6 Şubat 2009 Cuma

Nur içinde yat İslam Baba

Birlikte büyüdüğüm ve taraftarlığımı pekiştiren, büyüten, besleyen yazılarının müptelası olarak seni çok özlüyorum.

---

FENERBAHÇE YENİLMEZ

Bu bir Fenerbahçe destanıdır.

Bu 4-3'lük kupa destanını gören yaşı yirmilik Fenerbahçe taraftarı, bir 30 yıl, Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti söz konusu olduğunda hep bu maçı anlatacaktır, böbürlenerek Fenerliliğini höpürdeterek.

Ve Fenerbahçeli şu destan maça şöyle bir kabadayılık asacaktır. "Biz onlara ilk yarıda 3 gol avans verip, Galatasaray'ı kupada paçavra ettik."

Ne müthiş ne uyunamaz bir kabus ilk devresi idi; Fenerbahçe için.

Baldırına çok iri bir bandaj geçirmiş bir Oğuz maç başlamadan önce çimene pek nazlı koyduğu sol ayağı ile Fenerbahçe için sakatlıktan sonra gelen bir mutluluk muydu, yoksa hiç çözülmeyecek bir bilmece miydi?

Fenerbahçe'nin mevsim başından beri bir türlü klas ve emek disiplinine sokamadığı geri dörtlü, Prekazi gibi umulmadık uzak goller vuran, Uğur gibi çok ters gol kontratakları çıkartan, Tanju gibi onsekiz dışı ve içi hareketlerde esrarengiz file senaryolari yazan rakipler karşısında, ne kadar başarılı bir defans grafiği çizeceklerdi?

Maç başladıktan sonra görüldü ki, Oğuz'un sol ayağı Tanrı'dan kendisine verilmiş bir sol ayak değil, sonradan takılmış bir tahta bacaktı, sanki. En basit top kontrolünü yapamıyor, o sihirli ve rahat driplinglerine kişilik koyamıyor, oyunun Galatasaray orta sahasına doğru kaçışını çaresiz gözlerle seyrediyordu.

Oğuz kaybolmuştu, arkasından Fenerbahçe kaybedecekti belki de.

Çünkü alabora olan Fenerbahçe orta saha gemisinden sonra bu alanın gerisinde titrek bir filika gibi oynayan geri dörtlü, giderek kabaran ve haşinleşen Galatasaray denizinin üstünde fazla canlı olarak kalamayacaktı.

Maç iri bir orkinos ağı gibi örülüyordu, Fenerbahçe'nin üstüne. Çok iyi oynamaya başladığı zamanlar, eksantrik görüntülerle Galatasaray defansının önleyemediği gol pozisyonları bulduğu zamanlar, Deda'nın dönmüş düdüğüne teknik tavırlar koyduğu zamanlar.

Ne oldu biliyor musunuz?

Fenerbahçe, Galatasaray'dan 3 gol yedi.

Biri acemi savunma hareketli Ergin'in penaltısından, ikincisi rakibe sunulmuş ters bir kafa vuruşundan, üçüncüsü yan hakeme göre nizami, tv yayınına göre ofsayt kritik bir hareketten.

Fenerbahçe ile alay ediyordu; Galatasaray kale direkleri. 3-0 yenik bir Fenerbahçe'nin Hasan'ın ayağından çıkan volesi bile Galatasaray'ın yan odunlarından birisine vuruyordu.

Ne vardı 3-0'dan sonra Galatasaray galerisinde? Tribünlerin hepsinde, vatandaş tribününde basın ve şeref tribünlerinde ciklet yerine Fenerbahçe'yi çiğneyen alaylı şapuşupurlar ve rakibini küçümseyen dudak valsleri.

Avrupa kupasında final hayali görürken, kendi hayatını öldüren, Türkiye Ligi'nde ise bu yıl hiç doğmamış Mustafa Denizli'nin ortalara çıkıp piste dikilip, kupanın hiç olmazsa yerlisinde yeni bir final hayatı araması ve bu hayatı yakaladığına inanmasi, o kadar doğaldı ki.

Fakat o Galata kulesi dibi eski yahudi kılıklı eskiciye benzeyen, her maçtan önce güya Galatasaray'ı ısıtan hamamcı görevini üstlenen o Alman kondisyoner pandomimcisi devre biterken, hangi top ilim ve irfanına sığınarak eli ile Fenerbahçe tribünlerine "beş... beş..."
işareti yapıyordu?

O ELİ, FENERBAHÇE LAVABONA SOKAR SONRA...

Bitmemiş bir maçın, en tehlikeli yanı "güven"in dozudur.

Mustafa Denizli ve takımı maçın ikinci yarısına maçı kazanmış ekip güveni içinde çıkarken, kendi timinin bünyesine 5 yer değişikliği ile başka bir nefs ve hırs sokan Veselinovic'in Fener ihtarını, ne Galatasaray, ne de Mustafa Denizli ciddiye aldı.

Herhalde kazandığını düşünen bir takım, kaybetmeyi düşünmeyen bir ekiple yarışırken, ne onun kadar inançlı, ne onun kadar yırtıcı, ne onun kadar hırslı, ne onun kadar onurlu olabilir.

Bir metafizik gol atan Aykut kaybetmeyi düşünmüyordu. İkinci devre boyunca Galatasaray yarı sahasında şeytanın bolerosundan figürler yapan Rıdvan kaybetmeyi düşünmüyordu. Galatasaray yarı sahasının sol tarafına hangi sarı-kırmızı futbolcu gelmişse onları ayaklarından püskürttüğü eterle bayıltan Hakan kaybetmeyi düşünmüyordu.

Hele hele 90 dakikanın her dakikasinda, sahanın her yerinde Galatasaray takımı ile tek adammış gibisine mücadele eden, 3 muhteşem gol atan ve şimdilerde "Türkiye'nin en iyi santrforu" fetfasını çıkartan Hasan, kaybetmeyi hiç mi hiç düşünmüyordu.

Bu maç basit bir maç değil, Fenerbahçe için bir tarih maçtır.

Belki Fenerli bir şair, ileride bu maçın üstüne şöyle bir mısra düşecektir: FENERBAHÇE YENİLMEZ... BU FORMA İLE DALGA GEÇİLMEZ!

Hiç yorum yok: