O hayata kendisinin dâhil oluşunu dün gibi hatırlıyorum, Fenerbahçe'ye 1987 yazında Sarıyer'den transfer olmuştu. Aslında G.Saray daha önce harekete geçip kendisine forma bile giydirmiş olmasına rağmen, Fenerbahçe devreye girmiş ve o zamanların modası olduğu üzere Rıdvan'ı "kaçırıp" bir yerde saklayarak işi bitirmişti. Ama o transfer macerasından geriye, "çocukluğumdan beri hasta Fenerliyim" diyen kişinin bu fotoğrafı kaldı:
Rıdvan'ın ilk sezonu, son 30 yılda benim hatırladıklarımın en kötü 3 tanesinden biriydi. Kadro çok disiplinsiz ve kimya olarak da çok bozuktu. Neyse uzatmayayım, Fenerbahçe ligi 8. sırada bitirerek, şampiyon olan G.Saray'ın 35 puan gerisinde kaldı. Ertesi yıl Başkan Tahsin Kaya, 103 golle tarih yazan o muhteşem kadroyu oluşturdu ve Rıdvan da 47 resmî maçta 21 gol atıp, 30'a yakın asist yaparak Türk futbolunun en büyük yıldızı hâline geldi. Ama daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi günde iki paket sigara, karı-kız, kumar vs. ile aynı zamanda en "anti-profesyonel" futbolcuydu. Bugün o zamanları hiç utanmadan, sıkılmadan ve pişkin pişkin gülerek anlatıyor: "O zamanlar Rıza, Metin ve ben aynı evde kalırdık. Rıza saat 9'da uyurdu, biz de Metin ile takılmaya giderdik.."
Ertesi sezon 10. haftadaki Trabzon deplasmanında Yesiç'in acımasız tekmesiyle sakatlandı ve ondan sonra, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sadece 9 maç oynadığı o sezonu 1 golle tamamlamış; sahalara ise tam 11 ay sonra İzmir'de dönmüştü.
Şimdi kendinizi benim yerime koyun.. 12 yaşındayken, tuttuğunuz takım 103 golle şampiyon oluyor ve o takımın en büyük yıldızı ertesi sezon sakatlanıp 1 yıl sonra sahalara dönüyor.. Hem de sizin yaşadığınız şehirde! Ben o maçta tribündeydim; Atatürk Stadı, Rıdvan geri döndüğü için tıklım tıklımdı (80 bine yakın seyirci). Üstelik takım daha bir hafta önce Kadıköy'de, Trabzon'a 5-3 yenilmişti. Rıdvan, işte o Karşıyaka maçında 60. dakikada -Vokri'nin yerine- oyuna girdi ve 66 ile 87. dakikalarda 2 gol birden atarak takımını adeta sırtladı. O girdiğinde skor 3-2'ydi, maç 6-2 bitti.
Ama o kadar kötü bir profesyoneldi ki, antrenmanlardan sürekli kaytarıp kendine de bakmadığı için bir daha hiçbir şekilde 15 maç üst üste oynayamadı Fenerbahçe'de. Yani sadece ve sadece 30-40 maçta yaptıkları sayesinde, "Fenerbahçeli" kimliğiyle 30 yıldır ekmek yiyor Rıdvan. Biz onu çok sevdiğimiz için kötü yanlarını bugüne kadar hiç görmedik, diğer camialar ona saldırdığında Twitter'da "Rıdvan Dilmen onurumuzdur" diye hashtag'lere destek verdik vs. Ama o iki gün önce söyledikleriyle, bir daha asla ve asla geri dönmemek üzere, Fenerbahçe taraftarlarının büyük bir çoğunluğunun gönlünden koptu gitti.
Mert olmak lâzım, bu blog'da Fatih Terim için defalarca "güce tapınan" bir insan olduğunu yazdım. Adama demezler mi, "kardeşim dön de kendi camianın efsanesine bak" diye.. Gerçekten de Rıdvan bu konuda Terim'i bile cebinden çıkaracak kadar "şeytan" bir insan(mış). Bunu nereden mi biliyoruz? Sırayla gidelim.. Sarıyer'de oynarken ("kendini bildi bileli tuttuğu takım" olan Fenerbahçe'nin baş düşmanı) G.Saray kendisine talip oluyor ve hemen formayı giyip önce onların kanatlarının altına sığınıyor. Hatta basına (daha resmi imza atılmadan, formayla) poz dahi veriyor, yani birinci dakikadan o camiaya oynamaya başlamış bile.. Daha sonra Fenerbahçe devreye giriyor ve Fenerbahçe daha büyük bir takım ve camia olduğu için, G.Saray'ı iki dakikada satıyor!
Fenerbahçe'ye geldiğinde ise kapıdan kovsan, adeta bacadan giriyor! Çünkü futbol sadece 10-12 sene icra edilen bir meslek ve 35 yaşından sonra da faturaları ödeyip, hayatını idame ettirmek lâzım. İşte Rıdvan o kadar kurnaz biri ki, örneğin Fener'den G.Saray'a ya da G.Saray'dan Fener'e giderse futbolu bıraktıktan sonra iki camianın da kendisini kabul etmeyeceğini en iyi o biliyor ("iki cami arasında beynamaz" derler..). Bunun en az 20 tane örneğini sayabiliriz: Tanju, Baliç, Abdullah Ercan, Fatih Akyel vs. Diğer takımlar için de geçerli bu.. Zaten televizyondaki "%100 Futbol" programında bu konuya değindiğini, büyük takımlardan ayrılmayı düşünen oyunculara bu doğrultuda telkinlerde bulunduğunu defalarca kere görmüşümdür.
1993 yazında disiplinsiz ve iş ahlâkı olmayan bir sporcu olduğu için Osieck, Tanju ile birlikte onu kadro dışı bıraktı. Kulüp "kendinize takım bulun" demesine rağmen Tanju gitti, Rıdvan kaldı.. Neden böyle? 20 sene sonra bugüne bakın, neden olduğunu anlarsınız.. Tanju TRT3'te PTT 1. Ligi'ne ilişkin bir programa çıkıyor, Rıdvan ise yılda 2 milyon € kazanarak Ferit Şahenk'in televizyonunda çalışıyor. Zaten Rıdvan'a "şeytan" denmesinin sebebi de tam olarak bu oportünist ve makyavelist zekâsıdır.
Ama işte.. Rıdvan'a "Fenerbahçeli Rıdvan" olmanın sağladığı "güç" de bir süre sonra yetmemeye başladı. RTE'nin ülkede muktedir olmasından sonra zaten kendisiyle önceden de tanışıklığı olan Rıdvan, her geçen yıl ona biraz daha "yaklaştı" ve karşılıklı birbirlerini kullanmaya başladılar. Rıdvan, RTE'nin "kadim dostu" olarak "Rıdvan-sever" milyonların gözünde ona bir sempati temin ediyordu; o da Şahenk vasıtasıyla Rıdvan'a para ve güç.. Hatta geçen sene RTE ile her hafta "onun evinde" görüştüğünü falan duydum ve iyice soğudum.
Buradan asıl konuya döneyim.. İki gün önce oynanan Fenerbahçe-Kayseri maçında, Fenerbahçe seyircisinin başbakan için yaptığı tepkili tezahürat, Şeytan'ı pek bir üzmüş.. Fenerbahçe taraftarına, başbakana yaranmak için hiç utanmadan, sıkılmadan söylediği şeyleri, aşağıdan seyredebilirsiniz:
İşte Rıdvan Dilmen'in ölümü o gün gerçekleşti benim için. Ha, erdemden/vicdandan ziyade dünyevi şeylere o kadar tapınan biri gibi görünüyor ki, gidip benden bahsetse biri, "çok da umrumda!" diyecektir (hatta bu sözün "Kasımpaşalı" versiyonunu düşününüz). Halbuki ben Rıdvan olsam ve benim gibi bir hayranım bana "sen benim için öldün" dese, 1 ay kendime gelemem. Çünkü biz böyle bir aile terbiyesi aldık, hayatta hep manevi şeylere değer verdik. Rıdvan bunlardan hiç nasiplenmediği için, onun ne düşündüğü de benim umrumda değil ama düşündüklerim konusunda yalnız olmadığımı çok iyi biliyorum.
Son olarak bir açıklama yapayım. Sorun benim RTE'yi sevmemem, Rıdvan'ın da onu sevmesi değil. Benim babam da RTE kadar güçlü bir insan olup, sonradan yoldan çıkabilirdi ve Rıdvan ona yanaşıp, bir gün onun için de böyle şeyler söyleyebilirdi. Ama benim adıma durum yine değişmezdi. Sorun, Rıdvan'ın yanaştığı kişi değil burada, hatta onunla hiç ilgisi yok! Sorun, gönül perdemizin 30 yıl sonra bir anda inmesi ve Rıdvan'ın, insanlığa dair manevi değerlerden ne kadar yoksun, ne kadar "çiğ" biri olduğunu fark etmiş olmamız.. Hatta o kadar çakal ki, RTE'yi sempatik gösterebilmek için "Fenerbahçe'ye bu kadar hizmet etmiş bir insan, bu muameleyi hak etmiyor" diyor.. Aziz Yıldırım'dan da "bu konuda açıklama bekliyor"muş "Şeytan" hazretleri.. Yahu sen kimsin? Velev ki RTE Fenerbahçe'ye büyük hizmetler yapmış olsun.. Velev ki UEFA'dan 50 yıl ceza alacaktık ve RTE bunu 3 yıla indirmiş olsun.. Velev ki küme düşecektik ve RTE buna engel olmuş olsun vs. vs. Sen, vicdanlı Fenerbahçe taraftarının RTE ile derdinin "Fenerbahçe" olduğunu mu sanıyorsun? Sen Fenerbahçe taraftarına "RTE" dendiği zaman, ona hissedilen antipatinin majör sebebinin, "3 Temmuz" olduğunu falan mı sanıyorsun? Dalkavukluk, bir insanı daha ne kadar kör edebilir?
Twitter hesabımı ve bu blog'u takip edenler, sahip olduğum Fenerbahçe sevgisinin "akıl dışı"lığını çok iyi biliyor ama ben sana bir şey söyleyeyim Rıdvan.. Ben Fenerbahçe'nin müzesinde 107 yıldır aldığı bütün kupaları, hatta bu sene alacağımızı umduğum şampiyonluk kupası da dâhil, Ali İsmail Korkmaz'ın saçının tek teline bile değişmem.. Medeni, Ethem, Mehmet, Abdullah, Ahmet ve Hasan Ferit için de aynı şey geçerli.. RTE'nin alabildiğine kışkırttığı "kolluk" kuvvetleri arasından bir güvenlik görevlisinin, "üzerinde 5 lira bile olmadığı ve metro'ya biletsiz girmeye çalıştığı için" daha dün (!!) hastanelik ettiği kardeşim için de.. Ve Bolu'da, senin başbakanının 11 yıldır bu ülkeye ektiği nefret tohumlarının uzantısı olarak yaşanan sosyal patlama sonucu, 20 ülkücü'nün linç etmeye kalkıştığı Kürt kardeşim için de..
Hatta senin o dizinin dibinden ayrılmadığın başbakanının ülkesinde, 40 günlük bir bebek, evlerinde pencere olmadığı için soğuktan donarak öldü, daha 1 hafta bile olmadı :(
Ben bu satırları yazarken titreyen ellerime mukayyet olmaya çalışıyorum. Sadece o insanlar aklıma geldiği için değil; aynı zamanda 27 senedir taparcasına sevdiğim bir adamın, nasıl olup da bu kadar vicdansız biri olduğunu göremediğim için. Sana yazıklar olsun Rıdvan Dilmen.. "Bir G.Saraylı'dan farkın yok" bile diyemiyorum; zira sen Metin Oktay gibi, Turgay Şeren gibi, Ergün Penbe gibi G.Saraylıların ve Ali, Feyyaz, Rıza gibi Beşiktaşlıların tırnağı bile olamazsın.
O Turgay Şeren ki, Türkiye televizyonlarında 20 yıl yorumculuk yaptıktan sonra 3 Temmuz sürecinde "ben bile şike yaparım, ama Aziz Yıldırım yapmaz!" dediği için adeta aforoz edildi. Sen bu kulübün ekmeğini yiyen biri olarak bunu bu kadar açık söyleyemedin. Utan!.
Son olarak şunu eklemek istiyorum: Hani "Benim polisim destan yazıyor", "%50'yi evlerinde zor tutuyorum" vs. demişti ya ağabeyin 'Gezi' sırasında.. İşte aşağıda gördüğün eli öpülesi insanın canı o zaman çok yanmıştı belki ama sen, yukarıdaki sözleri söylerken bir kez daha ve belki daha şiddetli bir şekilde yaktın o canları; bir hançer de sen sapladın.. Brutus'unkinden bile daha kalpsiz, daha vicdansız, daha namert bir hançer..
Hadi ölen o ana kuzuları için "öldü gitti, Allah rahmet eylesin, n'apayım yani?" dedin diyelim (ki senden onu da beklerim artık ben); gözlerini kaybetmiş ama hayatta olan 10-15 kişi, o tek gözüyle hâlâ seni seyredebiliyor ve kulaklarıyla seni duyabiliyor..
Onlardan da mı utanmıyorsun?
Bu fotoğrafa iyi bak Rıdvan Dilmen.. Bundan sonra senin adının geçtiği her an, işte ben bu fotoğrafı hatırlayacağım. Ve bunu her hatırladığımda, sana olan nefretim biraz daha büyüyecek..