17 Ekim 2009 Cumartesi

Müneccim boku yemek



Aşağıdaki postta Torres ve Gerrard'ın sakatlıklarıyla alâkalı olarak attığım başlık, Liverpool'un Sunderland deplasmanında yediği golün de dramını bire bir ifade ediyor ne yazık ki. Futbol tarihinin en ilginç enstantanelerinden biri olan bu pozisyon (buraya tıklayarak NTV'nin sitesinden izleyebilirsiniz), benim gibi 12 yaşından beri "cenabet" lâkabıyla anılan bir gudubet insanın gönül verdiği takımın başına gelecekti elbette. Böyle bir şeyin United, Real ya da Bayern'e olmasını mı bekliyordum ki?

Not: Bu golün, bildiğim kadarıyla iptal edilmesi gerekirdi. Hakemler bunu nasıl atladı, FA ne karar verecek, merakla bekliyorum.

16 Ekim 2009 Cuma

Bu ne şanssızlık!

Bilindiği gibi Liverpool bu sezona hiç iyi başlayamadı. Yıllar sonra artık hem yönetimin hem de taraftarın lig şampiyonu olarak görmek istediği kulüp, geçen yılki kadrosunu büyük ölçüde muhafaza etmesine rağmen, takımın en önemli oyuncularından Xabi Alonso'nun ayrılmasıyla büyük güç kaybetti. Geçen sezon başındaki bir postta, Gareth Barry'yi alabilmek için Alonso'yu haraç-mezat satmaya çalışan (hatta oyuncu kabul etse Fener'e geliyordu!) Benitez'i eleştirmiş ve Alonso'nun dünyanın en iyi ön liberosu olduğunu ısrarla belirtmiştim. Barry'yi alamadığı için onu kadroda tutan Benitez ise sezon içinde Alonso'nun gösterdiği performans sonucu utanmış mıdır, bilmiyorum. Ama bu yıl onu (35 milyon avroya da olsa) göndererek büyük bir hata yaptığı kesin.

Neyse, sezona kötü başlayan ve geçen yıl tüm sezonda aldığı kadar yenilgiyi daha şimdiden alan takım bu hafta Sunderland deplasmanına çıkıyor. Ve en önemli iki silah diyebileceğimiz Torres ile Gerrard bu maçta sakatlık nedeniyle forma giyemeyecek. Bu gerçekten de inanılmaz bir şanssızlık Kırmızılar için. Forvette Kuyt ile birlikte genç N'Gog'un görev yapması bekleniyor. Orta sahada ise büyük ihtimalle Benayoun, Mascherano, Lucas ve Riera oynayacak. Hiç umut veren bir kadro değil doğrusu.

Sunderland ise bu yıl özellikle Darren Bent'in inanılmaz performansı ile yenilmesi gerçekten de çok güç bir takım hâline geldi. Millî maçlardan önce oynanan son maçta da United'a Old Trafford'da herkesi şaşırtacak şekilde kafa tuttular ve Anton Ferdinand'ın kendi kalesine attığı gol olmasa neredeyse galip geleceklerdi. Orta sahada Malbranque, Cana ve Cattermole'un yanı sıra, cezalı olan Richardson'ın yerine büyük ihtimalle Reid oynayacak. Forvette de zaten oldukça yırtıcı bir ikili olan Jones ve Bent var. İddaa'nın ev sahibinin yenilmezliğine verdiği oran 1.81 ve bence inanılmaz bir oran bu. Her ne kadar bir Liverpool aşığı olsam da bu maçtan hiç ümitli değilim. Sunderland'in yenilmeyeceğini, hatta favori olduğunu düşünüyorum. Bahis oynayanlara duyurulur.

14 Ekim 2009 Çarşamba

TSYD açıklaması

İbrahim Yazıcı isimli magandanın dün bir muhabire yaptığı iğrenç saldırı üzerine TSYD kendinden beklenen kınamayı yayımladı. Dünkü yazıma "haberin doğru olduğunu nereden biliyorsun?" diye çemkirenler de herhalde gereken cevabı almış oldular. Yazıcı isimli bu insan müsveddesinin derhal istifa etmesi ve bir daha Türk futbolu ile ilgili herhangi bir görevde yer almaması mutlaka sağlanmalı. Meydan bu yaratıklara bırakılırsa, oluşan düzen dönüp dolaşıp bırakanları da vurur. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. TSYD'nin bildirisi şöyle:

"Bursa'da Ermenistan milli maçı hazırlıkları sırasında görev yapmakta olan HaberTürk gazetesinden Erhan Telli arkadaşımızın saldırıya uğramasını, TSYD olarak nefretle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz.

Bursaspor Kulübü Başkanı İbrahim Yazıcı'nın beğenmediği bir haber nedeniyle arkadaşımız Erhan Telli'ye düpedüz pusu kurarak saldırması, hiçbir biçimde kabul edilemeyecek iğrenç bir davranıştır.

Yazıcı, Erhan Telli'nin kendisiyle ilgili haberinin doğru olmadığını düşünüyorsa, bununla ilgili hak arama yolları açıktır. Gerekli yasal yollara başvurup varsa mağduriyetinin giderilmesini isteyebilir, hakkını alabilir.

Böyle yapmak yerine, kamu görevi yapan bir spor gazetecisine korumalarıyla birlikte saldırmak, şehir eşkiyalığından başka birşey değildir. Yürürlükteki yasalara göre de açık bir suçtur.

Yazıcı'nın bu tavrının başka gelişmelerle ilgili olarak yaptıkları hakkında da kuşku uyandıracak nitelikte olduğunu ayrıca vurgulamak isteriz. Örneğin, Diyarbakırspor maçında yaşananlarda kendilerinin herhangi bir rolünün bulunmadığına kimi inandıracaktır Yazıcı?

Bursaspor adının sık sık çeşitli olaylarla gündeme gelmesinde, İbrahim Yazıcı gibi yöneticilerinin nasıl bir rolünün bulunduğu açık değil midir? Başkanı böyle olan bir kulübün taraftarının nasıl davranacağı açık değil midir?

Sorunlarının çözümünün böylesi şehir eşkiyalığı yöntemlerinde olduğunu sanmanın yol açabileceği durumları göremeyecek basiretsiz ve şiddet düşkünü kişilerin, Bursaspor Kulübü Başkanlığı gibi bir görevde bulunmasının ne kadar tehlikeli olduğu da bu olayda açıkça ortaya çıkmıştır.

Olayın üzücü bir boyutunu da güvenlik güçlerinin tutumu oluşturmuştur. Olay yerine çok yakın oldukları halde gelişmeyi sadece izlemekle yetinen güvenlik güçlerinin de daha duyarlı davranmalarını beklerdik.

Bu kapsamda Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener'in gösterdiği duyarlılığa teşekkür ediyoruz. Ancak bunun sonrasında saldırıya uğrayan Erhan Telli arkadaşımız ile saldırgan İbrahim Yazıcı'yı 'barıştırmak' gibisinden bir girişimi en hafif deyimle 'tuhaf' bulduğumuzu belirtmek istiyoruz.

Kentin ortasında, onlarca insanın gözü önünde, yasalarda yazılı bir suçu işlemiş kişinin, bunun mağduru olan gazeteciyle barıştırılması, kuşkusuz iyi niyetli ama olayın vehametiyle çelişen bir durumdur. Sayın Özgener'in, bu konudaki doğru davranış biçiminin, saldırganın gerektiği gibi cezalandırılması olduğunu görebilecek bir yönetici olduğuna inanıyoruz.

TSYD olarak bu iğrenç saldırıyı bir kez daha şiddet ve nefretle kınarken, İbrahim Yazıcı'ya da bir spor gazetecisine bunu yapmanın o kadar kolay geçiştirilebilecek bir durum olmadığını hatırlatmakta yarar görüyoruz.

Sonuna kadar arkadaşımız Erhan Telli'nin yanında ve İbrahim Yazıcı ile onun gibilerin karşısındayız. Bunu da gereken yerlerde gerektiği gibi göstereceğiz. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın."

13 Ekim 2009 Salı

Elano'nun pası

Az önce Spormax kanalında, 10 Eylül'de oynanan Brezilya-Şili maçının tekrarına rastladım (4-2 bitti). Bu maçı ilgili dönemde seyretmemiştim. Son 10 dakikaya 2-2 girilen müsabakada Brezilya önce Maicon'un ortasında Nilmar'ın kafa golüyle öne geçti. Birkaç dakika sonra bu kez yine Maicon'un kaleciden dönen şutunu Nilmar tamamladı ve maçın skoru ortaya çıktı. Yalnız bu son golde Maicon'un gelişine vurduğu topu ortalayan (daha doğrusu orta kisvesi altındaki o pası veren) kişi Elano idi. Ben genel olarak "pas verilmez, alınır" düsturuna inanan bir futbolseverim. Dolayısıyla burada da pası atandan önce o muhteşem koşuyu yapan Maicon'u övmek istiyorum. Ama Elano'nun pası o kadar muhteşem ve o kadar seyri güzel ki, üzerine 1 paragraf yazı yazılabilir (sanırım şu anda onu yapıyorum). Hem kaçan oyuncuyu görmek, pası atmaya karar verip hazırlanmak ve en uygun şiddet ve uzunlukta o pası verebilmek gerçekten de büyük iş. Bu postu yazarken bir yandan da araştırdığım maçın videosuna Fanatik gazetesinin internet sayfasından ulaştım. İzlemek isteyenler için de buraya koyuyorum.

Bu vesileyle Elano için de birkaç şey söylemek isterim. City macerası öncesinden ismen tanıdığım ama ilk kez City'de seyrettiğim bu şahane oyuncu, şu anda kapasitesinin %50'sini bile gösterebilmiş değil Türk futbolseverlere. Bence kendisine biçilen rolün yanlışlığı da, hakkındaki intibalara olumsuz etki yapıyor. İnsanlar geldiği günden beri onu bir "10 numara" olarak görme arzusunda (hatta herkes blogunda o şekilde duyurdu bu transferi, bense yapmayın-etmeyin dedim ama dinletemedim). Ve fakat Elano aslen bir merkez orta saha oyuncusu. Alex'in sahip olduğu "forvet arkası" özellikleri ve yetenekleri onda çok daha az. Ama Alex'de olmayan fizik ve koşu kapasitesi, takım savunmasına katkı gibi özellikleri çok daha üst seviyede. Oyun zekâsı, pas yeteneği ve vizyonu ise muazzam Brezilyalının. Zaten kendisini ön liberonun yanında değerlendirmek gerektiğini de birkaç kez yazdım daha önce. Şu anda fizik gücü o seviyede olmayabilir ama istenen düzeye geldiğinde üçlü orta sahanın sağ içinde ya da 4-1-3-1-1'in orta üçlüsünün ortasında rahatlıkla oynayabilecek bir oyuncu. Hatta en verimli performansını o bölgede verir. Bunu böyle bilip izlemekte fayda var diye düşünüyorum.

İğrenç bir adam

Bursaspor'un, Türkçe konuşmaktan aciz başkanı (başkan bozuntusu) İbrahim Yazıcı, Fatih Terim ile ilgili olarak yaptığı bir haberi kendisine dayandıran Haber Türk muhabiri Erhan Telli'yi, Terim'in bugünkü basın toplantısından hemen sonra darp etmiş. Birincisi, bu rezil tavır, Telli'nin yaptığı haberin doğru olduğunun net bir kanıtıdır bana göre. İkincisi, Telli'nin ifadesine göre kendisi tam taksiye binmek üzereyken peşinden koşarak gelip kolundan tutan ve "başkanım sizinle görüşecek" diyen kadın nasıl bir insandır? Üçüncüsü, bu rezil adam TSYD dışında Türk futbolunun hangi unsurları tarafından kınanacak? Dördüncüsü, hâlâ Türk futbolunun içinde barınmaya devam edecek mi? Beşincisi, olay gözlerinin önünde cereyan ettiği halde bizim vergilerimizle ekmek parası kazanan polis bozuntuları neden sadece seyretmekle yetinmiştir? Soruları çoğaltabiliriz. Ama netice şu: Zaten 20 yıldan beri bizi şu ülkenin iğrenç futbol ortamından soğutmak için onlarca sebep varken, böyle suratına tükürmeye tenezzül etmeyeceğiniz adamların başkan koltuklarını işgal etttiğini görmek iyiden iyiye köreltiyor ilgimizi, sevgimizi.

12 Ekim 2009 Pazartesi

1988'in en iyi filmleri


1. Dekalog (10)
Krzysztof Kieslowski

2. Dead Ringers (10)
David Cronenberg

3. Akira (10)
Katsuhiro Otomo

4. Tonari no Totoro (10)
Hayao Miyazaki

5. Rain Man (8)
Barry Levinson

Diğer: A Fish Called Wanda (8), Midnight Run (8), Nuovo Cinema Paradiso (8), Women on the Verge of a Nervous Breakdown (8), Dangerous Liaisons (8), The Last Temptation of Christ (8), Hairspray (7), Bull Durham (7), Big (7), Working Girl (7), Married to the Mob (7), The Accedental Tourist (7), Beetlejuice (7), Die Hard (7), Missisippi Burning (5)

Görmediklerim: The Unbearable Lightness of Being, The Thin Blue Line, Spoorloos, Hotaru No Haka, Dom Za Vesanje

11 Ekim 2009 Pazar

Düşüncesi bile güzel


Böyle biri tarafından aranmak istemeyecek bir ademoğlu var mıdır yeryüzünde? Hele de bizim gibi ilk gençliğine 80'lerde geçmiş ve Baywatch seyrederek büyümüş bünyeler arasında?