3 Nisan 2010 Cumartesi

Best Music Videos Ever #4: California Love

Tüm zamanların en ilham verici rap şarkılarından biri olan California Love, merhum 2Pac ve Dr. Dre'nin kariyerindeki en iyi işlerden biri. Hype Williams'ın çektiği bu videoda konuk oyuncu olarak Chris Tucker yer almış. Uçuk, biraz aptalca ama fazlasıyla eğlenceli olan (ve çekildiği dönemde izlemiş olanlar için gönüllerde ayrı bir yeri bulunan) video, kıyafetlerinden setlerine kadar her şeyiyle Mad Max filmlerini hatırlatırken, özenli ve etkileyici bir post-apokaliptik dünya sunuyor; kirli jiplerin ve motorların çölde tozu dumana katarak yol aldıkları sahneler ve distopik kara filmleri anımsatan atmosferiyle ilgi çekici bir "Vahşi Vahşi Batı" portresi çiziyor.

2Pac ft. Dr. Dre - California Love (1996)
Yönetmen: Hype Williams



California love!

[1]-California...knows how to party
California...knows how to party
In the citaaay of L.A.
In the citaaay of good ol' Watts
In the citaaay, the city of Compton
We keep it rockin! We keep it rockin!

[Verse One: Dr. Dre]

Now let me welcome everybody to the wild, wild west
A state that's untouchable like Elliot Ness
The track hits ya eardrum like a slug to ya chest
Pack a vest for your Jimmy in the city of sex
We in that sunshine state with a bomb ass hemp beat
the state where ya never find a dance floor empty
And pimps be on a mission for them greens
lean mean money-makin-machines servin fiends
I been in the game for ten years makin rap tunes
ever since honeys was wearin sassoon
Now it's '95 and they clock me and watch me
Diamonds shinin lookin like I robbed Liberace
It's all good, from Diego to tha Bay
Your city is tha bomb if your city makin pay
Throw up a finger if ya feel the same way
Dre puttin it down for
Californ-i-a
[repeat 1]

[2]-Shake it shake it baby
Shake it shake it baby
Shake it shake it mama
Shake it Cali
Shake it shake it baby
Shake it shake it shake it shake it...

[Verse Two: 2Pac]

Out on bail fresh outta jail, California dreamin
Soon as I stepped on the scene, I'm hearin hoochies screamin
Fiendin for money and alcohol
the life of a west side playa where cowards die and its all ball
Only in Cali where we riot not rally to live and die
In L.A. we wearin Chucks not Ballies (that's right)
Dressed in Locs and khaki suits and ride is what we do
Flossin but have caution we collide with other crews
Famous cause we program worldwide
Let'em recognize from Long Beach to Rosecrans
Bumpin and grindin like a slow jam, it's west side
So you know the row won't bow down to no man
Say what you say
But give me that bomb beat from Dre
Let me serenade the streets of L.A.
From Oakland to Sacktown
The Bay Area and back down
Cali is where they put they mack down
Give me love!
[rpt 1]

[dre] now make it shake...

[rpt 2]

[Outro: Dre, 2Pac]

uh, yeah, uh, longbeach in tha house, uh yeah
Oaktown, Oakland definately in tha house hahaha
Frisko, Frisko
[Tupac] hey, you know LA is up in this
Pasadena, where you at
yeah, Inglewood, Inglewood always up to no good
(Tupac) even Hollywood tryin to get a piece baby
Sacramento, sacramento where ya at? yeah

Throw it up y'all, throw it up, Throw it up
Let's show these fools how we do this on that west side
Cause you and I know it's tha best side

yeah, That's riight
west coast, west coast
uh, California Love
California Love

2 Nisan 2010 Cuma

A.Gücü 0 - Beşiktaş 0

Bu geceki A.Gücü-Beşiktaş maçını yurtdışından bir vatandaşa seyrettirsek asla ve asla siyah formalı takımın büyük olduğuna inandıramayız. Büyük olan kesinlikle beyazlılardır zira dört forvetle oynayan, kendi taktiğini uygulayan, rakibi kafasına takmamış ve özel tedbir almamış olan onlar. Türk futbol tarihinin en korkak (ve en iğrenç şekilde savunma yaptıran) hocası Mustafa Denizli ise Çakır, Vittek, Vassel ve Rothen ile 4 hücumcu oynatan rakibini 5 savunmacı ve bir ön libero ile durdurmaya (!) çalıştı sadece. Hakem rakibin penaltısını verse evine de eli boş dönecekti ama geçen hafta 2 puanı ofsayt golle alan Beşiktaş bu gece de karaktersiz bir hakemin görmediği penaltı sayesinde 1 puan alarak rakiplerinin maçlarını beklemeye başladı.

Rüştü'nün önünde Ekrem, Kaş, Toraman, Sivok ve Üzülmez ile beşli bir blok; onların önünde Necip, İnceman ve Fink ile 3'lü bir orta saha; Holosko ile Bobo'dan müteşekkil forvet... Beşiktaş'ın bu kadro yapısıyla top yapması, oyun kurması, rakibine üstünlük kurması, kolektif bir oyun oynaması mümkün değil. Maçı sadece ve sadece bir şans golüne bırakmış mide bulandırıcı bir futbol zihniyeti bu. Nitekim o şans golü, rakibin bireysel bir hatası veya duran toptan bir pozisyon gelmeyince, hakem de siyah-beyaz formayı sırtına geçirince maç berabere bitti. İki takım arasında belki fazla kalite farkı yoktu ama iki teknik direktör arasında dağlar kadar, fersah fersah fark vardı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, an itibarıyla sadece "iyi oyunculardan oluşan bir topluluğu" yöneten, bir "takım"ın hocası olmayan Lemerre, gelecek yıl bu kaliteli oyunculardan bir ekip yarattığında çok daha iyi işler yapacaktır.

Son olarak, Beşiktaş haftaya Trabzon'u da (şans yardım etmezse) yenemeyecek, buraya yazıyorum.

Europa League 2009/10 - Top 8 - 1st Legs


Benfica 2 - 1 Liverpool


Fulham 2 -1 Wolfsburg


Hamburg 2 - 1 St. Liege


Valencia 2 -2 At. Madrid

1 Nisan 2010 Perşembe

Roberto Carlos vs. Rize

Roberto Carlos'un Türkiye'de sadece birkaç golü var ama bence en unutulmaz hareketi Rize deplasmanında direkten dönen akıl almaz füzesi.. 1997'de Fransa maçında Barthez'e attığı firkik golünde topa verdiği falsoyu hatırlatıyor. Hiç gerilmeden bu vuruşu yapması da cabası...


Anelka vs. Beşiktaş

Anelka'nın Beşiktaş maçında yaptırdığı penaltı öncesi ortaya koyduğu bu performans o kadar büyüleyici ki, 25 senedir dünya futbolunda bundan daha güzel sadece birkaç hareket görmüşümdür. Örneğin Maradona'nın İngiltere'ye attığı o efsane golden bile daha güzel. Oktay'ın, Messi'nin slalom gollerinden de.. Belki Zlatan'ın Ajax'ta oynarken 6 kişiyi çalımlayarak attığı o muazzam slalom golü bununla yarışabilir.. Ama orada bile müthiş fake'ler ve düz çalımlar var; Anelka'nın Toraman'ı geçerken "topun üzerine basarak zıplatması" gibi insanın kanını donduran bir hareket yok. Hatta bu hareketi hayatımda başka hiçbir futbolcunun yaptığını görmedim. Kolay kolay birilerinin (maç içinde ve o trafikte) yapabileceğini de sanmıyorum.

Bu hareketten daha inanılmaz olanı ise, Anelka'nın bunu yaparken sanki çok basit bir şeymiş gibi hareket etmesi.. Tek kelimeyle muhteşem..

Schumacher vs. Galatasaray

Elbette Toni'nin ülkemizde bir golü yok ama Fener ve G.Saray'ın 100'er yıllık tarihinin en önemli sayfalarından birine attığı unutulmaz bir imza var. 4-3'lük efsane maçın son dakikalarında yaptığı muhteşem kurtarışla...


Hagi vs. Monaco

Hagi'nin Türkiye'de attığı inanılmaz goller içinde en güzeli, son dakikalarında Riise'ye dirsek atıp kırmızı kart gördüğü maçta Monaco kalesine gönderdiği bu füzedir bence...


Alex'in rövaşatası

En iyi 5 yabancı demiş ve adlarını anmışken, onların Türkiye'de imza attığı en güzel hareketlerinden (gol, kurtarış, şut vs. gibi) birer tanesini buraya eklemek istiyorum. Son sıradaki Alex'ten başlayarak...


Hamit'ten sinyal

"Kariyer planında bir gün Türkiye'de oynamak var mı?" sorusuna cevaben:

"Benim için önemli olan şey, gelecek yıl Şampiyonlar Ligi'nde oynamak. Bütün kapıların bana açık olduğunu biliyor ve bunun için şükrediyorum. Şu anda beklemedeyim. Hemen hemen bütün büyük liglerden teklif var. Sezon sonunda en doğru kararı vereceğim."

Radyospor'a yaptığı açıklama..

Türkiye'ye gelmiş en iyi 5 yabancı futbolcu

1. Roberto Carlos
(Real Madrid > Fenerbahçe, Temmuz 2007)

Bu seçimi tartışan birilerine rastlarsanız, naçizane tavsiyem vaktinizi boşa harcamayıp o vatandaşın yanından hemen uzaklaşmanızdır. Zira dünyadaki futbolseverlerin % 90'ının "tüm zamanların en iyi 11'i" listesine banko yazdığı bir isimden bahsediyoruz. 3 Dünya Kupası finali oynayıp 2'sini kazanan, Real Madrid'de 12 sene forma giyen, Şampiyonlar Ligi'nde Fener ve G.Saray'ın toplamı kadar maçta oynamış bir oyuncu Roberto Carlos... Neyse bu adamı anlatmayalım şimdi, ayıp oluyor. Fenerbahçe'nin, Türk futbol tarihinin en büyük başarılarından biri olan Şampiyonlar Ligi çeyrek finali de, onun zamanında gerçekleşti. Türkiye'de sadece 2 Süper Kupa kaldırabildi.

2. Nicolas Anelka
(Man City > Fenerbahçe, Ocak 2005)

Türk futbol tarihinin gördüğü (hatta Roberto Carlos dâhil) en "yetenekli" futbolcu Anelka bana göre. Hatta dünya futbol tarihinde adını Pele, Maradona, Cruyff, Eusebio, Garrincha, Zidane, Ronaldinho, Ronaldo, Cristiano, Messi gibilerinin yanına yazmak lâzım. Yetenek olarak böyle ama mental olarak fazlasıyla sorunlu bir adam olan bu kardeşimiz, Chelsea'ye transfer olduktan sonra duruldu; dünyanın en büyük takımlarından biri olan bu kulübün değişmez ilk 11 oyuncusu ve lider ismi oldu. Lampard gibi adamlar bile sıkıştığında topu onun ayağına verecek kadar saygı duyuyor ve biz de "bu adam nasıl oldu da bizim ülkemizde oynadı?" diye merak etmeye devam ediyoruz.

3. Harald "Toni" Schumacher
(Schalke > Fenerbahçe, Temmuz 1988)

1972 yılında (18 yaşında) Köln takımında başladığı kariyerinde 33 yaşında Scalke'ye, oradan da 1 yıl sonra akıllara durgunluk verecek şekilde Fenerbahçe'ye gelen bu abimiz, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kalecileri listesinde kimi zaman ilk 10 ama kesinlikle ilk 20'ye giren bir isim. 1982 yılında final oynadığı Dünya Kupası'nı 1986'da Federal Almanya formasıyla kazandığını, Türk futbol tarihinin en başarılı takımı olan (ve 1989'da 103 gol atarak şampiyon olan) Fenerbahçe'nin kaptanı olduğunu ve sarı-lacivertlilerde 3 yıl forma giydiğini hatırlatalım. Fenerbahçe'den sonra 37 yaşında Bayern'e transfer olarak (!) futbolu orada bırakmıştı. 4 Mayıs 1991'de G.Saray'a karşı oynadığı son maçta 4 gol yedikten sonra eldivenlerini (kendisine 3 yıl boyunca sayısız gol atan) Tanju'ya hediye edecek kadar da centilmen bir insandır, bunu belirtmek de boynumuzun borcudur.

4. Georghe Hagi
(Barcelona > Galatasaray, Temmuz 1996)

Farul Constanta takımının altyapısında yetişip bu takımda profesyonel olduktan sonra 18 yaşında Sportul'a transfer olan ve 3 yıl sonra Steaua Bükreş'e geçen Hagi, kariyeri boyunca Karpatlar'ın Maradona'sı olarak anılmış bir isim. Steaua takımıyla Şampiyon Kulüpler Kupası'nda 1988'de yarı final, 1989'da ise (bu kez yarı finalde G.Saray'ı eleyerek) final oynayan ve o sene kupada 5 gol atan futbolcu, 1990 Dünya Kupası'nın ardından (4.3 milyon dolara) Real Madrid'e transfer oldu. Orada hiçbir zaman ilk 11'in değişmezi olamadı ve 2 yıl sora hayal kırıklığı içinde satış listesine kondu. Ama ona talip olan ve alan takım, Avrupa'nın 100 büyük kulübü sıralamasından herhangi bir takım değil, Lucescu'nun çalıştırdığı Serie B ekibi Brescia oldu. 2 sene burada oynadıktan sonra 1994 Dünya Kupası performansı nedeniyle bu kez Barcelona'ya gitti. Orada da hiçbir zaman ilk 11 oyuncusu olamadı ve 1996'da G.Saray'a geçti. 5 yıl boyunca formasını giydiği bu kulüpte kariyerindeki tek Avrupa Kupası olan Uefa Kupası'nı kazandı. Real ve Barça'da daha uzun oynasa, orada bir-iki kupa kazansa, hatırlanabilecek bir performans gösterse listede daha üst sırada olabilirdi. Ama 19 yıllık kariyerinin 13'ünü üçüncü dünya ülkelerinde, ikisini ise Brescia'da geçirdiğini düşününce, Romanya ve Türkiye'de elde ettiği başarılar hatrına ilk 5'e giriyor desek yanlış olmaz.

5. Alex de Souza
(Cruzeiro > Fenerbahçe, Temmuz 2004)

Kariyeri boyunca Brezilya'da forma giyen ve Temmuz 2001'de 7.2 milyon sterline Parma'ya transfer olan Alex, burada sadece 4 ay kaldıktan sonra Ocak ayında Cruzeiro'ya dönmüştü. 2000 Olimpiyatları'nda Brezilya takımının (ve Lucio, Ronaldinho gibi isimlerin) kaptanı olan oyuncu 2004 yazında 5 milyon avro bedelle Fenerbahçe'ye geldi. Bir taraftar olarak kendisinden hiç hazzetmesem de bu takımda 120 gol, 120 asist gibi dünya rekorlarını zorlayan bir performansla oynadı bugüne kadar. Takımın Avrupa kupalarında en fazla gol atan oyuncusu oldu ve sarı-lacivertli formayla 2 lig şampionluğu ve Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final yaşadı.

Not: Liste yapılırken yetenek, kariyer, Türkiye'deki performans ve popülarite gibi kıstaslar bütün olarak değerlendirildi. Ve G.Saraylı taraftarların bilgisine; tamamen tarafsız davranıldı. Tarafsız olunmasa mesela bana göre Appiah, Ortega ve Alex, Hagi'den çok daha iyi oyuncular ama Hagi'nin kariyeri onlardan daha parlak ve ismi de daha yukarıda. Yine de tarafsız olunsa da tamamen kişisel bir listedir, herkes kendininkini yapabilir, hatta buraya ekleyebilir.

Arsenal 2 - Barcelona 2



Inter 1 - CSKA Moskova 0



29 Mart 2010 Pazartesi

Telegol diyalogları #1

Ahmet Çakar: Ferrari ilk geldiğinde nasıldı hatırlayın. Şimdi İstanbul alemlerine dalınca bak, sakatlandı hemen.

Serhat Ulueren: Kadınlar rahat bırakmıyormuş hocam.

Ahmet Çakar: Efendim?

Serhat Ulueren: Kadınlar rahat bırakmıyormuş. O kadar çok sevgilisi varmış ki...

Sinan Engin: Parasını o kadınlardan alsın o zaman...

Polat'a tebrik, Volkan'a yuh!

Derbiden aklımızda kalan olaylara bir bakalım: Öncelikle hakem Cüneyt Çakır, çelişkili kararları ve yüzünde her zamanki sahte gülümsemesiyle samimiyetsiz bir yönetim gösterdi. 90. dakikada Giovani'nin çekilmesi bence penaltı ama geçen hafta Andre Santos'unkine penaltı değil diyenler bugün söz konusu pozisyonu nasıl konuşuyor, anlamak mümkün değil. Öte yandan, Fenerbahçe'nin ofsayt olduğu gerekçesiyle verilmeyen bir golü (buna alıştık artık) ve elle düzeltme diyerek kesilen %100 bir pozisyonu var. Halbuki golde ofsayt olmadığı gibi Güiza'nın pozisyonunda da topa elle temas yok. Bir oyuncu futbol oyun kurallarında bariz gol şansını engellediği için direkt kırmızı kart görüyor bugün çünkü futbolun meyvesi gol, insanlar gol izlemek için statlara geliyor. Peki bariz gol şansını engelleyen kişi futbolcu değil de hakemse ne yapacağız? Çakır ve yardımcıları Fener'in bir golünü vermedi, %100 bir pozisyonunu engelledi ve Giovani'nin çekilmesini de görmezden geldi. Bunun yanında Alex'e ve Güiza'ya çıkarmadığı sarı kartlarla, Topal'a çıkardığı gereksiz bir kart var. Servet'in bilinçli bir şekilde (çünkü hep yapıyor) Güiza'nın suratına vurduğu pozisyonda da çalmadığı bir faul...

Hakem demişken G.Saray başkanı Adnan Polat'ın hakemle ilgili bir yorumu dolaşıyor ajanslarda. Söylenenlere göre maçtan sonra yöneticilerle yaptığı toplantıda "hakem penaltımızı vermedi" diye serzenişte bulunan arkadaşlarına "Buna mı sığınacağız? Ona bakarsanız Güiza'nın golü de ofsayt değilmiş" diye cevap vermiş Polat. Kocaman bir alkış kendisine..

Bunların dışında son dakikalarda kendisine doğru bir karış yüksekten gelen bir topu g.tüyle stop eden kaleci Volkan var. Bu arkadaşa ne demeli bilmiyorum ama yazıklar olsun demek, herhalde kullanılabilecek en hafif ifade olurdu. G.Saray'ı aşağılayan, onlarla dalga geçen bir Fenerli futbolcunun kendi taraftarınca daha mı fazla sevileceğini zannediyor acaba? Şüphesiz bunu yapan kültürsüz ve cahil sürüyle taraftar vardır ama gerçek Fenerliler onlar değil, birilerinin bunu Volkan'a anlatması lâzım. Gerçek bir Fenerli, Ali Sami Yen'in bir gece önce Can Bartu'yu "yarın G.Saray ile önemli bir maçınız var, git odana dinlen Can" diye azarladığını duyduğunda; dünkü maçta G.Saray taraftarı Fenerbahçe'yi alkışladığında ya da Metin Oktay ve Can Bartu'nun karşılıklı forma değiştirdiği resimleri gördüğünde tüyleri diken diken olan; Fenerbahçe'siz G.Saray, G.Saray'sız Fenerbahçe olamayacağını bilen; rakibinin kurumsal kimliğine, formasına ve tarihine saygı duyan duyarlı kişilerdir. O ezelî rakibi bu şekilde aşağılayan kişi kendi futbolcusu olduğunda da bundan hicap duyan, bunu nasıl açıklayacağını bilemeyen kişilerdir. Anlaşılan Fener'in kalecisi 7 senedir bunları öğrenememiş. En kısa zamanda birilerinin ona anlatması dileğiyle..

Bu arada Volkan kadar, hatta ondan bile daha etik yoksunu (çünkü vukuatları artık kırkı aştı), Türk futbol tarihinin en çirkef futbolcusu olma yolunda rakipsiz kalmasına çok az bir mesafe bulunan Kader Keita'yı da unutmayalım. Sinan Engin'in dün gece "ya bu adam bu yaptıklarından utanmıyor mu acaba?" diye şaşkınlıkla adını andığı Fildişili futbolcu, daha önce de dediğim gibi insanlıktan, erdemden zerre kadar nasiplenmemiş ve Türkiye'de bir takımın formasını giymeyi hiçbir şekilde hak etmeyen bir sporcu. Umarım Türkiye'de bu sezondan sonra bir daha görmek zorunda kalmayız kendisini çünkü futbolu önce futbol olduğu için seven, fanatizmden gözü kör olmamış bir insanın onu izlemeye tahammül etmesi çok zor.

Son olarak Selçuk'un Türkiye'deki en iyi Türk ön libero olduğunu geçen seneden beri yazan biri olarak çok mesudum, onu belirteyim. Mahmut Özgener'in gol sonrası ve maç ertesi kederden sapsarı olmuş suratını not düşeyim. Beşiktaş maçı kazanılmazsa dünkü galibiyetin zerre kadar önemi kalmayacağını, o yüzden erken sevinememek gerektiğini hatırlatarak noktayı koyayım.

28 Mart 2010 Pazar

Fener yenilmez

Gerçi sabah attığım postta Emre oynamazsa Fener'in şansı çok azalır demiştim ve gerçekten de takımın en önemli oyuncusu o, bunu herkes kabul ediyor. Ama kuşkusuz maçın neticesini ve gidişatını etkileyecek Emre dışında da sürüyle etken var ve şimdi onları kendi meşrebimce değerlendirmeye çalışacağım.

Bir kere Bursa'nın puan kaybedip de Beşiktaş'ın kazanması, her iki takım açısından bu maçın stratejisini direkt olarak etkileyecek. Zira ikisi için de artık beraberlik, yarıştan tamamen kopma anlamına gelmiyor. Buna mukabil eğer ikisinden biri bu akşam kaybederse o takımın şampiyonluk şansı artık Kaf Dağının ardında olacak diyebiliriz. Bir değil, iki değil, üç takımın arkasında (hem de 3'er 5'er puan farkla) kalıp, son 7 haftada bunların üçünü birden geçmek neredeyse imkânsız olur çünkü.

Neyse, işte bu yüzden her iki takım da öncelikle kaybetmemek için oynayacak. G.Saray'ın, kendi sahasında olmasına karşın önde pres yaparak, forse ederek ve risk alarak oynayacağını hiç zannetmiyorum. Eğer öyle oynarsa Rijkaard'ın çok çok büyük bir hoca olduğunu gösteren önemli bir ayrıntı olacak bence. Çünkü G.Saray, 1992 yılından beri bu futboldan başka bir futbol oynamasını "bilmiyor". Ne zaman kontrollu oynamaya kalksa her daim çuvallıyor. Mesela pres ve baskı futbolu ile 2000 yılında Uefa Kupası alındı, Fatih Terim döneminde bu anlayış ile zirveye ulaşıldı ama Terim, Fiorentina ve Milan'da kontrol futbolu oynayan İtalyan takımlarından tokat üstüne tokat yiyip de o tarz futbola hayranlık beslemeye başladıktan sonra G.Saray'a yeniden döndü ve değiştirdiği futbol anlayışıyla bu kulüpten kovulacak kadar başarısız oldu. Ve yine 2000 yılından beri Terim'in kazandığı tek bir kupa bile yok. Terim hariç o yıllardan beri göreve gelen bütün hocalar da G.Saray'a pres ve for checking futbolu oynattığında başarılı oldular. Feldkamp'ın ilk döneminde yerleşen bu futbol, G.Saray için bana göre başarının anahtarı durumunda.

İşte bu akşam G.Saray oyunu kontrol etmeye çalışır, topa sahip olma temelli sakin bir oyun oynarsa, "Parreira'dan beri sadece böyle futbol oynadığında başarılı olabilen" Fenerbahçe karşısında şansı çok azalacak. Çünkü Fenerbahçe bu futboldan başka futbol oynayamayacak kadar özümsemiş durumda ve bunun kitabını yazacak kadar yetkin bir takım. Bu futbolu belki küçük takımları açma konusunda çok büyük dezavantaj oluşturuyor ama kendisiyle denk ya da daha üstün takımlara karşı çok daha rahat oynuyorlar.

Benim birinci ve en temel argümanım bu. Bunun yanında G.Saray'ın herkesçe favori olarak görülmesi de Fener için bir avantaj. G.Saray'da Sarp ve Topal'ın bir arada oynaması, Elano gibi müthiş klas bir futbolcunun varlığına rağmen onları (istese bile) pas yapamayacak bir takım hâline getiriyor. Ayrıca Keita, Jo ve Dos Santos gibi savunmaya yardımı sınırlı adamların varlığı da Fener için ciddi bir bonus. Bu açılardan baktığım içindir ki, Fener'in kesinlikle yenilmeyeceğini düşünüyorum.

G.Saray'ın Sarp-Topal çift ön liberosu ile işi çok zor. Tek şansları bu oyuncuların fizik güçlerini maksimum derecede zorlayarak, daha önce de dediğim gibi Fener'in savunmasına baskı yapıp onların yerleşme düzenini bozmaya çalışmak olabilir. Eğer G.Saray pres yaparak, forse ederek ve önde basarak oynarsa Fener'in yukarıda saydığım bütün avantajları ortadan kalkar ve G.Saray favori olur. Fener'in erken bir gol atması da bunlara sebep olabilir. Benim düşüncelerim bunlar. İnşallah tatsızlıklarla hatırlanan bir derby olmaz.

Özgener, MHK, Çakır'lar, Sami Yen, Emre

Nihayet beklenen gün geldi; bu akşam G.Saray ile Fenerbahçe ligde olmak ya da olmamak maçına çıkıyor. Özellikle Beşiktaş'ın kazanıp, Bursa'nın kaybetmesinden sonra bugün oynanacak müsabakanın değeri iki kat daha arttı diyebiliriz. Maçın kendisinden önce onu etkileyecek en önemli unsurlara kısaca değinmek istiyorum.

Öncelikle Federasyon başkanı pozisyonundaki insan müsveddesinin, Fenerbahçe kulübüne karşı nasıl bir bakışı olduğunu artık bütün spor camiası biliyor. "İmam osurursa.." diye bir laf vardır, eğer başkan bir kulübe karşı olan nefretini ve kompleksini bu kadar fütursuzca kusabiliyorsa onun kurulları, hakemleri vs. ne yapmaz? Üstelik bu adamın, mesela Mustafa Denizli ile 40 yıldır arkadaş olduğunu, mütemadiyen yemeklere falan çıktığını biliyoruz ve bu ülkede hakemlerden en çok ağlayan takım olan Beşitaş, Özgener-Denizli ikilisi göreve geldiğinden beri ağzını bile açmıyor. Dün akşamki kritik mücadelede de Beşiktaş'ın attığı son iki gol ofsayt. Özetle Özgener ve onun Fener'e karşı takındığı düşmanca tavır, bu geceki maç üzerinde dolaylı olarak etkide bulunabilir.

Sonra MHK var. İlk yarıda İnönü'de oynanan Beşiktaş-Fener maçında Gökhan'ın başlarda düşürülmesine (Özgener'den korktuğu için) devam diyen Aydınus'u daha sonra ısrarla Fener maçlarına vermeye devam eden; Sami Yen'deki G.Saray-Trabzon maçının neticesini (en az 4 hatalı kararla) direkt olarak etkileyen Abitoğlu'nu G.Saray maçlarına atamayı sürdüren; Fener aleyhinde bu sezon hata yapan tüm hakemleri ödüllendiren bir zihniyet, bundan iki sene önceki kupa çeyrek finalinde Sami Yen'de Fener'i lime lime doğrayan Cüneyt Çakır'ı bu maça atayarak niyetini açıkça belli ederken büyük de risk aldı.

Geçen hafta Fener başkanının koridorda hakemlere bağırdığını rapor edip 21 gün hak mahrumiyeti almasına neden olan gözlemci Serdar Çakır. Bugünkü maçı ise onun oğlu yönetecek. Oğlunun nasıl bir psikolojide olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu maçta da tavırlarına, yüz ifadesine, kararlarına dikkat edelim.

Ali Sami Yen Stadı son yıllarda en fazla vahşetin yaşandığı, polisle taraftarın birbirine girdiği, sahaya onbinlerce yabancı maddenin yağdığı, tribünden aşağı adam atıldığı, Fener'e her fırsatta koro hâlinde küfür edilen bir stat oldu. Maçın önemi de bu kadar artmışken ve stres üst düzeydeyken oradaki salyalı taraftarları da dikkatle izleyelim.

Son olarak maçın en önemli adamı (varlığı veya yokluğu ile) Emre Belözoğlu. Hem Fener'in en iyi futbolcusu, hem takımın silkelenmesine vesile olan savaşçı ismi hem de defansın önünde takımın pas alışverişini yöneten adam. Bu yüzden (üstelik Cristian da yokken) Emre oynamazsa Fener'in kazanması imkânsız gibi bir şey olur. Maça direkt etkide bulunacak unsurlar bence bunlar. Bir de Arda var tabii. Ben, söylendiği gibi Elano'nun yerine oynayacaksa Arda'nın forma giymesini Fener için bir avantaj olarak görüyorum. Maçın kendisi ile ilgili yorumları daha sonraya bırakıyorum.

Show TV skandalı

Uzun yıllardan beri ulusal kanallarda (maçlar hariç) hiçbir şey seyretmiyorum ama an itibarıyla Show'da yayınlanan "Derbiye Doğru" isimli özel program nedeniyle bir istısna yaptım. Son 15-20 yılın derbilerini (zaten hiçbirini unutmadım da) yeniden hatırlamak çok güzel bir hadise fakat Show kanalının neden, nasıl ve hangi zihniyetle yaptığını anlamadığım inanılmaz bir hataya rastladım bu programda. 1995 yılında Fenerbahçe'nin 3-0 kazandığı ve Aykut'un hat-trick yaptığı maçı önce Melih Gümüşbıçak "2-0" olarak anons etti. Akabinde maçın görüntüleri girdi ve görüntüler akarken altta "2-0 / Aykut (2)" yazıyordu! Aykut'un penaltıdan attığı ilk iki golü gösterdiler, voleyle attığı üçüncü golü kesip maçı o şekilde 2-0 olarak anons edip bitirdiler. Nasıl bir kafadır, amaçları nedir bilmiyorum. Ama bu kepazeliğin, spor televizyonculuğu tarihindeki en büyük skandallarından biri olduğu kesin.