18 Ekim 2009 Pazar

Hoca'ya saygılarla...

Ağzından çıkan her kelimeyi, her cümleyi huşu içinde dinlediğim Ünsal hocanın, taa Ocak 2004'te Radikal gazetesinde Neşe Düzel'e verdiği röportaja burada yer vermek istiyorum. Neden bu röportaj? Çünkü o dönemde inanılmaz derecede popüler olan Popstar yarışması ve o yarışmanın en büyük yıldızı olan Bayhan isimli genç (şimdi nerede?) ile ilgili olarak yaptığı tespitler, söylediği diğer her şey gibi çok ayrıksı da ondan. Nasıl bir vizyona ve düşünce diyalektiğine sahip olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Hoca'ya saygılarımızla...

Popstar yarışmasını seyrediyor musunuz?

Zaman zaman seyrediyorum. Yazı da yazdım bu konuda.

Bu yarışma entelektüel çevrelerde de taraftarlarını ve muhaliflerini yarattı. Olumlu ya da olumsuz, bu çevrelerin de ilgisini çekiyor Popstar yarışması. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Entelektüel dediğiniz insan türü 24 saat entelektüel değildir. Hatta entelektüel dediğiniz insan türü, tarihin bazı dönemlerinde entelektüel gibi yaşar, bazı dönemlerinde de soytarı gibi. İnsan ömrü yalıtılmış bir gerçeklik değil ki. Yaşadığınız dönemle etkileşim halinde olan bir hayata sahipsiniz. Eğer dünya bugün ciddiyetten uzaklaşıyorsa, insanı daha mutlu ve daha özgür kılacak bir politik aksiyon, bir tefekkür kalmamışsa, entelektüel dediğiniz insan kategorisi de dünya ne haldeyse onu taban alır ve o da gündelik ekmeğinin peşinden koşar. Öyle ki, bugün artık güzel lafları savunmak, dünyadan keyif almayan hasta ruhlu bir aydın olmak sanki.

Anlamadım...
Bugün güzel düşünceleri savunduğumuz zaman 'boring' (sıkıcı) oluyorsunuz. Ama piyasanın yaygın laflarını konuştuğunuz zaman boring olmuyorsunuz. O zaman hayatı seven, insanlara tepeden bakmayan bir aydın sayılıyorsunuz. Bence insana tepeden bakmanın en namussuz biçimi, insanı bugünkü zelil durumunda ele alıp, sırtını okşamaktır. Oysa insanoğlu daha iyi bir yaşama sahip olabilir, daha iyi bir sofrada yemek yiyebilir, daha iyi bir iş sahibi olabilir, gelirini artırabilir ve daha temiz bir şehirde yaşayabilir. Marx, 'Bizim amacımız işçi sınıfını sevmek değil' diyor. 'Biz insanoğlunu seviyoruz. Bizim amacımız, işçi sınıfını bugünkü zelil durumundan bir an evvel kurtarmak...'

Bunun Popstar yarışmasıyla bağlantısı nedir?
Popstar yarışması gibi programları fazlasıyla beğenen aydınlar, hayatlarını Marlon Brando'nun, Bertolucci'nin filmleriyle zenginleştirmiş insanlar. Eğlence olsun diye Popstar yarışmasını ve buna benzer programları beğeniyor olabilirler ya da bunlara tolerans gösterebilirler. Yalnız şu var ki, onlar televizyonu açıp o programları bir saat izliyorlar, iki gün sonra da bir tiyatroya gidiyorlar. Diğer insanlar gibi hayatları bütünüyle bu tür şeylerden oluşmaya başlamadı.

Entelektüeller, hangi açılardan ilgileniyorlar bu konularla?
Eğer entelektüel ciddi bir entelektüelse kalabalıkların beğenisini horlamaz. O, kalabalıkların beğenisini değiştirmesini ister.

Peki bu konularla ilgilenmek ya da ilgilenmemek, entelektüelliğin bir göstergesi olabilir mi?
İyi ya da kötü entelektüelin göstergesi olur bu. Biz bazı kavramların içini boşalttık. entelektüel hayat karşısında sorumluluğu olan insandır. Bu sorumluluk da, daha çok sayıda insanın iyiyle ve güzelle tanışmasını istemektir. Buradaki hayat felsefi anlamda bir kavramdır. Hayat, shopping center ya da life style gibi şeyler değildir. Öğrencilerimden biri geçenlerde bana, 'Hocam biriyle ilişkim var' dedi. 'Şikâyetin nedir peki' dedim.

Neymiş?
Bir sürü şey saydı. Ben de, 'Peki onun yanında niye hâlâ duruyorsun' diye sordum. 'Jipi büyük' dedi. Ben jip düşmanı değilim. Sevgilisinin inşallah kamyonu da olur ama, insan bir aşkta jipten önce başka şeyler de ister. Kendi hayatına sahip çıkmaya daha fazla özenir. Aşkın tam olması için, sevgilisi aynı müzikten, aynı şiirden hoşlanıyor mu, buna da bakar. İşte entelektüellik burada devreye girer. Ama dünyada bugünkü yaşama biçimi öyle irrasyonel ki, insanı mutlu kılmıyor, aklını özgürleştirmiyor. Oysa rasyonel olan, insanın rahat etmesidir, korkusuz yaşamasıdır ve jipi var diye değil, sevmek istediği için doyasıya sevmesidir. Biz aileler olarak dünya kadar emek verip çocuklarımızı okutuyoruz. Sonra ne oluyorlar?

Ne oluyorlar?
Bir büyük holdingde abuk sabuk bir işte oturuyorlar. 20 sene sonra da onlara, 'Senin artık bilgilerin out of date oldu. Öyle geçici bir master programıyla da bu bilgilerini geliştiremezsin. Onun için seni artık Filipinler'e sürelim. Üçüncü, beşinci derecede yerlere gönderelim' diyorlar. Siz artık, dünyada bugünkü sistemde 45 yaşında bir süprüntüsünüz. İnsanın adına hayat diyeceği şey bu mudur?

Bunun entelektüellikle bağlantısı nedir?
Entelektüel olmak bu sorunu fark etmek demektir. Bu sorunu fark etmeyen de entelektüel değildir. O, olsa olsa 'literati' olur. Okuryazarlığı olanlara 'literati' denir. Literatiden noter olur. Sütun yazarı olur. Formatı 36 ülkede geçerli olan bir televizyon programını buraya getiren organizatör olur. Literati dil bilir, iyi giyinmesini bilir, şakalaşmasını bilir. Ama ben neyim gibi düşünceleri aptallara mahsus şeyler zanneder. Bugün dünyanın 36 ülkesinde popstar yarışması yayımlanıyor. Master denilen kalıp dışarıdan getirilip aynı program bizde de yapılıyor. Dünya artık tek bir modelde insan üretmeye başladı.

Popstar yarışması hangi nedenlerle toplumun böylesine büyük ilgisini çekti?
Televizyon, içimizdeki arzuları, deneyemediğimiz şeyleri, kamu adına olumlayan bir nevi etik şifre oluyor. İnsanlara, 'Sen de yapabilirsin. Müzik eğitimi görmeden, ortaya çıkıp sen de hayatını şarkıyla değiştirmeyi düşünebilirsin. Eğitim almadan dansçı, baleci, sütun yazarı olabilirsin' dedirtiyor. Ayrıca bir de yabancılaşma diye evrensel bir olgu var. İnsanlar yere saçılmış civa taneleri gibiler. Toplumun işleyişi, herkesi tek başına bırakma, önemsiz kılma, aynı sorunları paylaşsa bile o sorunları çözmek için bir araya gelmeyi düşünmeme mantığına dayanıyor. Bu yüzden de böyle bir toplumda herkes bilinmek, fark edilmek, görünmek için çırpınıyor. Giyim, kuşam merakımız da buradan geliyor. Farklı olalım, birey olalım, birileri bizi görsün... Günümüzde bütün dünya bir yabancılaşma içinde. Akıllısı da yabancılaşma içinde, akılsızı da. En çok yabancılaşan da literati dediğimiz meslek edinmek için okumuş yazmış olanlar.

Popstar yarışmacılarından Bayhan'ın cinayet işlemiş olması bu yarışmaya ilgiyi artırdı mı sizce?
Bunu cevaplamak çok ayıp Neşe hanım. O, programa renk kazandırıyor.

Bayhan olmasa bu yarışma bu kadar ilgi çeker miydi?
Bunu bilemeyiz. Bayhan'la işin dramatik yönü patladı ve bu da algılamayı kolaylaştırdı. Dramatik boyut yüzünden, izleyici programın içinde daha çok yer aldı.

Bayhan elenirse bu yarışmaya ilgi azalır mı?
Sanmıyorum. Çünkü şu yargıya varıldı. Bu toplum artık cinayeti ebedi bir suç, ebedi bir leke saymıyor. Bir tarafta başarılı bir iş yaparsan, cinayet falan hoş görülebilir. Toplum bu mesajı aldı. Zaten herkes de bunu istiyor. İşlediği cinayetlerden sonra bir yerlere gelmesine, toplumun hoşgörüyle bakmasını istiyor. Bu hoşgörü öyle insanları yücelten bir hoşgörü değil. Şair Ece Ayhan'ın dediği gibi, ortalama insanın kendi bataklığı içindeki hoşgörüsü bu. Ece Ayhan, 'Bir toplumun içinde sen ne kadar çabalarsan çabala, nereye gidileceğini toplumdaki ortalama insanın baskısı belirler' diyor.

Bu tür yarışmalarda seyirciler yarışmacılarla özdeşlik kurar mı?
Kurar. Buradaki özdeşleşme aynı kültürü ve geleneği paylaşan halkın kendi içindeki hatırlatmalardır. Bu kültürün içinde kalırsanız günün birinde albay ya da general olursunuz. Bu kültürün dışına çıkarsanız uzatmalı çavuş olursunuz.

Bayhan, yarışmanın başından beri en çok ilgiyi çeken yarışmacı oldu. Sadece şarkı söyleme biçimi değil, sahnede duruşu, bakışı da diğerlerine benzemiyordu. Onda hep bir yabancı hali vardı. Sanki o, ne yarışmaya ne de başka bir yere aitmiş gibi... Onun bu hali seyirciyi nasıl etkiledi?
Cevabı çok basit. O, hepimiz gibi yersiz ve yurtsuz biri. Böyle yersiz ve yurtsuzken, şimdi Kaf Dağı'nın ardında peri padişahının ülkesinde bulunuyor. Televizyonda yarışmaya katılıyor. Yarışmayı kazanırsa, padişah kızına bunu koca olarak seçecek. Herkes işte buna imreniyor. Onun yırtıcılığı, yabanıllığı, görgüsüzlüğü, duruşu, insanlara şunu söylüyor: 'Senin de şansın var. Niye olmasın?' Bu, sıradan insanın sırtının farklı bir şekilde sıvazlanmasıdır. Sıradan insana, 'Hiçbir kusurun fazla değil. Bütün bu kusurlarla birlikte pekâlâ Kaf Dağı'nın arkasında iyi sultanın açtığı yarışmaya katılabilirsin. Kız orada seni bekliyor' deniyor.

Bu yarışma bir ses yarışması değil. Çok daha iddialı hedefi olan bir yarışma. Bir star aranıyor bu yarışmada. Starı nasıl tarif ederiz?
Günümüzde star diye bir şey yok. Starlık geçici. Bu yarışmayı kazanan adam da çok kısa bir süre içinde basit bir kaset çarşısına, oradan da pavyonlara düşer. Zaten burada starın kendisi önemli değil. Bir star bitecek sonra başka bir star çıkacak. Burada, birçok kusurlarına rağmen, star olma sürecini görmek önemli. Bu programla onu gördük biz. Biz star olma sürecine bakıyoruz ve star olma yolu bize de açıkmış gibi geliyor.

Peki starı star yapan temel özellik nedir?
Zamana göre değişiyor. Daha önceleri çok çalışmak, sebat etmek, yıllara dayanmaya çabalamakken, şimdi starlık işi rastlantı ve talihle açıklanmaya çalışılıyor. Aslında rastlantı, talih yoktur. Talih, doğru zamanda doğru yerde olmayı bilmektir. O doğru yer ise bir metrekare. Oraya 55 bin tane adam girmek için mücadele ediyor. Peki içlerinden sadece biri nasıl oluyor da doğru zamanda doğru yerde olabiliyor? Doğru yerde olabilmek için kaç kişiye çelme takıyor, kaç kişiye ihanet ediyor, kaç kişinin elini eteğini öpüyor? Bütün bunları yaptıktan sonra işte bir star olarak keşfedilmiş oluyor. Tabii ben burada hak edilmemiş bir starlıktan söz ediyorum. Yoksa idil Biret, Suna Kan'a bu anlamda kim söz söyleyebilir ki. Onların emsali yok. Onları medya yapmadı.

Şöhretin yayılmasında medyanın rolü nedir peki?
Medya sistemin hem yaratıcısı, hem ürünü. Artık bugün aile yok, medya var. Okul yok, medya var. Kilise yok, medya var. İnsanın doğumundan erişkin yaşına kadarki sosyalleşme süreci eskiden aile, arkadaş grubuyla olurdu. Şimdi ölünceye kadar bizi medya sosyalize ediyor. Sistemin uygun gördüklerini kabullendiriyor, uygun görmediklerini dışsallaştırıyor.

Peki medya kimi şöhrete taşıyacağına nasıl karar verir? Seyirciler ve okuyucular mı medyanın tercihini belirler yoksa medya mı seyircilerle okuyucuların tercihini?
Günümüz toplumunun en iyi sosyal bilimcileri medyada çalışanlardır. İnsanı en iyi onlar tanıyor. Türk halkı tuzlanmış et mi, pastırma mı yoksa sucuk mu sever? Siz istediğiniz kadar bu konuda bilimsel araştırma yapın, hiçbir zaman bunu günü gününe saptayamazsınız. Ama halkın nabzını elinde tutan medyacılar, halkın nereye gittiğini, ne olduğunu sezinler. Medya hiçbir şeyi rastlantısal olarak tercih etmez. Bir şeyin tutup tutmayacağını sezer o. Sonra da tutacağını hissettiği o anlayış, o yaklaşım, medya istese de istemese de bir anda toplumda güçlenir. Medya hiçbir zaman tek başına günahkâr değildir. Ama günahsız da değildir. Deniz Seki, benim hayatımda medya aracılığıyla yer alan biri. Deniz Seki hayatımda çok yer aldığı zaman ne oluyor biliyor musunuz?

Ne oluyor?
Kızımın hayatta olmak istediği şeyde, belirleyici faktörlerden biri olmaya başlıyor. Oğlumu da ne olacağı konusunda bir başka medyatik tip etkiliyor. Bütün ömrünü yazmaya okumaya harcayan benim, bir baba olarak çocuklarıma katkım artık eskisi gibi olmuyor. Ben üniversitede öğrencilerimin kafalarını geliştirmeye çalışıyorum. Bana, güzelce olan bir kız öğrencim, 'Hocam Marx kim? İyi bir şey mi' diye soruyor. Marx'ı artık okumuyorlar. Marx'ı master, doktora öğrencileri de okumuyor.

Şöhretlerin toplumdaki işlevi nedir? Niye toplumlar içlerinden şöhret çıkarma ihtiyacı hisseder?
Aristotoles, 'İnsanların bir kısmının özgür olması için kölelere ihtiyaç var' diyordu. Gerçi gelişmiş makinalar dönemine geçildi ama, mülkiyet sistemi değişmediği için, kölelik toplumun bir bölümünün sözüm ona özgür olması için hâlâ gerekiyor. Biz işte bu görüntüden sıkılıyoruz ve yılda bir, iki kez Popstar gibi yollarla kölelerden birkaçını yukarılarda bir yerlere çıkarıyoruz. Böylece bizim de bir gün o yerlere gelebileceğimizi düşünüyoruz. Bu özgürlük bizi rahatlatıyor. Ama bu yolda kaç genç kızın, kaç genç erkeğin hayatının heder olduğunu düşünmüyoruz.

Hiç yoktan, bir insanı belki şöhret yapabilirsiniz. Peki temeli olmayan bir şöhreti sürdürmek mümkün müdür?
İsim vermeyeyim ama... İdil Biret mi daha şöhretli yoksa adını ve resmini her gün medyada gördüğümüz bilmem ne artist ya da şarkıcı mı? Biz toplum olarak çok değerli porselenlerimizi müzeye kaldırdık. Onları hayatın bütün alanlarından çıkardık. Yaşadığımız hayatta artık ucuz porselenler var. Sorarım size, böyle mi olmalı hayat?

Hiç yorum yok: