Yılmaz Vural, yıllardan beri Türkiye'nin en iyi teknik direktörlerinden biri olarak gördüğüm bir kişi. Ama büyük takımların başına geçebilmek için sadece diploma, yabancı lisan vs. yetmiyor. Mesela gönlümden hep bir fantezi olarak Fener'in başına gelmesi geçmiştir (ne yapacağını da merak ediyorum) ama bu olay gerçekleşse, koskoca camiada onu (futbolcular dâhil) kim ciddiye alır? Bu soruyu kendisine sorması lâzım.
Ama hocalığına bakarsak, futbolun f'sinden bile anlamayan geri zekâlıların sürekli eleştirdiği değerlerden biri bu adam. Ben aynı şekilde Hikmet Karaman'ın da çok iyi bir hoca olduğunu düşünüyorum. Ama mesela her maç 6 adam markajı oynatan Güvenç Kurtar, Giray Bulak, Ümit Kayıhan gibi adamlara da zerre kadar inanmıyorum. Yılmaz Vural ise bunlara benzemiyor. Bu yıl Kasımpaşa'yı devraldığında bu takımın puanı bile yoktu ama şimdi birkaç haftanın sonunda Fener stadında Fener'i ezip, 10 gol kaçırıp 3 tane de atıyorsa, bu adamın teknik direktörlüğüne laf söyleyenler halt etmiştir.
Mustafa Denizli gibi bir korkak, bir kişiliksiz Fener'e karşı kendi 30 bin seyircisi önünde 7 adam markajı ile çıkarken Yılmaz Vural Kadıköy'e 4-3-1-2 çıkıp hücum presle Fener'i dağıtabiliyor. Bence aralarında dağlar kadar fark var bu iki adamın.
Fenerbahçe hakkında fazla şey yazmayacağım. Güiza, Carlos, Deivid gibi futbolculardan derhal kurtulması lâzım bu takımın. Bunları 1.5 senedir bu blogda yazıyorum. İyi günlerde bile yazdım. Geçen yıldan beri Alex'e de sürekli sallıyorum ama takımda kişiliksiz, şahsiyetsiz, ruhsuz, vurdumduymaz olarak sadece onun kalması lâzım. Ben yine istemiyorum ama ille kalacaksa sadece o kalsın. Gerisinden (hatta artık nefret etmeye başladığım Semih'i de sayıyorum) tamamen kurtulmak lâzım. Aykut Kocaman'ın da olaylara biraz daha müdahil olup ağırlığını hissettirmesi gerekiyor. Böyle işlevsiz, renksiz ve sessiz bir görüntüsü olacaksa, futbol direktörlüğü kurumunun bir kulüpte hiçbir gereği ve önemi kalmıyor hâliyle.
Daha önce de uzun bir yazıyla belirtmiştim. Fenerbahçe'nin kadrosunu sadece teknik yeterlilik vs. açısından değil, "profesyonellik" açısından da en iyi oyuncularla takviye etmesi lâzım. Bu anlamda mükemmelleştirme henüz tamamlanmadı. Devre arasında Hamit ve (kiralık olarak) Tuncay'ın transferleri elzem mesela. Savaşçı ve kişilikli bir forvet zaten olmazsa olmaz bir gereklilik. Daum'un da aklını başına toplaması gerekir. Bu da ayrı bir mevzu. Bir daha bu kadar kötü bir oyun oynanmayacak bu yüzden bu geceki skor sadece 2-3 sezonda 1 kere olur. Önümüzdeki haftalara bakıp bu ruhsuz takımı izlemeye devam edelim.
28 Kasım 2009 Cumartesi
Tüyler ürpertici!
G.Birliği başkanı İlhan Cavcav'ın geçenlerde 1985-86 sezonundaki Bursa maçında şike yaptığını söylediği eski futbolcusu Halil İbrahim Eren, Hürriyet gazetesinden Atilla Türker'e bazı açıklamalarda bulunmuş. Öncelikle Türker'i bu röportaj için kutlamak gerekir. Ardından Halil İbrahim'in açıklamalarına odaklanırsak insanın midesini bulandıran, tüylerini ürperten bir sürü ayrıntı var. Bir de bunların, buzdağının görünen kısmı olduğunu bilmek, insanı hepten perişan ediyor. Buyrun, okuyup siz karar verin:
-Gençlerbirliği’ndeki ilk sezonumda Bursaspor ile kupa maçı oynayacaktık. Bursaspor’dan bazı oyuncular bize gelip, “Biz ligde küme düşüyoruz. Önümüzdeki hafta yapacağımız lig maçını bize bırakın, yarın oynayacağımız kupa maçı ise sizin olsun” dedi. Kabul ettik. O zamanlar kupa statüsü tek maç eleminasyon üzerine idi. Kupa maçına rehavet içinde çıktık. Ama Bursaspor sözünde durmadı ve bize peş peşe iki gol attı. Kandırıldık. Ne olduğunu anlayamadan golleri kalemizde gördük. Sonra bir gol attık ama maçı 2-1 kaybettik. Kupadan elendik. O sezon kupayı Bursaspor kazandı. Yani maçın sonucu üzerine anlaşmamıza rağmen, Bursasporlu futbolcular bizi aldattı.
-Bursaspor’un kupada bize yaptığı kandırmacanın ardından, biz ligde de karşı karşıya geldik. Bize yaptıkları numarayı göz önünde bulundurarak sahaya çok hırslı çıktık. Maç 2-2 bitti. Gollerin birini ben, diğerini Osman Özdemir attı. İlhan Cavcav işte bu maça ‘şike’ diyor. Oysa yanılıyor. Çok harbi oynandı. Bursaspor bizi yenemedi. O sezon Bursaspor ligden düştü. Ama kupayı kazandığı için, o zamanki statü gereği tekrar Birinci Lig’e alındı.
-Ertesi sezon ise Bursaspor maçı öncesi bana bir telefon geldi. Bursaspor’un çok önemli bir futbolcusu bana para teklif etti. Bana, “Senin para ile işin olmaz. Hiç olmazsa hatırım için bize bir puan verin. Bize bir puan yeter” dedi. Duygularımın esiri oldum. Kabul ettim. Çünkü ben 3 yıl önce Ankaragücü’nde oynarken, Bursaspor’un bize bir jesti olmuştu. Bilerek bize bir puan vermişlerdi. Onu karşılıksız bırakmak istemedim. Kafam dağınık bir halde sahaya çıktım. Sahada gezindim. Ayrıca bu maçın hakemi de bir tuhaftı. Ofsayttan atılan golü verdi.
-1985-1986 sezonunda Ali Sami Yen Stadı'nda oynadığımız Galatasaray maçından hemen önce Cavcav soyunma odasına girip bizimle konuşmaya başladı, "Çocuklar, ben hakemi satın aldım. Ceza alanına girdiğiniz anda kendinizi yere atın. Hakem penaltı verecek" dedi. Nitekim halen teknik direktörlük yapan bizim Osman Özdemir, ceza alanının 1,5 metre dışında kendisini yere attı. Hakem Y.K. koşarak penaltı noktasına gitti. Cavcav’ın dediği gerçekleşti. Haksız bir penaltıydı bu. Hakem resmen uydurdu. Topun başına ben geçtim. Kalede Simoviç vardı. Vurdum, gol oldu. Golcülük duygularım daha ağır bastı. Maç 1-1 bitti.
-G.Birliği’nde oynadığım yıllarda doping de kullandım. 3-4 kez içinde doping maddesi olan ilaç aldım. O ilaçları masörler dağıtırdı. Ama ilginçtir, doping kullandığım maçların hiçbirinde iyi oynayamadım.
-Bugüne kadar para için kesinlikle maç satmadım. Gençlerbirliği’nde üç sezon oynadım. Üçüncü sezonun başında Samsunspor’a gittim. Sezon ortasında Gençlerbirliği’ne geri döndüm. Madem Gençlerbirliği’nde daha önceki maçlarda şike yaptım, niye o zaman Cavcav beni geri aldı? Cavcav bir daha bu şike olayını gündeme getirirse, hakkında tazminat davası açacağım. Sayın Cavcav bazı hakemler ve teknik direktörlerle ilgili de bir şeyler açıklarsa, çok daha iyi yapmış olur.
-Gençlerbirliği ile Zonguldak deplasmanında oynadığımız bir maçta da resmen trajedi yaşadık. Bizim takımın tamamı maçı satmış. Şikeden bir tek benim ve Zlatko’nun haberi yok. Bize söylenmedi. Zlatko ve ben aslanlar gibi oynadık. Ama en büyük tepkiyi biz gördük. Çünkü anlaşmayı ihlal etmiş olduk. Ben gol atıyorum, sahadaki arkadaşlarım ve yedek kulübesi sevinmiyor bile. Hepsi bana ters ters bakıyor. 4-3 yenildik. Tabii sonradan anladım ben bu durumu.
İşin acı tarafı, bu maçın faturası bile Zlatko ile bana kesildi. Teknik direktörümüz maçtan sonra. “Halil İbrahim bir daha bu takımda oynarsa, kızım geneleve düşsün” dedi. Zlatko ile birlikte kadro dışı bırakıldım.
-Gençlerbirliği’nde oynuyordum. Ankara’daki bir Beşiktaş maçı öncesi kampa girdik. Yanılmıyorsam 1985-86 sezonuydu. Beşiktaş’ın teknik direktörü Stankoviç idi. Oda arkadaşım olan Zlatko bana, “Maçı satmam için Beşiktaş bana 15 milyon lira önerdi. Para da Fenerbahçe kalecisi olan Lukovcan’a verilmiş. Maçı sattığım taktirde 15 milyon lirayı Lukovcan’dan alacağım söylendi. İş bu şekilde sağlama alınmış. Ama ben vatandaşım olan Lukovcan’a hiç güvenmiyorum. Sağlam biri değildir. Maçı satsam bile parayı o bana vermez” dedi.
Zlatko ayrıca “Beşiktaş’ın o dönemdeki genel kaptanı Z.A., maçı sattığımın anlaşılabilmesi için bariz bir penaltı yapmamı istedi. Ama ben orta saha oyuncusuyum. Savunmada oynasam, tamam bu olur, ama ben orta saha oynuyorum, bu penaltıyı nasıl yapacağım” dedi. Ben de, “Yapma Zlatko” dedim. Vazgeçirdim. Zlatko beni dinledi. Harbi oynadı. Zlatko maçtan sonra, “Seni dinledim, parayı almadım. Ama bu parayı bizim takımdan başka oyunculara verdiler” dedi. O sezon Beşiktaş şampiyon oldu.
-Ben 8-10 maçta hatır şikesi yaptım. Üstüne basa basa söylüyorum, hiçbirinden para almadım. Yani para karşılığı şike yapmadım. Özellikle o Bursaspor maçında yaptığım hatır şikesi için çok mahcubum. Hatır şikesi de olsa şikenin her türlüsüne karşıyım. Ama o günlerde de yapılıyordu hatır şikesi, bugünlerde de yapılıyor. Yapılmıyor diyen yalan söyler.
-Tekirdağspor’da oynarken de bazı hatır şikelerim oldu. Mesela Feriköy ve Kasımpaşa maçlarında. Bazı büyüklerimizin ricasıyla hatır şikeleri oldu. Ayrıca Mersin İdmanyurdu’ndan da şike için bana 200 milyon teklif edildi. Kabul etmedim. Ama başka takımdan 7.5 milyon lira teşvik primi aldım. O parayı da gece kulübünde yedim. O zamanlar 18-19 yaşındaydım. Ayrıca Boluspor’da oynarken de teşvik primi aldım. Bolu-Düzce maçında şike için para teklif edildi. Birinci Lig’e çıkma maçıydı. 10 milyon lira önerdiler. Büyük paraydı. Haliyle yine reddettim. Maçı 3-0 kazandık. Birinci Lig’e biz çıktık.
-Gençlerbirliği’ndeki ilk sezonumda Bursaspor ile kupa maçı oynayacaktık. Bursaspor’dan bazı oyuncular bize gelip, “Biz ligde küme düşüyoruz. Önümüzdeki hafta yapacağımız lig maçını bize bırakın, yarın oynayacağımız kupa maçı ise sizin olsun” dedi. Kabul ettik. O zamanlar kupa statüsü tek maç eleminasyon üzerine idi. Kupa maçına rehavet içinde çıktık. Ama Bursaspor sözünde durmadı ve bize peş peşe iki gol attı. Kandırıldık. Ne olduğunu anlayamadan golleri kalemizde gördük. Sonra bir gol attık ama maçı 2-1 kaybettik. Kupadan elendik. O sezon kupayı Bursaspor kazandı. Yani maçın sonucu üzerine anlaşmamıza rağmen, Bursasporlu futbolcular bizi aldattı.
-Bursaspor’un kupada bize yaptığı kandırmacanın ardından, biz ligde de karşı karşıya geldik. Bize yaptıkları numarayı göz önünde bulundurarak sahaya çok hırslı çıktık. Maç 2-2 bitti. Gollerin birini ben, diğerini Osman Özdemir attı. İlhan Cavcav işte bu maça ‘şike’ diyor. Oysa yanılıyor. Çok harbi oynandı. Bursaspor bizi yenemedi. O sezon Bursaspor ligden düştü. Ama kupayı kazandığı için, o zamanki statü gereği tekrar Birinci Lig’e alındı.
-Ertesi sezon ise Bursaspor maçı öncesi bana bir telefon geldi. Bursaspor’un çok önemli bir futbolcusu bana para teklif etti. Bana, “Senin para ile işin olmaz. Hiç olmazsa hatırım için bize bir puan verin. Bize bir puan yeter” dedi. Duygularımın esiri oldum. Kabul ettim. Çünkü ben 3 yıl önce Ankaragücü’nde oynarken, Bursaspor’un bize bir jesti olmuştu. Bilerek bize bir puan vermişlerdi. Onu karşılıksız bırakmak istemedim. Kafam dağınık bir halde sahaya çıktım. Sahada gezindim. Ayrıca bu maçın hakemi de bir tuhaftı. Ofsayttan atılan golü verdi.
-1985-1986 sezonunda Ali Sami Yen Stadı'nda oynadığımız Galatasaray maçından hemen önce Cavcav soyunma odasına girip bizimle konuşmaya başladı, "Çocuklar, ben hakemi satın aldım. Ceza alanına girdiğiniz anda kendinizi yere atın. Hakem penaltı verecek" dedi. Nitekim halen teknik direktörlük yapan bizim Osman Özdemir, ceza alanının 1,5 metre dışında kendisini yere attı. Hakem Y.K. koşarak penaltı noktasına gitti. Cavcav’ın dediği gerçekleşti. Haksız bir penaltıydı bu. Hakem resmen uydurdu. Topun başına ben geçtim. Kalede Simoviç vardı. Vurdum, gol oldu. Golcülük duygularım daha ağır bastı. Maç 1-1 bitti.
-G.Birliği’nde oynadığım yıllarda doping de kullandım. 3-4 kez içinde doping maddesi olan ilaç aldım. O ilaçları masörler dağıtırdı. Ama ilginçtir, doping kullandığım maçların hiçbirinde iyi oynayamadım.
-Bugüne kadar para için kesinlikle maç satmadım. Gençlerbirliği’nde üç sezon oynadım. Üçüncü sezonun başında Samsunspor’a gittim. Sezon ortasında Gençlerbirliği’ne geri döndüm. Madem Gençlerbirliği’nde daha önceki maçlarda şike yaptım, niye o zaman Cavcav beni geri aldı? Cavcav bir daha bu şike olayını gündeme getirirse, hakkında tazminat davası açacağım. Sayın Cavcav bazı hakemler ve teknik direktörlerle ilgili de bir şeyler açıklarsa, çok daha iyi yapmış olur.
-Gençlerbirliği ile Zonguldak deplasmanında oynadığımız bir maçta da resmen trajedi yaşadık. Bizim takımın tamamı maçı satmış. Şikeden bir tek benim ve Zlatko’nun haberi yok. Bize söylenmedi. Zlatko ve ben aslanlar gibi oynadık. Ama en büyük tepkiyi biz gördük. Çünkü anlaşmayı ihlal etmiş olduk. Ben gol atıyorum, sahadaki arkadaşlarım ve yedek kulübesi sevinmiyor bile. Hepsi bana ters ters bakıyor. 4-3 yenildik. Tabii sonradan anladım ben bu durumu.
İşin acı tarafı, bu maçın faturası bile Zlatko ile bana kesildi. Teknik direktörümüz maçtan sonra. “Halil İbrahim bir daha bu takımda oynarsa, kızım geneleve düşsün” dedi. Zlatko ile birlikte kadro dışı bırakıldım.
-Gençlerbirliği’nde oynuyordum. Ankara’daki bir Beşiktaş maçı öncesi kampa girdik. Yanılmıyorsam 1985-86 sezonuydu. Beşiktaş’ın teknik direktörü Stankoviç idi. Oda arkadaşım olan Zlatko bana, “Maçı satmam için Beşiktaş bana 15 milyon lira önerdi. Para da Fenerbahçe kalecisi olan Lukovcan’a verilmiş. Maçı sattığım taktirde 15 milyon lirayı Lukovcan’dan alacağım söylendi. İş bu şekilde sağlama alınmış. Ama ben vatandaşım olan Lukovcan’a hiç güvenmiyorum. Sağlam biri değildir. Maçı satsam bile parayı o bana vermez” dedi.
Zlatko ayrıca “Beşiktaş’ın o dönemdeki genel kaptanı Z.A., maçı sattığımın anlaşılabilmesi için bariz bir penaltı yapmamı istedi. Ama ben orta saha oyuncusuyum. Savunmada oynasam, tamam bu olur, ama ben orta saha oynuyorum, bu penaltıyı nasıl yapacağım” dedi. Ben de, “Yapma Zlatko” dedim. Vazgeçirdim. Zlatko beni dinledi. Harbi oynadı. Zlatko maçtan sonra, “Seni dinledim, parayı almadım. Ama bu parayı bizim takımdan başka oyunculara verdiler” dedi. O sezon Beşiktaş şampiyon oldu.
-Ben 8-10 maçta hatır şikesi yaptım. Üstüne basa basa söylüyorum, hiçbirinden para almadım. Yani para karşılığı şike yapmadım. Özellikle o Bursaspor maçında yaptığım hatır şikesi için çok mahcubum. Hatır şikesi de olsa şikenin her türlüsüne karşıyım. Ama o günlerde de yapılıyordu hatır şikesi, bugünlerde de yapılıyor. Yapılmıyor diyen yalan söyler.
-Tekirdağspor’da oynarken de bazı hatır şikelerim oldu. Mesela Feriköy ve Kasımpaşa maçlarında. Bazı büyüklerimizin ricasıyla hatır şikeleri oldu. Ayrıca Mersin İdmanyurdu’ndan da şike için bana 200 milyon teklif edildi. Kabul etmedim. Ama başka takımdan 7.5 milyon lira teşvik primi aldım. O parayı da gece kulübünde yedim. O zamanlar 18-19 yaşındaydım. Ayrıca Boluspor’da oynarken de teşvik primi aldım. Bolu-Düzce maçında şike için para teklif edildi. Birinci Lig’e çıkma maçıydı. 10 milyon lira önerdiler. Büyük paraydı. Haliyle yine reddettim. Maçı 3-0 kazandık. Birinci Lig’e biz çıktık.
İlaç: Elano-Ayhan... Birlikte!
Şimdi bize laf atan onu-bunu bırakalım, adeta hayatımızı adadığımız "futbol"a geri dönüp efendice tenkidimizi yapalım. Şimdiden söyleyeyim, bir Fenerlinin G.Saray'ı tenkit etmesine katlanamayanlar yazıyı okumayabilir, hatta okumasın. Ama yazı iyi niyetli gözlemlerden daha fazlasını içermeyecektir, herkes de bunu bilsin.
Sezon başından beri G.Saray ile ilgili yazdığım yazılar blog arşivinde mevcut. Hepsinde haklı çıkmak önemli değil. Zira esas olan "doğru" şeylerin biz taraftarlarca görülmesi değil, takımın başındaki sorumlu kişi tarafından uygulanmasıdır. Ama işte Rijkaard ilk maçtan beri ne yaptığını bilir bir görüntü vermiyor malesef. Ne diyorduk, şimdi onlar üzerinden gidelim.
1. Arda forvet arkasında göbekte oynayamaz! Çünkü bu kadar adam geçmeyi iyi bilen bir adamın 1 ya da 2 rakibiyle muhatap olacağı çizgiden alınıp, 4-5 tane kademeyle karşılaşacağı ortaya konması adeta onu bitirmekle eşdeğerdir. Bunu yazdığımızda Arda'nın ortaya geçince istatistiklerinin ne olduğunu bilmemekle itham edildik. Ama ne oldu? Arda Türkiye'nin açık ara en iyi oyuncusuydu ama şimdilerde ara ki bulasın. Bir kez daha söylüyorum: Arda'nın G.Saray takımında oynayacağı yegane yer kanattır (tercihen sol).
2. Elano geldiğinde onu forvet arkası bir oyun kurucu olarak lanse edip bayram yapanlar şimdi bakıyorum, karalar bağlamış durumda. Halbuki Elano zaten hep aynı Elano'ydu ve şu anda da değerinden bir şey kaybetmiş değil. Bir adam boşuna Brezilya millî takımında oynamaz. Torpille de olmaz o iş. Eğer orada oynayıp senin takımında hayalet gibi geziyorsa dönüp aynaya bakacaksın. Hayretler içinde okuyorum, Elano'ya ikinci Lincoln falan diyorlar. Oldu olacak bir de devre arasında göndermeye kalksınlar. Keşke Fener'e gelse...
Elano, oyun yapısı itibarıyla şu anda G.Saray kadrosunun en değerli oyuncusu durumunda bence. Orta sahada iki yönlü oynayan oyuncu bulmak zaten zor bu devirde. Elano tam da böyle bir oyuncu olduğu içindir ki, her daim ilk 11'de olmalıdır. Ayhan ile birlikte...
3. Bu sezon sonunda askerlik problemi nedeniyle yurt dışına gideceği söylenen Ayhan sanki şimdiden kopmuş takımdan, bunu kabul ediyorum. Ayrıca bu yıl G.Saray taraftarında (yakın çevremde de) bir Ayhan nefreti doğdu her ne hikmetse. "Bir oyuncunun hiç mi kötü oynama hakkı yok?" diye gevelemeyeceğim ama Ayhan, Sarp-Topal-Barış üçlüsünün "toplamı" kadar yetenekli bir adam yahu, bunu nasıl unutuyor insanlar? Millî takımın Almanya'yı ilk yarıda perişan ettiği maçta Ayhan orta sahadaydı ve sahanın en iyilerindendi. Sadece o maçı hatırlamak yeter.
Özetle Ayhan da tıpkı Elano gibi "oyun yapısı" itibarıyla kadrodaki en önemli ikinci oyuncu. Bu yüzden 2 maç kötü de oynasa bu kadar kolay harcanmamalı. Hatta takımın selameti için mutlaka her maç ilk 11'de olmalı.
4. Baros yoksa forvet Nonda'dır. Baros'un ne kadar önemli oyuncu olduğunu, varlığında hepimiz göremiyorduk belki ama yokluğunda herkes anlamış oldu. Nonda ise ondan farklı, daha ağır, deparı ve yüzü dönük koşusu olmayan bir oyuncu. Ama neticede belli bir kalitesi var ve onun yapısına uygun olarak kullanıldığında ziyadesiyle de faydalı. Rijkaard'a hayret ediyorum: Barça'dayken Ronaldinho'yu en uca alıp, Etoo'yu sol açık oynatıyordu ama şu anda elindekiler o oyuncular mı allah aşkına? Arda'dan, Kewell'dan, Keita'dan uç forvet mi olur?
5. Hakan Balta stoperde oynamalı. Bunu sezon başından beri yazıyor falan değilim, şimdi söylüyorum. Ama Zan'ın nasıl bir oyuncu olduğunu hep yazdık. Sonuçta Servet'in yanında oynadığında Zan'ın takıma olan zararı ikiye katlanıyor. Dolayısıyla Emre Güngör çok kazma olduğu, Balta da bek olarak hücuma hiç katkı yapamadığı için Servet-Balta tandemi en uygun seçenek şu anda.
6. Sarp bu takımda oy-na-ya-maz. Sezon başından beri söylediğim şeyde ısrarcıyım. Şu rezil G.Saray'da herkes en iyi onu görüyor ya, hakikaten acınacak bir durum. Bir oyuncunun sahip olduğu olumlu ve olumsuz özelliklere bakın ve onlardan bir "toplam kalite" çıkarın (ben hep bunu yaparım). İşte Sarp o verilere göre bence G.Saray gibi bir takımda asla oynayamaz. Ha, insanlar kendi takımına layık görüyorsa ona bir şey demem. Hayrını görsünler. Ama sadece koşmak, özverili olmak vs. yetmez G.Saray'da oynamak için. Bursa'da oynamaya yeter ama G.Saray'da yetmez.
Özetleyecek olursak, G.Saraylılar o kadar karamsar ki şu anda, devre arasında 4-5 tane transfer istiyorlar. Ben de şaşıyorum ve 4. sıraya gerileme tehlikesinin yarattığı bunalıma veriyorum bunu. Zira hiç transfer yapılmasa bile şu kadrosuyla G.Saray ligde ilk 2'ye rahatlıkla girebilir. Ama bunun için önce Rijkaard'ın kendine gelmesi lâzım. G.Saray'ın orta sahasında sağdan sola doğru Elano, Topal (Linderoth, sonra Sarp!) ve Ayhan'ın mutlaka birlikte oynaması gerekiyor. Buraya (Elano ve Ayhan'dan birini kestiğinde) Sarp, Linderoth ya da Barış'ı koyarsan kazmalaşırsın. Ama yine aynı şekilde Ayhan ve Elano'dan birinin yerine Arda'yı koyarsan (sezon başındaki gibi) bu sefer de öyle bir yumuşarsın ki, orta sahan yol geçen hanına döner. Öyleyse, G.Saray ne yapıp edip Ayhan ve Elano'yu beraber orta sahada oynatmalıdır. Ön liberonun önünde, "iç" oyuncusu olarak. Ve asla (asla!) Topal, Barış, Linderoth, Sarp dörtlüsünden ikisini aynı anda oynatmamalıdır.
Futbol bilgim doğrultusunda adım gibi eminim ki, şöyle bir kadro, akıllı bir hocayla son derece rasyonel ve modern bir futbol oynayabilir:
G.Saray'ın oynaması gereken sistem kesinlikle ama kesinlikle 4-1-4-1'dir. Burada ortadaki dörtlünün ortasında da, G.Saray kadrosunda Elano ve Ayhan'dan başka oynayacak tek bir oyuncu bile yok! İşte sorun bu ve ben de zaten sezon başından beri hep bundan dem vurdum. Devre arasında transfer yapılacaksa buraya yapılmalıdır öncelikle.
Ve tekrar ediyorum, bu bölgede bu iki oyuncudan biri olmadığında Barış, Linderoth ya da Sarp'ı asla oynatamazsınız. Son haftalardaki rezil takım ortaya çıkar çünkü. Ama Arda'yı da oynatamazsınız, o zaman da sezon başında herkese 7-8 pozisyon veren takım ortaya çıkar. Ha, taraftar o oyunu sevebilir, gözlerine hoş gelebilir ama bir büyük takıma kazandığı herhangi bir maçta 7-8 pozisyon vermek asla yakışmaz ve maçlar kazanılsa bile o sorun ivedilikle düzeltilmelidir.
Eğer bu kadroyla ve uygun bir strateji ile oynanırsa G.Saray zorluk derecesi orta ve altında olan her maçını bence kazanır. Göze hoş gelen bir oyun oynamayabilir. Zaten yeni hoca ve yeni bir takımla o oyunu hemen oynamak da zordur. Ama oynanacak futbolun "rasyonel" olacağı kesindir. Tabii bana göre.
Not: Rijkaard'ı eleştirmeyi bu yazıda bir kenara bıraktım ama eleştirilecek o kadar çok yanı var ki. Blog sahibi bir arkadaş bana bir keresinde "teknik direktörlüğü hakkında derin şüphelerim var, uygulamalarından bunu çıkarıyorum" dediğimde sormuştu, ben de söylemiştim. Şimdi de söylüyorum ve bir başka yazıda yine yazacağım. Rijkaard iyi bir teknik direktör olduğuna dair sezon başından beri "hiçbir şey" göstermedi bize. Sonra yine yazarız.
Bu arada eşine de, kendisine de geçmiş olsun diyoruz.
Sezon başından beri G.Saray ile ilgili yazdığım yazılar blog arşivinde mevcut. Hepsinde haklı çıkmak önemli değil. Zira esas olan "doğru" şeylerin biz taraftarlarca görülmesi değil, takımın başındaki sorumlu kişi tarafından uygulanmasıdır. Ama işte Rijkaard ilk maçtan beri ne yaptığını bilir bir görüntü vermiyor malesef. Ne diyorduk, şimdi onlar üzerinden gidelim.
1. Arda forvet arkasında göbekte oynayamaz! Çünkü bu kadar adam geçmeyi iyi bilen bir adamın 1 ya da 2 rakibiyle muhatap olacağı çizgiden alınıp, 4-5 tane kademeyle karşılaşacağı ortaya konması adeta onu bitirmekle eşdeğerdir. Bunu yazdığımızda Arda'nın ortaya geçince istatistiklerinin ne olduğunu bilmemekle itham edildik. Ama ne oldu? Arda Türkiye'nin açık ara en iyi oyuncusuydu ama şimdilerde ara ki bulasın. Bir kez daha söylüyorum: Arda'nın G.Saray takımında oynayacağı yegane yer kanattır (tercihen sol).
2. Elano geldiğinde onu forvet arkası bir oyun kurucu olarak lanse edip bayram yapanlar şimdi bakıyorum, karalar bağlamış durumda. Halbuki Elano zaten hep aynı Elano'ydu ve şu anda da değerinden bir şey kaybetmiş değil. Bir adam boşuna Brezilya millî takımında oynamaz. Torpille de olmaz o iş. Eğer orada oynayıp senin takımında hayalet gibi geziyorsa dönüp aynaya bakacaksın. Hayretler içinde okuyorum, Elano'ya ikinci Lincoln falan diyorlar. Oldu olacak bir de devre arasında göndermeye kalksınlar. Keşke Fener'e gelse...
Elano, oyun yapısı itibarıyla şu anda G.Saray kadrosunun en değerli oyuncusu durumunda bence. Orta sahada iki yönlü oynayan oyuncu bulmak zaten zor bu devirde. Elano tam da böyle bir oyuncu olduğu içindir ki, her daim ilk 11'de olmalıdır. Ayhan ile birlikte...
3. Bu sezon sonunda askerlik problemi nedeniyle yurt dışına gideceği söylenen Ayhan sanki şimdiden kopmuş takımdan, bunu kabul ediyorum. Ayrıca bu yıl G.Saray taraftarında (yakın çevremde de) bir Ayhan nefreti doğdu her ne hikmetse. "Bir oyuncunun hiç mi kötü oynama hakkı yok?" diye gevelemeyeceğim ama Ayhan, Sarp-Topal-Barış üçlüsünün "toplamı" kadar yetenekli bir adam yahu, bunu nasıl unutuyor insanlar? Millî takımın Almanya'yı ilk yarıda perişan ettiği maçta Ayhan orta sahadaydı ve sahanın en iyilerindendi. Sadece o maçı hatırlamak yeter.
Özetle Ayhan da tıpkı Elano gibi "oyun yapısı" itibarıyla kadrodaki en önemli ikinci oyuncu. Bu yüzden 2 maç kötü de oynasa bu kadar kolay harcanmamalı. Hatta takımın selameti için mutlaka her maç ilk 11'de olmalı.
4. Baros yoksa forvet Nonda'dır. Baros'un ne kadar önemli oyuncu olduğunu, varlığında hepimiz göremiyorduk belki ama yokluğunda herkes anlamış oldu. Nonda ise ondan farklı, daha ağır, deparı ve yüzü dönük koşusu olmayan bir oyuncu. Ama neticede belli bir kalitesi var ve onun yapısına uygun olarak kullanıldığında ziyadesiyle de faydalı. Rijkaard'a hayret ediyorum: Barça'dayken Ronaldinho'yu en uca alıp, Etoo'yu sol açık oynatıyordu ama şu anda elindekiler o oyuncular mı allah aşkına? Arda'dan, Kewell'dan, Keita'dan uç forvet mi olur?
5. Hakan Balta stoperde oynamalı. Bunu sezon başından beri yazıyor falan değilim, şimdi söylüyorum. Ama Zan'ın nasıl bir oyuncu olduğunu hep yazdık. Sonuçta Servet'in yanında oynadığında Zan'ın takıma olan zararı ikiye katlanıyor. Dolayısıyla Emre Güngör çok kazma olduğu, Balta da bek olarak hücuma hiç katkı yapamadığı için Servet-Balta tandemi en uygun seçenek şu anda.
6. Sarp bu takımda oy-na-ya-maz. Sezon başından beri söylediğim şeyde ısrarcıyım. Şu rezil G.Saray'da herkes en iyi onu görüyor ya, hakikaten acınacak bir durum. Bir oyuncunun sahip olduğu olumlu ve olumsuz özelliklere bakın ve onlardan bir "toplam kalite" çıkarın (ben hep bunu yaparım). İşte Sarp o verilere göre bence G.Saray gibi bir takımda asla oynayamaz. Ha, insanlar kendi takımına layık görüyorsa ona bir şey demem. Hayrını görsünler. Ama sadece koşmak, özverili olmak vs. yetmez G.Saray'da oynamak için. Bursa'da oynamaya yeter ama G.Saray'da yetmez.
Özetleyecek olursak, G.Saraylılar o kadar karamsar ki şu anda, devre arasında 4-5 tane transfer istiyorlar. Ben de şaşıyorum ve 4. sıraya gerileme tehlikesinin yarattığı bunalıma veriyorum bunu. Zira hiç transfer yapılmasa bile şu kadrosuyla G.Saray ligde ilk 2'ye rahatlıkla girebilir. Ama bunun için önce Rijkaard'ın kendine gelmesi lâzım. G.Saray'ın orta sahasında sağdan sola doğru Elano, Topal (Linderoth, sonra Sarp!) ve Ayhan'ın mutlaka birlikte oynaması gerekiyor. Buraya (Elano ve Ayhan'dan birini kestiğinde) Sarp, Linderoth ya da Barış'ı koyarsan kazmalaşırsın. Ama yine aynı şekilde Ayhan ve Elano'dan birinin yerine Arda'yı koyarsan (sezon başındaki gibi) bu sefer de öyle bir yumuşarsın ki, orta sahan yol geçen hanına döner. Öyleyse, G.Saray ne yapıp edip Ayhan ve Elano'yu beraber orta sahada oynatmalıdır. Ön liberonun önünde, "iç" oyuncusu olarak. Ve asla (asla!) Topal, Barış, Linderoth, Sarp dörtlüsünden ikisini aynı anda oynatmamalıdır.
Futbol bilgim doğrultusunda adım gibi eminim ki, şöyle bir kadro, akıllı bir hocayla son derece rasyonel ve modern bir futbol oynayabilir:
Franco
Sabri - Servet - Balta - Caner
Topal
Keita - Elano - Ayhan - Arda
Nonda
Sabri - Servet - Balta - Caner
Topal
Keita - Elano - Ayhan - Arda
Nonda
G.Saray'ın oynaması gereken sistem kesinlikle ama kesinlikle 4-1-4-1'dir. Burada ortadaki dörtlünün ortasında da, G.Saray kadrosunda Elano ve Ayhan'dan başka oynayacak tek bir oyuncu bile yok! İşte sorun bu ve ben de zaten sezon başından beri hep bundan dem vurdum. Devre arasında transfer yapılacaksa buraya yapılmalıdır öncelikle.
Ve tekrar ediyorum, bu bölgede bu iki oyuncudan biri olmadığında Barış, Linderoth ya da Sarp'ı asla oynatamazsınız. Son haftalardaki rezil takım ortaya çıkar çünkü. Ama Arda'yı da oynatamazsınız, o zaman da sezon başında herkese 7-8 pozisyon veren takım ortaya çıkar. Ha, taraftar o oyunu sevebilir, gözlerine hoş gelebilir ama bir büyük takıma kazandığı herhangi bir maçta 7-8 pozisyon vermek asla yakışmaz ve maçlar kazanılsa bile o sorun ivedilikle düzeltilmelidir.
Eğer bu kadroyla ve uygun bir strateji ile oynanırsa G.Saray zorluk derecesi orta ve altında olan her maçını bence kazanır. Göze hoş gelen bir oyun oynamayabilir. Zaten yeni hoca ve yeni bir takımla o oyunu hemen oynamak da zordur. Ama oynanacak futbolun "rasyonel" olacağı kesindir. Tabii bana göre.
Not: Rijkaard'ı eleştirmeyi bu yazıda bir kenara bıraktım ama eleştirilecek o kadar çok yanı var ki. Blog sahibi bir arkadaş bana bir keresinde "teknik direktörlüğü hakkında derin şüphelerim var, uygulamalarından bunu çıkarıyorum" dediğimde sormuştu, ben de söylemiştim. Şimdi de söylüyorum ve bir başka yazıda yine yazacağım. Rijkaard iyi bir teknik direktör olduğuna dair sezon başından beri "hiçbir şey" göstermedi bize. Sonra yine yazarız.
Bu arada eşine de, kendisine de geçmiş olsun diyoruz.
27 Kasım 2009 Cuma
Total rezalet
G.Saray'ın taraftarları arasında sezon başından beri söylediğim gibi aklı selim olmayan hayalperest bir kesim, bir takım rüyalara dalıp onları gerçek sanarak bir "total futbol" saçmalığı yarattı bloglarda. Sonuçta normal şartlarda böyle bir şey bizi ilgilendirmez, uzaktan bakıp tebessüm ederek acır ve yolumuza devam ederdik. Ne zamanki Rıdvan gibi, hepsini arka cebinden çıkaracak bir futbol dehasına "yenik durumdayken forveti ikilemesi gerektiğini söylediği için" demediklerini bırakmadılar, biz acımaya devam etsek de olaya müdahil olmak durumunda kaldık. Ama bizzat Rijkaard'ın kendisi, Rıdvan'a gerek bırakmaksızın bütün o total futbol müritlerini bugün itibarıyla (kim bilir kaçıncı kez) g.t etmiş bulunuyor. Sezona 4-2-3-1 başlayan bu total futbol peygamberi, Fener'den tokadı yiyince önce "3 kazmalı" 4-3-3'e döndü. Sonra şuurunu nasıl yitirdiğini gösterecek şekilde kendi sahasında Sivas'a karşı ön liberoda Sarp-Topal; forvet arkasında Sabri, Barış, Arda üçlüsü ve ileride de Kewell'ı oynattı! Hatta dahası da var, Barış'ı çıkarıp Linderoth'u aldı oyuna. Resmen komediydi.
Sonra Manisa maçına geldik, yine Ali Sami Yen'de oynanıyor; maçtan önce sahaya çıkarken Sarp ve Topal ile 3 ön libero oynayan Ayhan diğer ikisine bağırıyor: "Mustafa! Fazla ileri çıkmıyoruz abi... Buralarda takılalım (orta sahanın ortasını gösteriyor)." Böyle bir rezillik var mı? Rijkaard ve Neeskens, ilke falan sahibi olmayıp Fener maçından beri korkak bir tarza büründükleri gibi, bir de kendileriyle çelişip koltuk sevdasına da düşen adamlarmış, Manisa maçında bunu net bir şekilde gördük. Ayrıca Fener'e yenildikten sonra Rijkaard'ın yaptığı "ağlama merkezli" zavallı açıklamaların ardından bugün de Neeskens'in, çocuğu yaşındaki bir rakip oyuncuya (faul yaptığı için) saldırmasıyla, yine bu iki futbol peygamberinin aynı zamanda etik yönden de "kusursuz" falan olmadıklarını anlamış bulunuyoruz.
Bugünkü Bursa maçında blog âleminin o yüceler yücesi, herkese ilham veren "abisinin" zamanında yazdığı gibi "sisteminden asla ödün vermez" denen Neeskens (ve uzaktan kumandasıyla Rijkaard), Bursa karşısında yenik durumdayken belki forveti ikilemedi ama önce 4-3-3'ten 4-2-3-1'e, sonra da 4-1-1-4'e döndü. Şimdi utanıyor mudur o meşhur abi? Zannetmiyorum. "Ulan ben hiçbir boktan anlamıyormuşum, fena g.t oldum vallahi" diyor mudur? Onu da zannetmiyorum. Millet onu okumaya devam edecek mi peki? İşte onu zannediyorum. "Toplumlar layık olduğu şekilde yönetilir" derler. Bu zavallılara da öyle abiler lâzım. Devam etsinler yazmaya da, okumaya da...
Neyse, Rijkaard ve Neeskens'i peygamber yerine koyan G.Saraylı müritlere sene başından beri "bekleyelim görelim" diyorum. Şu anda görüyoruz ki, bana futboldan anlamadığımı söyleyecek kadar şuursuzlaşan o arkadaşların bizzat kendileri futboldan anlamadığı gibi, "taraftarlık duygularına" yenik düşerek yazı yazıyormuş. Bu çok açık. Oysa ben bu blogun arşivinde Fener hakkında G.Saray'dan en az 3 kat fazla eleştiri yazmışımdır. Takdiri aklı başında okuyuculara bırakıyorum. Herkese de iyi bayramlar diliyorum.
Sonra Manisa maçına geldik, yine Ali Sami Yen'de oynanıyor; maçtan önce sahaya çıkarken Sarp ve Topal ile 3 ön libero oynayan Ayhan diğer ikisine bağırıyor: "Mustafa! Fazla ileri çıkmıyoruz abi... Buralarda takılalım (orta sahanın ortasını gösteriyor)." Böyle bir rezillik var mı? Rijkaard ve Neeskens, ilke falan sahibi olmayıp Fener maçından beri korkak bir tarza büründükleri gibi, bir de kendileriyle çelişip koltuk sevdasına da düşen adamlarmış, Manisa maçında bunu net bir şekilde gördük. Ayrıca Fener'e yenildikten sonra Rijkaard'ın yaptığı "ağlama merkezli" zavallı açıklamaların ardından bugün de Neeskens'in, çocuğu yaşındaki bir rakip oyuncuya (faul yaptığı için) saldırmasıyla, yine bu iki futbol peygamberinin aynı zamanda etik yönden de "kusursuz" falan olmadıklarını anlamış bulunuyoruz.
Bugünkü Bursa maçında blog âleminin o yüceler yücesi, herkese ilham veren "abisinin" zamanında yazdığı gibi "sisteminden asla ödün vermez" denen Neeskens (ve uzaktan kumandasıyla Rijkaard), Bursa karşısında yenik durumdayken belki forveti ikilemedi ama önce 4-3-3'ten 4-2-3-1'e, sonra da 4-1-1-4'e döndü. Şimdi utanıyor mudur o meşhur abi? Zannetmiyorum. "Ulan ben hiçbir boktan anlamıyormuşum, fena g.t oldum vallahi" diyor mudur? Onu da zannetmiyorum. Millet onu okumaya devam edecek mi peki? İşte onu zannediyorum. "Toplumlar layık olduğu şekilde yönetilir" derler. Bu zavallılara da öyle abiler lâzım. Devam etsinler yazmaya da, okumaya da...
Neyse, Rijkaard ve Neeskens'i peygamber yerine koyan G.Saraylı müritlere sene başından beri "bekleyelim görelim" diyorum. Şu anda görüyoruz ki, bana futboldan anlamadığımı söyleyecek kadar şuursuzlaşan o arkadaşların bizzat kendileri futboldan anlamadığı gibi, "taraftarlık duygularına" yenik düşerek yazı yazıyormuş. Bu çok açık. Oysa ben bu blogun arşivinde Fener hakkında G.Saray'dan en az 3 kat fazla eleştiri yazmışımdır. Takdiri aklı başında okuyuculara bırakıyorum. Herkese de iyi bayramlar diliyorum.
26 Kasım 2009 Perşembe
Casimir Pulaski Day
2000'li yılların müzik dünyasına en mükemmel armağanlarından biri olan 1975 doğumlu, 20'ye yakın enstrümanı ustalıkla çalabilen Michigan'lı singer/songwriter Sufjan Stevens'ın 2005 tarihli başyapıtı "Illinois" albümünün en sevdiğim şarkısı bu. Şarkının kendi videosu (hatta bildiğim kadarıyla hiçbir parçasının videosu) yok ama YouTube'da bir hayranının yaptığı bu klibi okuyanlarla paylaşmak istiyorum. İnanılmaz derecede hüzünlü sözleri olan harikulade şarkının mısralarından bire bir esinlenerek çekilen bu naif video, öylesine bir "samimiyet" barındırıyor ki, insanın gözleri yaşarabilir.
Golden rod and the 4-H stone
The things I brought you
When I found out you had cancer of the bone
Your father cried on the telephone
And he drove his car to the Navy yard
Just to prove that he was sorry
In the morning through the window shade
When the light pressed up against your shoulder blade
I could see what you were reading
Oh the glory that the lord has made
And the complications you could do without
When I kissed you on the mouth
Tuesday night at the bible study
We lift our hands and pray over your body
But nothing ever happens
I remember at Michael's house
In the living room when you kissed my neck
And I almost touched your blouse
In the morning at the top of the stairs
When your father found out what we did that night
And you told me you were scared
Oh the glory when you ran outside
With your shirt tucked in and your shoes untied
And you told me not to follow you
Sunday night when I cleaned the house
I find the card where you wrote it out
With the pictures of your mother
On the floor at the great divide
With my shirt tucked in and my shoes untied
I am crying in the bathroom
In the morning when you finally go
And the nurse runs in with her head hung low
And the cardinal hits the window
In the morning in the winter shade
On the first of March on the holiday
I thought I saw you breathing
Oh the glory that the lord has made
And the complications when I see his face
In the morning in the window
Oh the glory when he took our place
But he took my shoulders and he shook my face
And he takes and he takes and he takes
Golden rod and the 4-H stone
The things I brought you
When I found out you had cancer of the bone
Your father cried on the telephone
And he drove his car to the Navy yard
Just to prove that he was sorry
In the morning through the window shade
When the light pressed up against your shoulder blade
I could see what you were reading
Oh the glory that the lord has made
And the complications you could do without
When I kissed you on the mouth
Tuesday night at the bible study
We lift our hands and pray over your body
But nothing ever happens
I remember at Michael's house
In the living room when you kissed my neck
And I almost touched your blouse
In the morning at the top of the stairs
When your father found out what we did that night
And you told me you were scared
Oh the glory when you ran outside
With your shirt tucked in and your shoes untied
And you told me not to follow you
Sunday night when I cleaned the house
I find the card where you wrote it out
With the pictures of your mother
On the floor at the great divide
With my shirt tucked in and my shoes untied
I am crying in the bathroom
In the morning when you finally go
And the nurse runs in with her head hung low
And the cardinal hits the window
In the morning in the winter shade
On the first of March on the holiday
I thought I saw you breathing
Oh the glory that the lord has made
And the complications when I see his face
In the morning in the window
Oh the glory when he took our place
But he took my shoulders and he shook my face
And he takes and he takes and he takes
NBA gerçek bir "yıldız" kaybetti
"NBA’den emekliliğimi açıklıyorum. Hayatım boyunca ancak ve ancak takımıma alıştığım şekilde yardım edemeyeceğim zaman basketboldan emekli olacağımı düşünürdüm. Ancak durum böyle olmadı.
Hâlâ basketbolu çok seviyorum, oynama isteğim var ve çok da iyi oynayabilirim. En üst seviyede oynayabileceğimden eminim.
Emekliliğim sayesinde eşim ve çocuklarımla daha çok vakit geçirme şansım olacak. Bu parkede kazandığım her şeyden daha büyük bir ödül. Hep bugün için dua etmiştim ve bu ânı hayatımın en büyük hediyesi olarak görüyorum.
Reebok çalışanlarına iniş-çıkışlara dolu kariyerimin her döneminde beni destekledikleri için çok teşekkür ediyorum. NBA’de 13 harika sezon geçirdim ve buna minnettarım.
Dünyanın her yerindeki fanlarıma, tüm kariyerim boyunca benimle oldukları için teşekkür ediyorum. Siz olmasaydınız ben de olmazdım. Bana verdiğiniz desteği kalbimin derinliklerinde hissettiğimi bilmeniz gerekiyor. Teşekkür ederim.
Michael Jordan, Magic Johnson, Isiah Thomas, Charles Barkley ve Larry Bird... Sizler bana vizyon ve sonsuza dek kalbimde yer alacak basketbol sevgisini kazandırdınız.
Her gün basketbol oynamam için beni cesaretlendiren ve bana ilham veren annem, tüm ailem ve en başından bu yana yanımda olan arkadaşlarım... Teşekkür ederim.
Lisedeki antrenörüm Michael Bailey, Georgetown Üniversitesi’ndeki antrenörüm John Thompson, Larry Brown ve diğer antrenörlerim, takım arkadaşlarım, yöneticilerim, patronlarım ve kariyerimin bir parçası olan tüm çalışanlar... Sizlere de teşekkür ederim.
Memphis halkına da özel olarak teşekkür etmek istiyorum. Grizzlies’teyken iç sahada hiç maç yapamadım, ancak muhteşem takım sahibiniz Michael Heisley’nin bana verdiği fırsatı ve şehrin desteğini unutmam mümkün değil. Memphis Grizzlies organizasyonuna başarılar diliyorum.
Ve son olarak Philadelphia şehri... Sixers formasıyla harika anılarım var. Tüm Philly taraftarları, sizlere teşekkür ediyorum. Sesiniz kulağımda bir müzik gibi yankılanacak...
Tanrı hepinizi korusun."
ALLEN IVERSON
Hâlâ basketbolu çok seviyorum, oynama isteğim var ve çok da iyi oynayabilirim. En üst seviyede oynayabileceğimden eminim.
Emekliliğim sayesinde eşim ve çocuklarımla daha çok vakit geçirme şansım olacak. Bu parkede kazandığım her şeyden daha büyük bir ödül. Hep bugün için dua etmiştim ve bu ânı hayatımın en büyük hediyesi olarak görüyorum.
Reebok çalışanlarına iniş-çıkışlara dolu kariyerimin her döneminde beni destekledikleri için çok teşekkür ediyorum. NBA’de 13 harika sezon geçirdim ve buna minnettarım.
Dünyanın her yerindeki fanlarıma, tüm kariyerim boyunca benimle oldukları için teşekkür ediyorum. Siz olmasaydınız ben de olmazdım. Bana verdiğiniz desteği kalbimin derinliklerinde hissettiğimi bilmeniz gerekiyor. Teşekkür ederim.
Michael Jordan, Magic Johnson, Isiah Thomas, Charles Barkley ve Larry Bird... Sizler bana vizyon ve sonsuza dek kalbimde yer alacak basketbol sevgisini kazandırdınız.
Her gün basketbol oynamam için beni cesaretlendiren ve bana ilham veren annem, tüm ailem ve en başından bu yana yanımda olan arkadaşlarım... Teşekkür ederim.
Lisedeki antrenörüm Michael Bailey, Georgetown Üniversitesi’ndeki antrenörüm John Thompson, Larry Brown ve diğer antrenörlerim, takım arkadaşlarım, yöneticilerim, patronlarım ve kariyerimin bir parçası olan tüm çalışanlar... Sizlere de teşekkür ederim.
Memphis halkına da özel olarak teşekkür etmek istiyorum. Grizzlies’teyken iç sahada hiç maç yapamadım, ancak muhteşem takım sahibiniz Michael Heisley’nin bana verdiği fırsatı ve şehrin desteğini unutmam mümkün değil. Memphis Grizzlies organizasyonuna başarılar diliyorum.
Ve son olarak Philadelphia şehri... Sixers formasıyla harika anılarım var. Tüm Philly taraftarları, sizlere teşekkür ediyorum. Sesiniz kulağımda bir müzik gibi yankılanacak...
Tanrı hepinizi korusun."
ALLEN IVERSON
Distopik filmlerden bir sahne gibi
ManUtd 0 - Beşiktaş 1
Beşiktaş, 3 hafta içinde üçüncü kez "sadece" defans yaparak maç kazandı. Teknik direktörü ise (ne ironiktir ki) bu ülkeye hücum futbolunu getirdiğini iddia eden, bütün Türkiye'yi aptal yerine koymaya çalışan ve herkesin gözünün içine baka baka yalan söyleyen biri. Tüm kariyeri, önce bildiğini okuyup saçmalamakla, sonra yusuf yusuf edip tükürdüğünü yalamakla geçen bu şahıs, bu sezonki üçüncü görkemli "skorunu" da yine 10 kişi savunma yaparak elde etti. Ha, bütün dünyada futboldan birazcık anlayan herkes biliyor ki bugün Berbatov, Rooney, Valencia, Ferdinand, Evra ve Van der Sar ilk 11'de olsa, bu maç sabaha kadar oynansa da Beşiktaş gol atamazdı. 100 defa oynansa 100'ünü de United kazanırdı. Ama her zaman diyoruz, Türk futbol tarihinin en kifayetsiz olduğu kadar aynı zamanda en ballı 2 teknik direktöründen biri Denizli. Bursa'da Hollanda'ya karşı millî takımı 10 kişi savunma oynatıp, İlker Yağcıoğlu'nun hayatında sadece 2 kere yaptığı bir orta sonucu maçı nasıl kazanmıştı, hepimiz hatırlıyoruz. Hollanda 10 tane gol kaçırmış, 86. dakikada Seedorf penaltıyı auta atmıştı. Bu gece ise o günkünden de büyük bir bal söz konusuydu: Old Trafford stadında Foster, Gibson, Wellbeck, Macheda, Fabio gibi Beşiktaş'ta bile asla oynayamayacak olan futbolculardan kurulu bir takım buldu karşısında Denizli. Ve onun ekibi bu takıma karşı bile 90 dakika mahkûm futbol oynayıp kaleyi bulan sadece 2 şut attı. Onlardan biri de defansa çarparak gol oldu. Tıpkı, zamanında Fener'in yaptığı gibi... Ne demişti o gün İngiliz gazetesi?: "Fenerbahçe ikinci sınıf bir takım. Ama United bu gece 3. sınıf bir takım gibiydi." İşte bu geceki maçın özeti de bu cümledir.
Hiç kimse, futboldan ve futbolcudan anlayan hiç kimse bu gece sahadaki kadrolardan daha "kaliteli" olanının United kadrosu olduğunu söyleyemez. Beşiktaş kadrosu %100 daha iyi bir kadrodur. Ama kaleye 27 şut atan United, 5 şut atan Beşiktaş...
Beşiktaşlılar bu zafere ne kadar sevinse az. Sonuçta taraftarlık böyle zamanlarda güzel. Ve tarih bu geceki kadroları değil, tabeladaki skoru yazacak; en güzeli de bu. Ama uzun vadede Trabzon, Fener ve United maçları gibi bir maç, bir daha ne zaman yaşanır; orası muamma.
Hiç kimse, futboldan ve futbolcudan anlayan hiç kimse bu gece sahadaki kadrolardan daha "kaliteli" olanının United kadrosu olduğunu söyleyemez. Beşiktaş kadrosu %100 daha iyi bir kadrodur. Ama kaleye 27 şut atan United, 5 şut atan Beşiktaş...
Beşiktaşlılar bu zafere ne kadar sevinse az. Sonuçta taraftarlık böyle zamanlarda güzel. Ve tarih bu geceki kadroları değil, tabeladaki skoru yazacak; en güzeli de bu. Ama uzun vadede Trabzon, Fener ve United maçları gibi bir maç, bir daha ne zaman yaşanır; orası muamma.
25 Kasım 2009 Çarşamba
Sergen Yalçın
24 Kasım 2009 Salı
Liverpool umut vermiyor
Liverpool, tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşıyor. Oynadığı son 10 maçın sadece birini kazanabilen Kırmızılar'da lig şampiyonluğu umudu hemen hemen sıfırlandığı gibi, Benitez döneminde abone olunan Ş.Ligi'nden de elenme riski, an itibarıyla çok yüksek. Bu gece Macaristan'da zayıf rakibi Debrecen önüne çıkacak olan takım, eğer Fiorentina evinde Lyon'u yenerse, ilk 2 şansını tamamen kaybedecek. Onlar için tek umut ise Lyon'un Fiorentina'dan puan alması. Eğer o maç berabere biterse, Liverpool son maçta Anfield'da ağırlayacağı İtalyan ekibini kendi sahasında 3 farklı yenerek gruptan çıkabilir. İtalya'daki maçı 2-0 kaybeden Kırmızılar eğer aynı skorla kazanırsa bu kez genel averaja bakılacağı için bu geceki Debrecen maçındaki diferans hayati önem kazanıyor. Bu durumda Liverpool'un Debreceni'yi tam 4 farklı yenmesi lâzım. Ha, eğer Fiorentina bu gece Lyon'a kaybederse (ki hiç zannetmiyorum) bu kez averaja falan bakılmadan Liverpool'un son maçta onları 1-0 yenmesi bile yetecek.
Anlayacağınız, umutlar Kaf Dağı'nın ardında. Uzun yıllar sonra Ş.Ligi'nin de dışında kalmak gerçekten de büyük bir kriz yaratır kulüpte ama Benitez'in akıbeti ne olur, orası muamma. Yardımcıları ile birlikte tazminatı 20 milyon avroyu bulduğu söylenen İspanyol, kuşkusuz dünyanın en iyi hocalarından biri ama "takım kurma" işini bence hiç beceremiyor. Son yıllarda kulübün kısıtlı parasını adeta sokağa atan saçma sapan transferler yaptı çünkü. Riera, Dossena, Keane, Bellamy gibi oyunculara totalde neredeyse 60 milyon avro para verildi. Babel tek başına 19 milyon zaten. Bence takıma göze çok hoş gelen bir futbol oynatan Benitez kovulmamalı ama Dalglish, Rush gibi efsane bir isim onun üzerine futbol direktörü gibi bir görevle getirilmeli. İngiltere'deki menajerlik sistemine aykırı olduğunu biliyorum ama kim demiş teknik direktörler para harcamayı da çok iyi bilmek zorunda diye? Bence Benitez giderse daha iyisini bulmak zor, bu yüzden gönderilmemeli. Ama kafasına göre transfer yapması da engellenmeli. En iyi bildiği iş olan hocalığa dönsün İspanyol. Çözüm bu diyorum.
Anlayacağınız, umutlar Kaf Dağı'nın ardında. Uzun yıllar sonra Ş.Ligi'nin de dışında kalmak gerçekten de büyük bir kriz yaratır kulüpte ama Benitez'in akıbeti ne olur, orası muamma. Yardımcıları ile birlikte tazminatı 20 milyon avroyu bulduğu söylenen İspanyol, kuşkusuz dünyanın en iyi hocalarından biri ama "takım kurma" işini bence hiç beceremiyor. Son yıllarda kulübün kısıtlı parasını adeta sokağa atan saçma sapan transferler yaptı çünkü. Riera, Dossena, Keane, Bellamy gibi oyunculara totalde neredeyse 60 milyon avro para verildi. Babel tek başına 19 milyon zaten. Bence takıma göze çok hoş gelen bir futbol oynatan Benitez kovulmamalı ama Dalglish, Rush gibi efsane bir isim onun üzerine futbol direktörü gibi bir görevle getirilmeli. İngiltere'deki menajerlik sistemine aykırı olduğunu biliyorum ama kim demiş teknik direktörler para harcamayı da çok iyi bilmek zorunda diye? Bence Benitez giderse daha iyisini bulmak zor, bu yüzden gönderilmemeli. Ama kafasına göre transfer yapması da engellenmeli. En iyi bildiği iş olan hocalığa dönsün İspanyol. Çözüm bu diyorum.
23 Kasım 2009 Pazartesi
1985'in en iyi filmleri
1. Brazil (10)
Terry Gilliam
2. Idi i Smotri (9)
Elem Klimov
3. The Purple Rose of Cairo (8)
Woody Allen
4. Back to the Future (8)
Robert Zemeckis
5. Prizzi's Honor (8)
John Huston
Diğer: The Color Purple (8), Züğürt Ağa (8), My Beautiful Laundrette (7), The Breakfast Club (7), Pee-Wee's Big Adventure (7), Silverado (7), Cocoon (6), Out of Africa (6)
Görmediklerim: Sans Toit Ni Loi, Otac na sluzbenom putu, Tampopo, My Life As a Dog, Witness, Lost in America, Runaway Train, Mask
Terry Gilliam
2. Idi i Smotri (9)
Elem Klimov
3. The Purple Rose of Cairo (8)
Woody Allen
4. Back to the Future (8)
Robert Zemeckis
5. Prizzi's Honor (8)
John Huston
Diğer: The Color Purple (8), Züğürt Ağa (8), My Beautiful Laundrette (7), The Breakfast Club (7), Pee-Wee's Big Adventure (7), Silverado (7), Cocoon (6), Out of Africa (6)
Görmediklerim: Sans Toit Ni Loi, Otac na sluzbenom putu, Tampopo, My Life As a Dog, Witness, Lost in America, Runaway Train, Mask
22 Kasım 2009 Pazar
Tüm zamanların en komik golü
Bugün oynanan Anderlecht - Roeselare maçında, konuk takım kalecisi Jurgen Sierens öyle bir gol yemiş ki, bir insanın hayatında görebileceği en komik gol herhalde budur. Olaydan sonraki yüz ifadesinden Sierens'e üzülmemek de mümkün değil bu arada. Allah düşman başına bile vermesin diyorum.
Kör gözler için total futbol
G.Saray'ın, mürit kafalı taraftarlarca peygamber yerine konan hocası Rijkaard'ın Fenerbahçe maçına bile 4-2-3-1 çıkıp ondan sonra nasıl 4-3-3'e döndüğünü haftalardır seyrediyoruz. Buna güzel Türkçemizde "yusuf yusuf etmek" diyoruz ama başkaları "ödün vermemek" diyor. Haftalardır burada bana cevap yetiştiren körlerle uğraşmamak için yazmıyordum ama bugün Manisa karşısında kendi sahasında 9 kişiyle savunma yapan takımı görünce dayanamadım. Eğer şu takımın oynadığı futbolla, 5 değil 25 yıl sonra bile Barcelona'nın onda biri kadar olabileceğini düşünen varsa o adamla futbol da konuşmam, cevap da vermem ben. Bu yazıya yapılan yorumlara da vermeyeceğim, haddini aşanları da direkt sileceğim.
Rijkaard, o allah yerine konan Rijkaard, o blog peygamberleri tarafından "yenik duruma düşse bile sisteminden ödün vermez" denen Rijkaard Fener'den tokadı yiyince bir anda "çift ön liberolu, 3 ofansif orta sahalı" sisteminden, "3 defansif orta sahalı" bir sisteme dönüverdi! Rıdvan'a laf söylerken komik duruma düştükleri o "tek forvetten çift forvete dönme" olayından bile daha radikal olan bu değişlikliği göremeyen zavallılar, oynanan futbolda total futbol kıvılcımları görmeye devam etti haftalardır. Dediğim gibi, ben de muhatap olmamak için yazmamaya gayret ettim. Şu yazıyı da (saatine bakabilirsiniz) G.Saray öndeyken yazmaya başladım. Yani kazansa bile görüşlerim bu şekildeydi. Çünkü bugün kazanması önemli değil, bu şekilde kazanmaya devam edemez zaten. Çünkü ne yaptığını bilmeyen, şartlara göre hareket eden bir hocası var. Bugün Ayhan'ın yerine Linderoth'u, Balta'nın yerine Uğur'u alması tam bir skandal. Zaten Ayhan-Sarp-Topal üçlüsüyle oynaması da kepazelik.
Ha bunları yazıyoruz da ne oluyor, ben haklı olsam ne olacak? Bir şey olacağı yok ama derdim, "olan" bir şeyin "yokmuş" gibi lanse edilmesi; hiç alâkası olmayan bir şeyin de "varmış" gibi pohpohlanması. Yoksa bir derdimiz yok G.Sarayla. Şampiyonluğun da ne olursa olsun Fener ve Beşiktaş kadar adayıdır şu ligde şu kadroyla.
Rijkaard, o allah yerine konan Rijkaard, o blog peygamberleri tarafından "yenik duruma düşse bile sisteminden ödün vermez" denen Rijkaard Fener'den tokadı yiyince bir anda "çift ön liberolu, 3 ofansif orta sahalı" sisteminden, "3 defansif orta sahalı" bir sisteme dönüverdi! Rıdvan'a laf söylerken komik duruma düştükleri o "tek forvetten çift forvete dönme" olayından bile daha radikal olan bu değişlikliği göremeyen zavallılar, oynanan futbolda total futbol kıvılcımları görmeye devam etti haftalardır. Dediğim gibi, ben de muhatap olmamak için yazmamaya gayret ettim. Şu yazıyı da (saatine bakabilirsiniz) G.Saray öndeyken yazmaya başladım. Yani kazansa bile görüşlerim bu şekildeydi. Çünkü bugün kazanması önemli değil, bu şekilde kazanmaya devam edemez zaten. Çünkü ne yaptığını bilmeyen, şartlara göre hareket eden bir hocası var. Bugün Ayhan'ın yerine Linderoth'u, Balta'nın yerine Uğur'u alması tam bir skandal. Zaten Ayhan-Sarp-Topal üçlüsüyle oynaması da kepazelik.
Ha bunları yazıyoruz da ne oluyor, ben haklı olsam ne olacak? Bir şey olacağı yok ama derdim, "olan" bir şeyin "yokmuş" gibi lanse edilmesi; hiç alâkası olmayan bir şeyin de "varmış" gibi pohpohlanması. Yoksa bir derdimiz yok G.Sarayla. Şampiyonluğun da ne olursa olsun Fener ve Beşiktaş kadar adayıdır şu ligde şu kadroyla.
Yılın en güzel sürprizi: District 9
Tüm dünyada büyük yankı uyandırmasına rağmen ülkemize 3 ay gecikmeyle getirilen bilimkurgu filmi "District 9"ı pek çoğunuz gibi ben de yeni seyrettim. Yurdum sinemalarında sadece 2 hafta gösterimde kalan ve 42 bin kişi tarafından seyredilen bu güzide film, rahatlıkla söylenebilir ki gördüğü bu muameleden çok daha fazlasını hak ediyor. Spoiler vermeden filmin öyküsünden bahsetmek pek mümkün olmadığı için o hususa girmiyorum. Sadece bir bilimkurgu olarak sinema tarihinin en "gerçekçi" filmlerinden biri olduğunu söyleyeyim. Bunda nispeten düşük sayılabilecek bütçesinin de payı var elbette ama genç yönetmen Neill Blomkamp bu durumu adeta bir avantaja çevirmeyi başarıyor. Film konvansiyonel sinemadan fazlasıyla alışık olduğumuz iyi/kötü, biz/onlar gibi kavramlarla o kadar güzel oynuyor ve öylesine huzursuz edici bir atmosfer kuruyor ki, bütün film boyunca kendinizi diken üstünde ve "rahatsız" bir konumda buluyorsunuz. Filmde bildik anlamda bir "kahraman" kesinlikle yok. Kolayca tevessül edebileceği yerlerde popüler sinemanın hiçbir unsuruna yüz vermiyor (mesela kovalamaca sahnelerinin âlâsı çekilebilir kimi yerlerde ama oraları hızlıca geçiyor). Bunun yanında insanoğlunun sahip olduğu rezil hasletlerin hepsine de, yeri geldikçe bir şekilde vurgu yapmayı başarıyor (bencillik, fırsatçılık gibi).
Distopik bilimkurgular, Kafkaesk atmosferler, iyi ile kötünün ters yüz edildiği ve anti-kahramanların başrole taşındığı filmler, "Blade Runner"dan beri zaten mutlak favorimiz durumunda. "District 9" bu tarz filmlerin sinema tarihindeki en unutulmaz örnekleri arasına girmeyi şimdiden garantilemiş, çok iyi bir film.
Distopik bilimkurgular, Kafkaesk atmosferler, iyi ile kötünün ters yüz edildiği ve anti-kahramanların başrole taşındığı filmler, "Blade Runner"dan beri zaten mutlak favorimiz durumunda. "District 9" bu tarz filmlerin sinema tarihindeki en unutulmaz örnekleri arasına girmeyi şimdiden garantilemiş, çok iyi bir film.
Şike yapılan maçlar belirginleşiyor
Bild gazetesi, Türkiye ligini de kapsayan bahis skandalının ayrıntılarına yer vermeye başladı. Buna göre şike yapılan maçlar arasında Türkiye'de oynanan 2 maç yer alıyor. Bunlardan ligde olanı, geçen sezon düşmesi kesinleşen Hacettepe ile Kocaelispor'un 34. haftada oynadığı ve Kocaeli'nin deplasmanda 4-0 kazandığı maç. Diğeri ise Türkiye Kupası'nda ilk 2 maçını kaybederek gruptaki iddiasını neredeyse yitiren Trabzon'un, Antalya deplasmanında 3-3 berabere kaldığı kupa maçı. Her iki maçın ortak özelliği son dakikalarına çok sayıda gol sığmış olması. Tabii önemli olan, bu maçlarda hangi kişilerin (hakem, hoca, oyuncu) para alıp şike yaptığı. Uefa yetkilileri, "günü gelince sorumluları adalete teslim edeceğiz" demişti geçen gün. Merakla bekliyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)