29 Ekim 2013 Salı

5 maçlık zor viraja girerken..

Fenerbahçe ile ilgili son yazıyı Kasımpaşa maçından sonra yazmıştım. Ve "takımın dizilişi çok riskli, bu dezavantajı değerlendiren, orta sahada iyi pas yapan, oyunun yönünü çabuk değiştiren bir takım başımıza çok iş açar" diyerek takımın savunmadaki yerleşimini göstermiştim. Şöyle bir şeydi:


Yuvarlak içine alınmış yerler, Fenerbahçe'nin kanat savunmasını maksimum derecede zayıflatıyordu. Kasımpaşa maçı, bu tespitin tavan yaptığı maçtı ve rahatlıkla kaybedilebilirdi. Ama Webo'nun son dakika golüyle 3 puan alındı.

O zamandan beri takım 4 lig maçını (içeride Elazığ ve G.Antep, dışarıda G.Birliği ve Erciyes) kazandı, Trabzon ile de (içeride) berabere kaldı. Önce bu rakipler Fenerbahçe karşısına nasıl çıktı, onu değerlendirelim:

Elazığ: Takımın hocası Trond Johan Sollied zaten bu hafta itibarıyla gönderildi. Fenerbahçe maçına da çapını, cürmünü hiç bilmeyen, aşırı hayalperest bir kadro ve oyun anlayışıyla çıkmıştı. Fenerbahçe'nin avantajlı olduğu noktaları (kendince) belirlemiş, onlar hakkında oyuncuları uyarmış ama top kendilerindeyken "çıkın oynayın" demiş gibiydi. Haddini hiç bilmeyen bir futbol oynattı ve 4-0 yenildi. 100 maç oynansa, 100'ünü de Fenerbahçe kazanırdı, öyle bir maçtı. Şu âna kadar sezonun en rahat maçı (Sivas'ın bile önünde hatta).

G.Birliği: Bu dönemdeki en zor maç buydu. Egemen'in muazzam eforu, Kuyt'ın inanılmaz fırsatçılığı ve takipçiliği ile tek golle 3 puan geldi ama maç rahatlıkla berabere de bitebilirdi. Metin Diyadin, Kasımpaşa'yı model alan bir plan kurmuştu ama kadrosu onlar kadar kaliteli olmadığı için bu planı onun istediği oranda uygulayamadılar. Fenerbahçe de bir büyük takım olarak duran toptan golü atıp 3 puanı aldı. Takımın oyunu çok tatmin edici değildi ama Ersun hocanın bu kadar kısa bir sürede aşıladığı istek, arzu, iştah vs. kendini belli ediyordu. Futbol ümit verici değildi ama bu çok ümit vericiydi. Zira takımları şampiyon yapan unsurların en başında biliriz, bu "hava" gelir.

Kayseri: Yine son dakika golüyle kazanılmış bir maç, yine taraftarın büyük çoğunluğunun beğenmediği bir futbol. Üstelik Erciyes'in teknik direktörü Fuat Çapa da, benim hayatımda gördüğüm en kötü teknik direktör performanslarından birini sergiledi bu maçta. Topu %70 oranında Fenerbahçe'ye bıraktı, Fenerbahçe'nin dezavantajlarına ilişkin hiçbir planı yoktu, sadece ve sadece 1 puanı hedefleyen bir anti-futbol oynattı. Adil bir skorla da mağlup oldu. Bence yine Fenerbahçe için fikir verecek bir maç olmadı.

Trabzon: Trabzon teknik direktörünün planlarına bakınca, aslında bu da Fenerbahçe'nin kazanması gereken bir maçtı. Trabzon da bu maçta 1 puan için çıkmıştı, "70'ten sonra skor hâlâ dengedeyse şunu şunu yaparım, galibiyet kovalarım" şeklinde hiçbir düşüncesi yoktu. Hatta Ersun hoca paniğe girip dört santrforlu dizilişe geçtiği andan itibaren Trabzon oyunun hâkimiyetini ele geçirdi. Orada bir hamle yaparak orta sahayı tamamen eline alsa gol bulmaları işten değildi ama Reşit Akçay burada hiçbir hamle yapmadı, kelimenin tam anlamıyla "yetersiz" kaldı ve Ersun hoca da dezavantajı görüp Kuyt/Topuz değişikliği ile oyunu yeniden dengeledi. Dört santrfora dönmesi, bunu düzeltmek için Kuyt'ı çıkarmak zorunda kalması, oyuna Salih'i değil Topuz'u alması vs. hataydı belki ama canı sağ olsun, dünyada hata yapmayan teknik direktör yok. Hiç değilse takım kaybetmedi maçı, genelde böyle fahiş hatalar söz konusu olduğunda kaybedilir çünkü.

Bunun yanında Ersun hoca, yazının girişinde belirttiğim o riskli dizilişi de (biraz da Meireles'in sakatlanmasıyla) değiştirip, top rakipteyken 4-2-1-3 değil, 4-1-2-3 şekline çevirdi. Bu da bence ciddi bir teknik direktör doğrusudur. Orta sahadaki iki oyuncudan hiçbiri 10 numara değil, kâğıt üzerinde "iç oyuncusu" olarak görünüyorlar. Dolayısıyla görev tanımları da değişti, artık beklerine yardım etmeleri gereken bir pozisyonda oynuyorlar.

G.Antep: Bülent Uygun da Fenerbahçe'nin zaaflarını düşünmemiş, bunlar üzerine bir plan kurmamış, "ayağa oynayın, bunu yapabilirseniz geride boşluk buluruz" vs. gibi klişe şeyler söylemiş muhtemelen. Son 30 yıldır Fenerbahçe'nin bir takımı bu kadar sürklase ettiğini en fazla 10 kere görmüşümdür (maçın ilk yarısını kast ediyorum). Fenerbahçe orta sahada Topal - Cristian- Alper üçlüsüyle oynadı bu maçta. Üçü de harika bir performans sergiledi.

Özetlersek, Ersun hoca şu ânâ kadar büyük oranda doğrulara imza atarak, biraz deneme/yanılma ile çok iyi bir çıkardı. Şimdi önümüzde Bursa (d), G.Saray, Antalya (d), Beşiktaş ve Rize (d) maçları var ve herkesin takdir ettiği üzere her biri çok zor olacak. Şimdiye dek bu beş maç kadar zor olan sadece iki maç oynadı Fener; biri Kasımpaşa, diğeri Trabzon. Diğerlerinin hiçbiri, bu beş takımın herhangi birinden daha zor değildi. Eskişehir ve Sivas, bugün oynasak daha zorlanacağımız takımlar, onu da görüyoruz.

Dolayısıyla takımın rüştünü ispat edip etmeyeceği de önümüzdeki beş maça bağlı. Bu zorlu viraj için başarılı sonuç nedir? 9 maçta 22 puan alındığına göre önümüzdeki beş maçtan (G.Saray ve Beşiktaş maçlarını kazanmak şartıyla!) 11 puan alınsa bence kâfidir; yani üç galibiyet, iki beraberlik. Son üç maçtan da en az 7 puan alacağımızı düşünürsek ilk yarıyı 40 puanla bitirebiliriz. Son yılların en iyi performanslarından biri olur bu. Ama işte önümüzdeki beş maç çok önemli. Ersun hocanın kadro seçimi ve daha da önemlisi "oyun anlayışı", bu maçlardaki kaderimizi belirleyecek. Onun şimdiye kadarki tercihlerini ve sonuçlarını değerlendirerek devam edelim.

FORVET

Forvette 13 milyona alınan Emenike ciddi bir problem gibi görünüyor. Zira Webo gerçek bir büyük takım santrforu gibi oynarken, takımın en çalışkan ve özverili oyuncularından biriyken ve belki de en önemlisi takımın sahaya dizilişi açısından "alternatifsiz" bir oyuncuyken (başta Emenike olmak üzere) diğer üç forvetin ismindeki ışıltıya kurban olup yedek kalıyor. Webo iyi oynamasa, takıma faydası diğer üç oyuncunun herhangi birinden daha az olsa veya formsuz olsa eleştiri yapılmazdı. Veya bu dört oyuncunun dördü de aynı formda olsa ve dördü de "büyük takım santrforu olarak sırtı dönük oynama"yı aynı seviyede bilip uygulasa, yine eleştiri yapılmazdı; "hepsini birden oynatamayacağına göre biri yedek kalmak zorunda" vs. denilirdi mesela. Ama bunların hiçbiri değil. Webo hem iyi oynuyor, hem özverili ve çalışkan, hem de gerçek bir 9 numara olarak takımda alternatifi bulunmuyor. Bu yüzden onun kesilmesi, takımdaki adalet duygusu için de tehlikeli.

Bu dört oyuncuyu "üçlü" kombinasyonla düşünerek kısa değerlendirmeler yapalım:

Kuyt - Webo - Sow

Bence en ideal üçlü bu, geçen sene EL yarı finalinin de mimarıdır Webo transferi. Ha, Webo yerine Drogba'yı alsaydık mesela EL finali bankoydu, onu da söyleyeyim. Webo'yu taparcasına seviyorum ama kalitesi belli bir seviyede (Süper Lig seviyesi diyebiliriz) sonuçta, Drogba ise başka bir oyuncu. Türkiye'de yerli/yabancı başka hiçbir futbolcu onun seviyesinde değil bence.

Emenike - Webo - Kuyt

Eskişehir, Sivas ve Kasımpaşa maçlarında oynadı bu üçlü ve toplam 9 gol atıldı. Ama Sow küsmek üzere diye (bence doğru bir kararla) Elazığ maçında bu tim bozuldu.

Kuyt - Emenike - Sow

Bu üçlü bence en kötüsü. 90 dakika boyunca kapalı olarak oynaması kesin olan rakiplere karşı Emenike'yi 9 numaralı pozisyonda oynatmak tam bir çılgınlık. Şimdilik sonuç vermiş gibi görünebilir ama uzun vadede başarılı olması imkânsıza yakın. Emenike hep söylediğim gibi dar alanlarda etkisi sınırlı bir oyuncu, neden? Çünkü oyun zekâsı, tekniği ve yaratıcılığı sınırlı, "ceza sahası reaksiyonları" da alt seviyede. Bir forvet için bu sonuncu özellik çok önemlidir. Mesela Webo, Semih Şentürk, Umut Bulut gibi oyuncular bu konuda Emenike'den çok daha üstün. Çünkü Emenike geniş alanlarda, topu alıp götürerek, adam geçerek vs. oynamaya daha uygun/alışık bir oyuncu. Peki Emenike'nin üstün özellikleri ne? Güç, hız ve şut. Hatta bu parametrelerde o kadar inanılmaz bir seviyede ki, total kalitede Webo, Semih, Umut vs. onunla kıyaslanamaz bile. Ama işte, oyuncuların X bir takımdaki performansını belirleyen temel kriter oyuncunun sahip olduğu kalite değil, sahip olduğu özellikler ve "ROL"E UYGUN OLUP OLMAMASI. Bu yüzden Emenike Avrupa'daki bütün liglerde, "küçük" dediğimiz bütün takımlarda "ligin yıldızı" olarak oynayacak bir oyuncu. "Büyük" takımda oynuyorsa, ona uygun bir şablon ve oyun anlayışı oluşturulmak zorunda. Yoksa şu anda nasılsa öyle olur, sezon sonuna kadar da böyle gider. Fenerbahçe'nin de "Emenike'ye göre" bir futbol oynaması mümkün değil. Alex'e göre bir futbol bile lüks görülüyor artık, ki bence haklı bir önermedir.

Mesela Kuyt öyle mi? Kuyt büyük takımda da, küçük takımda da üçlü forvet, ikili forvet, kanat vs. nerede istiyorsan oynar. Bu vesileyle Türk futbol tarihinin en iyi 5 yabancı transferinden biri olduğunu düşündüğüm Kuyt için Aykut hocamızın ellerini bir kez daha öpüyorum.

Velhasıl, Fenerbahçe gibi kanatları fazlasıyla kullanan, pas yaparak sete yerleşen, oyunu rakip yarı alana yıkan vs. bir takım için Webo alternatifsiz bir oyuncu. E, Kuyt da alternatifsiz diyoruz. Bu durumda ya Sow, ya Emenike oynamak zorunda. Ben, 64 maçlık(!) bir sezonda ligi son haftaya kadar kovalayıp EL'de yarı final oynayan ve Kupa'yı kazanan Kuyt-Webo-Sow üçlüsünü tercih ederim. Takımın 2 farklı önde olduğu her maç Sow yerine Emenike'yi oyuna aldığın anda bu oyuncunun da tabela yapacağını (gol ya da asist) düşünüyorum.

Bursa, G.Saray, Antalya, Beşiktaş ve Rize.. Bu takımların hiçbiri, maç başından itibaren skor dezavantajına düşmedikleri sürece Fenerbahçe'ye kontratak imkânı vermeyecek, buna uygun bir oyun oynamayacak; bu çok önemli! Maç başında da durum 0-0 olduğuna göre maça Emenike'nin başlaması çok yanlış olur. Ama bu maçlarda Fenerbahçe skor avantajını aldığı anda 50. dakikada bile Emenike'yi sahaya sürebilir, 70'e kadar beklemek de geç oluyor çünkü.

Buraya kadar yazdıklarımın özeti ve özü şu: Fenerbahçe, öne geçmediği sürece ligdeki maçların %90'ını "kapalı savunmalara karşı" oynuyor. Emenike bu savunmalara karşı etkisiz, etkisiz olduğu gibi kendi güçlü olduğu özelliklerini de kullanacak bir ortam bulamıyor. Dolayısıyla performansı ve değeri düşüyor. Kayseri'de ve G.Antep maçında goller attı ama bence bu bir illüzyon. Uzun vadede hangi görüşün isabetli olduğunu göreceğiz.

ORTA SAHA

Burada 3 pozisyona (Topuz'u saymıyorum) 8 aday olduğu için hocanın işi daha zor. Şimdiye kadar forvette olduğu oranda tantana olmamasının sebebi ise sakatlıklardı. Emre ve Meireles gibi yedek kalması sıkıntı yaratabilecek oyuncular uzun süreli sakatlık yaşayınca Ersun hoca hemen hemen her maç farklı tercihler yaparak ilginç bir yol izledi. Normalde yeni bir teknik diretörün bir 11 belirleyip işler iyi gittiği sürece değiştirmemesi gerekir ama bu sezonki Fenerbahçe'nin orta sahası için, bu neredeyse imkânsız. Çünkü belirttiğim gibi 8 oyuncu var; bunlardan üçünü seçip 4 maça onlarla çıktığın anda, diğer beşlinin en az üç tanesi küser, haftalarca da kendine gelemez. Futbolcu milletini tanıyoruz neticede.

Bu yüzden Ersun hoca usta bir teknik direktör gibi oyuncu psikolojilerini dengede tutmaya çalışıp orta sahasını sürekli değiştirdi. Bunun dezavantajı şu olabilirdi: Her maç farklı üçlü oynadığı için oyuncuların birlikte oynama alışkanlığı kazanamamasından dolayı "oyun organizasyonu"nda sıkıntı olabilir ve puan kaybedilebilirdi. Sıkıntı oldu ama fikstürün muazzam avantajıyla söz konusu puan kayıpları minimum seviyede kaldı.

Aynı zamanda puan kayıpları beklenenin altında kalınca, hocanın tercihinin olumlu bir tarafı ortaya çıkmış oldu: "Rakipler için Fenerbahçe'yi analiz etmek".. Şimdi Daum mesela, hafta sonu Fenerbahçe'nin hangi orta saha üçlüsüyle maça çıkacağını bilmiyor, hiçbirimiz bilmiyoruz. Bu ciddi bir avantajdır.

Oyuncu isimleri değişse de, oyuncunun "mevkiinin gerekliliği" açısından Fenerbahçe orta sahası için artık net fikirlere sahibiz. Ne demek istiyorum? Yine forvetten başlayayım: Anlaşılıyor ki Ersun hoca, Aykut hocanın üç santrforlu sistemini devam ettirecek. Dört forveti takımda tutup Krasic ve Stoch'u göndermesiyle de bunu belli etmişti zaten. Ya iki santrfora dönecekti ya da üç santrforlu bir 4-3-3 oynayacaktı. O ikinciyi tercih etti ve devam ediyor. Mesela Hollanda, Fransa tarzı takımlarda ileri üçlü 7, 9 ve 11 numaralardan oluşur. Fenerbahçe ise geçen sezon Aykut hocanın oturttuğu çok ilginç modelle oynuyor. İşe yaradığı için de Ersun Yanal bunu bozmadı, bunda bir sakınca yok. Hatta bir teknik direktör doğrusudur diyebiliriz.

Orta sahada ise Kasımpaşa maçından sonra bir değişiklik yaptı, dizilişi görerek bu konuyu açalım:


Diziliş bu. Eski tabirlerle söylersek takımda iki 4 numara, bir 2 ve bir 3 numara, bir 6 numara (ön libero), iki 8 numara (box-to-box), üç tane de 9 numara var. Bu diziliş Aykut hocanınkinden farklı, zira onun orta sahası şöyleydi:


Bu sistemde mesela Meireles'in tek bir maçta bile son hafta Alper'in yaptığı ceza sahası dalışlarını göremedik. Zaten Topal hiç yapmıyor onu, dolayısıyla roller çok belliydi ve tedbir alınması daha kolaydı.

Ayrıca Alex'ten daha defansif diye 10 numara olarak oynatılan Cristian pek çok maçta Alex kadar koştu, Alex kadar mücadele etti, defansa da Alex kadar yardım etti. İleri gittiğinde geri gelemedi, gerideyken ileri gidemedi. Çünkü çok basit: Cristian 10 numara oynayabilecek bir oyuncu değildi. Buna rağmen sahip olduğu özellikleri kullanabildiği anlarda takıma çok faydalı oldu, onu da söyleyeyim.

Yeniden Ersun hocanın sistemine dönersek, burada tek bir 6 numara ve onun önünde iki tane 8 numara var dedik. Fenerbahçe bu sezon 14 resmî maç oynadı ve eldeki 8 orta saha oyuncusunun özelliklerine ve ayrıca dizilişteki "rol"lerin gerekliliklerine göre hangi oyuncunun nerede oynaması gerektiği, en fazla verimi nerede vereceği de artık belli oldu denebilir. Yani demek istiyorum ki, 6 numaralı pozisyon için takımda iki aday var: Topal ve Selçuk. Topal oynamazsa Meireles değil, Cristian değil, Emre değil, Selçuk.. Ama mesela Selçuk ile Topal da "hiçbir surette" aynı anda oynayamaz artık, "roller belli oldu" derken bunu kast ediyordum.

Sezon başında da yazdığım gibi Fenerbahçe kadrosunun en önemli oyuncusu Mehmet Topal, o olmazsa Selçuk. Bu oyuncuların varlığı sayesinde Gökhan ve Caner gibi iki hücumcu bek oynatabiliyor Fenerbahçe, "yani Topal veya Selçuk sayesinde, hücumdaki en büyük silahını işletebiliyor". Bu bir..

8 numaralı oyuncular içinse konu karışık. Çünkü futbolda 8 numaraların oyundaki rolleri, 6 numaralar kadar "sınırlı çizgilerle çizilmiş" değil. 6 numaralı oyuncuların özellikleri çok klasiktir; stoper özelliği de olan, ikili mücadelelerde güçlü, hava topuna çıkabilen, kısa pası iyi oynayan, defansta oyunu iyi okuyup pasların atılacağı yerleri iyi tahmin edebilen vs. bir oyuncudur. 8 numara ise sınırsız çeşitlilikte özelliğin herhangi üç-beş tanesini haiz olabilir. En tanınmış oyunculardan örnek vereyim: Mesela Barcelona takımında tıpkı bu seneki Fenerbahçe gibi bir 6 numaranın (Busquets) önünde iki tane 8 numara (Xavi, Iniesta) oynuyor. Bu ikisinin benzer özellikleri de var elbette ama Xavi daha "orta saha" gibi ve daha geride oynayan oyuncuyken Iniesta daha hücumcu, rakip ceza sahasına daha çok giren, daha hareketli ve maç içinde "daha ileride pozisyon alan" bir oyuncu. Ersun hoca da kendisine bu modeli örnek alıyor. Son iki sezondur ligde Eskişehir'in oynadığı maçların 3/4'ünü seyrettim (Eskişehirspor kongre üyesi olan bir dostumun hatrı nedeniyle), şöyle oynatırdı o takımı:


Burada Tello Xavi rolünde, Alper de Iniesta rolündeydi. Fenerbahçe'de oyuncuların söz konusu rolleri bakımından (Kasımpaşa maçından beri) aynı şablonu uygulatıyor Ersun hoca. Şimdi bu sezon Fenerbahçe takımındaki oyuncuları, bu rollere göre mevkilere dağıtalım:


Bu ne demek? Eğer müşkül bir durum yoksa Topal ile Selçuk aynı anda oynamamalıdır. Emre, Meireles, Cristian ve Salih aynı anda oynamamalıdır. Alper ve Holmen de aynı anda oynamamalıdır. Bu üç havuzdan birer oyuncu seçerek orta saha kurulmalı. Nedenlerini saymaya başlıyorum:

Ön libero oynayan oyuncunun özelliklerini yukarıda anlattım, bir daha sayayım: Stoper özelliği de olan, ikili mücadelelerde güçlü, hava topuna çıkabilen, kısa pası iyi oynayan, defansta oyunu iyi okuyup pasların atılacağı yerleri iyi tahmin edebilen vs. Kadroda bu özellikleri taşıyan oyuncular kim? Topal ve Selçuk. Başka var mı? Yok. Diğer altı oyuncudan hangisini burada oynatsan, mevkiin bazı "olmazsa olmaz" gerekliliklerini yerine getiremeyecek demektir. Kendiniz de tek tek bakarak bunu görebilirsiniz.

8 numaralı oyunculardan biri daha geride kalan, oyun kurma ve pas bağlantılarında etkili, en önemlisi "kilit pas, uzun pas, atağın yönünü aniden değiştiren pas atma" konusunda maharetli olacak dedik. Aynı zamanda 6 numaralı oyuncu beklerden birinin kademesine girdiğinde onun boşalttığı pozisyona geçerek orada ön liberoluk yapması gerekiyor. Yani şöyle:


Diyelim ki takım Gökhan'ı hücuma çıkardı ve top bir şekilde rakibe geçti. Orada Gökhan'ın kademesine Topal gittiği için stoperlerin önünde "geriden gelen oyuncuları karşılayacak" kimse kalmıyor. İşte 8 numaralardan biri bunu yapmak zorunda. Aykut hoca zamanında iki adet çakılı 6 numara ile oynuyorduk; böylece hangisinin tarafındaki bek çıkmışsa o oyuncu kademeye giriyordu, diğeri de merkeze yanaşıyordu. Ama Ersun hocanın "iki 8 numaralı" dizilişinde ön liberonun önündeki diğer iki oyuncuya "top rakibe geçtiği anda hanginiz Topal'a yakınsa o geriye koşsun" gibi bir şey söyleniyor muhtemelen. Son maçta Alper daha hücuma dönük oynadığı için genelde Cristian geride kaldı ama önemli olan Alper'in pozisyonunda oynayan oyuncunun geçen sezonki Cristian gibi değil, son maçtaki Alper gibi ya da Sivas maçındaki Holmen gibi oynaması.. Yani nedir? Hem ileride hücum prese muazzam bir katkı ve agresyon, hem de diğer 8 numara ileri çıkıp kaldıysa (zira çıkabilir, hatta çıkmalıdır) mutlak surette geriye koşmak.. Sivas maçında Holmen, son maçta da Alper bunu çok iyi yaptı.

Velhasıl Raul, Cristian, Emre, Salih, Holmen ve Alper'den de "herhangi iki tanesinin" oynaması asla ve asla söz konusu değil. Emre, Raul ve Cristian'ın, "hücuma dönük olan 8 numara" pozisyonunda oynaması im-kân-sız. Oyna dersen oynarlar tabii ama Alper ve Holmen'in 3/4'ü kadar bile katkı sağlamazlar. Çünkü bu oyuncuların üçünde de orası için büyük bir eksiklik var: "Ceza sahası içine dalışlar". Emre yaşlandıkça bu özelliğini kaybetti, yoksa 5 yıl önceki Emre muhteşem olurdu. Raul aynı şekilde, o zaten hiçbir zaman son maçtaki Alper tipinde (ya da Iniesta tipinde) bir oyuncu olmadı. Hep "ön liberonun yardımcısı olan, geride pas trafiğini yöneten, rakip atakları kesen" (ama tabii bunları kusursuza yakın bir kalite ile yapan) bir oyuncuydu. Cristian'ı hiç söylemiyorum bile.

Bu yüzden Fenerbahçe'de rol dağılımları artık belli oldu bence. Orta sahadaki bir pozisyonda ya Topal, ya Selçuk; diğer pozisyonda ya Emre, ya Meireles, ya Cristian, ya Salih; diğer pozisyonda da ya Alper, ya da Holmen oynamalıdır. Trabzon maçında Alper/Holmen ikilisi beni de çok heyecanlandırmıştı ama takımın ne kadar "kazma" kaldığını hep beraber gördük. Bu iki oyuncu aynı anda değil, "Cristian/Emre/Meireles üçlüsünden biri ile oynadığında" verimli oluyor.

Peki hangi üçlü oynayacak? Topal ya da Selçuk banko, onları geçiyorum. Twitter'da takip ettiğim Fenerbahçeli hesapların %99'u ile ayrı düşünerek 8 numaralardan "pasör" olanı için "şu gün itibarıyla" Cristian'ın en doğru tercih olduğunu düşünüyorum ben. Emre zaten formda değil, yavaş yavaş toparlanacak ve bu maçlar, o maçlar değil. Meireles aynı şekilde, o da birkaç maçtır yok. Cristian bu iki oyuncudan defansta daha az akıllı, daha az gayretli ve daha az agresif belki ama bu konularda onun "sahip olduğu kadarı" da şimdilik su götürüyor. Ama öte yandan Cristian diğer ikisinden de "daha iki yönlü ve daha iyi pasör" bir oyuncu. Meireles'in sezon boyunca ceza sahasına attığı "kilit pas" sayısı beşi geçmez ama Cristian her maç en az bir tane atıyor bunlardan. Emre de mesela Erciyes maçında Sow'a muhteşem bir uzun pas atmıştı, 12. dakikada.. Crsitian burada en iyi tercih, şimdilik.. (Bu arada şu notu eklmeyi bir borç biliyorum: "Total kalite" olarak Meireles bütün Fenerbahçe orta sahasındaki en iyi futbolcu, bu ayrı bir şey.. Önemli olan en iyi oyuncuları oynatmak değil, "birbiriyle en uyumlu" oyuncuları oynatmak. Çok sevdiğim Raul ile ilgili yazdıklarım bu açıdan değerlendirilsin.)

Diğer 8 numara içinse sadece iki aday var: Alper veya Holmen. Bu ikisi dışında, hatta zorlarsa burası için müthiş bir oyuncu olabilecek Salih de dâhil, hiçbir oyuncu bugün itibarıyla Alper ve Holmen'in verdiği katkıyı veremez. Çünkü bunlar geçen sezon ligimizin "rakipten en çok hücum ribaund'u alan" oyuncuları, bu bir. İkincisi "pres zamanlaması" dediğimiz şeye doğuştan sahipler. Üçüncüsü ceza sahasına sürekli giren, sürekli arayışta olan "temposu yüksek" oyuncular. Bu yüzden bunlar birbirinin alternatifidir ama Emre, Meireles ve Cristian bu ikisinin alternatifi değil. Onlar "tempo" konusunda Alper ve Holmen'in çok çok gerisinde. Yani ne demek istiyorum? Atılan bir uzun top Webo tarafından yay civarına indirilse, Alper veya Holmen orada bir şekilde olur ama Cristian, Emre ve Meireles olmaz. Çünkü bunların iki tanesi hayatlarında hiç böyle oynamamış, diğeri Emre ise artık yaşlandığı için tamamen "geriden pas trafiğini yöneten oyuncu" modeline dönüştü. Selçuk İnan bile Cristian, Meireles ve Emre'den daha çok yapıyor bu koşuları, ki pozisyon olarak daha geride oynamasına rağmen..

SONUÇ:

Fenerbahçe, önümüzdeki beş maçtan (G.Saray'ı ve Beşiktaş'ı yenmek şartıyla) 11 puan alırsa, büyük ihtimalle ilk yarıyı açık bir farkla önde kapatacak. Sezon sonunda da muhtemelen şampiyon olacak. Ersun hocanın 9 haftalık denemelerden sonra bu zorlu dönemeçte artık "kimyası en yüksek" kadroyu sahaya sürmesi gerekiyor, naçizane görüşüm bu. O da an itibarıyla şöyle:


0-0'ı en iyi oynayacak kadro bu.

Skor avantajı yakalanırsa 60'ta (devre arasında bile olabilir) Alper'in yerine Emre, Sow'un yerine Emenike girdiği anda Fenerbahçe Emre vesilesiyle önce oyunun hâkimi olup, Emenike ile sayısız kontratak fırsatı yakalayabilir. Özellikle Bursa, G.Saray ve Beşiktaş maçlarında öne geçersek Emre ve Emenike kozunu mutlaka oynamalıyız.

En azından son maçı bu şekilde oynayıp kazandığı için Bursa maçında da orta sahanın değişmeyeceğini umuyorum. Yalnız Emenike 2 gol attığı için muhtemelen Webo yine yedek oturacak, bunun sonuçlarını da (olumlu ya da olumsuz) yaşayıp göreceğiz.

Hiç yorum yok: