25 Eylül 2008 Perşembe

Aforizmalar #5

-Basit adam, karmaşık adamdan daha korku vericidir.
Dostoyevski

-Hiçkimse, özgür olmadıkları halde kendilerini özgür sanalar kadar tutsak olamaz.
Goethe

-Dağda en kestirme yol yepeden tepeye olandır. Ama onun için uzun ayak ister.
Nietschze

-Sizden daha az mutlu kimseler yanında mutluluğunuzdan konuşmayınız.
La Rochefoucauld

-Ne yazık ki vücudun çökmesi, zekânın olgunluk çağına rastlar.
Ahmet Haşim

-Biz insanları kendi değerleri için değil, bizde buldukları değerden dolayı severiz.
Byron

Inter'in yolu açık

Mourinho'nun başa gelmesiyle hem kendi liginde hem de Avrupa kupalarında favori konumunu pekiştiren Inter, rakiplerinin lige rezalet bir başlangıç yapmasından anlaşıldığı kadarıyla Seria A şampiyonluğuna beklenenden çok daha kolay ulaşacak. Zlatan isimli "bu dünyanın dışından" oyuncunun haricinde Quaresma, Mancini, Adriano, Stankovic, Cambiasso, Maicon, Chivu gibi süperstarlardan müteşekkil kadro zaten ülkenin en iyisi konumunda şu anda. Bunlara Mourinho'nun taktik dehasını ve disiplinini, ayrıca takımın Avrupa'da başarılı olma yönündeki açlığını da ekleyince zaten hedefe ulaşmak için gerekli tüm enstrümanların bir araya geldiğini görebiliyoruz. Portekizli hocanın takımı henüz tanıma ve taktiğini oturtma evresinde olduğu şu dönemde bile ligde lider, Şampiyonlar Ligi'nde de süper başlangıç yapmış bir Inter görüyoruz. Bizce bu sezon onların yılı olacak...

24 Eylül 2008 Çarşamba

Carlos ile sözleşme yenilenmemeli

Roberto Carlos Türk futbol tarihinin gördüğü en önemli futbolcu ve en büyük transfer. Futboldan anlayan 100 kişiye tüm zamanların en iyi takımını yaptırsanız, en az 99'unun kadrosuna girecek bir isim. Onu Fener formasıyla bu ligde izlemek bile resmen rüya gibi bir şey. Ama...

Carlos geldiğinde zaten yaşlanmış ve melekelerini yavaş yavaş yitirmeye başlamış bir oyuncuydu. Özellikle defansı tamamen boşvermişti. Şimdi ise futbolcu gibi yaşamayı unutmuş, Türkiye'de resmen tatil yapan biri görünümünde. Geçen yıl geldiği dönemde onu haksız yere eleştiren herkesi haklı çıkaran rezil bir performansla oynuyor bu sezon ve Porto'dan yenen ilk golün de tek sorumlusu oydu. Ki söz konusu gol Carlos'un futbolunun ne kadar gerilediğinin demonstratif örneği bize göre.

Neticede şu an aldığı ücret ile kulübe maliyeti (vergisini de eklersek) yıllık 7 M Euro olan bir oyuncu ile mevcut şartlarda sözleşme yenilemek, o parayı sokağa atmak demektir. Ha, yarısına imza atıp kulübün dünyaya açılan sempatik yüzü olmaya devam edecek ise (kulübün buna benzer bir amacı var ise) tamam. Ama bu paraya bu performanstaki bir oyuncunun sözleşmesi uzatılırsa yazık...

Kazım Kanat, nur içinde yat...

Her ne kadar bazen abuk sabuk konuşsa da, ilginç ve yanlışlığı su götürmez yorumlar yapsa da, iyi bir "yorum"cu olmasa da Kazım Kanat Türk spor basınının en renkli simalarından biriydi. Şüphesiz bunca seveni olduğuna göre de iyi bir insandı. Özellikle Ahmet Çakar'la yaptığı programlardaki atışmaları, son yıllarda kendisiyle ilgili olarak en fazla aklımızda kalan anekdotları oluşturuyor ve gülümseyerek hatırlıyoruz. Nur içinde de yatmasını diliyoruz.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Ligde 4. haftanın görünümü

Liderliği bu hafta, evinde G.Antep'i zor da olsa yenen Beşiktaş devraldı. Nurullah Sağlam'ın takımı gerçekten de lige çok iyi başladı ama tıpkı Fener karşısındaki G.Birliği gibi 10 kişi kalmanın ağır yükünü kaldıramadı onlar da. Özellikle ilk yarıda Beşiktaş istediği futbolu oynayamadı ama bunda Delgado gibi yaratıcı bir oyuncunun yokluğu ile ön liberodaki isimler arasında en yaratıcı isim olan Cisse'nin yokluğu da rol oynadı şüphesiz. Ama bu bile Beşiktaş'ın kısır oyununun bahanesi olmamalı. Şurası kesin ki siyah-beyazlılar istedikleri oyunu sahaya koyamıyor ama bu haftaları kayıpsız geçmeleri de büyük bir avantaj. Sivok-Zapo ikilisi de yıllardır aranan tandemin bulunduğu izlenimini giderek kuvvetlendiriyor.

Trabzon ise daha önce de yazdığımız gibi yaratıcı bir oyuncunun olmaması yüzünden dümdüz ve "akıl"dan yoksun bir futbol oynamaya devam ediyor. Hele Yattara da olmayınca hiç çekilmez oluyor görüntü ama onların da minimum kayıpla devam etmesi umut verici. Belli ki Trabzon bu yıl ortalama bir İtalyan takımı gibi disiplinli ve savunmayı ön planda tutan bir taktik anlayış koyacak sahaya. Sakat olmadığı maçlarda Yattara'nın ayağına ve ölü toplara bakacaklar. Yattara sakatsa allah kerim...

G.Saray hakem katkılı beraberlik golünden sonra dağılan rakip karşısında farka gitti ve 10 gibi son derece ciddi sakat sayısına rağmen kazanmayı başardı. Elbette görünen Kocaeli rakip olamazdı sarı-kırmızılılara ama sonuçta hakemin de onlara böyle yardım etmesine gerek yok. Skibbe'nin adamları acayip yerlerde oynatma sevdası sürüyor, bu kez Kewell ön libero ve Hasan da sağ bek başladı maça. Takım savunması arızalı görüntüsünü muhafaza ediyor ama bir de tam takımken görmek lâzım G.Saray'ı. Eğer tam takım olmayı tek bir hafta becerebilirlerse...

Sivas ise zevkli geçen maçta Eskişehir deplasmanından tek puanla döndü. İstikrarlı, sağlam, zor yenilen ve evinde devamlı favori olan çok iyi bir takım Sivas. Geçen yılki kadro darlığının da olmadığını düşünürsek bu yıl Mehmet Yıldız isimli dinamonun önderliğinde ilk üçü zorlamasını bekliyoruz onlardan...

Fener ise 10 kişi kalana kadar Gençlerbirliği gibi ligin en zayıf takımlarından biri karşısında zorlandı. Kadronun yetersizliği gün gibi ortada. Üstelik Aragones de "deneme-yanılma" şeklindeki arayışlarına devam ediyor. Yahu Fener deneme tahtası mı? Takımdaki yardımcı antrenörler ne demeye orada oturup hiç haketmedikleri maaşı alıyorlar? Önder'in Can ve Yasin'de iki gömlek üstün bir stoper olduğunu, 70 yaşındaki bir adam onuncu maçta keşfetti! Fenerlileri keder dolu bir sezon beklemeye devam ediyor bizce...

21 Eylül 2008 Pazar

Arjantin-İngiltere maçı gibi

Dün Premier League'de oynanan ve 0-0 sona eren Liverpool-Stoke City maçı antolojilere geçecek bir karşılaşmaydı gerçekten de. 2002 Dünya Kupasında grup fazında oynanan, Arjantin'in %81 oranında topa sahip olduğu ama İngiltere'nin penaltıdan Beckham'ın attığı golle 1-0 kazandığı maça benziyordu. Bu maçın istatistikleri o maçtan da ilginç ve ibret verici:

Topa sahip olma: %76 - %24
Şut: 30-2
Kaleyi bulan şut: 6-0
Korner: 19-3
İsabetli pas: 466-95 (!)

Liverpool'un kaleyi bulan sadece 6 şut atabilmesi, elbette maçın anahtarı. Sonuçta bu sayı 10'ları bulsaydı muhtemelen bir gol çıkabilirdi. Kırmızılar'ın en ideal kadrosuyla sahada olduğunu da hesaba katarsak, böylesine zayıf bir rakibi açamamak Anfield deplasmanına gelen tüm takımlar için cesaret verici olacaktır. Boro'yu da son dakikalarda atılan 2 golle yenebilmişlerdi. Eğer böyle puan kayıplarına devam ederse Liverpool, bu sene de şampiyon takıma sadece uzaktan şöyle bir el sallayabilir.

Nefes kestiler

Chelsea ile United'ın Londra'da bugün oynadığı maç gerçekten de mükemmel bir oyuna sahne oldu. Ev sahibinin tam 124 maçtır sürdürdüğü evinde yenilmeme rekorunu korumak adına, uzun süre yenik götürdüğü maçta ortaya koyduğu mücadele hayran olunacak türdendi. United ise tam bir büyük deplasman takımı gibi savunmayı ön planda tutan, sabırlı ve sinsi bir futbol oynamaya çalıştı. İlk golü de bulmayı başardı Manchester ekibi ama bir duran toptan adam paylaşamama sonucunda Kalou'dan yedikleri gol ile baraberliğe razı oldular.

Genelde bu tip dev maçlarda kısır bir oyun ortaya çıkar, her iki takım da aşırı temkinli olduğu için. Geçen haftaki Liverpool-United maçında da böyle bir görüntü vardı hatırlanacağı gibi. Ama bu maç farklıydı. Her iki takım da istekli ve hırslıydı. United mümkün olsa biraz daha yavaşlatırdı oyunu ama Chelsea'nin istekli ve coşkulu oyunu onları da tetikledi neticede. Öne geçtikten sonra gömülerek dar alan oyununa geçti United, uzun süre de net bir pozisyon vermedi ama son çeyrekte önce Anelka boş kaleye golü kaçırdı, sonra da duran toptan Chelsea'nin golü geldi. Bu golün ardından Chelsea baskıyı arttırarak galibiyet için çok çabaladı ama herhangi bir gol pozisyonu çıkmadı her iki takım adına.

Sonuç olarak asla vakit kaybı sayılamayacak bir seyir zevkiydi bu dev maç. Premier League'in de dünyanın (seyretmesi) en zevkli ligi olduğunu kanıtlar cinstendi...

-Chelsea (4-1-4-1): Cech - Bosingwa, Carvalho (13' Alex), Terry, A.Cole - Mikel - Cole, Ballack (74' Kalou), Lampard, Malouda (46' Drogba) - Anelka
-ManUtd (4-3-3): Van Der Sar (32' Kuszczak) - Neville, Ferdinand, Evans, Evra - Fletcher, Hargreaves, Scholes (54' Ronaldo) - Rooney, Berbatov, Park (75' O'Shea)
-Goller: 18' Park, 80' Kalou

Unutulmaz diyaloglar #7: Kibar Feyzo (1978)

Türk sinema tarihinin en güzel filmlerinden biri olan bu klasiği, muhtemelen her Türk insanı en az 20 kere seyretmiştir. Dolayısıyla bütün diyalogları da hemen herkesin hafızasında mevcut ama arada bir tanesini unutup da sonradan bir yerde karşılaşınca insan, aynı espriye bilmem kaçıncı kez aynı tepkiyi verip kahkaha atabiliyor. Bu yüzden belki unutulmuştur diye buraya birkaç tanesini not düşmek istedik. Filmde emeği geçen herkese saygılarla...

Askerden dönen Feyzo ile Bilo, köyün yol başında karşılaşıp selamlaşır:
-Feyzo: Ula Bilo!
-Bilo: Feyzo!
-Feyzo: Bakıyom onbaşı olmuşsun kıro!
-Bilo: Köyün itibarını yüskeltem dedim. Heç adam çıkmii...

---

Adamın biri inşaatta çalışan amelelerin yevmiyesini dağıtmaktadır.
-Adam: 300... 300... 300... 300... (sıra Feyzo'ya gelir) 100...
-Feyzo: Hepsi bu kadar mı kurban?
-Adam: Evet.
-Feyzo: Benimki niye ötekilerden eskik?
-Adam: Onlar sendikalıdır.
-Feyzo: Ben de Harranlı'yam...
-Adam: Git ulan işine!
Feyzo arkasını dönüp yürürken kendi kendine söylenir:
-Feyzo: Patron da sendikalı herhal. Hemşerisini kollii...

---

Feyzo'nun yeni yaptırdığı umumî tuvaleti ziyaret eden Maho Ağa, "Ağaya Beleş" yazısını görür:
-Feyzo: Hoşgelmişsin ağam. Bütün marabaların yolini bekliirdik.
-Ağa: Bu nedir lan? Neye yarir ki?
-Feyzo: Apteshane haşa huzurdan ağam.
-Ağa: Kim sıçacak içine?
-Feyzo: Parayı basan herkese serbest. Yalnız ağamıza beleş...
Ağanın suratı asılır, konuşmaz.
-Feyzo: Buyır, sana beleş ağam.
-Ağa: Beleş he mi? Ulan hiç aklınız da yok sizin muhanatlar! Yani şimdi girip ben sıçacam, sonra sen girip benim pokumun üstüne sıçasan öyle mi? Ulan benimle eğlenir misin! Ulan ağa pokunun üstüne pok olur mu lan! Hangi ağalığın kitabında yazii bu, töremizin de içine ediisiiz nomussuzlar! (Bilo'ya döner) Yıkın ulan gözüm görmesin!

---

Sürgünden dönen Feyzo, Gülo'nun hasretiyle yanıp tutuşmuştur. Tam mercimeği fırına verecekken, bebek ağlamaya başlar. Çok yanık sesi olduğunu iddia eden Feyzo bebeği alıp ninni söylemeye başlar:
Uyu ula eşşoğlu eşşeeek
Ananı belleyecem boş durii döşeek

Meme emip zırliysen, başka bişey bilmiysen

Uyu ula deyusun oğlu, biraz da biz emişek...
(Bebek uyur..)
-Feyzo: Ben demişim sana, üstüme yoktur ninni demede. Şu güzelliğe bak, bana benziir. Ayynı ben, gurban olam...

---
Tam Gülo ile işi pişirecekken, bu kez Feyzo'nun bir türlü uyumayan annesi öksürerek ilgi ister. Feyzo yanına gidip kucağına yatırır ve ona da bir ninni patlatır:
Ne garazın var bana
Uyu da zıbar ana

Hasret kaldım avrada

Bi tadam gana gana

Annesinin gözleri fal taşı gibidir, ne var ki Feyzo'nun kendisi uyuklamamaya başlar. Yavaş yavaş uyurken, ağzından son dizeler dökülür:
Uyku girdi bedene
İçim geçiir aney

İçine ettin işin

Ağzına sıçam aney
...

---

Ağa, borçlarını ödeyene kadar Feyzo ile Gülo'yu kendi hizmetinde çalıştırmaya başlamıştır. Başlarına da "Bilo pezevengini" dikmiştir. Bakmak, konuşmak, şehre gitmek yasaktır. Ama bir ara saban taşıyan Gülo, Feyzo'nun yanından geçerken Feyzo ile konuşur:
-Gülo: Feyzom kaçır beni!
-Feyzo: Kaçıram degil mi, nasıl kaçıram?
(Bilo araya girer, Gülo uzaklaşır)
-Bilo: Höst ula! Konuşmak yasak...
-Feyzo: Sıçmak da yasak mı kurban?
(Bilo düşünür)
-Bilo: Degil.
-Feyzo: Yat da suratına sıçam, itoğlu it...

Gönülçelen filmler #8: Modern Times (1936)

Charlie Chaplin, sinema tarihinin en önemli isimlerinin en başında gelen inanılmaz bir sanatçı. Sinemanın daha emekleme döneminde pek az insana nasip olmuş dehası ile, kendi yarattığı Şarlo tiplemesinin başrolde olduğu yüzlerce kısa filme imza attı, bilindiği gibi. Filmlerinin senaryo yazarı, yapımcısı, başrol oyuncusu, yönetmeni ve müziklerinin bestecisi bizzat kendisiydi. Bu kadar çok yönlü bir sanatçı zaten az bulunur da, elini attığı her şeyde bu derece başarılı olabilen birini bulmak herhalde imkânsıza yakın bir ihtimaldir. Bugün sinema tarihinin en iyi filmleri mevzu bahis olduğu zaman Chaplin'in "Altına Hücum (1926)", "Modern Zamanlar (1936)" ve "Şehir Işıkları (1931)" filmleri, bu listelerde kendisine rahatlıkla yer bulabilmektedir. Ayrıca Hitler ile kafa bulduğu "Büyük Diktatör (1939)", ilk büyük filmi olan "Yumurcak (1919)" ve son büyük filmi olan otobiyografik "Sahne Işıkları (1952)" filmleri de başyapıt seviyesinde kutsanmaktadır.

Bu büyük filmler arasında bizce "Altına Hücum" ile birlikte en güzeli ise, yazımızın konusu olan "Modern Zamanlar". Sol görüşlü bir sanatçı olduğunu hiçbir zaman saklamayan ve hatta McCarthy'nin meşhur Komünist Avı döneminde Birleşik Devletler'i (bir daha dönmemek üzere) terk etmek zorunda kalan Chaplin'in dünya görüşünü, toplumsal meselelere duyarlılığını sonuna kadar hissettiğimiz bir film çünkü bu.

ABD'de 30'lu yılların başında meydana gelen büyük ekonomik buhranı takiben yükselen yoksulluk, işsizlik, makineleşme, politik hoşgörüsüzlük, milliyetçilik gibi sorunları 18 aylık bir dünya gezisinde gözlemleyen ve bu hususlarda kendince bir duyarlılık geliştiren Chaplin, tüm bu meseleleri kendi meşrebi olan mizah ile harmanlayıp derdini tüm dünyaya anlatabilmek için "Modern Zamanlar"ı çekti. Filmler o zaman neredeyse 10 yıldır sesli çekiliyor olmasına rağmen Chaplin, Şarlo tiplemesinin sessiz filme ve pandomim sanatına sıkı sıkıya bağlı bir karakter olduğunu düşünüp filmi sesli çekmekten vazgeçti. Sonuçta ortaya çıkan film, endüstriyel ve toplumsal meseleler üzerine söyledikleri sayesinde, üzerinden 72 yıl geçmiş olmasına rağmen tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş ölümsüz bir klasik olmaya devam ediyor.

Sinemayı seven her insanın, görmeden geçirdiği her günü kayıp olarak sayması gereken katıksız bir başyapıt bu film. Herkese hararetle ve gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum.

Kadri bilinmeyenler #4: Altan Aksoy

Altan futbola Göztepe alt yapısında başlamış bir isim. Hatırlıyoruz, o zamanlar daha 18-19 yaşında bir sağ açıktı. Topu ayağına aldığı zaman karşısında kaç kişi olursa olsun hepsini çalımlar, sıfıra iner ve ortasını yapardı. Takımın en genç oyuncusu olmasına rağmen açık ara en iyisiydi aynı zamanda. Daha sonra dönemin zenginler kulübü İstanbulspor onu Göztepe'den transfer etti. Onlar düşüşe geçip dağılınca Adanaspor, Kocaelispor, Konyaspor, Rizespor vs. maceraları geldi peşi sıra. Derken yolu bir ara Gerets döneminde G.Saray'a da düştü. Gerets sezon başında onu sol açık olarak ilk 11 oynatıyordu ama Altan parası zamanında ödenmediği için maddî sıkıntı çektiğini belirterek 2-3 ay sonra tekrar Rize'ye döndü. G.Saray'ın zamanında veremediği parayı Rize'nin verebiliyor oluşu inanılmaz bir detay olarak tarih yapraklarına düşerken, Altan yeniden Anadolu'daki futbol elçiliği görevine dönmüş oldu. Geçen sezon sonunda Rize küme düşünce o da takımdan ayrıldı ve Mersin İdman Yurdu takımına transfer oldu.

Henüz 32 yaşında olan Altan gibi teknik, oyun zekâsı yüksek, duran topları etkili kullanan, mevkiîndeki muadillerine göre daha fazla koşan, bencil olmayan vs. bir oyuncunun Süper Lig'den bir takıma gidememesi gerçekten de düşündürücü. Örneğin onca adam transfer eden Kocaeli rahatlıkla alabilirdi onu ve eminiz Altan o takıma sınıf atlatırdı. Ama ilginç bir şekilde şimdi Birinci Ligde oynuyor.

Rıdvan Dilmen'in tabiriyle "aslında hangi ayağını kullandığı belli olmayan" inanılmaz yetenekli bir oyuncu Altan Aksoy. Bizce Delgado kadar kaliteli ve faydalı bir oyuncu, üstelik aralarında (Altan aleyhine) 7-8 yaş fark var. Mersin'de yaşayan ve futbolu seven herkese tavsiyemiz, şehirlerine gelmiş bu belki de en klas oyuncuyu gidip her maçında izlesinler. Futbolu seviyorlarsa şayet, azami derecede zevk alacakları kesin bizce...