"Mustafa Hoca aslında bu maçta şanslı çünkü altıncı yabancı Tabata sakat olduğu için onu oyuna sokamayacak... (Gülüşmeler) Bu arada hocanın derby karnesi gerçekten de çok zayıfmış. Beraberlik sayısı bile neredeyse galibiyete yakın... Gerçi bakarsan benim böyle bir karnem de yok, büyük takımların başında bir derby oynayamadık daha; o yüzden ahkâm kesmeyelim burda..."
Lig TV'deki programda Daum ve Mustafa Denizli'nin şimdiye kadarki derby istatistiklerinin ekrana gelmesinin ardından...
17 Nisan 2010 Cumartesi
Barça çorbası
Barcelona şehrinin haftalardır beklenen derby'sinde Espanyol, rakip on kişi kalmasa puan alabilir miydi bilmiyorum ama sonuçta bütün Real taraftarlarının hayalini gerçekleştirerek dünyanın en iyi takımına çelme takmayı başardı. Barcelona ise, Guardiola'nın anlamsız bir korkaklıkla sahaya sürdüğü 11 yüzünden hiçbir şey yapamadı. 57. dakikada genç hocanın aklının başına gelmesi sonucu yapılan değişiklikler onları galibiyete ulaştırabilirdi ama o değişikliklerden sadece 5 dakika sonra Dani Alves'in atılması bütün planları alt-üst etti. 7 maçtır kazanan kırmızı-lacivertliler maç içinde defalarca diziliş değiştirmek zorunda kalırken, Real Madrid'e puan farkını yeniden 1'e indirmek için gün doğdu.
Barça'nın maç içinde yaptığı 4 temel şablon değişikliğine bakalım. Maç başında:
57. dakikada Milito'nun yerine Henry, Toure'nin yerine Keita girdikten sonra (kırmızı kart olmasa bu dizilişle bence maçı alırlardı):
62. dakikada Dani Alves atıldıktan sonra:
82. dakikada Zlatan oyuna girdikten sonra:
Barça'nın maç içinde yaptığı 4 temel şablon değişikliğine bakalım. Maç başında:
Valdes
Dani Alves - Pique - Milito - Puyol
Pedro - Toure - Sergio - Maxwell
Xavi
Messi
Dani Alves - Pique - Milito - Puyol
Pedro - Toure - Sergio - Maxwell
Xavi
Messi
57. dakikada Milito'nun yerine Henry, Toure'nin yerine Keita girdikten sonra (kırmızı kart olmasa bu dizilişle bence maçı alırlardı):
Valdes
Dani Alves - Puyol - Pique - Maxwell
Pedro - Sergio - Xavi - Keita
Messi
Henry
Dani Alves - Puyol - Pique - Maxwell
Pedro - Sergio - Xavi - Keita
Messi
Henry
62. dakikada Dani Alves atıldıktan sonra:
Valdes
Puyol - Pique - Sergio - Maxwell
Xavi - Keita
Pedro - Messi - Henry
Puyol - Pique - Sergio - Maxwell
Xavi - Keita
Pedro - Messi - Henry
82. dakikada Zlatan oyuna girdikten sonra:
Valdes
Puyol - Pique - Sergio - Maxwell
Xavi - Keita
Messi - Zlatan - Henry
Puyol - Pique - Sergio - Maxwell
Xavi - Keita
Messi - Zlatan - Henry
Espanyol 0 - 0 Barcelona
...
...
Tirbün takımdan daha yaratıcı
Bursa taraftarının, G.Antep maçında açtığı dev pankart gerçekten de çok yaratıcı ve eğlenceli. Eğer böyle bir pankartta hicvettiğiniz takım(lar)ın taraftarlarını bile gülümsetebiliyorsanız, zaten amaca ulaşmış demektir. Bunlar güzel atışmalar, ligin sonu daha güzel olur umarız.
Maça gelince, Bursa teknik direktörü Sağlam, son haftalarda yaratıcılık sıkıntısı nedeniyle zaten zar-zor kazanan takımından hem Ergiç hem de Batalla'yi kesip Bekir Ozan ve Çimşir'i beraber oynatarak ciddi bir hata yaptı bence. Nitekim maçın geneline baktığımız zaman da Bursa'nın organize hiçbir atağını veya maç berabere iken bir pozisyona girdiğini hatırlamıyoruz. Ha, önemli olan kazanmaktır ve bu haftalarda hiç kimse iyi futbola bakmaz ama kazanmanız için de sahada bir şeyleri iyi yapıyor olmanız gerekir.
Haddizatında Bursa deplasmanlarda daha iyi oynayan, oyuncularının meziyetlerini dışarıda daha iyi ortaya koyan bir takım. Bu yüzden G.Saray maçını kolay kaybedeceklerini kimse düşünmesin. Ama evindeki Kayseri maçı bence en az o maç kadar zor geçer. Yine de şampiyonluk için çok çok önemli bir 3 puan aldıklarını herkes kabul edecektir dün akşam. Hayırlısı..
Bursa 2 - 0 G.Antep
(Ömer Erdoğan 45', Volkan Şen 79')
Maça gelince, Bursa teknik direktörü Sağlam, son haftalarda yaratıcılık sıkıntısı nedeniyle zaten zar-zor kazanan takımından hem Ergiç hem de Batalla'yi kesip Bekir Ozan ve Çimşir'i beraber oynatarak ciddi bir hata yaptı bence. Nitekim maçın geneline baktığımız zaman da Bursa'nın organize hiçbir atağını veya maç berabere iken bir pozisyona girdiğini hatırlamıyoruz. Ha, önemli olan kazanmaktır ve bu haftalarda hiç kimse iyi futbola bakmaz ama kazanmanız için de sahada bir şeyleri iyi yapıyor olmanız gerekir.
Haddizatında Bursa deplasmanlarda daha iyi oynayan, oyuncularının meziyetlerini dışarıda daha iyi ortaya koyan bir takım. Bu yüzden G.Saray maçını kolay kaybedeceklerini kimse düşünmesin. Ama evindeki Kayseri maçı bence en az o maç kadar zor geçer. Yine de şampiyonluk için çok çok önemli bir 3 puan aldıklarını herkes kabul edecektir dün akşam. Hayırlısı..
Bursa 2 - 0 G.Antep
(Ömer Erdoğan 45', Volkan Şen 79')
16 Nisan 2010 Cuma
Vargas Real'e doğru..
Sezon başında Fenerbahçe'nin 15 milyon avro teklif ederek kulübüyle anlaştığı ama kendisi Şampiyonlar Ligi'nde oynamak istediği için Türkiye'ye gelmeyen Juan Manuel Vargas, bu yıl sergilediği performansla değerini neredeyse ikiye katladı. Şimdilerde Real Madrid'in Fiorentina'ya 25 milyon önerdiği ve Floransa kulübünün de bu teklife hayır demeyeceği konuşuluyor. Aynı şekilde Xabi Alonso da geçen sezonun başında (Liverpool teklifi kabul etmiş olsa da) Fenerbahçe'yi reddetmiş ve akabinde 40 milyona Real'in yolunu tutmuştu.
Vargas transferinin ilginç yanı ise Real'in bu youncuyu sol bek olarak alıyor olması. Sezon başından beri Marcelo orada güçsüz kaldığı, Arbeloa da hücumda etkisiz olduğu için yana yana sol bek arayan Madrid ekibi, aslında bir sol açık olan Vargas'ı orada oynatırsa bakalım nasıl bir verim alacak, ben de merak ediyorum.
Vargas transferinin ilginç yanı ise Real'in bu youncuyu sol bek olarak alıyor olması. Sezon başından beri Marcelo orada güçsüz kaldığı, Arbeloa da hücumda etkisiz olduğu için yana yana sol bek arayan Madrid ekibi, aslında bir sol açık olan Vargas'ı orada oynatırsa bakalım nasıl bir verim alacak, ben de merak ediyorum.
15 Nisan 2010 Perşembe
İstikrar? Devamlılık?
Kerem Öncel: Sayın Üründül, Tita da ligimizde adeta istikrar abidesi futbolculardan biri.
Ömer Üründül: Öyle de, devamlılığı biraz eksik.
Antalya-Trabzon maçının, TRT'deki yayınından...
Ömer Üründül: Öyle de, devamlılığı biraz eksik.
Antalya-Trabzon maçının, TRT'deki yayınından...
14 Nisan 2010 Çarşamba
Dünya ona hayran, o Messi'ye...
"Futbolla uzun yıllardır içli dışlıyım. Son yıllarda Barcelona'nın maçlarını takip ediyorum. Messi gördüğüm en inanılmaz oyuncu. O daha önce görmediğim hareketler yaparak beni her zaman etkiliyor. Kendisini sürekli geliştiriyor ve yetiştiriyor. Bir genç oyuncudan isteyeceğiniz her şey onda mevcut."
"Kendi maçlarımla çakışmadığı sürece Barcelona'nın maçlarını izlemek için elimden geleni yapıyorum. Örneğin Arsenal ile oynadıkları Şampiyonlar Ligi maçı... O maçta Messi'nin gösterdiği tarihi performansı izlerken ağzım açık kaldı. Her topa giriyor ve topu aldığında inanılmaz bir hareketle rakibinden sıyrılıyordu. Ona karşı oynamanın zor olacağını düşündüm."
(Arsene Wenger'in Messi'ye yönelik olarak "play station gibi gibi" benzetmesi hakkında:) "Messi'nin yeteneğini tanımlamak için güzel bir tabir. O çok yaratıcı bir oyuncu olduğu için ne zaman nereden çıkacağını tahmin edemiyorsunuz. Topa her dokunduğunda tribünleri heyecanlandırıyor. Real Madrid maçının yalnızca özetini izleyebildim ama orada da harika bir gol attığını söylemeden geçemeyeceğim."
"Ben çocukluğumu Milano'da geçirdim. Babam orada profesyonel olarak basketbol oynarken ben de arkadaşlarımla futbol oynuyordum. Futbola tutkuyla bağlı olduğumu söylemeliyim. Daha önceleri Ronaldinho'nun Barça'daki performansını hayranlıkla izliyordum. Şimdi ise Messi var. Onun ne kadar kaliteli ve yetenekli bir oyuncu olduğunu her maçta görüyoruz."
Ekim ayında oynanması beklenen Regal Barcelona - Los Angeles Lakers (hazırlık) maçı vesilesiyle, Messi ile tanışacak olan Kobe Bryant'ın (gözümüzdeki değerini ikiye katlayan) sözleri...
"Kendi maçlarımla çakışmadığı sürece Barcelona'nın maçlarını izlemek için elimden geleni yapıyorum. Örneğin Arsenal ile oynadıkları Şampiyonlar Ligi maçı... O maçta Messi'nin gösterdiği tarihi performansı izlerken ağzım açık kaldı. Her topa giriyor ve topu aldığında inanılmaz bir hareketle rakibinden sıyrılıyordu. Ona karşı oynamanın zor olacağını düşündüm."
(Arsene Wenger'in Messi'ye yönelik olarak "play station gibi gibi" benzetmesi hakkında:) "Messi'nin yeteneğini tanımlamak için güzel bir tabir. O çok yaratıcı bir oyuncu olduğu için ne zaman nereden çıkacağını tahmin edemiyorsunuz. Topa her dokunduğunda tribünleri heyecanlandırıyor. Real Madrid maçının yalnızca özetini izleyebildim ama orada da harika bir gol attığını söylemeden geçemeyeceğim."
"Ben çocukluğumu Milano'da geçirdim. Babam orada profesyonel olarak basketbol oynarken ben de arkadaşlarımla futbol oynuyordum. Futbola tutkuyla bağlı olduğumu söylemeliyim. Daha önceleri Ronaldinho'nun Barça'daki performansını hayranlıkla izliyordum. Şimdi ise Messi var. Onun ne kadar kaliteli ve yetenekli bir oyuncu olduğunu her maçta görüyoruz."
Ekim ayında oynanması beklenen Regal Barcelona - Los Angeles Lakers (hazırlık) maçı vesilesiyle, Messi ile tanışacak olan Kobe Bryant'ın (gözümüzdeki değerini ikiye katlayan) sözleri...
Atilla Gökçe yazıyor: Danke Daum!
BBC, L’Equipe, Bloomberg, Bild gibi Avrupa'nın en ciddi yayın kuruluşlarının sıkı spor muhabirleri İstanbul’a davet ediliyor... France Football’ın Alman temsicisi, Polonyalı, Hollandalı ve Danimarkalı gazeteciler de var. Türkiye Futbol Federasyonu, Euro 2016 adaylık kampanyası kapsamında tanıtım ve lobi etkinliklerini hızlı ve aralıksız programlarla sürdürüyor.
Geçtiğimiz Pazar akşamı, sayıları 10 -12 kişiyi bulan bu küçük ama etkin medya grubu için Boğaz’da bir yat gezisi düzenleniyor.
TFF Genel Sekreteri Ahmet Güvener, telefonun başına geçip Turkcell Super Lig’in zirvedeki 5 teknik direktörünü arıyor. Yat gezisine davet edip yabancı gazetecilere Türkiye’nin adaylığı ile ilgili konularda görüşlerini bildirerek destek sağlamalarını rica ediyor.
Lider Bursaspor’un teknik direktörü Ertuğrul Sağlam, çağrıyı aldıktan sonra kayboluyor. Telefonları yanıt vermiyor. Mesajlar havada kalıyor.
Christoph Daum, geziye katılacağını bildiriyor. Frank Rijkaard ise Pazar akşamı maçı olduğunu söyleyerek gezide yer alamayacağını bildiriyor. Mustafa Denizli de seve seve katılacağını ifade ediyor.
Şenol Güneş, Antalya’da bugün oynanacak Türkiye Kupası yarı final maçı nedeniyle geziye katılmasının mümkün olmadığını söylüyor.
Yatın kıyıdan kalkış saatinde organizatörler ve federasyon temsilcileri telaşlanıyor.
Mustafa Denizli nerede, Daum nerede ?
Denizli, kendisini arayanlara “Kusura bakmayın” diyor “son anda evde bir sorun çıktı. Ben gelemiyorum!”
...Ve beş adamın beşincisi, Christoph Daum göğsünde Atatürk rozeti, şık bir kıyafetle katılıyor geziye...
Yat, limandan ayrılıyor. Hafif bir boğaz rüzgârında, İstanbul’un sihrini koruyan kıyılarını hayranlıkla izleyerek unutamayacakları bir Bosphorus gecesi yaşıyor gazeteciler.
Hep birlikte Daum’u dinliyorlar...
Daum, görüşlerini açılarken hep “biz” diyerek başlıyor söze : “Biz Euro 2016 için çok istekli ve heyecanlıyız... Biz başarırız. Harika bir dayanışma duygumuz var.”
Gazeteciler, Türkiye’yi böylesine benimseyen, kendi yurdu kabul eden Alman’ın sözlerinden çok etkileniyorlar.
Daum anlatıyor : “ Türkiye’de ilk kez görev aldığımda, babam çok kızdı. Türkiye’ye gelmemi hiç istemedi. (Güvenlik yok... İnsan hakları yok... Demokrasi yok!) diyerek. Bana adeta küstü... Yıllarca bu ülkeye gelmedi. Neden sonra güç halle ikna edip tatile getirdim... Bu defa da hayran kaldı... Üç ay süreyle Türkiye’yi keşfetmeye çalıştı... Mutluluktan uçtu. Bir türlü gitmek bilmedi... (gülüyor).. Sonunda zorla Almanya’ya gönderebildik.”
Evet, biliyoruz... Zirve takımlarımızın hocaları stresle baş etmeye çalışıyor. Hepsi de ağır baskı altında. Daha lig bitmeden kariyerleri üzerine ahkam kesiliyor. İnsafsız faturalar çıkaranlar da var. Böyle durumlarda farklı ortamlara girip çıkmak zor...
Tek hedefe, tek soruna kilitlenip orada kalıyorlar. Ötesine hiç karışmıyorlar.
Ertuğrul Sağlam, Frank Rijkaard ve Şenol Güneş, isteselerdi pekala o yat gezisine katılacak zamanı da fırsatı da bulabilirlerdi. Niyet bile göstermediler.
Mustafa Hoca’nın ev özelinde çıkan engeli için bir şey diyemem... Ama en azından ilgilileri arar, onları panikletmeden katılamayacağını bildirirdi.
Böylesine isteksizce iletişimden kaçan hocalar, günün birinde başarılı olabilirler... Ama hak ettikleri biçimde tanınmazlar... İşleri ve vizyonları Türkiye ile sınırlı kalır. Maalesef tüm yeteneklerine, yeterliliklerine rağmen İran ve Kore’de iş bulabilirler.
...O yüzden tek kişilik katılım için Danke Daum...
Hatta vielen Dank!
(Blog sahibinin notu: Daum'u seversiniz, sevmezsiniz; onu bilmem. Ama şu minik anekdotun da gösterdiği üzere "adamlık" öyle atıp tutmakla olmuyor. Kendi ülkelerinin bu kadar önemsediği, başbakanın 1 milyar dolarlık teminat mektubu verdiği, tüm futbol camiasınca ciddi ve özverili bir emek gerektiren böylesine önemli bir organizasyon için kılını bile kıpırdatmayan "adamcık"ların utanma duygusu varsa, bir "yabancı"nın bu tavrı nedeniyle herhalde utanmışlardır. Bu duyarsız, düşüncesiz, sorumsuz ve tembel tavırları, kendi çapımızda yıllar boyu unutulmayacak, her fırsatta herkese hatırlatılacaktır. )
Geçtiğimiz Pazar akşamı, sayıları 10 -12 kişiyi bulan bu küçük ama etkin medya grubu için Boğaz’da bir yat gezisi düzenleniyor.
TFF Genel Sekreteri Ahmet Güvener, telefonun başına geçip Turkcell Super Lig’in zirvedeki 5 teknik direktörünü arıyor. Yat gezisine davet edip yabancı gazetecilere Türkiye’nin adaylığı ile ilgili konularda görüşlerini bildirerek destek sağlamalarını rica ediyor.
Lider Bursaspor’un teknik direktörü Ertuğrul Sağlam, çağrıyı aldıktan sonra kayboluyor. Telefonları yanıt vermiyor. Mesajlar havada kalıyor.
Christoph Daum, geziye katılacağını bildiriyor. Frank Rijkaard ise Pazar akşamı maçı olduğunu söyleyerek gezide yer alamayacağını bildiriyor. Mustafa Denizli de seve seve katılacağını ifade ediyor.
Şenol Güneş, Antalya’da bugün oynanacak Türkiye Kupası yarı final maçı nedeniyle geziye katılmasının mümkün olmadığını söylüyor.
Yatın kıyıdan kalkış saatinde organizatörler ve federasyon temsilcileri telaşlanıyor.
Mustafa Denizli nerede, Daum nerede ?
Denizli, kendisini arayanlara “Kusura bakmayın” diyor “son anda evde bir sorun çıktı. Ben gelemiyorum!”
...Ve beş adamın beşincisi, Christoph Daum göğsünde Atatürk rozeti, şık bir kıyafetle katılıyor geziye...
Yat, limandan ayrılıyor. Hafif bir boğaz rüzgârında, İstanbul’un sihrini koruyan kıyılarını hayranlıkla izleyerek unutamayacakları bir Bosphorus gecesi yaşıyor gazeteciler.
Hep birlikte Daum’u dinliyorlar...
Daum, görüşlerini açılarken hep “biz” diyerek başlıyor söze : “Biz Euro 2016 için çok istekli ve heyecanlıyız... Biz başarırız. Harika bir dayanışma duygumuz var.”
Gazeteciler, Türkiye’yi böylesine benimseyen, kendi yurdu kabul eden Alman’ın sözlerinden çok etkileniyorlar.
Daum anlatıyor : “ Türkiye’de ilk kez görev aldığımda, babam çok kızdı. Türkiye’ye gelmemi hiç istemedi. (Güvenlik yok... İnsan hakları yok... Demokrasi yok!) diyerek. Bana adeta küstü... Yıllarca bu ülkeye gelmedi. Neden sonra güç halle ikna edip tatile getirdim... Bu defa da hayran kaldı... Üç ay süreyle Türkiye’yi keşfetmeye çalıştı... Mutluluktan uçtu. Bir türlü gitmek bilmedi... (gülüyor).. Sonunda zorla Almanya’ya gönderebildik.”
Evet, biliyoruz... Zirve takımlarımızın hocaları stresle baş etmeye çalışıyor. Hepsi de ağır baskı altında. Daha lig bitmeden kariyerleri üzerine ahkam kesiliyor. İnsafsız faturalar çıkaranlar da var. Böyle durumlarda farklı ortamlara girip çıkmak zor...
Tek hedefe, tek soruna kilitlenip orada kalıyorlar. Ötesine hiç karışmıyorlar.
Ertuğrul Sağlam, Frank Rijkaard ve Şenol Güneş, isteselerdi pekala o yat gezisine katılacak zamanı da fırsatı da bulabilirlerdi. Niyet bile göstermediler.
Mustafa Hoca’nın ev özelinde çıkan engeli için bir şey diyemem... Ama en azından ilgilileri arar, onları panikletmeden katılamayacağını bildirirdi.
Böylesine isteksizce iletişimden kaçan hocalar, günün birinde başarılı olabilirler... Ama hak ettikleri biçimde tanınmazlar... İşleri ve vizyonları Türkiye ile sınırlı kalır. Maalesef tüm yeteneklerine, yeterliliklerine rağmen İran ve Kore’de iş bulabilirler.
...O yüzden tek kişilik katılım için Danke Daum...
Hatta vielen Dank!
(Blog sahibinin notu: Daum'u seversiniz, sevmezsiniz; onu bilmem. Ama şu minik anekdotun da gösterdiği üzere "adamlık" öyle atıp tutmakla olmuyor. Kendi ülkelerinin bu kadar önemsediği, başbakanın 1 milyar dolarlık teminat mektubu verdiği, tüm futbol camiasınca ciddi ve özverili bir emek gerektiren böylesine önemli bir organizasyon için kılını bile kıpırdatmayan "adamcık"ların utanma duygusu varsa, bir "yabancı"nın bu tavrı nedeniyle herhalde utanmışlardır. Bu duyarsız, düşüncesiz, sorumsuz ve tembel tavırları, kendi çapımızda yıllar boyu unutulmayacak, her fırsatta herkese hatırlatılacaktır. )
13 Nisan 2010 Salı
Best Music Videos Ever #5: Imitation of Life
Ülkemizde en çok tanınan ecnebi müzik gruplarından biri R.E.M. kuşkusuz. 1991 yılında, yine nefis bir videoya sahip olan "Losing My Religion" şarkısıyla hayatımıza girmişlerdi, dün gibi hatırlar hepimiz. Bu postun konusu olan şarkı ise 2001 tarihli, gösterişsiz, mütevazı ve vasatın üzerinde olmasına karşın, döneminde görmezden gelinip hemen unutulan "Reveal" albümünde yer alıyor. Şarkının kendisi grubun en iyi işleri arasında ilk 50'ye girebilecek kadar güzel ama klibi insanın tüylerini diken diken edecek bir deha ve işçilik barındırıyor. Seyreden herkesin anlamakta önce çok zorlandığı ama işin sırrını çözdükten sonra "vay anasını!" demekten kendini alamadığı müthiş bir video bu. Bu tip listelerin gediklilerinden biri aynı zamanda...
R.E.M. - Imitation of Life (2001)
Yönetmen: Garth Jennings
R.E.M. - Imitation of Life (2001)
Yönetmen: Garth Jennings
12 Nisan 2010 Pazartesi
Telegol diyalogları #2
(Mustafa Denizli'nin Trabzon maçından sonra "ben hakemle konuştum, onun söylediği şey de bana yetti" sözleri üzerine...)
Ahmet Çakar: Bir teknik direktör maçtan sonra hakemin yanına gidecek.. Beraber pozisyonu değerlendirecekler falan.. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmaz.
Sinan Engin: Hocam dünyada olmaz da, bizim ülkemizde olur be..
-----
(Beşiktaş-Trabzon maçındaki penaltı pozisyonu ile ilgili olarak...)
Sinan Engin: Hocam sen şimdi şurdaki hareketi görmüyor musun? Dokuz kusurlu hareketten biri değil mi bu?
Ahmet Çakar: On kusur..
Sinan Engin: Haa on mu oldu o, neyse...
Ahmet Çakar: Bir teknik direktör maçtan sonra hakemin yanına gidecek.. Beraber pozisyonu değerlendirecekler falan.. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmaz.
Sinan Engin: Hocam dünyada olmaz da, bizim ülkemizde olur be..
-----
(Beşiktaş-Trabzon maçındaki penaltı pozisyonu ile ilgili olarak...)
Sinan Engin: Hocam sen şimdi şurdaki hareketi görmüyor musun? Dokuz kusurlu hareketten biri değil mi bu?
Ahmet Çakar: On kusur..
Sinan Engin: Haa on mu oldu o, neyse...
11 Nisan 2010 Pazar
Real'in gücü yetmedi
Yaklaşık 1 haftadan beri El Clasico için yaptığım bütün konuşmalarda Real'in favori olduğunu düşünüp öyle söylüyordum. Bundaki en büyük güvencem ise daha ilk yılında beklentilerin üzerinde işler yapan Pellegrini idi. Ama maç başladığında, kadro ve dizilişleri görünce maçı beraber seyrettiğim arkadaşlarıma "fikrimi değiştirdim, Barça bu maçı kazanacak" dedim (iyi ki bahis oynamamışım). Çünkü Pellegrini'nin sahaya sürdüğü kadroda bir sürü anlamsızlık ve tutarsızlık vardı. Bir kere sol bekte Arbeloa'nın ne işi var? 1 haftadır basında sürekli Messi'yi bu oyuncunun durduracağı söyleniyordu ama son haftalarda hiç kimse Barça'yı seyretmiyor mu? Messi 5 senedir olduğu gibi sağ kanatta oynamıyor artık. 2 hafta önce yazdığım ve önemle işaret ettiğim gibi Guardiola, Barcelona'nın 20 yıllık tarihini değiştirdi ve 4-4-1-1 gibi bir sisteme döndü. Bunu da Messi'yi çizgide kademeli savunma karşısından kurtarıp her yöne gidebileceği daha özgür bölgelere çekebilmek için yaptı. Neticeyi de genç futbolcunun istatistiklerinden görüyoruz.
Yani Arbeloa hücum etmek, top yapmak isteyen bir takımın beki olamayacağı gibi, sol beki hiç olamazdı. Marcelo gibi hızlı, teknik ve "oranın adamı" olan bir kişiyi oynatsa çok daha iyi sonuç alabilirdi.
İkinci mevzu ve en büyük skandal ise Alonso gibi dünyanın en iyi ön liberosu olan bir adamın bu maçta "sağ iç" olarak görevlendirilip ön liberoya Gago'nun konması. Bir kere Gago zaten bu seviyelerin topçusu olmadığını çoktan kanıtladı da, sen Alonso'nun yerini niye değiştiriyorsun kardeşim? Düşünün bir, rakip Sergio Ramos kanadından gelirken o beke yardım etmesi gereken kişi Alonso! Tabii bunu çoğu zaman içeriye, kendi yerine kaydığı için hakkıyla yapamadığı gibi aklı orada kaldığı için kendi yerinde de faydalı olamadı. Gago ise maçta birkaç faul dışında hiçbir şey yapmadı.
Üçüncü önemli konu, böylesi bir maçta savunmaya fazla yardım etmeyen van der Vaart'ın forvet arkası olarak oynatılmasıydı. Madem orada hücumcu oyuncu kullanacaksın, Guti ne güne duruyor? Üstelik Higuain ve Ronaldo gibi iki pırpır forvet varken bunların koşu yoluna lokum gibi pasları atabilecek kadrodaki en iyi oyuncu Guti. Nitekim oyuna girer girmez Hollandalı'ya attığı pas da bunun göstergesi.
Dördüncü ve son konu ise Real'in tandemi. Tek tek iyi oyuncular olsa da Garay ve Albiol'un, Samuel ile Lucio'nun bile durduramadığı Barça forvetlerini durdurabilmesi açıkçası imkânsızdı. Nitekim ilk gol savunma yerleşimi ve hamleleri açısından tam bir facia diyebiliriz. Neticede Real'in teknik direktörü ilk maçın aksine son derece başarısız bir taktisyenlik göstererek maçı kaybetmeyi hak etti.
Diğer tarafta ise çok büyük bir menajer olmaya doğru giden, kafa yoran, araştıran müthiş Guardiola var. Haftalardan beri takımını 4-4-1-1 şablonu ile adeta uçuran Pep, bu sefer kadronun yetersizliğini de düşünerek Messi'yi tek forvet, Daniel Alves'i sağ açık yaptığı bir 4-1-2-3'e dönmüştü. Son maçlarda sol açık oynayan Keita ortaya, sağ açık oynayan Pedro da sola gelmiş, ortanın ortası üç kişiyle yine sağlam bir görüntüye bürünmüştü. Buradaki asıl amaç olan, "Pedro tehdidi nedeniyle Ramos'u çıkışlarında tedirgin etmek" taktiği de kusursuz bir şekilde gerçekleşti. Tamamen dünyanın en iyi iki oyuncusunun üretimi olan müthiş golden sonra, ikinci yarıya başlarken Guardiola bu kez Puyol'u sol beke koyup, Maxwell'i öne çıkardı ve Pedro'yu sağ açığa gönderdi. Dani Alves'i de sağ beke çekti. Böyle bir şeyi, ilk yarıyı önde kapamış bir hoca niye yapar? Muhtemelen dünyanın en çok bindiren beklerinden biri olan Ramos'un kanadını Puyol ve Maxwell gibi iki savunmacıyla kapatmak için yapar. Zira diğer tarafta tek ayaklı (ve o ayağını bile ne kadar iyi kullandığı tartışılabilecek) Arbeloa vardı ve Barça için bir tehlike olmaktan çok uzaktı. Guardiola'nın bu hamlesi de çok başarılı olarak onun hanesine bir artı puan olarak geçti.
Çizgi hâlinde öne çıkan Real savunmasının arasına Xavi'nin attığı akıl almaz bir pas sonrası, Pedro'nun muhteşem gol vuruşuyla fark ikiye çıkınca maç zaten orada bitti. Real'in bu golden sonraki yüklenmeleri, dışarıdan "aklınız neredeydi?" dedirtecek bir iştah içeriyor gibi göründü ama Guti'nin, en az Xavi'ninkiler kadar iyi olan pası dışında bir pozisyon üretemediler. Üretmeleri de çok zordu çünkü Barça sadece hücum edip savunmayı boşlayan bir takım değil. Parreira'nın taa 15 yıl önce bu ülkeye (ve Fatih Terim'e) öğrettiği gibi "en iyi savunma topa sahip olmaktır" ve Barça da bunu futbol tarihinde en iyi uygulayan takım. Savunma güvencesini önce topu rakibe vermeyerek sağlıyor, top bir şekilde onlara geçtiğinde ise inanılması güç bir presle baskı yapıp çalmaya çalışıyor, yine de çalamazlarsa bu kez yerleşik takım savunmasını gayet iyi uyguluyorlar. Dünya futbol tarihinde, Rıdvan'ın da dediği gibi bu Barcelona'dan daha iyi bir takım olduğunu gerçekten sanmıyorum.
Ligde şampiyonluğu neredeyse garantileyen bu müthiş galibiyetin moraliyle önüne bakan Barça'nın, Inter eşleşmesini merakla bekliyorum şimdi. Mourinho'nun o maçlardaki çaresizliğini görmek için de sabırsızlanıyorum.
Real Madrid (4-3-1-2): Casillas (**) - Ramos (*), Albiol (*), Garay (*), Arbeloa (*) - Alonso (**), Gago (*), Marcelo (**) (58' Guti (***) - van der Vaart (*) (69' Raul (*) - Higuain (*) (80' Benzema (*), Ronaldo (*)
Barcelona (4-1-2-3): Valdes (**) - Puyol (***), Pique (***), Milito (**) (81' Marquez (**), Maxwell (**) (63' Iniesta (***) - Sergio (***) - Xavi (*****), Keita (**) - Dani Alves (**), Messi (****), Pedro (****)
Goller (0-2): Messi 33', Pedro 56'
Yani Arbeloa hücum etmek, top yapmak isteyen bir takımın beki olamayacağı gibi, sol beki hiç olamazdı. Marcelo gibi hızlı, teknik ve "oranın adamı" olan bir kişiyi oynatsa çok daha iyi sonuç alabilirdi.
İkinci mevzu ve en büyük skandal ise Alonso gibi dünyanın en iyi ön liberosu olan bir adamın bu maçta "sağ iç" olarak görevlendirilip ön liberoya Gago'nun konması. Bir kere Gago zaten bu seviyelerin topçusu olmadığını çoktan kanıtladı da, sen Alonso'nun yerini niye değiştiriyorsun kardeşim? Düşünün bir, rakip Sergio Ramos kanadından gelirken o beke yardım etmesi gereken kişi Alonso! Tabii bunu çoğu zaman içeriye, kendi yerine kaydığı için hakkıyla yapamadığı gibi aklı orada kaldığı için kendi yerinde de faydalı olamadı. Gago ise maçta birkaç faul dışında hiçbir şey yapmadı.
Üçüncü önemli konu, böylesi bir maçta savunmaya fazla yardım etmeyen van der Vaart'ın forvet arkası olarak oynatılmasıydı. Madem orada hücumcu oyuncu kullanacaksın, Guti ne güne duruyor? Üstelik Higuain ve Ronaldo gibi iki pırpır forvet varken bunların koşu yoluna lokum gibi pasları atabilecek kadrodaki en iyi oyuncu Guti. Nitekim oyuna girer girmez Hollandalı'ya attığı pas da bunun göstergesi.
Dördüncü ve son konu ise Real'in tandemi. Tek tek iyi oyuncular olsa da Garay ve Albiol'un, Samuel ile Lucio'nun bile durduramadığı Barça forvetlerini durdurabilmesi açıkçası imkânsızdı. Nitekim ilk gol savunma yerleşimi ve hamleleri açısından tam bir facia diyebiliriz. Neticede Real'in teknik direktörü ilk maçın aksine son derece başarısız bir taktisyenlik göstererek maçı kaybetmeyi hak etti.
Diğer tarafta ise çok büyük bir menajer olmaya doğru giden, kafa yoran, araştıran müthiş Guardiola var. Haftalardan beri takımını 4-4-1-1 şablonu ile adeta uçuran Pep, bu sefer kadronun yetersizliğini de düşünerek Messi'yi tek forvet, Daniel Alves'i sağ açık yaptığı bir 4-1-2-3'e dönmüştü. Son maçlarda sol açık oynayan Keita ortaya, sağ açık oynayan Pedro da sola gelmiş, ortanın ortası üç kişiyle yine sağlam bir görüntüye bürünmüştü. Buradaki asıl amaç olan, "Pedro tehdidi nedeniyle Ramos'u çıkışlarında tedirgin etmek" taktiği de kusursuz bir şekilde gerçekleşti. Tamamen dünyanın en iyi iki oyuncusunun üretimi olan müthiş golden sonra, ikinci yarıya başlarken Guardiola bu kez Puyol'u sol beke koyup, Maxwell'i öne çıkardı ve Pedro'yu sağ açığa gönderdi. Dani Alves'i de sağ beke çekti. Böyle bir şeyi, ilk yarıyı önde kapamış bir hoca niye yapar? Muhtemelen dünyanın en çok bindiren beklerinden biri olan Ramos'un kanadını Puyol ve Maxwell gibi iki savunmacıyla kapatmak için yapar. Zira diğer tarafta tek ayaklı (ve o ayağını bile ne kadar iyi kullandığı tartışılabilecek) Arbeloa vardı ve Barça için bir tehlike olmaktan çok uzaktı. Guardiola'nın bu hamlesi de çok başarılı olarak onun hanesine bir artı puan olarak geçti.
Çizgi hâlinde öne çıkan Real savunmasının arasına Xavi'nin attığı akıl almaz bir pas sonrası, Pedro'nun muhteşem gol vuruşuyla fark ikiye çıkınca maç zaten orada bitti. Real'in bu golden sonraki yüklenmeleri, dışarıdan "aklınız neredeydi?" dedirtecek bir iştah içeriyor gibi göründü ama Guti'nin, en az Xavi'ninkiler kadar iyi olan pası dışında bir pozisyon üretemediler. Üretmeleri de çok zordu çünkü Barça sadece hücum edip savunmayı boşlayan bir takım değil. Parreira'nın taa 15 yıl önce bu ülkeye (ve Fatih Terim'e) öğrettiği gibi "en iyi savunma topa sahip olmaktır" ve Barça da bunu futbol tarihinde en iyi uygulayan takım. Savunma güvencesini önce topu rakibe vermeyerek sağlıyor, top bir şekilde onlara geçtiğinde ise inanılması güç bir presle baskı yapıp çalmaya çalışıyor, yine de çalamazlarsa bu kez yerleşik takım savunmasını gayet iyi uyguluyorlar. Dünya futbol tarihinde, Rıdvan'ın da dediği gibi bu Barcelona'dan daha iyi bir takım olduğunu gerçekten sanmıyorum.
Ligde şampiyonluğu neredeyse garantileyen bu müthiş galibiyetin moraliyle önüne bakan Barça'nın, Inter eşleşmesini merakla bekliyorum şimdi. Mourinho'nun o maçlardaki çaresizliğini görmek için de sabırsızlanıyorum.
Real Madrid (4-3-1-2): Casillas (**) - Ramos (*), Albiol (*), Garay (*), Arbeloa (*) - Alonso (**), Gago (*), Marcelo (**) (58' Guti (***) - van der Vaart (*) (69' Raul (*) - Higuain (*) (80' Benzema (*), Ronaldo (*)
Barcelona (4-1-2-3): Valdes (**) - Puyol (***), Pique (***), Milito (**) (81' Marquez (**), Maxwell (**) (63' Iniesta (***) - Sergio (***) - Xavi (*****), Keita (**) - Dani Alves (**), Messi (****), Pedro (****)
Goller (0-2): Messi 33', Pedro 56'
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)