır ve önce ahâliyi, sonra Harper'ın karısını hitabet yeteneği ile ağına düşürür. Kadını kendisiyle evlenmeye bile ikna eder ama babalarına yemin etmiş olan iki küçük çocuğu kandırmayı bir türlü başaramaz.
Yatmadan önce dinlenebilecek, bir takım tüyler ürpertici anlar da ihtiva eden ama elbette mutlu sonla biten bir masal olarak nitelendirilebilir Caniler Avcısı. Laughton'ın dışavurumcu estetikten fazlasıyla etkilenen (ve örümcek ağının içinden geçen çocukların görüntüsü gibi muhteşem anlar barındıran) rejisi ve Stanley Cortez'in ışık-gölge oyunları ile anlam yaratmayı başaran görüntü yönetimi olağanüstüdür. Çocukların bakış açısından anlatılmakla birlikte büyük insanların sahip olduğu, iyi ile kötü arasındaki iki uç arasında gidip gelen pek çok hasletle ilgili sayısız cümle sarf eder. 1955 yılı için inanılmaz derecede ilerici bir bakış açısı vardır, dönemin toplumu ile ilgili eleştiriler ve acımasız gözlemlerle doludur. Bu açıdan bakıldığında, gişe açısından hiçbir getiri sağlamaması gayet normaldir. Bunun yanında kötü adam karakterini baş role taşıması, hatta o karakteri jön diyebileceğimiz gayet ünlü bir aktöre oynatması ve tamamıyla kötü olmasına rağmen bu adama bir takım ("erdemler" değil ama) tutarlılıklar taşıyan biri gibi yaklaşması (kadınla evlendiği gece dâhil hiç yatmamasından bahsediyorum, bu hadise bugün bile düşünülemeyecek kadar inanılmazdır) onu, olanca basitliğine ve üzerinden geçen 54 yıla rağmen, seyredenleri etkilemek konusundaki hususiyetinden hiçbir şey yitirmeyen eşsiz bir yapıt hâline getirir. Özetle, sinemayı seven herkesin en az bir kere görmesi lâzımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder