5 Mayıs 2013 Pazar

Fenerbahçe: 2013-14 sezonuna erken bir bakış


Türkiye’nin tartışmasız en büyük kulübü olan, hatta amatör branşlardaki başarılarına bakınca dünyada Real Madrid, Barcelona ve CSKA dışında rakipsiz durumda yer alan Fenerbahçe Spor Kulübü'nün futbol takımı, kulübün bu büyüklüğüne paralel bir durumda mı? Öyleyse nasıl gelişir, değilse olması nasıl sağlanır? İşbu yazının konusu bu sorular, aranan cevaplar ve önümüzdeki sezonun planlamasına dair öngörüler içerir.

Öncelikle Fenerbahçe’nin futbol takımının nasıl bir felsefe ile yönetildiğine bakalım. Kimi örnek alıyoruz? Yıllardır bu sorunun cevabını arıyorum ama bulamıyorum. Fenerbahçe’nin, bu konuda da dünyadaki en kendine münhasır kulüplerden biri olduğu ortada. Herhangi bir kulübü örnek alması, o modeli takip etmesi gibi bir durum söz konusu değil. Kendi gerçeğini, kendi dinamiklerini yaşayan, tamamen kendi yakın/uzak geçmişinden ders alan ve ona göre hareket eden bir futbol şubemiz var. Peki ille de bir kulüp/takım örnek alınmalı mı? Bence kesinlikle evet ama alınan örneğin mutlaka Fenerbahçe ve Türkiye gerçeklerine göre revize edilerek uygulanması şart. Bunun ayıp olduğunu düşünmüyorum. Büyüklüğe halel getiren bir şey olduğunu da sanmıyorum. Kulüp büyüklüğü anlamında dünyada ilk 5’te olabiliriz ama futbol takımı olarak Avrupa’da ilk 50’ye tekrar bu sene girebildik. Orada alınacak daha çok ama çok uzun bir yol var.

Son yıllarda bahis mefhumunun spordaki en dominant unsur hâline gelmesinin doğal bir sonucu olarak neredeyse Avrupa’daki tüm büyük takımları her hafta televizyondan izler olduk. Bizim çocukluğumuzda böyle bir şey yoktu. Avrupa’nın hiçbir ligi, TRT’den yayınlanmazdı. Arada FA Cup ve League Cup (o zamanlar adı Süt Kupası idi) maçları yayınlanır, Manchester United’ın esamesi bile okunmadığı için Liverpool, Everton, Nottingham Forest, Arsenal gibi takımları seyrederdik. Ben o yüzden 1990 yılında Liverpool taraftarı olmuştum.

Diğer ligler ise hak getire.. Salı akşamları TRT-3’te “Avrupa’dan Futbol” programı olurdu, abim ve kardeşimle birlikte 1 hafta boyunca yolunu gözlerdik. Tansu Polatkan, Levent Özçelik veya Hüseyin Başaran’dan birinin sunduğu o program, hayatımızın en önemli mutluluk kaynaklarından biriydi.

Lafı nereye getireceğim? Şimdi Avrupa’nın bütün üst düzey liglerini seyredebiliyoruz. Türkiye’deki cahil yığınlar da kendi takımlarını Real Madrid, Barcelona, Manchester United, Bayern Münih, Juventus vs. seviyesinde gördüğü için bu takımları seyredip, kendi tuttuğu takımları bunlarla kıyaslıyor, “oralarda olmamız gerek!” diyor, sallıyor da sallıyor. Halbuki o seviyelerde olmak için 10 sene gerekir, 3-5-7 falan değil.. Uzun ve çileli bir yoldur, gıdım gıdım ilerlenir. Esas olan ise (yavaş yavaş da olsa) sürekli “ilerlediğinden” emin olmaktır. Aykut Kocaman’a kadar hep “günü kurtarma” peşindeki bu futbol takımı da, nihayet küçük de olsa adımların atıldığı bir yapıya bu Kocaman yürekli adam sayesinde kavuşmuştur. Bunun, kitleler tarafından görülememesi çok acı, göstermek lâzım. Yöneticilerin bu konuda daha vizyon sahibi söylemler ortaya koyması, hocasının daha çok arkasında durması, hocasını “taraftarına anlatabilmesi” lâzım. Bu, başka ve daha uzun bir yazının konusu.

Fenerbahçe’nin kendisine örnek alması gereken kulüplere dönersek, bunlar yukarıda saydığım Avrupa’nın 5 büyük liginde değil, Türkiye’de yayınlanmayan diğer liglerde yer alıyor. Hem o kulüplerin, kendilerinden bağımsız olarak "ligleri" de bizim lige daha fazla benziyor. Avrupa Kupalarında oynadığın her maçın, gelişimini/neticesini vs. belirleyen en önemli, en dominant unsur, “senin kendi liginde nasıl antrene olduğun”dur. Yukarıda saydığım büyük kulüplerin varlıklarının temel taşlarından biri de liglerindeki rekabetin bizimki ile kıyaslanmayacak kadar üst düzeyde olmasıdır. Bizim ligimizde böyle bir şey yok, takım kaliteleri inanılmayacak kadar düşük seviyede. 420 milyon dolar’lık bir lig olmadığı ise âşikâr.

Sadede gelirsem, Benfica, Porto, Shakhtar ve Dinamo Kiev diyeceğim. Bu kulüpler Fenerbahçe için muazzam bir model konumunda, son 15 yıllarını çok iyi incelemek, irdelemek ve dersler çıkarmak lâzım. Ben kabaca ana hatlarıyla bir kaç detaya değineceğim.

Öncelikle bu 4 takımın, yarışma şartları açısından Fenerbahçe’den avantajlı ve dezavantajlı olduğu konulara bakalım. Avantajların en büyüğü,  yabancı kısıtlamasının olmaması ya da Türkiye’den çok daha rahat bir modelin uygulanması. Bu yüzden, futbol takımı idaresindeki en önemli kalem olan “takım mühendisliği” konusunda mühendisin eli-kolu, bizim ülkemizde bağlanıyor. Fenerbahçe yıllardan beri bu eli-kolu bağlı olma durumunu analiz etmedi, nasıl davranması gerektiğini detaylıca düşünmedi, hep anlık kararlarla kısa vadeli icraatlara imza attı. Halbuki bu, yarıştığın kulüplerle arandaki belki de en önemli avantaj farkı ve bu dezavantajı hakkıyla analiz etmezsen, onlarla yarışmak neredeyse imkânsız bir hâle gelecektir. 106 yıllık bu dev camianın futbol takımının, Avrupa Kupalarında ilk kez yarı final görüyor olması da bu vizyonsuzluk yüzündendir. Aykut Kocaman işte burada devreye girmiş, sahip olduğu (şüphesiz eksikleri, noksanları, gelişim alanları da bulunan) vizyonu sayesinde bu kulübe yepyeni bir anlayış getirmiştir. Bunun, üzerinde durulması, ısrar edilmesi gereken devasa bir olay olduğunu düşünüyorum.

Yabancı sınırlaması nedeniyle yukarıdaki  4 takım, Fenerbahçe’ye göre çok daha avantajlı. Keşfettikleri bir genç oyuncuyu hemen alıp kadroya koyabiliyor, onu yetiştirip 3 yıl içinde muazzam paralara satabiliyorlar. Porto ve Benfica’nın yakın tarihi bunun sayısız örneğiyle dolu. Eğer Portekiz’de yabancı sınırlaması olsaydı, Porto ve Benfica’nın son 10 yıldaki transfer satışı 300 değil, 50 milyon olurdu.

İkinci fark, bu kulüplerin, kulüp olarak Fenerbahçe kadar büyük olmaması, üzerlerindeki baskının çok daha az olması ve camialarının da kıyaslanmayacak kadar daha bilinçli olması. Fenerbahçe’nin ayağına dolanan en büyük engel, maalesef kendi taraftarı. Bir sezonda 60 resmî maça çıkan, 10 gol, 10 asist yapan Cristian’ı Fenerbahçe taraftarına beğendiremezsin. Porto’da olsa Cristian’ı el üstünde tutarlar, bizimkiler de onu televizyondan seyredip “ah şu adam bizde olsa anasını satayım!” der ve iç geçirir. Bu derece bilinçsiz ve ikiyüzlüyüz.

Bu dezavantajlardan dolayı Fenerbahçe’nin söz konusu kulüpleri örnek alması pek kolay değil. Yabancı sınırı gelecek yıl 6+2 olarak devam edecekmiş ama bir sonraki yıl 5+3 olması çok muhtemel. Bu yüzden takım planlaması her geçen yıl önemini daha da arttırıyor.

Peki ne yapmalı, nasıl bir yol izlenmeli? Schumacher, Hagi, Kuyt, Drogba, Roberto Carlos gibi yaşını-başını almış, sahada katkı vereceği tartışılmaz olan ama maaşları uçuk seviyelerdeki yabancılar mı almalı? Yoksa genç ve gelecek vaat eden bir oyuncuya 7-8 milyon verip, yetiştirip 15’e mi satmalı? Yoksa ikisi birden mi? Bence ikisi birden. Fenerbahçe’nin ve genel olarak Türk kulüplerinin Avrupa’daki yarıştan geri kalmasının en büyük nedeni, oyuncu satışından elde edilen gelirlerin neredeyse “0” düzeyinde olması. Böyle bir yapılanma ile Avrupa’da sürekli başarı elde etmek neredeyse imkânsız. Katar sermayesi bile olsa, görüyoruz ki parasını har vurup harman savurmuyor. Yapacağı yatırımı en ince detayına kadar hesaplıyor, risk faktörlerini analiz ediyor ve hamlesini ona göre yapıyor. Özetle “hiç kimse transfere harcadığı parasını bizim kadar hoyrat ve hesapsız harcamıyor.” Aykut Hoca ile bu durum birazcık olsun değişti. Önümüzdeki yıllarda kusursuza doğru evrimini sürdüreceğini düşünüyorum.

Bu nedenle bütçesi Porto, Benfica, Fenerbahçe, Marseille, Lyon, Schalke vs. seviyesinde olan kulüpler için ilk 11’inde yerli veya yabancı, “önümüzdeki birkaç yılda 10-15 milyon’a satarım, yerini yeni potansiyellerle doldururum” diyebileceği en az 4 oyuncunun olması gerekiyor. Ve bu oyuncuları da uygun zamanda satmak lâzım. Örneğin sezon başında Stoch için önerilen 12 milyon, mutlaka ama mutlaka değerlendirilmeliydi. Stoch Zenit’te 2 yıl sonra 25 milyonluk bir oyuncu da olabilir, fark etmez. O teklif 2012’de geliyorsa, kim olsa Stoch’u satardı.

Fenerbahçe’nin kadrosunda satarak para kazanabileceği oyunculara bir bakalım: Hasan Ali, Salih, Stoch ve Sow. Bunun dışında aldığı fiyattan fazlasına satabileceği, 10 milyon ve üzeri bonservis alabileceği bir oyuncusu bence yok. Hasan Ali’ye de pek çok kişinin katılmayacağını biliyorum ama ben onun müthiş bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. 2-3 yıl sonra 10 milyon edecektir bence, bekleyip görürüz.

Transfer yapılacaksa bu anlayışla yapılması gerekiyor. Oyuncu satışından para kazanmadan, diğer gelirlerin ne seviyede olursa olsun, buralarda tutunamazsın. Bu ilkeyi, her şeyin en üstüne yazdık.

Gelecek yılın takımına gelirsek, bu ilkeden devam ederek fikirler yürütelim. Aykut hocanın kalacağını varsayıyorum, bu durumda 4-2-1-3 sistemi devam edecek demektir.

KALECİ:

Volkan 32 yaşında, daha en az 3 senesi var. Yedeği Mert de güven veren bir profesyonel, Volkan’dan kaleyi devraldıktan sonra 10 yıl Fenerbahçe ilk-11’inde görev yapabilir. Fenerbahçe’nin Toni Schumacher gittiğinden beri geleneği "bir yerli kaleci ve onun yedeği olan, genç ama çok kaliteli, bir diğer yerli kaleci" şeklinde.. Engin/Rüştü, Rüştü/Volkan olarak devam eden bu durum, Volkan/Mert ikilisinde de geçerli. Burada, ligdeki diğer 17 takımın herhangi birinin kalesinde oynayabilecek kadar kaliteli olmasına rağmen sırasını bekleyen genç arkadaşımızın sebat etmesi, profesyonelce davranması çok önemli. Fenerbahçe’de son 20 yıldır “iyi” olan bir şeyler varsa, kaleci kültürü bunların başında geliyor.

SAĞ BEK:

Gökhan paha biçilemez ve alternatifsiz bir oyuncu. 28 yaşındaki Gökhan için Spartak ve Loko gibi takımların takipte olduğu söyleniyor, 15 milyonun altında bir teklif asla dikkate alınmamalı. Zira hem Gökhan bu değerde bir isim, hem de yerli olmasından dolayı, onun yerini doldurmak için bir yabancı hakkını oraya kullanmak gerekecek. Kaldı ki dünyada Gökhan kalibresinde bir sağ beki 10 milyondan aşağısına almak da mümkün değil. Mesela CSKA sezon başında Brezilya’dan Mario Fernandes’i 10 milyona aldı, Fernandes Gökhan’ın %70’i seviyesinde bir oyuncu.

Gökhan’ın yedeği Orhan, açıkça görüldü ki Fenerbahçe’nin yedek sağ beki değil. Peki Türkiye’de Gökhan’ı yedekleyecek, bir sezonda 15-20 maç orada layığı ile görev yapacak başka bir oyuncu var mı? Kesinlikle hayır. Bu durumda benim aklıma başka bir formül geliyor. Onu yazının ilerleyen bir bölümünde ayrıntısıyla anlatacağım ama her ne olursa olsun Orhan Şam çilesi artık bitmeli. Orhan, Türkiye içinden yapılacak transferlerde çok iyi bir takas unsuru olur, zira küçük takımlarda stoper olarak inanılmaz iyi bir performans ortaya koyabilir. Ama Fenerbahçe’de yedek stoper de olamaz, çünkü Bekir var. Naçizane görüşüm böyle..

SOL BEK:

Burada Reto Ziegler ve Hasan Ali Kaldırım var. Hasan Ali her sezon en fazla 2-3 maç kaçıran olağanüstü bir profesyonel olduğu için Aykut Hoca sezon başında “Hasan’ı banko oynatırım, onun olmadığı maçlarda da Özgür ya da Caner ile idare ederim” diye düşündü haklı olarak.. Ama Özgür zaten gitti ve görüldü ki, Caner ile orası idare edilmiyor. Artık bir yıl boyunca 60-65 maç oynayan bir takımın herhangi bir mevki için as oyuncusu ile yedeği arasında bu kadar fark olmaması gerekiyor. Fark derken, oyuncu kalitesinden değil, “o mevkiin gereklerini yerine getirme, sistemin doğru bir parçası olma” açısından söylüyorum. Caner bence vasatın çok üzerinde, güvenilir bir sol açık yedeği ama iyi bir sol bek değil. Sezon planlamasında yedek sol bek olarak yazılması da hata olur.

Bu yüzden sezon ortasında Reto Ziegler yeniden kiralandı. Şahsi görüşüm, Reto’nun Hasan Ali’den daha iyi bir oyuncu olmadığı yönünde.. Yabancı hakkı sınırsız olsa, bonservisi de 2 milyona falan alınabilse takımda kalsın derdim ama mevcut koşullarda bunu diyemiyorum. Kalsaydı bile ilk-11 olarak Hasan Ali’yi düşünürdüm ve Reto da bu duruma ses çıkarmazdı. Ama Juventus o kadar aç gözlü bir kulüp ki, onu 4-5 milyondan aşağı vermez (halbuki Sampdoria’dan bedelsiz almışlardı). Reto da maalesef piyasası olan bir oyuncu, Rus kulüpleri bu parayı onun için ver(ebil)ir.

Bu durumda Hasan Ali’nin yedeği kim olacak? Burada da maalesef inanılmaz bir yerli oyuncu sıkıntısı var. Zaten Hasan Ali dışında akla gelen tek isim İsmail Köybaşı.. İsmail’in, Hasan Ali’den bile daha potansiyelli, müthiş bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Beşiktaş’ta sakatlanmadan 2 sezon üst üste oynayabilse, 15 milyondan aşağı da etmeyeceği kanaatindeyim. Ama hayal kurmanın mânâsı yok, İsmail’i almak neredeyse imkânsız. Sözleşmesi 2016’da bitiyor ve bonservisi için Beşiktaş en az 5-6 milyon ister. Ha, ben olsam o parayı verip alırım, onu da belirteyim.

Bu durumda Hasan Ali’nin mevkiinde ciddi bir sorun görünüyor. Ziegler yeniden kiralanabiliyorsa hayır demem ama ilk-11’de Hasan’ın oynamasını isterim. Kiralanamıyorsa genç, geleceği parlak, ileride ciddi bir paraya satılabilecek yabancı bir oyuncu ararım. Aykut Hoca’nın ve ekibinin zaten her mevki için alternatifli listeleri vardır diye düşünüyorum.

STOPER:

Buradaki istihdam Yobo, Egemen, Bekir ve Serdar şeklinde.. Yobo’nun, 32 yaşında, 2.5 milyon bonservis ve 2 milyon garanti maaşla transfer edilmesi bence bu sezon başındaki en büyük hataydı. Yobo, Türkiye Ligi için idare edebilen, EL’de çeyrek finale kadar idare edebilecek ve fakat asla CL seviyesinde olmayan bir oyuncu. Bunu bildiği için Aykut Hoca onu tekrar kiralamak istedi ama buna hem Yobo'nun kendisi, hem de kulübü yanaşmadı. Kontratının son senesi olduğu için Everton onu elden çıkarmak istedi ve en son 2 aylık pazarlıktan sonra 2.5 milyona düştüler. Netice itibarıyla Fenerbahçe müşkül durumda olduğu için hem Everton, hem de Yobo istediğini aldı. Yobo, soyunma odası için çok değerli bir isim, takım üzerindeki etkisi en üst seviyede vs. ama Avrupa’da en fazla 1 milyon (o bile şüpheli) maaş verilecek bir oyuncu ile 2 milyondan 3 yıllık kontrat yapılması çok acı. Göndermek istesen, kalan 2 yıllık maaşını isteyecek. Bonservis veren zaten çıkmaz, mümkün değil. Yabancı sınırlaması olduğu için “kenarda dursun” da diyemezsin. Hem, öyle dediğin bir adama da 2 milyon maaş verilmez. Yobo, bence sezon sonunda sancılı ve pahalı bir şekilde gönderilmek durumunda.

Bekir ve Egemen, yedek stoper ikilisi olarak CL’de başarı kovalayan bir takımda bile sırıtmaz. İlk-11 için tartışılır, ama yedek olarak kusursuz isimler. Onları geçiyorum.

Serdar’a gelince.. Hepimizin büyük umutlar bağladığı bu oyuncu maalesef müzmin sakat çıktı. Zaten Kayseri’de de bir sezonda 25 maçın üzerini görmüşlüğü yoktu ama millî takımda direkt oynadığı bir dönemde alındığı için bu kadar para etmişti. 2 yıldır, Yobo gibi, oyunu ilk etapta “aklıyla” oynayan bir oyuncunun yanında olması, Serdar’ın gelişimine büyük katkı sağlar diye düşünmüştüm. Üstelik Serdar’da, Yobo’da olmayan gençlik, dinamizm, çabukluk, ayağına (eser miktarda) hâkimiyet gibi artılar da vardı. Ama bu sezon forma şansı bulduğu kupa maçlarında gördük ki, Serdar’ın oyun aklında zerre gelişme yok. Bu yüzden Fenerbahçe’nin ona güvenmesi çok zor.

Peki ne yapılmalı? 5 milyon bonservisle alınan bu oyuncuyu, potansiyelini de bildiğimize göre bir kenara atmak kolay değil. Yaşı da 25 oldu. Bence yapılacak en akıllıca hamle, Serdar’ın Bundesliga’da orta sıra bir takıma kiralık gönderilmesi olmalı. Mâlum, Serdar Almanya’dan daha 3-4 sene önce geldi ve orada doğup büyümüş bir oyuncu. Fenerbahçe ile daha 3 yıllık da kontratı var. Mesela Mainz gibi, 30-32 maç oynayacağı bir takıma, “sezon başında takımın birinci stoperi olarak görülmesi” koşuluyla kiralık göndermek lâzım. Sezon başladıktan sonra oynayıp oynamayacağına hocası ve Serdar’ın form durumu karar verir ama onu, sezon başı planlamasında ilk-11’in değişmezi olarak düşünen bir Alman takımından bahsediyorum. Bu, Greuter Furth bile olsa razıyım. Yeter ki Türk takımı olmasın, Alman takımı olsun ve hocası onu defansın ortası için ilk isim olarak düşünsün.. Örneğin Mainz’da sakatlanmadan geçen 1 senenin sonunda, Serdar Kesimal ya Fenerbahçe’de direkt oynayacak ya da 7-8 milyona satabileceğimiz bir stopere dönüşür, bundan kesin eminim.

Sonuç olarak takımda sadece Bekir ve Egemen kaldı, onları da yedek olarak düşünüyoruz. Bu durumda ilk-11’e 2 stoper alınacak demektir. Bir kere, basında adı sıkça anılan Serdar Taşçı mutlaka ama mutlaka transfer edilmeli. Bonservisi ne kadar olur bilmiyorum ama Transfermarkt değeri 11 milyon. Kontratının son senesine girdiği ve kulübüyle asla anlaşma yenilemeyeceği için Stuttgart onu bu yaz satacaktır. 6-7 milyon civarı bir bedelle alınabilir diye düşünüyorum. Ama Hamit gibi uçuk paralar isteyecekse olmaz, en fazla Egemen kadar maaş almalı (Egemen’in maaşı, dünya üzerinde çok çok az, belki de 25-30 stoperin aldığını düşündüğüm 1.75 milyon!). Taşçı’nın yanına ise çok üst düzey, hem sağ, hem sol stoper olarak oyanayabilen uluslararası bir oyuncu almak gerekir. Bu oyuncu için de 8 milyondan aşağı bonservis verilmeyeceğine göre, stoper için Fenerbahçe’nin harcayacağı para 15 milyon’u buluyor. Bu yüzden Taşçı’nın yanına alınacak yabancı oyuncu Yanga Mbiwa gibi, daha sonradan en az alındığı paraya satılabilecek bir isim olmalı, geri dönüşsüz bir para verilmemeli (dolayısıyla John Terry ismine şiddetle karşıyım). Zira Taşçı’ya verilen muhtemelen öyle olacak, futbolu bırakana kadar yerli oyuncu olarak Fener defansında oynayacak gözüyle bakıyorum.

Tam bu noktada çok önemli bir isimden bahsedeceğim. Twente takımının savunmasında yıllardan beri direkt oynayan Douglas isminde Brezilyalı bir oyuncu var. Sezon başındaki 2 Bursaspor maçında dikkatle seyrettim, çok ama çok dengeli bir oyuncu. Yobo tarzında ama daha güçlü, daha diri ve daha çabuk. 25 yaşında ve an itibarıyla peşinde olan takımlar şunlar: Tottenham, Inter, Anzhi, Dortmund ve Schalke. Neden bu kadar takım onu istiyor? Çünkü sezon sonunda Douglas serbest kalıyor! Piyasa değeri 8.5 milyon olan, 19 yaşından beri (6 yıldır) Twente’de oynayan, Avrupa’ya adapte olmuş taş gibi bir adam. Saydığım diğer takımlar ona en fazla 1.5 milyon gibi bir maaş vereceği için maksimum 2.5 vererek alınabilir mi? Belki de mümkün. Bu parayı eder mi? Etmez ama mevcut piyasası maalesef böyle. Peki ona 5 yıl için 12.5 milyon maaş vermek yerine, 5 yıl için 5 milyon vereceğin bir oyuncuyu 7.5 bonservisle almak daha mantıklı mı? Muhtemelen öyle ama 7.5 milyon vereceğin o oyuncunun hem Douglas’tan daha iyi bir oyuncu olması, hem düşük maaş alması hem de aynı şekilde genç olması gerekiyor. Mbiwa öyle bir oyuncuydu ve Montpellier mecburiyetten sattığı halde, batan geminin malı olarak 8 milyon etti.

Neticede stopere 2 isim alınacak, bunlardan biri 5-6 milyon bonservis bedeliyle Serdar Taşçı (ya da Ömer Toprak) olmalı. Diğeri de 24-25 yaşında, 7-8 milyon bonservisli ve 3 yıl sonra 15’e satabileceğin bir oyuncu olmalı. İsim verebilir miyim? Atletico Mineiro’dan Rever var ama 10’dan aşağı etmez. Araştırıp bulmak lâzım.

ÖN LİBERO:

Burası için Mehmet Topal gibi, bence “kusursuz” bir oyuncuya sahibiz. Bu açıdan çok ama çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Yedeği, 32 yaşındaki Selçuk, 2 sene daha idare eder.

MERKEZ ORTA SAHA / OYUN ORGANİZATÖRÜ:

Orta sahada geriden oyunu organize edebilecek, iki yönlü oyuncu olarak yine kusursuz bir futbolcu olan, 33 yaşındaki Emre var. Aynı şekilde Meireles gibi çok sevip benimsediğimiz bir isim de kadroda. Emre’nin 2 yıllık kontratı var; bitirene kadar, sağlıklı olduğu sürece en üst seviyede oynayabilir. Meireles ise 30 yaşında ve 10 milyon bonservisle alındı. Burada sorulması gereken soru şu: Hazır EL yarı finali oynamışken, Avrupa Fenerbahçe’ye dikkat kesilmişken, Rusya’dan da talipleri olduğu biliniyorken, 8-10 milyon’a Meireles’i elden çıkarmalı mı? Ben kendisini o kadar çok seviyorum ki, futbolu bırakan kadar Fenerbahçe’de oynasın isterim. Ama takım planlamak, duygusallıktan arınmayı gerektiriyor. Dediğim gibi Meireles 30 yaşında, bu yıl satmazsan seneye 31 olacak ve en fazla 3-4 milyon veren bir takım bulunabilir. Ondan sonra hiç satmamak ve kontartı bitene kadar, 2016’ya kadar oynatmak en iyisi. Bu durumda verilen 10 milyon da uçup gitmiş oluyor.

Ama şöyle bir seçenek de var: Raul’u 8-10 milyon’a Rus kulüplerinden birine satarsın. Yerine Orhan Şam + 6 milyona Alper Potuk’u alırsın. Alper, Emre’nin pozisyonu için ikinci alternatif olur. Hem de öyle bir alternatif ki, Emre oynuyorsa sesini çıkarmaz, gerekirse 2 sene bekler, sonra formayı Emre’den alır ve 10 sene taşır. Belki inanılmaz paralara 2017’de (26 yaşında) satılabilir bile.. O potansiyeli net bir şekilde görüyorum ben, herkes görüyor. Ha, önümüzdeki 2 sezon boyunca Emre’ye bir şey oldu diyelim. O zaman da hiç gözünü kırpmadan Alper’i ilk-11’e koyabilirsin. Bu yüzden Alper Potuk mutlaka ama mutlaka transfer edilmeli. Hem Meireles 30 yaşında olduğu için, hem bir daha şu andaki değerine asla satılamayacağı için; hem Alper 1991 doğumlu olduğu için, yerli olduğu için, GS’ye kaptırmamak için vs. vs. Alper Potuk mutlaka alınmalıdır!

ATAK ORTA SAHA / HÜCUM ORGANİZATÖRÜ:

Buradaki isimler Cristian, Salih ve Sezer. Salih henüz ilk-11 oyuncusu değil, Benfica maçlarında bunu net bir şekilde gördük. Sezer öyle mi? O da değil elbette. Sezer en nihayetinde tecrübeli, görev verildiğinde lâyığı ile yapacak iyi bir yedek olabilir. Peki Cristian? Cristian’ın maç içindeki uyuşuk hâlini ve en çok da istikrarsızlığını herkes gibi ben de hiç sevmiyorum ama kendisini çok seviyorum. “Gönderelim” diyecek oluyorum, yutkunup vazgeçiyorum. Alternatif olarak kalsa, 1.8 milyon maaş alan bir alternatif olmaz. Hem Salih ne olacak? Cristian’ı ilk-11’de düşünüp Salih’in gelişimini beklemek daha mı doğru? Açıkçası bu işin içinden çıkamıyorum.

Örneğin 1990 doğumlu Youness Belhanda muazzam bir transfer olur. Onun kontratı da 2014 yazında bittiği için 7-8 milyona mâl olur ki, bu onun kalibresinde bir oyuncu için çok düşük bir meblağ. Ha, “madem bu kadar düşük bir meblağ, Avrupa’daki takımlar neden almıyor?” diye sorulabilir, bu soruyu ben de soruyorum ama cevap bulamıyorum. Disizplinsiz ve güvenilmez olduğu için desek (zira yetenek anlamında bir eksiği bulunmuyor) Aykut Hoca böyle oyuncularla çalışmayı sevmez, biliriz. Eğer o Belhanda’yı alıyorsa, bir bildiği vardır derim. Ama Belhanda transferinin en önemli dezavantajı, Salih’in önün kapatmak olur. Cristian kalırsa, istediğin zaman onu kesip Salih’i oynatabilirsin. Cristian buna ses etmez. Maaşı da tatminkâr bir seviyede olduğu için, 2015 yazına kadar kontratını tamamlamaya bakar. Ama Belhanda’yı yedek oturtmak daha zor. Daha genç ve daha kaprisli bir oyuncu. Bu açıdan Cristian’ın kalmasının artılarını da görmek lâzım.

Bir diğer kuvvetli olasılık, 1 yıldır basının ve taraftarın çok istediği Manuel Fernandes. Ama biliyoruz ki Fernandes, jipine 10 tane kadın doldurup onlarla gezen, her gece barlarda takılan, sabah antrenmana alkol kokusu eşliğinde gelen bir oyuncu. Valencia’nın onu 2 milyon bonservisle bırakması boşuna değil. Eğer tamamen futbola odaklanmayacaksa, Aykut Hoca Fernandes’i bedavaya bile almaz. Peki futbola odaklanabilir mi? Bu yaştan sonra alkolü minimuma indirip, gece 12’de yatağına girer mi? Hiç zannetmiyorum. Fenerbahçe’ye gelmeyi çok istiyorsa bunları yapacağına dair hocasına taahhüt vermeli, sözleşmesine özel maddeler konulmasına razı olmalı vs. O zaman tabii dünyanın en iyi hücum organizatörlerinden birine kavuşmuş oluruz. Salih de ondan çok şey öğrenir. Ama ben bu transferi imkânsıza yakın görüyorum.

Netice olarak Cristian, takımın bütün dişlileri iyi çalışırsa (her seviyede) verim alabildiğimiz bir oyuncu. Bunu geçen sezon ve bu sezon gördük. Kalırsa, ben çok itiraz etmem.

SAĞ AÇIK:

Burada aklımızı başımızdan alan, Fenerbahçe tarihinin en önemli transferlerinden Dirk Kuyt var. 2 yıllık kontratı daha mevcut ve bitirene kadar ilk-11’de mutlaka oynayacaktır. Bütün takımın ilham kaynağı ve rol modeli olduğu için, katkısı para ile ölçülemez. Heykeli dikilecek bir profesyonel, her aklıma geldiğinde yüzümü güldüren bir adam. Dünya üzerinde Messi ile bile değişmem Kuyt’ı, o derece seviyorum.

Yedek olarak Topuz var ama Topuz’un Kuyt ile bir alâkası yok! 4-2-3-1 ya da 4-2-1-3 sisteminde maalesef Topuz’un orta saha ve hücumda yeri yok. Olabilecek tek yer, Gökhan Gönül’ün yedeği olabilir, ya da Emre’nin. Ama o mevkiler için de eksikleri var. 9 milyon + Emreciksin (ki onu da 1.8 milyona almıştık) karşılığında aldığımız bu oyuncu, sezon sonunda serbest mi kalacak? Kontratı bitiyor ve henüz yenisini imzalamadı. Örneğin Beşiktaş, biz bıraksak havada kapar. Belki de bu yapılmalı ama Topuz’u da çok sevdiğim için, gönlüm gitmesine razı değil. Bence en uygun formül, (yazının başında belirttiğim yere gelecek olursam) onu sağ bek yedeği olarak istihdam edip 3 yıl boyunca sadece o mevkide oynatmak; Kadıköy’deki küçük maçlarda, Kupa’da vs. sürekli oynatmak ve bir sağ beke evrilmesini beklemek. Diyelim ki Gökhan’a bir şey oldu, Kasım ayı boyunca oynamayacak. Lig ve CL’de Topuz’u gönül rahatlığıyla orada oynatabilir miyiz? EL yarı final rövanşındaki Benfica maçında Yobo çıktıktan sonra sağ beke geçmiş ve iyi idare etmişti. Hatta çok ama çok kritik bir ters kademe de yaptı. Takım ruhuna olan katkılarını, çalışkanlığını, defansif özelliklerinin üst seviye olduğunu düşününce (ve Riera bile CL’de sol bek oynayan bir adam dönüşebiliyorsa!) Topuz’un sağ bek yedeği olarak takımda kalması gerekir diye düşünüyorum.

Bu durumda Kuyt’ın yedeği? Orası için tek bir adayım var, Elazığ’dan Serdar Gürler. Bu sezon çok yakından takip ettiğim bu isim, inanılmaz bir kumaşa sahip. Hızlı, çabuk, atletik, adam geçebiliyor, topsuz oyunda hareketli, her iki ayağını da kullanabiliyor ve kolektif oynayabiliyor. Sezon başında Socheaux’dan bedelsiz alınmıştı. 1991 doğumlu, bu yıl 21 maçta 6 gol, 1 asisti var. Eğer İstanbul gecelerinde kaybolacak bir yapıya sahip değilse, Salih gibi sadece işine konsantre olacak ve kendini geliştirecekse bu oyuncu asla kaçırılmamalı. Arena’da Yılmaz Hoca onu forvet oynattı, biliyorsunuz. Muslera’ya attığı goldeki boş koşusu, yakın direğe plasesi vs. 21 yaşında bir oyuncudan beklenmeyecek bir seviyedeydi.

Diyelim ki Elazığ uçtu, 5 milyon falan istiyor. Bu durumda sezon başında da istediğimiz (belki de imzaladık bile) Sercan Sararer’in kontratının bittiğini düşününce, o da bir alternatif olabilir. Hoş, Abdullah Avcı’nın onda gördüklerini ben görmüyorum. Yetenekli, tembel, takım savunmasına katkı sağlamayan bir isim olduğunu düşünüyorum ama yeteneği oldukça yüksek. Yaşı 24, bonservis bedeli yok. Hücumun her iki kanadında da oynayabiliyor, her iki ayağını da kullanıyor. Ama bence Serdar Gürler daha iyi bir tercih, şayet 1 milyona falan alınabiliyorsa..

SOL AÇIK:

Burada Sow, Stoch, Krasic ve Caner var. Stoch zaten kesin satılacak, umarım 10 milyon civarına verebiliriz. Sow bence santrfora geçecek. Krasic’i sağa yazmadım çünkü orada Kuyt var. Ve Krasic’i de yedek olarak kadroda tutamazsın, öyle bir lüksümüz yok. Bu durumda soru şu: Caner sol tarafın alternatifi olduğuna göre Krasic’i orada ilk-11’e yazabilir miyiz? Bu, tamamen hocanın tercihi. Benim düşüncem, 7 milyon vererek aldığımız bu oyuncuyu, 5-6 milyona Rusya’ya satmamız gerektiği yönünde. Şayet 25-26 yaşında olsa kesinlikle kalsın ve ilk-11 oynasın derdim, zira sezon başı antrenmanını yedikten sonra ben Türkiye liginin tozunu atabilecek bir adam olduğunu biliyorum Krasic’in. Ama yaşı 29, iyi düşünmek gerekir. 1 sezon CL’de oynarsa, belki 30’unda 10 milyona göndeririz, hatta belki de o kadar iyi oynar ki “aslında en az 20 milyon eder, yaşı yüksek olduğı için bu parayı vermiyorlar, iyisi mi biz yararlanabildiğimiz kadar yararlanalım” diyerek 2-3 yıl daha takımda tutarız. Bilemiyorum. Onunla 1 yıldır çalışan, onu artık tanıyan Aykut hoca’yı bu konuda zor bir karar bekliyor.

Neticede Krasic de giderse, Caner’in önüne 8-10 milyonluk, “Kuyt’ın simetriği” olan birini bulmak gerekecek.

SANTRFOR:

Burada Sow, Webo ve Semih var. Semih, yılda 1.9 milyon alıyor ve Fenerbahçe tarihinde hiçbir oyuncunun maaşı, bana bu kadar batmamıştır. Dünya futbol tarihinde bu denli hak etmediği bir parayı kazanan sporcu da yoktur. Semih’in kesinlikle gönderilmesi gerekiyor. Fernandes alınırken Sezer ve/veya Orhan ile birlikte takasta kullanılabilir.

İlk-11’de Sow, yedek olarak Webo orayı kotarır bence. Eren Derdiyok deniyor, Hoffenheim onu 5.5 milyon vererek ve büyük umutlarla almıştı. Şimdi değeri oldukça düştü, 3-4’e alınabilirse Semih’ten çok çok daha fazla katkı verir. Çok formda olursa, şans bulduğunda leblebi gibi goller atarsa, Sow’un esnek kullanılmasını da sağlar.

SONUÇ:

Aykut Kocaman takım kimyasına, profesyonellik anlayışına her şeyden çok değer veriyor. Mevcut takımdaki yedekler bile bu doğrultuda transfer edilmiş, çok kıymetli sporcular. Bu takımdan 10 oyuncu birden göndermek zor, ben Stoch dışında hepsini çok seviyorum. Aykut Hoca’ya da bu sezonki takım planlaması konusunda çok güveniyorum. Son 2 yıldır yaptığı hataları bu yıl yapacağını sanmıyorum.

Not: Yazıda "milyon" şeklinde ifade edilen tüm para birimleri, € cinsindendir.