Mourinho'yu ve oynattığı futbolu seven birilerine bu dünyada rastlıyoruz zaman zaman ve benim böylelerine verdiğim ilk (ve dolayısıyla tek) tepki o an hemen diyalogu kesip oradan uzaklaşmak oluyor. Bu adam resmen futbol denen güzeller güzeli oyunun katili çünkü. Taraftar, camia, kulüp, televizyon başındaki yüz milyonlar, hatta kendi oyuncuları bile zerre kadar umrunda değil onun. Tek istediği ve düşündüğü şey kaybetmemek, olursa da kazanmak. Elinde 400 milyon avroluk bir takım var ama kendi sahasında, 85 bin seyircisi önünde kendi yarı sahasından hiç çıkmadan doksan dakika defans yaptırıyor o oyunculara. Bunun yanında tıpkı Terim denen muadili gibi onun oyuncularında da son raddede bir ahlâksızlık gırla gidiyor. O 30 yaşındaki koca koca adamlar onuru, gururu bir kenara bırakmış, sadece ve sadece kazanmaya programlı, bunun için de her yolu (ama her yolu) mübah sayan iğrenç yaratıklar hâline gelmiş. Kendilerini yerden yere atmalar, hakemi kandırmaya çalışmalar, itip-kakmalar, yalandan sakat numarası yapmalar vs. Düşünüyorum da, böyle bir adam ve onun bu kadar itici takımına olan nefretim, belki de Fener ve Liverpool'a olan sevgimden bile fazla. Onların kazanmasından çok bu aşağılık adamın kaybetmesini daha fazla istiyorum. Evet böyle. İkinci maçta da umarım bunu göreceğim.
Öte yanda Ancelotti gibi bir tosun var ki, onun 1-2 haftada bir kesip attığı tırnağı bile Mourinho gibi 100 tane şerefsize değişmem. Juventus, Milan ve şimdi de Chelsea'de sadece kafasındaki oyunu oynatmaya çalışan, oyuncularının hiçbirisinde bu geceki Lucio gibi tavırlara rastlayamayacağınız, kime karşı nerede oynarsa oynasın sisteminden ödün vermeyen on numara bir hoca. Aynı zamanda rakiplere sataşma, manipülasyonlar, gereksiz konuşmalar yok; sadece çalışmak ve işine bakmak var. Bu gece kendi takımı kadar değerli bir Inter ile (deplasmanda) oynamasına karşın kaleye tam 18 şut atan da yine onun takımı. Mourinho zamanında nefret ettiğimiz Chelsea'yi aynı oyuncularla sempatik ve oyun oynamaya çalışan bir takım hâline getiren de yine Ancelotti. Bu adamı gerçekten de çok seviyorum.
Maça gelirsek, 4-3-1-2 ile kendi yarı sahasında alan daraltan ve sadece kontratak arayan bir ev sahibi ile, 4-3-3 şeklinde sürekli pas yapıp topa sahip olmak ve gol atmak isteyen bir deplasman takımı vardı sahada. Ancelotti'nin tek değişik hamlesi çift forvetin arkasında oynattığı kontenjanı boşaltıp Kalou'yu sol açıkta görevlendirmek oldu. Maicon gibi dünyanın en iyi sağ beki diyebileceğimiz dinamik bir hücum silahını durdurmayı amaçlamıştı ve bunda da başarılı oldu denebilir. Ayrıca Kalou önemli deplasman golünü de atarak hocasının yüzünü kara çıkarmadı. Ballack sağ iç, Lampard sol iç, Mikel ön libero oynadı ve üçü de çok koştu. Ama Lampard ceza sahasından çok uzaklarda oynadığı için hücumda hemen hemen hiç katkı vermedi. İkinci yarıda Kalou yerine Sturridge girdiğinde de Chelsea'nin şablonu değişmedi. 8/18 şut atan bu takımın Inter'i İngiltere'de yenip eleyeceğini düşünüyor ve umuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder