Önce Konya maçıyla başlayalım, "geride bırakalım" dediysek hiç yaşanmamış gibi davranacağız anlamına gelmiyor çünkü. Son 2 yıldır pek çok maç sonrasında Twitter'dan da belirttiğim gibi teknik direktör "çıkın 4-1-5 oynayın, defansı boşverin" falan dese, yine de uluslararası deneyimi bu seviyede olan oyuncuların Konya'ya karşı 2-0'dan 3-2 maç vermeye hakkı yok. Biraz futbol oynamış herkes bunu bilir, (Ersun hocanın kabahatleri giderek artıyor olsa da) dün geceki maçın kaybedilmesinde hocanın etkisi futbolcuların en fazla beşte biridir. Ha, 2-0 öne geçilmesinde de onun katkısı çok azdı, bu ayrı bir konu. Ama artık maç oraya geldikten sonra, futbolcuların saha içinde ve kendi arasında organize olup oyunu tutması, en azından 2-3 kontratak yapabilmesi ve HİÇBİR KOŞULDA MAÇI KAYBETMEMESİ gerekirdi.
Öte yandan, 30 yıldan beri Fenerbahçe'yi takip eden biri olarak en alışık olduğum kavramlardan biri "hayırlı mağlubiyet" olduğu için, bünyemiz bu tür deneyimlere alışık, bunu belirtmem lâzım. Ve fakat yarattığı tahribat duygusu giderek azalıyor, bu iyi mi yoksa kötü mü, bilemedim. Ama tahribat en üst seviyede de olsa, maçtan sonra Emenike'nin ısrarla belirttiği gibi, şimdi Konya maçını geride bırakıp hayati derecede önem arz eden Arsenal maçına ve yakın/orta geleceğe bakmak lâzım.
Süper Kupa maçınının gecesinde yazar Yakup Sevindik ile Twitter'dan bir münazara yapmıştık. Diyordu ki "Ersun hoca takım savunmasını biraz toparlasın, bu takım rayına girer." Ben de kendisine "takım savunması, 'hadi savunmayı oturtalım' demekle oturtulmuyor, sorun Ersun hocanın top bizdeyken yaptırdıklarında" diye itiraz etmiştim. Çünkü Ersun hocayı biliyorum; kendisini Denizlispor, Ankaragücü ve Gençlerbirliği dönemlerinde çok yakından izledim. Millî takımda bırakmıştım (zira Türk millî takımına herhangi bir ilgi duymuyorum) ama Trabzon döneminde yeniden takibe aldım. Eskişehir'in ise son 1.5 sezonda 30'dan fazla maçını seyrettim. Dolayısıyla kendisini ve teknik direktörlük tarzını çok iyi tanıyorum. Ve rahatlıkla söyleyebilirim ki, Ersun hocanın başında olduğu bir takımın güvenli bir takım savunması yapması ("bugün için") imkânsıza yakın bir şey. Bunu bu saatten, 13 yıllık bir geçmişten sonra "hadi bir de böyle deneyelim" diyerek değiştirebilmesi de pek mümkün değil. Bunu önümüzdeki haftalarda göreceğiz ve çok üzüleceğiz ama gerçek böyle. Peki bu, bu sezon "kesinlikle başarısız" olacağımız anlamına mı geliyor? Hayır. Ersun hoca "en az" bu sezonun sonuna kadar kalmalı mı? Kesinlikle evet. Fenerbahçe taraftarı da hocasına ne olursa olsun sahip çıkmalı ve Arsenal gibi, kulübün 3-5 yıllık geleceği açısından yaşamsal önemi haiz bir maçın arefesinde sadece ve sadece destek olmalıdır. Önce bunu bir yere koyuyorum.
Ersun hocayı çok iyi tanıyorum dedim, şimdi bunu açıyorum. Oradan da Arsenal maçına geleceğim. Bir kere Türkiye'deki futbol ulemalarının bilmesi ve anlaması gereken ilk şey "teknik direktörlük mesleğinin ne olduğu ve nasıl bir şey olduğu" bence. Zira bu meslek, belli bir el kitabı olan, herkesin aynı yöntemleri uygulayıp aynı sonuçları almayı umduğu vs. bir iş değil. Hatta "yiğidin yoğurt yiyişi" açısından bakarsak, dünyada bu konuda "en fazla çeşitlilik arz eden" meslek bence teknik direktörlüktür. Futbolun muhteşem bir oyun olmasının sırlarından biri de bu; sonucunu tahmin edilemez kılan pek çok faktörden sadece biri.
Ersun Yanal, her teknik direktör gibi yoğurdu kendi yöntemiyle yiyen, yoğurt yiyişi de bu ülkede bugüne kadar takdir edilmiş bir hoca. Hatta onun tarzının Fenerbahçe'ye çok uygun olduğu hep söylenmiştir. Öyle ya, Fenerbahçe taraftarı koşan, basan, iştahlı, coşkulu bir takım istemiyor mu? Hepimiz yıllardan beri bunu söyler dururuz, tek tük şahit olabildiğimiz o coşkuyu takımda görünce "böyle oynasınlar, canımızı yesinler" deriz. Hakikaten de Fenerbahçe taraftarı bu konuda dünya üzerindeki en eşsiz taraftardır diyebilirim. Kaleye Pancu'nun geçtiği maçta Beşiktaş'ı maç boyunca dövüp sonunda 4-3 yenildiğinde, o taraftar Fenerbahçe'yi ayakta alkışlamıştı. İşte Ersun hocadan hepimizin beklentisi, böyle bir takım yaratmasıydı. Hepimiz onun, kaybetse de kazansa da taraftara keyif veren "o" takımın hocası olduğunu düşündük ama bunu beklerken ve söylerken, Ersun Yanal isminin insana düşündürttüğü o oyun tarzının bir takımda oturabilmesi için en az 1, hatta belki de 2-3 yıl gerektiğini unuttuk. Bu kadar sabredilmeyecekse, o zaman hocadan o oyun da beklenmemeliydi. "Biz beklemiyoruz da, o yine de oynatıyor" diyenler olabilir, şimdi oraya geliyoruz.
Ersun hocanın Fenerbahçe'nin başında 4 resmî, bir de en ciddi hazırlık müsabakası olan PSV maçını seyrettik. Dolayısıyla elimizde yeterli done mevcut. Ne için? "Ne yapmak istiyor", onu görebilmek için. Nitekim gördük de.. Ve 30 yıldır futbol seyrediyorsak, biraz bu oyundan anlıyorsak, tünelin ucunda ŞU AN İÇİN hiçbir şekilde bir ışık olmadığını, Aragones'li sezonun bire bir aynısı bir sezon geçireceğimizi net bir şekilde tespit edebiliyor olmamız lâzım. Neden böyle diyorum? Nedenlerini sırayla yazayım:
En temel konudan gireceğim, ki bu konuya blog'da daha önce defalarca değindim: Fenerbahçe gibi büyük ve "sıkıntısı çok olan" kulüplerde teknik direktörlüğün yarısı "takım mühendisliği"; diğer yarısının bir yarısı oyuncu ilişkileri ve motivatörlük, diğeri de sahaya doğru takım sürmek ve oyuna doğru müdahaleleri yapmaktır. Kafa karıştırdığımı biliyorum, bu yüzden formülize edeceğim. Teknik direktörün yaptığı işin alt kıvrımlarına, toplam 100 puanı bölersek:
- Sezon başında takımı kurma (40)
- Oyuncu ilişkileri, liderlik, motivasyon gücü (25)
- Takıma yaptırılan taktik antrenmanlar (15)
- İlk 11 tertibi (10)
- Maç içindeki müdahaleler (10)
Elbette bu benim görüşüm, herkes bu puanlamayı kendi istediği şekilde yapabilir. Bu maddelerden gidersek, teknik direktörlerin yoğurt yiyişi demiştik ya, işte bu alt kıvrımlarda her teknik direktör birbirinden ayrılıyor ve özelleşiyor, kendi tarzını meydana getiriyor. Örneğin bir teknik direktör muhteşem bir takım mühendisi olabilir ama liderlik özelliği zayıftır. Veya oyun içinde kilitleniyor, hiçbir hamlesiyle oyuna olumlu müdahale edemiyordur vs. Bir hocanın, bu maddelerin hepsinde birden "en iyi" olması mümkün değil zaten, nitekim öyle bir hoca da yok. Ama her madde için olabilecek en üst seviyeye gelmek adına sürekli çalışmak ve kendini geliştirmek lâzım, bu da herkesin takdir edeceği bir gerçek.
Mesela benim için dünyanın en iyi 3 teknik direktöründen biri olan Rafa Benitez'i ele alalım. Ben bir takım sahibi olsam, dünya üzerinde alacağım tek hoca Benitez'dir ama Liverpool'da geçirdiği 6 yıla baktığınızda, Benitez'e asla para harcatmamanız gerektiğini görürsünüz. Sokağa attığı €'ların bir kısmı şöyle: (Bitik) Morientes 10, Djibril Cisse 20, Pennant 9, Babel 17, Keane 24, Riera 10, Dossena 9, Aquilani 20 vs. Şimdi, bu adama transfer bütçesi emanet edilir mi? Ama öte yandan 1990 yılından beri Liverpool taraftarıyım, Benitez zamanındaki futbolu da son 23 yıldır hiçbir sezon görmedim. Benitez'den beri de görmedim ayrıca, ilk kez Brendon Rodgers ile yeniden ümitliyim diyebilirim. Bu ayrı konu ama Benitez ve hocaların "spesiyaliteleri" hakkında sanırım demek istediğimi anlatabildim.
Ersun Yanal için yukarıdaki maddeleri tek tek değerlendirmeye başlayalım:
- Sezon başında takımı kurma:
Ersun hoca her şeyden önce bu konuda son derece dezavantajlı (%40 gitti), zira mevcut Fenerbahçe takımı Aykut Kocaman'ın eseri. "Aykut Kocaman ile Ersun Yanal'ın yoğurt yiyişlerinin siyah ile beyaz kadar farklı olduğunu" göz önünde bulundurursak, Ersun Yanal'ın BU KADROYLA ve KENDİ FELSEFESİNİ UYGULATARAK başarılı olma ihtimali nedir? Bence çok çok düşük. Peki ne yapacağız, pes mi edeceğiz? Tabii ki hayır. Bu muhtemel başarısızlığı önlemenin yollarını düşüneceğiz, en çok da Ersun Yanal düşünecek. Gecesini gündüzüne katarak düşünecek hatta; bu, "hayatının fırsatı" diyebileceğimiz şansı kaybetmemek için her teknik direktörden daha fazla çalışacak belki. Ben bunu yapacağını biliyorum ve en baştan buna saygı duyuyorum. Sezon boyunca da bu tavrımı devam ettireceğim, isterse takım 15. olsun.
En çok Ersun hoca düşünecek dedik, dışarıdan gözlem olarak biz kendi görüşlerimizi yazalım. Takımı o kurmadığı için husule gelebilecek bu muhtemel başarısızlığı nasıl önlerdin/önlersin?
1. Aykut Kocaman gibi bir teknik direktörün ardından Ersun Yanal gibi birini hiçbir şekilde göreve getirmezdin. Sadece Aykut hoca da değil, taa Parreira'dan beri Fenerbahçe'nin bir oyun dinamiği var. Hatta Alex geldikten sonra bu, takımın ayrılmaz bir parçası hâline dönüştü ve kadrolar hep buna göre kuruldu. Zico, Aragones, Daum ve Kocaman'dan sonra Yanal'ı hiç getirmezdin. Getirmemen gerekirdi.
2. Ama getirdin diyelim, ki kendisini sever sayarım. Fenerbahçe'nin başına geçmesi de hiçbir şekilde beni rahatsız etmemiştir. Ama işte.. MEVCUT TAKIMIN YARISINI DAĞITIP, Ersun Yanal felsefesine uygun transferlerin yapılması şartıyla.. Bu da yapılmadı. Ha, yönetim "Ersun hoca ne istediyse yaptık" diyebilir, bunu diyorsa o zaman bu kadroyla yola çıkmanın kabahati Ersun Yanal'da olmuş olur. Bu konu, işin iç yüzünü bilmediğimiz için muallâkta..
Ama her hâli kârda bunun yapılması gerekiyordu. Ersun hoca ve mevcut Fenerbahçe kadrosu, hocanın oyun felsefesi nedeniyle "bir arada olamaz". O geliyorsa, o zaman takımın yarısını değiştirmek gerekirdi. Takımı değiştirmeyeceksen, hocayı getirmeyecektin. İki, iki daha dört..
3. Ama bu da yapılmadı diyelim, ki yapılmadı.. O zaman takım bu takım, hoca da Ersun Yanal ise Ersun hocanın kendini mutlak surette "dönüştürmesi" (yazının başlığına gelmiş oldum) gerekiyor. Yani "büyük" teknik direktör olmak için ilk ve şimdiye kadarki en büyük sınavını veriyor Yanal.
Bu 3. maddeyi detaylandırarak devam ediyorum, çünkü bu konu hayati derecede önemli.
1990 Dünya Kupasında çeyrek final oynayan Tomáš Skuhravý'li unutulmaz Çekoslovakya'nın teknik direktörü Josef Venglos, ertesi yıl Fenerbahçe'ye geldi ve ilginç bir şekilde 2 tam sezon çalıştı (son 23 yılda bu şerefe nail olabilen yegâne hocalarımız: Venglos, Daum, Kocaman). O gelmeden 1 yıl önce Fenerbahçe ligin ilk maçında, tarihinde ilk kez 1. ligde oynayan Aydınspor'a Kadıköy'de 1-6 yenilmişti. Kaderin bir cilvesi olarak, ertesi yıl yine ilk maç Kadıköy'de Fenerbahçe ile Aydınspor arasındaydı ve bizim radyodan dinlediğimiz o maç da 2-1 Aydın'ın üstünlüğüyle bitmişti. Venglos'un bu maçla birlikte başlayan ilk sezonunda, Ahmet Çakar ve yardımcısı Çetin Oytuner'in Beşiktaş maçında "çizgiyi geçti" dediği golle şampiyonluk kaçtı, takım da ikinci oldu ama Metin Aşık, Venglos ile devam etti. İşte ondan sonra Venglos saçmalamaya başladı. Zorluk derecesi çok yüksek maçlara tek orta sahalı, 4 forvetli acayip kadrolarla çıktı. Şimdi inanmayabilirsiniz ama ligin ilk 2 maçında Fenerbahçe 11'i şöyleydi:
Ama bunlar hep geçici çözümler ve beyhude arayışlardı. Takımın kimyası bozuktu ve yıldız futbolcu sayısı çok fazlaydı. Venglos da bu topluluktan bir "takım" yaratamıyordu. O sezon bu şekilde geldi geçti: Sigma'yı İnönü'de 1-0 yenerken rakibin 7-8 gol pozisyonu vardı, Venglos o maçtan gerekli dersleri almayınca deplasmanda 7-1'lik facia geldi. 3 gün sonra, hoop.. G.Saray'ı Ali Sami Yen'de Aykut'un golüyle 1-0 yendik, her şey toz pembe.. İlerleyen haftalarda toparlanan ve ligin ikinci yarısında 30 maçlık maratonun 22. haftasını lider geçiren takım (buraya dikkat buyurunuz: "22. haftayı lider geçiren takım"), son 8 haftada 3 galibiyet, 5 mağlubiyet alarak ligi 5. sırada bitirdi ve Avrupa Kupalarına katılamadı! Tarihte örneği yoktur :(
1994'ün sonlarında Ali Şen, daha sonra rahmetli olan Hasan Özaydın'ın yerine başkan olduğunda devre arası Osieck'i gönderip Tomislav İviç'i getirmişti. İviç kim? Çok ama çok büyük bir hoca. Şimdi size Fenerbahçe'den önce çalıştırdığını hatırladığım birkaç takım yazacağım, aklınız gidecek: Ajax, Anderlecht, G.Saray, PAO, Dinamo Zagreb, Porto, PSG, Atletico Madrid, Marseille ve Benfica.. Türk futbol tarihinde böyle bir hoca duydunuz mu? Kariyer olarak belki de bu ülke futbolunun gördüğü en büyük hocaydı merhum İviç ama Fenerbahçe'ye geldiğinde kadronun şekline/şemaline hiç bakmadan, hayatı boyunca uygulattığı 3-4-3 dizilişini takıma monte etmeye çalıştı. Ligin ikinci yarısı boyunca Fenerbahçe genellikle şu abuk 11 ile sahaya çıkmıştı:
Kardeşim, böyle bir takım olur mu yahu? Neresinden tutsan elinde kalıyor: Tek ön libero Oğuz, sağ kanat Kemalettin (!!), sol açık Aykut (!!!).. Gerçi İviç o kadar iyi bir hocaydı ve kısacık bir sürede bu kel alâka taktiği takıma o kadar benimsetti ki, takım bazı maçlarda hiç de fena oynamadı. G.Saray'ı da Kadıköy'de Aykut hocanın sol açık oynayıp hat-trick yaptığı maçta 3-0 yenmiştik. Ama sezon sonu 2 iyi, 1 kötü şeklinde geçen haftalardan sonra Fenerbahçe ligi 4. bitirdi, İviç de gönderildi.
Zdenek Zeman'ı yaşı yeten her Fenerbahçeli hatırlar, 1999/2000 sezonunun 5. haftasında Rıdvan Dilmen istifa edince, Zeman Fenerbahçe'nin yeni teknik direktörü olmuştu. Zeman da bence çok iyi bir hocaydı ama Fenerbahçe ile bir arada O-LA-MAZ-DI. Çünkü ben Zeman'ın yoğurt yiyişini biliyordum ve o tarz, Fenerbahçe'nin o anki kadrosuna asla uygulanamayacak bir tarzdı. Bunun nedeni ne kadronun kötü olması, ne de Zeman'ın kötü olması.. Sadece hocayla takım uyuşmuyor, bu kadar basit.
Zeman Fener'e geldiği zaman sonuçta Lazio ile Serie A'yı 2. ve 3. bitirmiş, Roma'da Totti'yi keşfetmiş, her daim göze hoş gelen futbol oynatan bir hocaydı. Ama Roma'da orta sahası Eusebio Di Francesco, Luigi Di Biagio ve Damiano Tommasi; forveti de Paulo Sergio, Marco Delvecchio ve Francesco Totti şeklindeydi. Fener'e geldiğinde ne buldu peki? Forvetleri Boliç, Aygün ve bitik bir Moldovan; orta sahası Mosheau, Sergen, Kemalettin, Tayfun, Abdullah ve sakatlıktan dönmüş Metin olan bir takım.. Bir Adana deplasmanı hatırlıyorum, takım sahaya şu dizilişle çıkmıştı:
Mosheau sağ açık (!), Moldovan sol açık (!!), santrfor Aygün (!!!). Kâbus gibi geçen birkaç haftanın ve Pendik faciasının ardından Zeman apar topar gönderildi, yerine Turan Sofuoğlu getirildi.
Bu örnekleri neden verdim? Çünkü Ersun hoca ile de böyle olmasından korkuyorum. Bir iyi, bir kötü.. 5-1, 6-2'lik maçlar.. G.Saray'ı yenmişsin, 25. hafta lidersin, hoop.. Sezon sonu 3. olmuşsun. Biz bütün 90'lı yılları böyle geçirdik. Aragones'li sezon, bize o yılları bire bir hatırlatmıştı. Ersun hoca ile yapılan başlangıç da maalesef bana aynı hissi veriyor.
Bunun olmaması için Ersun hocanın Fenerbahçe tarihinden örnek alması gereken isimse Zico. Zico Fenerbahçe'nin 100. yılında teknik direktör olduğunda Kezman ve Deivid alındıktan sonra şöyle 11'lerle sahaya sürüyordu takımı:
Böyle bir forvet ve orta saha olabilir mi? Zico dönemini herkes hatırladığı için uzatmayacağım; sezon başında CL'den elenilmesi ve 4-2, 3-2 biten kahır dolu maçlardan sonra Newcastle deplasmanında 4-4-1-1'e dönüş yaptı Zico. Sonuçta o sezon şampiyonluk ve sonraki sezon CL'de çeyrek final ile kulüp tarihinin en büyük başarısı geldi. Zico kendisini "dönüştürdü" ve başarılı oldu.
Bütün bu örneklerden çıkarılması gereken ders şu: Bir teknik direktör olarak, kendi felsefene göre kurmadığın ya da kurulmamış olan bir kadronun başına geçtiysen "benim yoğurt yiyişim böyle" diyemezsin. Dersen, başarılı olma ihtimalin %5 bile değildir ve futbolun yakın tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bunun tam tersini yapan, "kadrosu nasıl bir oyun anlayışı gerektiriyorsa ona göre futbol oynatan" hocalar ise benim nazarımda en büyük hocalardır. Onların en önemli örneği de Lucescu'dur. 2002 yazında Beşiktaş'ın başına geçen ve Ronaldo'nun yanına Zago'yu transfer ettiren Luce'nin, Uche/Högh ve Popescu/Bülent'ten sonra üçüncü müthiş tandemi kurduğunu düşünmüştük hepimiz. Beşiktaş sezon başında AEK ile bir hazırlık maçı oynadı, ilk yarıda 5 tane yediler. Lucescu hemen o maçta Zago-Ronaldo-Ahmet'ten oluşan üçlü savunmaya döndü ve Beşiktaş başka gol yemeden maçı 5-1 bitirdi. Ondan sonra Lucescu gidene kadar Beşiktaş'ın bir daha dörtlü savunma oynadığını görmedik. Futbolda artık terk edilmiş olan 3-5-2 ile Beşiktaş tarihinin en iyi takımını kurdu Luce. Dünyanın en büyük hocalarından biridir bence.
Velhasıl, Ersun hoca bu örneklerden ders almak zorunda. Eğer Fenerbahçe onun felsefesiyle oynayacaktı ise, o zaman açıkları Kuyt ve Sow olmayan bir takım kurulacaktı. Bir kanada Mertens'i, diğerine Payet'i alacaktık mesela 20 milyon verip; forvete de Cardozo'yu koyacaktık, al sana mis gibi Ersun Yanal forveti..
Mevcut Fenerbahçe kadrosu ise Aykut Kocaman'ın inşa ettiği bir takım. Transferler bile onun isteğiyle yapıldı. Mesela Aykut hocanın takımında, geride yaslanarak oynanan oyunda bir defans mucizesi gibi parlayacak olan Bruno Alves, Ersun hocanın sisteminde 3 maçta bir kırmızı kart görür, bunu demek istiyorum. Hücumda da o hızlı, atak, çabuk futbolu Kuyt, Emenike (Webo), Sow üçlüsüyle oynayamazsın. Hele Arsenal maçında, Ersun hocadan beklediğim bu dönüşüm gerçekleşmez ve takımı KADRONUN YAPISINA UYGUN BİR OYUN ANLAYIŞI ile oynatmazsa, korkarım hepimizi Aragones'li sezondaki gibi bir maç bekliyor demektir.
Bahsettiğim bu dönüşüm kolay bir şey değil, başarıyla yapılabilme olasılığı da çok düşük, bunu belirteyim. Ama mevcut şartlarda başka çare yok, bunca saattir bunu yazmaya çalışıyorum. Başka çare yok..
- Oyuncu ilişkileri, liderlik, motivasyon gücü:
Bu konu aslında ilk madde ile doğrudan bağlantılı. Ersun Yanal'ın, 13 senedir futbola nasıl bakıyorsa tam tersi şekilde bakması gerektiğini söylüyorum, kendini "dönüştürmeli" diyorum; bu çok çok zor bir olay. Bunun için başta Emre olmak üzere Volkan, Gökhan, Topal gibi isimlerden yardım alması da gerekebilir diye düşünüyorum. Zaten Ersun hoca bu oyuncularla ilişkisini maksimum seviyede tutmak zorunda, takımı saha içinde toparlayacak olan isimler bunlar çünkü. 90'lı yıllardaki o sert inişlerin ve çıkışların olmaması, bir anda üst üste 3 mağlubiyet falan alınmaması için en büyük rol bu isimlere düşüyor. Takım üzerinde hem mutlak bir otorite, hem bir abi, hem bir lider, hem de zor zamanlarda dertleştikleri bir arkadaş vs. olmak kolay değil ama Ersun hocanın Emre, Volkan, Gökhan, Topal, Kuyt başta olmak üzere, oyuncularla kuracağı ilişkinin seviyesi ve biçimi, takımın ve kendisinin akıbetinde majör rol oynayacak.
- Takıma yaptırılan taktik antrenmanlar:
Burada bir teknik direktöre taktik öğretmeye kalkacak kadar tırlatmadık elbette ama çarpıcı bir tespitte bulunmak istiyorum. Çünkü yazının başında belirttiğim Yakup Sevindik ile olan o fikir çatışmamız, benim açımdan bu konudaydı.
Ersun Hoca'nın, "takımın savunmaya yerleşmesi, pozisyon alması, oyuncuların kademelere girip çıkması, topu kapınca yapılacaklar, topa sahip olma, topun değerini bilme vs." gibi konularda "antrenörlük pratiğinin olmadığını" düşünüyorum. Böyle bir şey olabilir mi? Kesinlikle olabilir ve Türk spor kamuoyunun (her teknik direktör için söylüyorum bunu) hiç göz önünde bulundurmadığı bir detay bu. Adam hayatı boyunca buna kafa yormamış, savunmayı hep rakip alanda yaptırmış, sürekli risk alarak oynatmış takımlarını. "Kapanmak" diye bir şey kitabında hiç olmamış. Takımının kapandığı sürüyle maç olmuş ama hepsinde üstünkörü ve "anlık" olarak yaşanmış o maçlar. Burası Fenerbahçe olduğu için, şimdi Ersun hoca bu işlere, şimdiye kadar 13 yılda yorduğundan daha fazla kafa yormak zorunda. Üstelik bunu 1 yıl içinde yapacak :s
Daha net ifade edeyim. 2001 yılında G.Saray, Roma ile deplasmanda CL maçı oynuyor. İlk yarı Ümit Karan'ın muazzam golüyle 1-0 bitmiş, ikinci yarının başlarında Candela'nın bir diyagonal pasında Victoria ıska geçmiş ve Cafu, Mondragon'un üzerinden aşırarak skoru 1-1 yapmıştı. O pozisyon, alttaki videoda 0:45'ten itibaren seyredilebilir:
Bu basit konunun üzerinde neden bu kadar duruyorum? Çünkü Fenerbahçe'nin 1992'de şampiyonluğu kaybettiği o meşhur maçta, Şifo Mehmet'in topunu Semih Yuvakuran SOL DEĞİL, SAĞ AYAĞIYLA UZAKLAŞTIRMAYA KALKSA, o topun çizgiyi geçip geçmediği bugün tartışılmayacaktı bile. Çünkü 1 saniye önce topa vurup uzaklaştırmış olacaktı. Semih gibi, G.Saray ve Fenerbahçe'de yıllarca oynamış, millî takım formasını defalarca giymiş bir oyuncu, 30 yaşına kadar hayatında bir Lucescu ile çalışma fırsatı bulamadığı için fundamental açıdan vahim bir hata yapabildi. Bu vesileyle hem o maç, hem hakemler, hem de Semih'in kendisi, futbol tarihinin en ateşli tartışmalarından birinin birer kahramanı oldular.
Maçın özet videosu aşağıda, 3:05'ten itibaren dediğim pozisyon seyredilebilir:
- İlk 11 tertibi:
Naçiz kanaatim, Fenerbahçe'nin 11'ine önce Mehmet Topal yazılmalı, o yoksa Selçuk Şahin yazılmalı, geri kalan 10 oyuncu bundan sonra yerleştirilmelidir. Bunun dışında şu andaki Fenerbahçe futbol takımını 10 hocaya emanet etsen, 10'u da farklı 11'ler yapabilir. Bu tamamen kişisel tercihlere ve kafanın içinde oynanan sanal maça göre değişir. Ersun hoca kendi tercihlerini yapacak, biz de sonuçlarını göreceğiz. Konya'da Selçuk dururken Cristian/Emre ikilisiyle başlamak, sonra 55'te yine Selçuk dururken Salih'i ön libero yapmak vs. hazindi.
- Maç içindeki müdahaleler:
Bu da her hocaya göre değişir. Yanal kendi seçimlerini yapacak, biz de değerlendireceğiz.
Arsenal maçı:
Çok uzadı ama Arsenal maçı ile bağlıyorum. 1-2 haftadır Ersun hocanın kafasında başka bir oyun ve başka bir takım tertibi olduğundan bahsettim postlarda. Sonra "bu dönüşüm yapılmalı ama yavaş yavaş yapılmalı" dedim. Arsenal maçı ise bu değişikliklerin hiç denenmeyeceği, hiç risk alınmayacak bir maç. Takım neyi nasıl oynamayı biliyorsa, onu o şekilde oynatmak lâzım. Ayrıca zaten bu kadro da, mevcut koşullarda bundan başka bir taktikle başarılı olamaz. Bunu, son 4 maçta 88 şut yemesinden anlıyoruz.
Bence Arsenal karşısında çıkması gereken kadro şöyle:
Evet, Emenike yok. Emenike, tartışmasız bir şekilde Webo'dan daha iyi bir futbolcu. 100 üzerinden not versem Emenike'ye 79, Webo'ya 75 verirdim. Kuyt 75, Sow 82'dir mesela. Ama Webo, Kuyt ve Sow ile birlikte oynadığında 80'lik bir oyuncuya dönüşüyor. Ayrıca maç deplasmanda olsaydı "Emenike oynamalı" derdim ama Arsenal'ın Kadıköy'de bize 90 dakika boyunca en fazla 1.5 kontratak vereceğini düşünüyorum. Bu yüzden rakip yarı alana yerleşerek oynamak durumunda kalacağız, Webo da bu oyun için elimizdeki tek santrfor. Webo oynamıyorsa yine Emenike değil Kuyt oynamalı, bu kadar abartıyorum.
Kuyt, Webo ve Sow üçlüsü, geçen yıl da gördüğümüz gibi bu takımın en önemli hücum silahı. Üçü birbirinden ayrıldığı zaman kendi değerleri de düşüyor. Kadıköy'deki maçlarda bu üçlüyü, "Emenike ile takım arasındaki uyum sağlanana kadar" bozmamak gerekir. Hayati ilk şey bu.
Orta sahada Emre formsuz. Geçen yıl Meireles/Topal, önlerinde Cristian şeklinde Avrupa'da 20 maça yakın oynayan takımın bu bölgesini de asla ve asla bozmamak lâzım. İkinci önemli detay..
Defansta Egemen, olmazsa olmaz bir adam. Yobo'dan hem daha çabuk, hem daha güçlü, hem daha sert.. Tecrübesi de Yobo'dan çok az değil. Cardozo ile boğuşmasını da hatırlayınca, Giroud'yu net bir şekilde sindireceğini düşünüyorum. Sol bekte ise Hasan Ali'den çok daha tecrübeli olduğu için Kadlec oynamalı. Gökhan oynamazsa Topuz değil, Bekir. Orhan Şam'ı arayacak mıydık yahu? :(
Kadroyu çabuk geçtim, çünkü asıl önemli konu o değil. Önemli olan ne peki? OYUN ANLAYIŞI. Bu kavramı, ne yapıp edip lügata yerleştireceğim. 30 yıldır seyrettiğim bu oyunla ilgili olarak öğrendiğim en önemli mevzu bu çünkü. Ersun hocanın kendini dönüştürmesi gereken konu da tam olarak bu.
Nedir? Topu kaybettiğinde ileride uygun pozisyon varsa basan, o pres sonucunda topu kapamazsa hemen topun arkasına geçen, 7-8 kişiyle alan daraltan bir oyun anlayışı gerekiyor. Topu kapınca ne yapılacağı ise en hassas konu ve Yakup Sevindik'in yanıldığı yer de bence burası. Fenerbahçe'nin 4 maçta 88 şut yemesinin majör sebebi, savunmadaki yerleşim hataları ve/veya "top rakipteyken" oynanan oyun değil ki! Bilakis top bizdeyken, Ersun hocanın telaşlı futbolu nedeniyle çabuk kaybedilince, savunma sürekli dengesiz ve yerleşmeden yakalanıyor. İşte çözülmesi gereken sorun bu. Topun değerini bilmek, sabırlı oynamak ve HER SEFERİNDE RAKİP YARI ALANA YERLEŞMEK gerekiyor. Süper Kupa maçı öncesi bunu yine yazmıştım, ilk yarıda fena değildik ama Alves atılana kadar ikinci yarıda çok kötüydük. O atıldıktan sonra mecburen kapandık, o dakikaları dikkate almıyorum. Ama 2. yarının ilk 15 dakikası ile Salzburg maçlarının her ikisinin tamamında Fenerbahçe'nin topu çabuk kaybetmesi yüzünden savunmada hiçbir zaman dengeli duramadığını gördük. Asıl sorun buydu. Konya maçında da buydu. Ersun Yanal topun değerini bilmiyor. Önce bunu benimsesin, kendisi benimsesin, zaten takım bunu oynamaya alışık. 20 senenin 15'inde de böyle oynadık Fenerbahçe olarak.
Özetle Arsenal maçında topa sahipken pas, pas, pas.. Duran toptan gol arama, risk almadan oynanan sakin bir oyun ve yaratıcılık çabası.. Atamıyorsan atmazsın, yemedikten sonra sıkıntı yok. Top rakipteyken ise 10 kişiyle topun arkasına geçip rakibi kalemize yaklaştırmadan savunma yapılmalı. Kapılan top Sow ve Webo ile buluşturularak kontraya çıkılabilir. Arsenal da o atakları vermemeye çalışacaktır. Dolayısıyla Webo, Kuyt ve Sow kontratak imkânı yoksa topu kaybetmeyip, TAKIMI RAKİP YARI ALANA YERLEŞTİRMELİ.
Yazının ana fikri şu: Ersun hocayı seviyoruz, başarılı olmasını istiyoruz. Ama yazıda ayrıntılarıyla bahsedilen o dönüşümü geçirmez, "ben en doğrusunu biliyorum, my way or the highway!" derse korkarım sezon boyunca ve sezon sonunda o da, biz de çok üzüleceğiz. Arsenal maçıyla bu dönüşümün başlamasını umuyorum.
3 yorum:
Hayatımda okuduğum en doyurucu futbol yazısı bu. Videolu örneklerle filan futbol akademilerinde tez olarak yazılmış gibi. Tebrikler Gündüz Feneri ve daha sık yazmalısın...
-Ahmet
"daha sık yazmalısın" diyorsun da kardeş, bu yazıyı yazmak tam 10 saatimi aldı, ondan haberin var mı? :) zamanım bol bu aralar, o yüzden biraz daha sık olabiliyor. bakacağız..
TEK BİŞEY SORACAĞIM, BU NASIL Bİ HAFIZADIR???
Yorum Gönder